Mağaradan çıkardıkları Oğul hâlâ korkuyor ve titriyordu. Şu
hâliyle bakınca aşırı büyük bir kütleye sahip çirkin bir çocuğu andırdığını
söyleyebilirdi. Burnundan akan sümüğü eline siliyor, hıçkırıyor ve ağlamaya
devam ediyordu.
Oğul kötü biriydi ve onun üzgün olması Yu’yu mutlu etmişti. Kendisinin nasıl birisi olduğundan bağımsız olarak kötü insanların başına kötü şeyler geldiğinde, acı çektiklerinde ve başarısız olduklarında seviniyordu. Oğul’un durumuna da içten içe gülmeden edemiyordu.
Yine de ona karşı ne kadar mutlu olduğunu belli etmemeliydi. Onu öldürmek istemesine rağmen şu anda bunu yapacak güçten yoksundu ve hayatını devam ettirmesini engelleyemezdi. Şimdilik onun nefes almasına göz yummak zorundaydı.
“Ihh... Özür direrim, özür direrim... Ihh... Arkadaşım Yu... Çok korktum... Y-yani, korkunçtu...”
Köye inerken Oğul, at ile önden giden Yu’nun arkasından yürüyor ve üzüntüsünden aldığı zevki göremiyordu. Yu’nun yüzünü görebilse bile zevk aldığını anlayamazdı, suratında sakallarını kesmiş olması haricinde pek bir değişiklik yoktu ve duygularını içerisinde yaşıyordu.
“Merak etme,” dedi Yu. “Ben seni o melekten korurum. O melekle sonraki karşılaşmamızda arkadaşlığımızın gücüyle onu öldüreceğiz!”
Tamamen yalandan oluşan bir cümle kurmak zaman geri sarılmadan önce Keichi ile olan muhabbetini hatırlattı. Onun taşıdığı Lütuf’un ne işe yaradığını anladığı vakit kendi lehine kullanmak için hiç çekinmeden kandırmış ve arkadaşı olduğunu düşündürtmüştü.
Keichi hâlâ böyle düşünüyor olmalıydı. Onun, arkadaşını yarı yolda bıraktığı için üzgün olabileceğini düşündüğünde içinde burukluk oluştu. Yalanlarının boyutu çok büyüktü.
“Ama o çok korkunç! Ihh! Ihh!”
Arkasından gelen sesi duyduğunda başını çevirdi ve Oğul’un dizlerinin üstüne çöküp yeri tokatladığını gördü. Kalkan tozdan uzaklaşmak için atını birkaç adım daha sürdü. Daha sonra onu durdurup Oğul’un yakınışını dinlemeye başladı.
“O merek! Mamam onrarın ne kadar korkunç orduğunu söyremedi! Ihh! Arkadaşım! Oraya gitmek istemiyorum! Menim canımı yakacak! Arkadaşım! Rütfen!”
Onun korktuğunu görmek harikaydı. Hissettiği zevki anlatacak kelimeleri bulamıyordu.
“Baban oraya gitmemizi istiyor,” dedi. “Eğer ondan korkarsan ve savaşmazsan o korkunç melek tüm arkadaşlarını öldürür. Arkadaşlarının ölmesini mi istiyorsun?”
“H-hayır... Ihh...”
“Eğer bir sonraki sefer oraya gidip korkularınla yüzleşmezsen tüm arkadaşlarını öldürecek! Bizi sadece sen kurtarabilirsin! Onun beni öldürmesini istemiyorum, lütfen arkadaşım! Sen olmazsan beni öldürür! Ona karşı savaşabilecek tek kişi sensin!”
Ona ‘arkadaşım’ dediği için kusmak ya da dilini yakmak istedi. Onunla arkadaş olduğunu düşünmek bile yeterince rahatsız ediciyken, yalan da olsa söylemek daha çok rahatsız ediyordu.
“M-men mi? Men... Ama o... Çok korkunç... Meni ördürür-”
“Yani? Seni öldürmesin, beni öldürsün, öyle mi? Bunu mu diyorsun?”
“Hayır!” Oğul ayağa kalktı ve ellerini Yu’ya doğru uzattı. “Hayır! Men asra öyre mir şey demem! Arkadaşım, sen meni yanrış anradın!”
“Ben anlayacağımı anladım,” dedi somurtarak. “Sen arkadaşın için canını vermeye korkuyorsun. Demek ki arkadaşın senin için hiç değerli değil. Bundan sonra sana arkadaşım demeyeceğim.”
