“Burada kamp
yapalım,” dedi Raya. Hâlâ dağdaydılar ve Yu’nun yaralarını tamamen
iyileştirmişti.
Fia, Yu’ya su uzattı. Onun biradan hoşlanmadığını biliyordu. “Suyunuz burada, Efendi Valarfin.”
Yu kölesinin elinden tahta bardağı aldı ve suyu içti. Soğuk suyu tercih etse de yazın onu bulmak kolay değildi, en azından gece olduğu için suyun ılık olmasından keyif almaya çalıştı.
Yu kalçasının üstünde otururken Oğul ve Kyre çadırları hazırlıyordu. Mağaranın hemen önündeydiler, içeri girmeyi tercih etmemişlerdi.
“İçeride hâlâ goblinler var,” dedi Yu oturduğu yerden. “Yani, muhtemelen vardır. Bence burada durmak iyi bir fikir değil.”
“Hiçmir şey yapamazrar,” dedi Kyre. “Nömet tuttuğun sırada gözünü dört aç yeter.”
“Bana bir şeyler öğretmeye çalışma.” Kendinden daha vasıfsız olduğunu düşündüğü birin ona ne yapması gerektiğini söylemesinden hoşlanmıyordu. Eğer Kyre ona ters bir cevap verirse de sırf bu yüzden kavga çıkartmaya hazırdı.
Ama istediği gibi ters bir cevap almadı. Son çadır da kurulurken Fia ve Luvanie yemeği pişirmek için ateş yaktı. Yine tavuk eti vardı. Ateşin üstünde döndürdükleri et etrafa hoş bir koku yayıyor ve gece alevlerin ışığıyla aydınlanıyordu.
Oğul için kuracak olsalardı diğer çadırlardan daha büyük bir tane kurmaları gerekirdi ki kimse bununla uğraşmak istemediğinden Oğul’a bir çadır ayarlamamışlardı. Raya ve Fake için iki ayrı çadır hazırlamışlardı, Kyre ve Yu için de iki çadır vardı. Her ikisi de köleleriyle kalacaktı. Çadırlar küçük olduğundan yan yana yatmaları gerekecekti ki Yu daha önce köleleriyle birlikte uyumamıştı.
Fia ile birlikte uyumayı da planlamıyordu. Bunu yapmayı, hatta daha fazlasını yapmayı istiyordu ama yapmayacaktı. Eğer ki Fia bir köle olmasa ve bunu kendisinin istediğini söylese Yu seve seve onunla yatmayı kabul ederdi fakat bir köleyken bunu yapmayı hiç istemiyordu.
“O orospu çocuğu gece Luvanie’ye tecavüz mü edecek?”
Daha sonra onu öldürmeyi planlamıştı ama aklına gelen yeni planla bunun için beklemek zorunda olmadığına karar verdi. Amacı kahramancılık oynamak değildi, sadece katlanamıyordu ve gözünün önünde olan, konuştuğu birinin göz göre göre tecavüze uğramasını seyretmek istemiyordu. Üstelik onun, yani Kyre’nin kendisinden güçlü olduğunu da zannetmiyordu.
“Bana içki getir,” dedi Fia’ya. Sarhoş olma özelliğini kaybettiğinden beri ondan bunu istemiyordu. Elf önce şaşırsa da sonra her zamanki gibi efendisinin isteğini yerine getirdi.
“Onların beyaz bir ruhu var. Biraz grilikler olsalar da her insanda ondan olur. Onlar iyi insanlar, iyi elfler. Diğer türdaşları da böyle midir acaba? İzole bir hayat yaşadıkları için kendilerini korumuşlar mıdır? Yoksa Vazgeçilenlerin yalnızca iyi elfleri tutsak etmesi kaderin berbat bir şakası daha mı?”
Eğer kötü ruhlara sahip olsalardı belki onları umursamazdı fakat masumların zarar görmesi insanın canını daha çok yakıyordu. Hele bir de o masum kişiler güçsüz olduklarında birazcık vicdanı olan herhangi bir insanın onları desteklemek dışında bir seçeneği kalmıyordu.
Fia’nın getirdiği mataranın içinde bira vardı. Yu kapağı açtı ve matarayı ağzına dikti. İçtiği şey hoşuna gitmiyordu ama bugün bir mazeret yaratması için içmesi gerekliydi.
