Şeytan önceliği Yu’ya vererek herkesin
önünde veya arkasında birden beliriyor, hızlı bir saldırı yapıp tekrar
kayboluyordu. Şimdiye dek saldırıları çelik kalkanları ve kılıcının
yönlendirmesiyle atlatmışlardı ama Fake karnından yaralanmadan önce onu korumak
için ellerinden bir şey gelmemişti.
Köy ağası yere düştü ve Yu’nun meşalesi attığı delikten bir goblinle birlikte geri çıktı. Yu diz çöküp goblinin başına çekiciyle vurup onu tek darbede öldürürken Oğul onu şeytana karşı korumuştu.
“Sadece şifa büyüsü mü yapabiliyorsun?!” diye sordu Raya’ya. Yurine’nin ışık büyüsünü şeytanlara karşı kullanabildiğini biliyordu. Sorusu cevapsız kaldı.
Raya diğer iki kızla birlikte kalkanlarıyla Fake’nin önüne geçmişti. Şeytanın kendini gösterdiği sonraki seferde çeliğin altından bile hissedebildiği güçlü bir rüzgâr odayı kapladı ve meşalelerini söndürdü. Yu kendini sadece kılıcının yönlendirmesiyle savunabilmişti.
「Göğsünü koru!」
Kalkanı kaldırıp şeytanın parmaklarının çeliğe çarptığını duyduğunda göğsü tekrar parladı ve ışık tekrar çeliğin altından görülür oldu lakin etrafı aydınlatacak kadar güçlü değildi. Şüphe yoktu ki sıcaktı fakat verdiği acıya rağmen şeytana karşı bir avantaj elde etmesini sağlıyordu. Tabii anlaması biraz zor olan bir avantajdı bu.
Diğer herkesin ruhlarını görebilmeye başlamıştı. Oğul’un ve Kyre’nin ruhu ışık girmeyen mağaranın içinden bile daha karanlıktı. Raya’nın ve Fake’nin ruhları griydi ve elf kölelerin ruhu birkaç gri lekeye rağmen neredeyse beyazdı.
Goblinlere ait ruhlar görmese de şeytanın ruhunu görebiliyordu ve burada bir sıkıntı doğmuştu. Şeytanın ruhu da Oğul ve Kyre’nin ruhu gibi siyahtı. Ruhlar arasında bir en ve boy farkı da yoktu. Ruhların renginin kimlere ait olduğunu tahmin yoluyla anlayabilmiş olsa da bu üç siyah ruh arasında hangisi, kime ait tarif edemezdi.
Ona doğru gelen siyah ruha karşı kalkanını kaldırdı ve saldırının baskısı ile sesini hissettikten sonra kalkanı indirip çekiçle saldırgana vurmayı denedi. Çekiç havayı yararken siyah ruh parçalara ayrılıp ona uzak bir noktada birleşti, beyaz ve gri ruhların bulunduğu yöne doğru uçtu.
“Raya!” diye bağırmak yapabildiği tek şey oldu.
「Goblinler!」
Kılıç onu uyarmakta gecikmişti, zırhın korumadığı baldırına geçen sivri dişler hissetmesiyle acıyla bağırması bir oldu; sol kolunu refleks olarak geriye doğru savurdu ve koluna bağlı kalkanı bir goblinin kafasına çarptı. Bu esnada arkasından çelik ve çığlık sesleri geliyordu.
“Görebilsem onu öldürebileceğime eminim ama!”
Ruhlarını görmediği goblinlere karşı kendini korumak için çekicini ve kılıcını rastgele sallıyordu. Kılıcı onu tekrar uyardığında şeytana karşı kendini korumak için arkasını döndü ve kalkanıyla göğsünü bir kez daha korusa bile aynı yerden tekrar ısırıldı.
Çekicini tekrar savurdu ama bu sefer bir şeye vuramadı, üstüne üzerine atlayan bir goblin yüzünden dengesini kaybedip yere düştü. Şeytana ait olduğunu düşündüğü gölge tekrar üzerine gelirken kollarına binen goblinler yüzünden ne kalkanını ne de çekicini kaldıramadı.
“Valarfin!”
Raya bağırdı ve tepelerinde kırmızı bir ışık parladı, bir büyü taşıydı. Tavandan kopan birkaç parça yere düşerken herkes olan biteni iki saniyeliğine de olsa görebildi.
Birkaç goblin Yu’nun üzerine çıkmıştı ve bir tanesi miğferini çıkartmaya çalışıyordu, şeytan havada asıl formuna dönerek Yu’ya yaklaşıyordu ve başka goblinler Raya’nın diğer iki kızla durduğu yere koşuyordu.