“HAYIR!”
Oğul’un haykırışı Yu’nun sürdüğü atı korkuttu. Yu şaha kalkıp bir o yana bir bu yana koşturan atı kontrol etmeyi denerken az kalsın yere düşecekti. Oğul bağırıyordu.
“MİZ ARKADAŞIZ! SONSUZA KADAR ARKADAŞ KARACAĞIZ! YARAN SÖYREME! ARKADAŞRARIM, TÜM ARKADAŞRARIM MENİM İÇİN ÇOK DEĞERRİ!”
Oğul’un daha fazla bağırmasıyla at daha da korktu ve Yu kontrolü sağlama şansını biraz daha kaybetti. Bacaklarıyla atın gövdesini sıkıyor ve düşmemek için dua ediyordu.
“IHH! ÖZÜR DİRERİM! ÖZÜR DİRERİM ARKADAŞIM! MAĞIRMAK İSTEMEDİM! RÜTFEN MENİ AFFET! ARKADAŞIM! ARKADAŞIM!”
Yu atı kontrol etmeyi başaramayınca hayvan, Oğul’dan uzaklaşmak için köye doğru koşmaya başladı. Oğul da atı yakalamak için onun peşinden koştu. Yu’yu şaşırtmayan bir şekilde Oğul attan daha hızlı koşuyordu. Köydeki ilk binanın yakınlarında atı yakaladı ve onu tutup durdurdu. Yu atın boynuna sarılarak düşmekten kurtulmuştu.
“Arkadaşım! Rütfen meni affet!” dedi Oğul. Ağzından yayılan çürümüş koku Yu’nun yüzüne vuruyordu. “Men mundan sonra çok cesur oracağım! Senin için canımı mire veririm! En iyi arkadaşım sensin! Rütfen meni affet!”
At hâlâ Oğul’dan kaçmaya çalışıyor ama onun kollarından kurtulamıyordu.
“Eğer melekle savaşır ve onu yenersen affederim. Bunu yapacağına söz veriyor musun?”
“S-sö... S-s... Şey... M-men...”
“Söz veriyor musun?”
“Söz veriyorum, arkadaşım Yu.”
At sakinleştiğinde Oğul’un onu tutmasına gerek kalmamıştı. Ellerini attan çekti ve at tekrar Yu’nun kontrolünde hareket etmeye başladı. Yu onu köy ağasının evine doğru sürerken Oğul artık arkasında değil yanında yürüyordu.
“Köyün ağası ile konuşmak istediğim bir şey var,” dedi, köyün içine girmişlerdi. “Seni de bu yüzden yanımda getirdim, yardımına ihtiyacım var.”
“Sana her zaman yardım ederim!” dedi Oğul şevkle. Biraz önceki çökmüş hâlini geride bırakmıştı.
“Ben onunla konuşurken yanımda olman ve korkutucu gözükmen gerek. Doğruları söylediğinden emin olmak istiyorum. Bunun dışında yapman gereken bir şey yok.”
“Korkutucu mu? Arkadaşım, ne kadar tatrı orduğumu görmüyor musun? Menim korkutucu olmam mümkün değir! Haha! Ihh~”
Tatlı olduğunu iddia ederken buna gerçekten inanması onu daha korkutucu kılıyordu. Ellerini çenesinin altına koydu ve çirkin gülümsemesini, güzel olduğuna inanarak Yu’ya sundu.
“Benim için denemen gerek,” dedi.
“Senin için deneyeceğim, arkadaşım.”
Yağmur yağdığı için yollar çamurluydu ve dışarıda hiç kimse yoktu. Köy ağası Fake’nin evine doğru atını sürdü ve bahçesinin önüne geldiğinde yavaşça attan inip bahçe kapısını açarak içeri girdi.
“Amına koduğumun iti...” dedi evin arkasından çıkıp üstüne doğru koşan köpeği gördüğünde.
O köpeği daha önce burada görmemişti. Ya buraya geldikleri önceki seferlerde kalabalık oldukları için gruplarından korkup kendini göstermemişti ya da burada yeniydi.
Yu beyaz tüylerine çamur bulaşmış iri köpeğin üstüne yürüdü, elini öfkeyle salladı ve bağırdı.
“HÖYT! AMINA KODUĞUMUN KÖPEĞİ SENİ! SİTKİR GİT!”
