Herkes yemek yemeyi bitirmişti. Raya onu nöbet tutacağı için
çok fazla içki içmesi konusunda uyardıktan sonra yatmak üzerelerdi ki Yu,
Fia’ya bir soru daha sordu.
“Bana büyü gösterir misin? Herhangi bir şey olur.”
“Elbette, Efendi Valarfin,” diyerek Yu’nun isteğini kabul etti. İki elini de önündeki toprağa uzattı ve birkaç parlak ışık tomurcuğu toprak ile eli arasında hareket etti. Toprağın üstünde çimler büyümeye başladı ve birkaç karışlık alanı kapladı.
“Harika, teşekkür ederim,” dedi son birasını içerken. “Çok güzeldi. Böyle ne kadar alanı yeşillendirebilirsin?”
“Çok değil,” diye cevap verdi Fia. “Zaten bitkilerin su bulabilmesi de önemli. Kuru topraklarda bunu yapamazlar.”
“Dediğin ilahi seviyedeki varlıklar dünyayı çok daha güzel gösterebilir diye düşünüyorum, burayla ilgilenmemeleri yazık.”
Gecenin ileri saatlerinde oldukları için yemeklerinin ardından uzun süre sohbet etme fırsatları yoktu. Tuvalet ihtiyaçlarını giderdikten sonra nöbetleri ayarlayıp uyuyacaklardı ki bu kısım, Kyre’yi öldürmeyi planladığı kısımdı. Kyre, Luvanie’ye tecavüz etmek üzere onu çadırına sokarken buna karşı çıkacak ve çıkardığı kavgada Kyre’yi öldürecekti.
“E-efendi Ky...re...” dedi Luvanie fısıldayarak. Kyre uyuyakalmıştı.
Mavi gözleri gözkapaklarının altındaydı, hiçbir şey göremezdi. Kılıcı yanında olsa da ona hemen erişemezdi. Yanına yaklaşsa bunu fark etmezdi bile.
Luvanie efendisini uyandırmak için isteksizce elini uzattığında Yu siyah kılıcını eline aldı ve Luvanie’ye seslendi.
“Hayır, uyandırma.”
Raya’nın ilgisini tekrar çekmişti. Gözleri kapanmak üzere olan Fake de Yu’ya ve elindeki kılıca baktı. Oğul da tüm aptallığına rağmen bir şeylerden şüphelenmişti.
“Neden kırıcını ardın, arkadaşım Yu?” diye sordu Yu’ya.
Yu, Oğul’a cevap vermek yerine Luvanie ile konuştu. “Neden onu uyandırıyorsun? Ondan istediğin bir şey mi var?”
“H-hayır, istediğim bir şey yok...” diye cevap veren Luvanie, elini Kyre’nin üzerinden çekti. “Eğer efendim sabah olduğunda çadırında olmazsa sinirlenir.”
“Hepsi bu mu? Emin misin?”
“Evet, Efendi Valarfin.”
Luvanie’nin Stockholm Sendromuna yakalanmış olma ihtimali kafasının bir kenarında belirdi ama bu ihtimal gerçek olsun ya da olmasın onu yapmak istediği şeyden alıkoyamayacaktı. Oğul kalkıp, Kyre’ye yaklaşan Yu’yu durdurmak için elini uzattı ama Yu kendi elini kaldırarak Oğul’u durdurdu.
“Senin en iyi arkadaşın benim, değil mi?” diye sordu Oğul’a. “Bir başkası olamaz, asla olamaz, öyle mi? Öyle de. Öyle olmasını istiyorum.”
“E-evet arkadaşım! Ihh~ Sen en iyi, en sevdiğim arkadaşımsın!”
Oğul sesini yükseltince Kyre gözlerini açtı fakat olan şeyi fark etmesi için çok geçti. Yu’nun bir kargaşa çıkartmaya ihtiyacı kalmamıştı. Kyre onun üzerine geldiğini gördüğü anda siyah kılıç kalbine saplandı. On yedi yaşındaki çocuk, hiçbir şey söyleyemeden ağzından kan tükürdü ve yaşamı son buldu.
Bir ölüm daha çok kolay olmuştu. Hem insan öldürmekten aldığı zevki hem de kılıcının zevkini hissetmişti. Öldürmek çok kolaydı, sivri bir çelik tüm işi halletmişti. Raya da Fake de elfler de onu durdurmaya çalışmamıştı ve birkaç güzel söz Oğul’u, Yu’nun yapmak üzere olduğu şeyi engellemekten alıkoymuştu.
Tabii onu öldürdüğü esnada olan sakinlik, ölümünden sonra devam etmedi. Raya sakinliğini korusa da Luvanie çığlık attı ve Oğul dehşete düşmüş gibi bağırdı.
“N-NEDEN! ARKADAŞIM! NEDEN YAPTIN BUNU?! IHH! IHH! IHH! O MİZİM ARKADAŞIMIZDI!”
Yu onu nasıl hemen susturacağını biliyordu. Luvanie çığlık atmaya devam ederken yüzüne güzel fakat ürkütücü bir gülümseme yerleştirdi ve sesine hastalıklı bir sevgi duyan insanın arzusunu kattı.