Kyre iki saniyelik ışıktan gördüğüyle harekete geçti, kadınların önüne geçerek kılıcını savurdu ve goblinlerden fırlayan kan, ışık sönerken duvarlara sıçradı.
Oğul da hızlıydı. Yerde yatan Yu’yu korumak için şeytanın önüne geçmiş ve onu gövdesinden yakalamıştı. Yumruklarını sıkıp onu ezecekti ki şeytan tekrar gölge ve toz formuna dönüşüp Oğul’un arkasına geçti.
Yu miğferinin aralığından gözüne çarpan havayı hissetti, Oğul kolunu savurmuş ve Yu’nun üst gövdesindeki goblinlerin başını dağıtmıştı. Yu kollarındaki yükün kalkmasıyla kalkanı kaldırabilecek duruma gelmişti.
Kalkan başını ve göğsünü korurken Yu sonraki baskıyı hissedene dek bekledi. Bir kalp atışı bile sürmeden beklediği baskı gelmiş ve kıvılcımlar karanlığın içinde yol almıştı, sert tırnakların çeliğe çarpış sesi omurgasına bir soğukluk sokuyordu.
Kalkanı ittiğinde ve çekiciyle tekrar vurmayı denediğinde şeytanın ruhu uzaklaştı ve çekiç bir goblinin başına çarptı. En azından bir bacağını kurtarmıştı. Çekici tekrar salladı ve bacağını tekrar ısıran diğer gobline vurdu. Ayağa kalktı.
Raya’nın bulunduğu yerden birkaç kıvılcım çıktı ve meşalenin alevi tekrar yandı. Artık her şey görülür olmuştu. Kyre kendisini öldürmek için gelen şeytandan kaçarken her biri hemfikir şekilde aynı şeyi söyledi.
“Dışarı!”
Yu kalkanıyla kendisini savunurken tünelden çıktılar ve şeytanın tekrar ateşi söndürmemesi için kendi vücutlarını siper ettiler. Gövdeleri meşalenin önünde olduğu için alevler yürüdükleri yolu yeterince aydınlatamıyordu ama hâlâ tünellerden geçmelerine yetecek ışık vardı. Işığın gelişiyle Yu onların ruhlarını göremez oldu. Göğsündeki ışık da yavaşça söndü.
“Anasını satayım...”
Yaralı iki bacağı yüzünden düzgün koşamıyordu. Üstüne üstlük şeytan saldırılarına devam ediyor ve kendini savunmak zorunda kalıyordu. Nefesleri ağırlaştı.
「Dur ve beni kullan, onu öldüreceğiz!」
Bu sefer kılıcını dinlememek daha iyi bir seçenek gibi gözüktü. Yu koşmaya devam ederken şeytanın toz ve gölgeden oluşan formu bu sefer hemen arkasında şekil bulmak yerine diğerlerinin arasında dolaştı, ona vurmayı deneseler de insanımsı formunda değilken hasar vermeyi başaramadılar. Şeytan, Yu’nun hemen önünde, diğerleriyle arasında hiç mesafe yokken insansı formuna büründü, onu omuzlarından tuttu ve farklı bir tünelin içine soktu.
“Arkadaşım!” diye bağırdı Oğul.
Diğerleri “Valarfin!” diye bağırmıştı.
Tünelde yuvarlandı, duvarlara çarptı ve gitgide aşağı indiğini hissetti. Bir başka duvara çarptıktan sonra ayağa kalkarken kılıcı onu gelen saldırıdan haberdar etti.
「Saldırıyor! Beni çek!」
Kalkanıyla saldırıdan kurtulduktan sonra çekicini önüne doğru fırlattı ve kılıcını çekti. Siyah çeliğin ortasında kızıl bir çizgi vardı, kılıç kana susamıştı.
Fakat yeni olan şey bu değildi. Kılıç karanlığı emiyordu.
Karanlık denilen şey, ışığın bulunmamasıydı. Yani aslında yoktu ve yokluğu bir ışık kaynağı oluşmadıkça engellenemezdi. Kılıcı ise aslında olmayan karanlığı kendine çekiyordu. Çeliğin çevresinde adeta yeni bir boyut oluşmuştu ve dünya griydi.
Şeytan uzun sivri dişlerini gösterip ona saldırırken kılıcının sivri ucunu ona doğrulttu, yaratık gölge ve toza dönüşüp kılıcın ona saplanmasından kurtuldu ve Yu’nun yanında tekrar form kazanıp kılıcı tutan kolunun eklemlerine saldırdı.