Köpek, Yu’dan korkmuştu. Yu yere eğilip taş alır gibi yaptığında sekerek birkaç adım geri gitti ve elini kaldırıp hayali taşı fırlatacakmış gibi yaptığında evin arkasına geri kaçtı.
“Tek yapmam gereken bu muydu yani?” diye düşündü evin kapısı aralanmadan önce. “Amına koduğumun itleri. Ne iğrenç hayvanlar amına koyayım.”
Kapıyı açan Farmiya’nın oğluydu. Sakallarını kesmiş olmasına rağmen Yu’yu gördüğünde tanıdı ve annesine seslendi.
“Anne! Yakışıkrı ağamey geri germiş!”
Ama sonra Yu’nun arkasında bekleyen deve baktı. İlk başta onu değil de Yu’yu görmesi inanılmazdı. Oğul’u gördüğünde kapıyı hemen kapadı ve hıçkırıkları evin içinden dışarı çıkarak Yu’ya ulaştı. Annesine sesleniyor ve dışarıda canavar olduğunu söylüyordu.
“Demek bahçeye girebildin, canavardan kastı tam olarak neydi acaba?”
Oğul’un bahçeye girip giremeyeceğini merak etmişti ama Oğul, Yu’nun arkasından bahçeye girip yanında dikilmekte hiçbir zorluk çekmemişti.
“Ne demek istediğini anramadım,” dedi Oğul.
“Boş ver.”
Kapıyı açan sonraki kişi Farmiya’ydı. Sineklerden korunmak için boynundan aşağısını tamamen kaplayan yeşil bir kıyafet giymişti. Yu’dan önce Oğul’a baktı ve o da tıpkı oğlu gibi korktu. Yine de çocuk gibi bir tepki vermek yerine sadece elini göğsüne götürerek Yu’ya baktı.
“O-o... Ne?” diye sordu.
“İş için burada,” dedi Yu eve doğru yürürken. “Sen burada kal, Oğul. Ben gelene kadar hiçbir yere gitme. Çok önemli.”
Oğul ve Marak’ı daha önce köye getirmedikleri için buradakiler onların yüzüne yabancıydı.
Farmiya soru sormaya devam etti. “Ne işi?”
“Babanla ilgili, o burada mı?”
Farmiya başını salladı. “Hayır, ağameyimre tarrara gitti. Güneş batmadan önce gerirrer.”
Güneşin batmasına birkaç saat vardı. Yu önündeki boş zamanı fark ettiğinde gülümsedi ve kendi evine giriyormuş gibi evin içine girip kapıyı kapadı. Oğul’u birkaç saat boyunca orada dikilmeye bırakmak konusunda vicdanı son derece rahattı.
“Başka kimse yok, değil mi?” diye sordu elini Farmiya’nın kalçasına götürürken.
“Efendi Vararfin~”
Farmiya hem gülümsedi hem de Yu’nun elini itmeye çalıştı. Yu onun yumuşak kalçasını biraz daha sıkarken Farmiya vücudunu Yu’nun göğsüne dayayacaktı ki Yu onu durdurdu.
“Göğsümde yara var. Fazla hareketli olamam, sen de oraya yaslanma.”
“T-tamam,” dedi Farmiya. “Çocuğa odada durmasını söyreyeyim.”
Yu dün gece kaldığı odaya girerken Farmiya oğlunu soktuğu odaya girdi. Yu, Farmiya’nın çocuğa oyuncaklarla oynamasını, yapması gereken işleri olduğu için odadan çıkıp onu rahatsız etmemesini söylediğini duydu.
Yu’nun odasına geldiğinde yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Yu onun dişlerini görmekten hoşlanmamıştı ama yüzü idare edecek kadar güzel olduğu için fikirlerini kendine sakladı.
“Efendi Vararfin sakarrarı ormadan daha yakışıkrı,” dedi Farmiya.
Yu onu omuzlarından tutup yere indirdi ve bir şey demeden kemerini çözdü. Pantolonunu indirecekti ki dışarıdan Oğul’un bağırdığını duydu.
“ARKADAŞIM! MİRİRERİ GERDİ! KORKUTAYIM MI?”
Oğul’un bağırmasından sonra evin kapısı kırılacakmış gibi çalınmaya başladı. Farmiya hemen ayağa kalkıp aşağı koşarken Yu çözdüğü kemerini geri taktı ve kadının arkasından aşağı indi.