“ÇÜNKÜ SEN SÖYLEDİN!” diye bağırdı tutkuyla. Ellerini abartılı hareketlerle duygularını sergileyen bir tiyatrocu gibi sallıyordu. “EN İYİ ARKADAŞIN BENİM! O DEĞİL! SENİN EN İYİ ARKADAŞIN OLMAYA ÇALIŞIYORDU! SENİN EN İYİ ARKADAŞIN SADECE BEN OLABİLİRİM! SONSUZA DEK! SADECE BEN SENİN EN İYİ ARKADAŞINIM! BAŞKALARI SENİN EN İYİ ARKADAŞIN OLAMAZ! KİMSE OLAMAZ! EĞER OLMAYA ÇALIŞIRLARSA ONLARI ÖLDÜRÜRÜM! EN İYİ ARKADAŞIN BENİM!”
Tüm kelimeleri yankılanarak geri dönmüştü. Fake’nin, Fia’nın ve bağırmaya devam eden Luvanie’nin tüylerini nasıl ürperttiğini tahmin bile edemiyordu.
“AMA! Ama! Ihh...” Oğul’un büyük ve çirkin yüzünde iğrenç bir gülümseme oluştu. Yu yine fark edilmemesi çok güç olan şeyi fark etti, penisi sertleşmişti. “G-gerçekten mi? Bu yüzden mi? Ar-arkadaşım... Ihh~ Ihh~ Benim senden başka en iyi arkadaşım olmaz ki... S-sen en ama en iyi arkadaşımsın... En iyi arkadaşımsın... En iyi...”
Kahkaha attı. Yalan söyleyip onu kandırdığı için de zevk alıyordu. Oğul’a yanına gelmesini işaret etti ve onu mağaranın girişine götürdü.
“Arkanı buraya ver ve havaya bak,” diyerek elini kaldırdı. “Elini bu hizada kaldır ve ay bu noktaya gelene dek nöbet tut. Eğer bize zarar vermek isteyen şeyler olursa bizi uyandır ve onları öldür. Tamam mı? Buradaki herkes bizim arkadaşlığımıza saygı duyuyor, bizim arkadaşlığımıza saygı duyan insanları korumalıyız. Birbirimizi de korumalıyız. Ay o hizaya geldiğinde beni uyandır, o zaman ben nöbet tutacağım, tamam mı?”
“Tamam arkadaşım! Dediğini yapacağım! En iyi arkadaşım!”
Oğul, Yu’nun dediği yerde durarak nöbete başladı. Raya ve Fake kendi çadırlarına girdi, Luvanie ölen Kyre’nin cesedine bakıyordu. Tepkisizdi. Yu, Fia’nın kulağına eğildi. “Luvanie’nin yanında, Kyre’nin çadırında yat. Ona kendini kötü hissetmemesi için bir şeyler söyle. Bir süre Fake’nin evinde kalır, işimiz bitince senin yanında durur.”
“Emredersiniz, Efendi Valarfin.”
Cinsel arzuları olmasa bile yanında sıcak olan birisiyle uyumak insanı mutlu ediyordu ve Fia’nın yanında yatmasını isterdi. Bunu neden yapamayacağınıysa kendisine daha önce defalarca kez söylediği için onu Luvanie’nin yanına göndermişti. Luvanie’nin kendi türünden bir arkadaşa ihtiyacı vardı.
Fia’nın, Luvanie’nin yanına gitmesiyle Yu da kendi çadırında tek başına yatacaktı. Çadıra girdi ve kılıcını yer yatağının hemen yanına koydu.
「Şeytan kadar lezzetli olmasa da güzel bir yemekti, Valarfin. Afiyet olsun.」
Yu gözlerini kapadı. On dakika boyunca Luvanie’nin gülmeyle karışık ağlama sesini dinledi. Fia ona artık her şeyin güzel olacağını söylüyordu.
***
Oğul’un onu uyandırmasına gerek kalmadan gözlerini açmıştı. Birkaç köpeğin havladığını duydu, bir baykuş da uğulduyordu. Hayvanlardan sonra en yüksek sesi çıkartan Fake’ydi, horluyordu. Bir de Oğul’un sesi geliyordu.
“Yu~ Yu~”
İlk başta onu uyandırmaya çalıştığını düşündü ama ses inleme şeklinde çıktığı için olayın başak bir şey olduğunu hemen anladı. Gölgesini görebilmek için başını çevirdi fakat bulunduğu yerde ışık kaynağı olmadığı için çadırın kumaşına hiçbir şey yansımıyordu.
「Ne kadar iğrenç bir yaratık.」
“Sen hiç uyuyor musun?” diye fısıldadı kılıcına.
「Arada sırada.」
“Ihh~ Ihh~ Ihh! Hıhıhı... S-seni seviyorum, arkadaşım. Muck.”