Kolunu biraz geri çeken Yu, şeytanın pençelerinin eklem yerine değil de kolunu koruyan çeliğe isabet etmesini sağlasa da pençelerin kalkanı kadar kalın olmayan çelikten içeri girmesine engel olamadı. Kılıcı tutan koluna yeni bir yara açılırken bacakları titredi ve dizlerinin üstüne çöktü.
Sonraki saldırıyı kalkanıyla savuştursa da şeytan saldırısına daha fazla ağırlık yüklemişti. Şeytan, Yu’nun sol kolunun üstüne düştü ve Yu kalkanın üstündeki şeytanın ağırlığını hissetti.
“Ver it ega!” diye bağırdı şeytan. Sesi öfkeli değildi, baştan çıkartılmıştı.
Yu onun kelimelerini, kılıcının kelimeleri gibi anlayamıyor, yine de ondan bir şey istediğini biliyordu. Ondan isteyebileceği şeyler çok azdı ve tüm bu şeyler arasında en değerlisi Rie’den ona geçen Lütuflardı. Kılıcının ya da kanının peşinde olma olasılığının düşük olduğunu düşündüğü için ancak taşıdığı Lütuflar için şeytanın tüm bu zahmete katlandığına inanıyordu.
Bacağını kaldırıp şeytana vurmayı denedi ama goblinlerin açtığı yaralar buna izin vermedi; baldırından topuklarına ve kasıklarına kadar keskin bir acı yayılıp çığlık atmasına sebep oldu. Şeytan pençelerini kalkandan içeri geçirip kalın çeliği parçalayarak Yu’nun göğsündeki engellerden ilkini kaldırdı. Geri kalan engel olan zırhını geçmesi hiç zor olmayacaktı.
Yaratığın şu anda gri gözüken kırmızı yüzündeki uzun sivri dişlerle dolu dudaksız ağzı, Yu’nun göğsünün parlamaya başlamasıyla açıldı. Bunun bir gülümseme olduğunu tahmin ediyordu. Şeytanın uzun sivri dilinden akan salyalar Yu’nun göğsüne damladı.
Pençelerini kaldıran şeytan, onları Yu’nun göğsünden içeri sokacaktı fakat Yu bu olmadan hemen önce sol kolunu şeytanın iki elinin önüne koydu. Kalkanının aksine sol kolu geçilememişti. Sağ kolundaki acıya rağmen kılıcını kaldırdı ve şeytana savurdu. Kılıcın ucu duvara çarparak yavaşladı, buna rağmen şeytan toz ve gölgeye dönüşmeden önce onu sağ kolundan yaralamayı başardı.
Şeytan formunu değiştirmeyi başaramadı ve Yu’nun küfür olduğunu düşündüğü bir kelimeyi bağırdı.
“Basta!”
「Büyü ile saldıramayan bir şeytan, kendi türü için utanç kaynağı. Alelade bir canavardan farksız.」
Kılıcı onu alelade bir canavar olarak tanımlasa da o canavar, Yu ayağa kalkamadan tekrar saldırıya geçti ve onu tekrar yere yatırdı. Bu sefer kılıcını tekrar kaldıramaması için kolunu tutmuştu, dişlerini gösterdi ve ağzıyla zırhı parçalamak için başını eğdi.
Sonraki an, Yu şeytanın arkasından uzanan bir el gördü. Bir insanın kafasını kolaylıkla kavrayabilen el, gözü dönmüş şeytanın kafasını kavradı ve ona formunu değiştirmesi için zaman tanımadan sıktı. Kan ve et parçaları Yu’nun zırhının üstüne gelirken şeytan, diğerleri gibi eriyip zifte dönüşmedi. Şeytanın başsız cesedi Yu’nun üstüne düştü ve vücudundan hafifçe toz parçaları yükselirken öylece durdu.
“Arkadaşım, ıhh.” Oğul neşeliydi. “Senin hayatını... Hayatını k-kurtardım...”
Yu nefes almak için miğferini çıkartırken Oğul’un arkasından ilk çıkan Raya oldu. Yu’nun yaralarını fark edip şifa büyüsüne başlamıştı. Daha sonra tüm grup Yu’nun şeytan ile dövüştüğü dar tünele girdi.
「Bundan hoşlanmadım, Valarfin. Sadece bir insan olarak kendini öldürtmen an meselesi. Beni kabul etmek zorundasın.」
Yu diğerlerinin yanında konuşup ona cevap vermedi. Meşaleler duvarları aydınlatırken kılıç karanlığı emmeyi bıraktı ve Yu diğer renkleri görmeye başladı.
-------------------------
02.09.2022 – 00:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..