“Mama!” Farmiya kapıyı açmış ve ağabeyi ile babasıyla karşılaşmıştı. “Ağamey, erken dönmüşsünüz.”
“Ne diyorsun çocuk!” dedi Fake, oğluyla birlikte apar topar eve daldı. “Dışarıdaki şeyi görmüyor musun? S-sen, sen murada ne yapıyorsun?”
Yu’yu içeri girdikten sonra fark etmişlerdi. Yu kollarını karnının üstünde birleştirmiş, Fake ve ona tıpatıp benzeyen oğlu Hakim’i izliyordu. Hakim bir kardeşine bir de Yu’ya baktı ve aklından geçenler gözüne yansıdı ama ne düşünürse düşünsün dışarıdaki şey yüzünden hiçbir şey diyemedi.
“Buraya gel bakalım,” dedi Yu, Fake’nin üstüne yürürken. “Sana birkaç şey soracağım.”
Adamı omzundan tuttu ve evden dışarı çıkarttı. Oğlu Hakim, babasını kurtarmak için Yu’yu tutmaya çalıştı ama uzattığı el Yu’nun sol koluna temas edince çığlık atıp hemen geri çekti. Sebebi sol kolunun dokunanlara acı çektirmesi değildi, sadece korkmuştu.
“O goblin işinin aslını anlatacaksın,” dedi Fake’yi, Oğul’un önüne atarken. “Goblinler birkaç gün boyunca köyü basacak ama kimse ölmeyecek öyle mi? Hadi sonraki gecelerde sizin eve saklandı herkes; peki ya ilk gece nasıl haberdar oldunuz?”
Farmiya ağabeyinden daha cesurdu. Hakim olduğu yere çivilenirken Farmiya öne çıktı ve Yu’nun kolunu tutup onu geri çekmeye çalıştı.
“Efendim, yarvarırım sakin konuşarım,” dedi ağlamaya başlarken. “Yanrış mir şey ormarı, hadi evin içinde konuşarım.”
“Sen bir şeye karışma kadın,” dedi Yu kolunu ondan kurtarırken. Fake’nin sakin bir sohbette lafı geveleyip onu kandırmaya çalışacağını biliyordu.
“Men anramıyorum! Miz!”
“Arkadaşım, yap sana dediğimi.”
Yu, Fake’nin zırvalamaya başladığını gördüğünde buna hiç tahammül etmedi ve Oğul’a işaretini verdi. Onun yapacağı şeyin ne olduğunu merakla izlerken bir süredir görmediği siyah figürler Oğul’un ayaklarının altında belirdi. Birkaçı ondan kaçmaya çalışıyor ama uzaklaştıkça görünmez bir bağ tarafından çekilip ona geri dönüyorlardı.
Oğul yumruğunu kaldırdı ve Fake’nin başına doğru indirdi. Hem Hakim hem de Farmiya bağırırken Yu kendine onu öldürmeyeceğini söylüyordu. Oğul aptal olsa da korkutmanın ne anlama geldiğini biliyor olmalıydı.
Tabii yine de Oğul’un yumruğu yere inerken geçen o küçük zaman diliminde kalbinde ufak bir korku belirmişti. Eğer Fake ölürse hoş şeyler yaşanmazdı.
Neyse ki Oğul’un aptallığı bir hayvanınkine denk değildi. Yumruğu, Fake’nin başının yanına inmiş ve toprağın içine girmişti.
“ARKADAŞIMIN İSTEDİKRERİNİ YAPMAZSAN SENİN TÜM SÜRARENİ SİKERİM!”
Bağırırken yüzünü Fake’ye yaklaştırmış ve ağzından tükürükler saçmıştı. Onu korkutmasını istediğini biliyordu ama Fake’ye üzülmeden de edemedi. Oğul’un leş kokulu ağzına ve tükürüklerine maruz kalma fikri berbattı.
Fake altına işerken Hakim ve Farmiya dizlerinin üstüne çöküp hüngür hüngür ağlıyordu. Evin üst katındaki çocuğun ağlama sesi de duyuldu. Farmiya babası ve oğlu arasında kararsız kaldı ama sonra oğlunu seçerek babasını arkada bıraktı ve evin içine, çocuğunun yanına koştu.
“Onu sikme imkânını kaybettim sanırım,” diye düşündü Farmiya’nın kalçasına son kez bakarken.