「O şeytanı öldürememek can sıkıcı. Çok lezzetli bir yemek parmaklarımızın arasından kaydı. Bu gece bunu telafi etmek iyi bir fikir, Valarfin. Sonunda benimle aynı düşünüyorsun.」
Ona onunla kısmen aynı düşünmediğini söylemek istemesine rağmen yanında insanlar varken bir kılıçla konuşmak deli gibi gözükmesine sebep olacaktı.
“Ver it ega,” dedi Yu. Şeytanın ona söylediği şeydi. “Mağaradayken şeytan söylemişti. Ne anlama geliyor?”
Sorunun muhatabı kılıçtı fakat doğrudan ona sormak yerine diğerlerine sordu. Raya “Bilmiyorum,” diyerek cevaplarken diğerleri de başını iki yana salladı. Zaten onların bileceğini zannetmiyordu.
「Ver onu bana.」
Luvanie pişen etleri tahta tabaklara diziyordu. Fia, Yu’nun tabağını alıp ona getirdi, diğerlerine de tabak götürmek için geri dönecekti ki Yu tarafından durduruldu.
“Kendi yemeğini alıp yanıma gel,” dedi Fia’ya. “İçecek ve ekmek de getir.”
Kyre, Yu’ya anlam veremiyormuş gibi baktı. Yu bu gece onu öldürmeye karar vermişti. Sadece ortamı ayarlaması gerekiyordu ki bu zor olmayacaktı.
Fia et dolu bir tabak, bayatlamış ekmek ve bir matara bira alarak Yu’nun yanına oturdu. Yu’nun aralarına koyduğu bir mendilin üstüne ekmeği koydu ve ondan parça kopartarak etle birlikte yemeye başladı. Dizlerinin üstüne oturuyordu.
“Bacaklarını uzatabilirsin, o hiç rahat bir pozisyon değil.”
“Sizin yanınızda böyle bir şey-” Fia cümlesine devam etmedi ve Yu’nun istediği gibi bacaklarını uzatarak oturmaya başladı. Et dolu tabak kucağındaydı.
“Lütufların peşinde olmalı. Peki, nasıl anladı? Bir yere yaklaştığımda etrafımdaki tüm şeytanlara Lütuflar sayesinde haber mi veriyorum? Bir şekilde hissetmiş olmalı. Bunu ben henüz köye varmadan önce fark etmesi gerekiyor.”
İnsanların ruhunu görmek havalı bir yetenekti ve Keichi zamanı geri sardığında Yurine ile Sivina’nın olayları hatırlaması da onu mutlu etmişti. Yani aldığı Lütufları pasif de olsa kullanabilmekten memnundu fakat gelecekte tüm şeytanlar Lütufları ele geçirmek için ona saldıracaksa bu çok uğraştırıcı olacaktı. Sürekli tetikte olmalı, onu izleyen bir şeytan var mı diye düşünmeliydi.
“Acaba Vazgeçilenler de Lütufları istedikleri için mi beni yanlarında tutuyorlar? Hayır, öyle olsa çoktan alırlardı. Bu adamların amacı en başından beri tanrının bedenini ele geçirmek mi diyeceğim ama öyle olsa neden köy yağmalasınlar ki?”
Yu’nun düşüncelerini Fake böldü. “O canavarı ördürdüğünüz için teşekkür ederim.”
Yurine’yi Vermiliaların kalesinde bulduğunda karşılaştığı şeytan da görünüş açısından bugünkü şeytana benziyordu. Aralarındaki büyü farkını görmezden gelmiyordu tabii ama eğer o zaman bugünkü seviyede olsaydı bazı şeylerin farklı olabileceğini söylemeden de edemiyordu.
“Mize veremirecek neyin var?” diye sordu Kyre. “Köyde mirkaç moş ev görmüştüm. Onrarı istiyorum ve mir de tarra.”
“T-tarrarar menim veremireceğim mir şey değir,” dedi Fake ellerini sallayarak. “Onrarın sahimi Taşkure Rordu!”
“Moşuna mı gerdik o zaman muraya?! Mize mir şeyrer vereceksin.”
Yu içmeye devam ederken Kyre sinirlenerek yanında duran kılıcını işaret etti. Bu tartışma Yu için de iyi bir fırsattı. İlerideki tartışmanın temelini oluşturacak bir husumet doğurabilirdi.
“Ben istediğim için buraya geldik. Bize bir şey vermesine gerek yok.”