「Lütfen öldürelim. Eğer benim tüm potansiyelimi kullanırsan hiç sorun olmaz.」
Kılıç ona yapacakları antlaşmanın iyi yönlerini ve kötü yönlerini söylemeye karar verene dek teklifini reddetmeye devam edecekti. İstediği gibi antlaşmanın iyi ve kötü yönlerini söyledikten sonra da kötü yönlerin boyutuna göre tekrar reddedebilirdi.
“Bana karşı dürüst olman gerekiyor,” diyerek kılıca tekrar fısıldadı. “Böyle olmadığın sürece reddetmeye devam edeceğim.”
Oğul’un ayak seslerinin çadıra yaklaştığını duyunca kendisi çadırdan çıktı, parmaklarıyla gözlerini ovdu ve gördüğü ilk yüz Oğul’a ait olduğu için içinden bir küfür savurdu.
“G-günaydın arkadaşım,” dedi Oğul. Yanakları kızarmıştı.
“Gün pek aydın gözükmüyor,” diye cevapladı Yu. Aya baktı, tam da onun söylediği yerdeydi. “Benim nöbet sıram, sen artık yatabilirsin. İyi geceler.”
“Ihh~ İyi geceler en iyi arkadaşım.”
Uzak bir yere attıkları Kyre’nin vücudunun üstünde sinekler toplanmıştı. Onu burada hayvanlara bırakacaklardı. Oğul bir lahdin içinde yatan ceset gibi yere uzandı ve ellerini karnının üstünde birleştirip toprağın üstünde gözlerini kapadı.
“Ananı sikeyim senin,” diye iç çekti yüzünü yıkayan Yu. Oğul’un sarımtırak menisi toprağın üstünde uzun bir çizgi oluşturmuştu. “İğrenç orospu çocuğu, seni uykunda gebertsem Altar kızar mı? Baban olmasa umursamazdı sanırım.”
Belirli bir nöbet noktasında durmak yerine dolaşmayı tercih etti. Herkes uyurken çadırların arasında kılıcını sallayarak dolaşmaya başladı. Gün doğumuna dek yaklaşık iki saati olduğunu düşünüyordu, belki biraz daha fazla.
“Benim düşüncelerimi duyabiliyor musun?” diye aklının içinden sordu kılıcına. Cevap gelmeyince duyamadığında karar kıldı ya da duysa bile duymamış gibi yapıyordu.
“Düşüncelerimi duyabiliyor musun?” diye fısıldadı bu sefer.
「Hayır.」
“Sen bayağı konuşkan oluyorsun, arada sırada kendinle ilgili bir şeyler anlatsan hoş olur. Tam olarak nesin mesela?”
Kılıç cevap vermedi ve Yu hafifçe güldü. Gizem üstüne binen gizemler sinirlerini bozuyordu. Çadırların arasında yürümeye devam ederken başında bir ağrı hissetti, önce kriz geçireceğini düşünerek hemen Raya’nın çadırına döndü fakat sonra göğsü yanmaya başladı. Beyaz yıldızın ışığı kıyafetinin altından yayılıyordu.
Tüm köpeklerin sesi kesildi, Kyre’nin cesedinin üstünde dönen sinekler yok oldu ve dünyanın mağaraya doğru büküldüğünü gördü. Tıpkı meleği gördüğünde yaşadığı o yorgunluk hissi gibi bir his gözlerini kapladı, doğaüstü bir şey olduğunu anlayabiliyordu. Başını mağaraya çevirdi.
“Sen...”
Kadının üstüne düşen ışık çarpılıyor ve parlıyordu. Soluk beyaz teni bu parlama sayesinde göz alıcı bir hava yakalamıştı. Saçları parlak, metalik bir fuşya rengindeydi, her yeri gibi parlıyordu ve yumuşak gözüküyordu. Gri gözlerinin içinde ölüm ve hayat dans ediyordu. Fiziği, renkleri, yaydığı koku ve etrafındaki havayla, sahip olduğu her şeyiyle tapılası duruyordu. Dünyanın ve içerisinde durduğu mağaranın duvarlarının ona doğru eğilmesinin sebebi buydu, secde ediyorlardı.
Yu kendi dizlerinin de ona secde etmek istediğini fark etti. Dizlerinden önce, içindeki ruh ona secde etmek istiyordu.
Ama o, bu isteğe karşı koyacak günahkâr bir güce sahipti. Utanılası bir saldırganlıkla siyah kılıcının ucunu kadına çevirdi.
“...nesin?” diye başladığı sözünü tamamladı.
Kadın, yirmi birinci yüzyıla ait kıyafetler giyiyordu. Üzerinde kırmızı bir kalp olan siyah bir tişört, kırmızı bir mini etek ve uzun siyah çoraplar. Bir de kısa topuklu siyah bir ayakkabı giymişti. Zarif elleriyle eteğini tutup reverans yaparcasına kaldırdı ve etrafında bir tur dönüp dudaklarına hedefini baştan çıkartmak isteyen iffetsiz bir gülümseme koydu. Tapılası yönünün haricinde, neşeli bir kıza benziyordu.
“Ölüm,” diye cevapladı kıkırdayarak.
------------------------
03.09.2022 – 00:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..