“MENİ ANRIYOR MUSUN? MENİ ANRIYOR MUSUN DİYE SORDUM! AĞRAMA! AĞRAMA KÖPEK!”
Oğul, Fake’ye bağırmaya devam ediyordu. Bu kadarının yeterli olduğuna karar veren Yu onu durdurdu ve Fake’den uzaklaşmasını istedi. Sonra yanına girip çamurlu toprağın üstüne çömeldi.
“Beni dinle Fake, senin zırlamalarınla lafı gevelemelerinle uğraşmayacağım. Sorduğum sorulara üç saniye içinde cevap vermezsen hayatını siker atarız, tüm köyü üstüne yıkarız. Soruyorum, goblinlerin geleceğini önceden biliyor muydun?”
Yu sorusunu sorduktan sonra siyah elinin üç parmağını havaya kaldırdı ve Fake’ye gösterdi. Geçen her saniyede bir parmak aşağı inecekti ki ilk parmağın inmesiyle Fake cevap verdi.
“Miriyordum!” Ağlamaya devam ediyordu.
“Nereden biliyordun?”
“Şeytan Meyi söyredi!”
Yu çenesini sıvazlarken Fake’nin oğlu Hakim’e baktı. Şaşırmış görünüyordu, onun da bunu yeni öğrendiğini düşündü.
“Sana ne dedi?”
“Seni köyde tutmamı söyredi, gomrinreri senin için göndereceğini söyredi. Eğer munu yapmazsam meni ördüreceğini söyredi. Mirine söyrersem meni ördüreceğini söyredi... Meni, şimdi meni ördürecek! Yarvarıyorum... Ne yapacağım mirmiyorum... Torunum var...”
Goblinlerin geleceğini önceden bilmelerinin gözcüler gibi farklı nedenleri de olabilirdi. Yu bu nedenlerden biriyle karşılaşma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyordu ama şüpheleri boşa çıkmamış ve onu hem sevindirecek hem de korkutacak şekilde işin bir arka planı olduğunu öğrenmişti.
“Benim geleceğimi nereden biliyormuş ki?”
“Yemin ederim ki mirmiyorum! Maşka hiçmir şey mirmiyorum!”
“Yeminini sikeyim.”
Ayağa kalktı ve Oğul’a baktı. Oğul gülümsüyordu.
“Onun babasının bunda bir payı var mı acaba?”
Sol elini kılıcının üstüne koydu ve kılıç onunla konuştu.
「Fake de Şeytan Beyi de hayatımıza kast etti, ikisini de ördürelim. Çocuklarını da öldürelim. Ceza olarak tüm köyü öldürelim, Valarfin.」
“Fake’ye, çocuklarına ve tüm köye hayır; Şeytan Beyi’ni ise bilmiyorum.”
Yu tekrar eve girmek için yürüdü ve Oğul’a onu takip etmesini işaret etti. Kapıdan içeri nasıl gireceğini merak ediyordu.
“Sen bu Şeytan Beyleri hakkında bir şey biliyor musun?” diye sordu Oğul’a.
Oğul üzgünce cevap verdi. “Ihh, özür direrim arkadaşım, mirmiyorum.”
Şeytan Beyi’nin sözünü tutmak ve Fake’yi öldürmek üzere gelmesine karşın yarası iyileşene dek Oğul ile birlikte burada kalacaktı. Şeytan Beyi denen varlık gelirse onu öldürebilir miydi bilmiyordu ama onun yüzünden bu insanların ölmesini de istemiyordu.
“Lan bana bak,” dedi Hakim’e. “Bizim kampı biliyorsun, oraya koş ve de ki Yu yaraları iyileşene dek Oğul ile birlikte babanın yanında kalacak. Koş hadi! At arabası!”
-------------------------
30.08.2022 – 00:00
Zafer Bayramınız kutlu olsun.
30 Ağustos tarihi aynı zamanda Yu Valarfin’in hikâyedeki doğum günü. Bu sebeple Rolderhelm’in Valarfin’i isimli if hikâyesini paylaşıyorum. Hikâye, Yu Valarfin’in Rie ve Neko ile karşılaşmadığı bir zaman çizelgesinde geçmekte ve Yu’nun Rolderhelm’deki bir gününü konu almakta. Hikâyeye seri ana sayfasından ulaşabilirsiniz.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..