“Hayır işi mi yapıyoruz murada? Tüm gün sikişmek yerine muraya at sürüp canımı tehrikeye attım men! Munun mir karşırığı olacak yoksa armasını miririm.”
“Çeneni kapatmazsan karşılığını bizzat vereceğim.”
Ortam anında gerildi, bu saatten sonra iplerin bir yerden kopacağını tahmin etmek Oğul dışında hiç kimse için zor değildi. Yine de sadece Oğul onları sakinleştirmeyi denedi.
“Kavga etmeyin arkadaşrarım, men ikinize de hediyerer veririm! Ihh!”
Oğul’un teklifini umursamayan Kyre ayağa kalktı ve Yu’ya bağırdı. “Neyi vereceksin ran?! Gerip versene!”
Onunla şimdi dövüşmek istemiyordu ama üstüne yürüdüğünde kendini savunmak için ayağa kalkması gerekmişti. Fia efendisinin önüne geçip onu uzaklaştırmak için başarışız bir girişimde bulunurken Luvanie ve Fake de Kyre’nin önüne geçti. Oğul ikisinin arasına geçmişti. Raya ise iki adamın birbirini öldürmesini istifini bozmadan izlemek istiyordu.
“Efendi Kyre’ye yaraşır mir ödür vermek için çamarayacağım,” dedi Fake onu yatıştırmak için.
“Hayır,” dedi Yu. “Hiçbir şey vermeyeceksin.”
“Senin amacın ne ran!” diye bağırdı Kyre. Sesi dağda yankılandı.
Düşünüldüğünde amacı şeytani geliyordu. Birini öldürmek için plan yapmıştı ve buna zemin hazırlıyordu. Tabii öldürmek istediği kişi kötü biri olduğu için insan vicdanı bu planı kabul edebilirdi.
“Efendi Valarfin, yalvarırım sakinleşin,” dedi Fia. Yu gayet sakindi. Zaten sinirlense kılıcı hemen zihnine girer ve onu şimdi öldürmesi için teşvik ederdi.
“Arkadaşrarımın kavga etmesini istemiyorum, rütfen kavga etmeyin... Yoksa... Yoksa men çok üzürürüm,” dedi Oğul, sesi ağlamaklıydı.
“Şimdilik bu kadar yeterli,” diye düşündü. Tekrar yerine oturduğunda Kyre hâlâ sinirliydi.
“Sen de menim arkadaşımsın, rütfen sen de sakinreş.” Oğul, Yu’ya dokunamazken Kyre’yi omuzlarından tutup zorla yerine oturttu. “Kavga edersek sadece karmimiz kırırır, ıhh...”
Gerilen sinirler kısa süreliğine yatışmıştı. En azından şimdilik öyle gözüküyordu. Yu biraz daha bira içti, sarhoş olmayacağını biliyordu fakat aynı şey Kyre için geçerli olmayacaktı.
Raya ikisinin de birbirini öldürecek kadar ileri gitmemesinin ardından iç çekerek yemeğine geri döndü. Yu’yu da Kyre’yi de bir pislik olarak görüyor ve onlardan herhangi birinin, tercihen her ikisinin ölmesini istiyordu. Oğul gözlerini hem Yu’nun hem de Kyre’nin üstünde tutuyordu. Luvanie başını eğmiş ve kendisine düşen yemekten payını yavaşça yiyordu. Fake ise çoktan yemeğini bitirmişti.
“Sizin köye hiç tanrı geldi mi?” diye sordu Fake’ye. “Kahramanların Savaşı esnasında ya da o sıralarda?”
Fake’nin sorunun kendisine sorulduğunu anlaması biraz zaman almıştı. Durumu fark ettiğinde başını kaldırdı ve iki yana sallayarak hayır dedi.
“Kahramanrarın Savaşı maşradığında memektim, hatırramıyorum ama mu köye o zaman mir tanrı germiş orması imkânsız çünkü eskiden öyre mir köy yoktu. Men evrenene dek maşka mir köyde yaşıyorduk, daha sonra muradaki arazireri işrememiz için rordumuz yeni mir köy kurdurdu ve o mörgedeki tek ev dedemin babasının yaptığı ev orduğundan, yani menim orduğundan meni ağası yaptı.”
Biraz daha içti. Artık kabirde yatan tanrının o dağa sonradan getirildiğine inanıyordu. Eğer öyle değilse de birileri çok büyük bir uğraş verip bir tanrı hakkında tutulabilecek tüm kayıtları silmişti. Bir diğer ihtimal ‘aslında oradaki tanrının gerçek bir tanrı olmaması’ bir kenarda dursa da ilk ihtimal kadar ikna edici bulmuyordu.
“Köydeki dağın özel bir yanı var mı?” Fake’ye bunu sormak, birkaç hikâye duymasını sağlayabilirdi. “Efsaneler, masallar, gizemli olaylar ve benzeri şeyler?”
“Önceden de dediğim gimi, daha önce oraya çok fazra maceracı gitti. Mir kısmı hiç geri dönmezken geri dönenrer de yorun aydınratıramadığını söyredi.”
“Evet, yemeğe geldiğimizde anlattığın şey, hatırlıyorum.”
“Ama miz dağdan uzak durduk. Doğrusu şimdiye dek dağ ile alakalı korkutucu efsanerer köyümüzde çıkmadı, zaten çıksa pek çok çiftçi köyden gitmek isterdi.” Tombul yanaklarını okşayarak biraz düşündü. “Merki rordumuz möyre efsanererin çıkmasını engerremeye çarışmıştır. Öyre orsa haberim orurdu gerçi.”
“Anlıyorum,” dedi hayal kırıklığıyla. Biraz daha içti, matara bitmişti. Yavaşça yemeğini yiyen Fia’ya boş matarayı uzatıp salladı. Fia ona tekrar bira verdiğinde yine içmeye devam etti. İçtikçe tadına alışıyordu ama bir yandan da kusmak üzere olduğunu hissediyordu.
“Kahramanların Savaşı demişken,” diyerek söze girdi Yu. “Sen o esnada ne yapıyordun? Sizin ormana saldırmışlar mıydı?”
Fia elli sekiz yaşında olduğuna göre Kahramanların Savaşı bittiğinde on sekiz yaşında olmalıydı. Savaşa tanık olmasa bile savaş sürerken dünyada bulunmuştu.
“Bizim ormanımıza Gawain’in ordusu hiç ayak basmadı,” diye cevap verdi Fia. “O zamanlar elfler daha güçlüydü, dünya... Ya da dünya biraz daha ‘büyülüydü’ desem daha doğru olur. İleri gelenlerimiz şeytanları ormandan uzak tutmuştu.”
“Dünyadaki büyü azalabilen bir şey miydi?” diye sordu Raya.
“Bir şekilde öyle diyebiliriz,” dedi Fia. “Çekirdeğimiz mana üretir ve vücudumuzun kapasitesi kadar manayı saklayabiliriz. Kaldıramayacağımız kadar fazla olan mana vücudumuzdan dışarı sızar. Sızan bu mana havada bulunur.”
Yu bir yudum daha içtikten sonra matarayı bıraktı, meraklanmıştı. “Bu manayı kullanarak büyü yapabilmek mümkün mü?”
Fia başını sallayarak hayır dedi. “Tam olarak değil. Kendi mananızla oluşturduğunuz büyüde sadece yardımcı rol oynar. Tabii bazı elfler onu manipüle ederek kendi büyülerinde kullanmıştı ama insanlar arasında böyle büyücüler yüz yılda bir gelir.”
“Büyücü olmak için de çekirdeğimizin olması şart, değil mi? Bir an için umutlanmıştım.”
Raya başka bir soru sordu. “Yani, Gawain çok fazla kişiyi öldürdüğü için dünyaya sızan mana azaldı ve sizin büyülerinizin de gücü düştü, hikâye bu mudur?”
“Aslında, yüz bin insanın sızdırdığı mana ile Gawain gibi ilahi derecede güçlü varlıkların sızdırdığı mana karşılaştırılamaz. Gawain, Galahad ve Rheia gittiğinde dünyaya sızdırılan mana azaldı.”
“Ama dünyada hâlâ bir tanrı ve onun soyundan gelenler var, sanırım.” Yu, Fia’nın anlattıklarını merakla dinliyordu. “Hem tek güçlü varlıklar onlar olamaz. Galahad’in, Gawain dışında beş kardeşi daha yok muydu? Ya ejderhalar?”
“Maalesef bilmiyorum, Efendi Valarfin. Belki manalarını sızdırmamanın bir yöntemini keşfetmişlerdir. Sadece, artık eskisi kadar mana havada bulunmuyor. Onu hissedemiyorum.”
------------------------
03.09.2022 – 00:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..