Nefaera oturduğu yerden sağ ayağını kaldırdı ve onu Yu’ya
uzattı. Yu bir tanrı ile karşılaştığında sinirli olacağını düşünmüştü ve
sinirliyken bu muameleye maruz kalsa küplere binerdi. Neyse ki Nefaera büyü ile
onu sakin tutmayı başarıyordu, bu sayede kendisi gibi düşünebilecekti.
“Ayağını mı öpeyim?”
“Evet,” diye cevapladı Nefaera ve ayağını birkaç defa salladı.
Yu diz çöktü, Nefaera’nın ayakkabısını çıkarttı ve kadının siyah çoraplı ayağının parmak uçlarını kokladı. Kendi dünyasındaki meyveli duş jellerinin kokusu vardı, biraz egzotik bir kokuydu. Ayak bileğine kadar kokladıktan sonra Nefaera’nın istediği gibi yaptı ve ayağını öptü.
“He?”
Bunu herhangi bir büyünün altında olarak yapmamıştı, aklı gayet yerindeydi. Sadece nasıl olacağını merak etmiş ve denemişti. Hayallerindeki gibi değildi.
“Biraz hayal kırıklığı,” dedi birkaç defa daha öperken. “Sanırım iki boyutlu olmayınca o kadar da ilgi çekici değilmiş. Belki de çorap yüzündendir. Uzaktan bakınca güzeldi ama yakından bakınca pek de hoşuma gitmedi. Şimdi böyle deyince Rie’yi hatırladım da onunki güzel gelmişti, belki de seni sevmediğim için hoşuma gitmemiştir. En mantıklı sebep bu gözüküyor.”
“He? Ne?” Nefaera ayağını geri çekti. “Bunu gerçekten yapacağını düşünmemiştim! Sapık!”
“Hayır, yapma.” Yu ayağa kalktı. “Seni sorgulamamdan rahatsız oluyorsun ve sinirlenmeyeyim diye üzerimde büyü kullanıyorsun. Ben de senin şu anime kızı hareketlerinden rahatsız oluyorum. Şu utandırıcı hareketlere bir son vermen gerekiyor. İki boyutlu olsaydın bile bu tavırları güzel bulmam, çok cringe. Bunları izlerken utanıyordum, yaşaması daha utandırıcıymış. Sen hiç utanmıyor musun? Koskoca tanrıça olmuşsun sergilediğin hareketlere bak.”
“Bir insan tarafından azarlanan ilk tanrıçayım,” dedi Nefaera.
“Tanrıları da sikeyim, tanrıçaları da.”
“Bunu benim karşımda söylemek de ne bileyim...” Nefaera huzursuz gözüktü, onun böyle gözükmesini sağlamak Yu’nun kalbini incitti. “Söylediğin sözler Galahad'in kulağına gitse seni öldürürdü. Kendisi tanrıça karısına çok düşkündür, aşağılanmasına tahammül etmez. Neyse ki o sadece kendi torununu izliyor, dünyanın geri kalanıyla pek ilgili değil. Zaten seni izlese bile mağaranın içindeyken bizi göremez. Dünya Havuzu’ndan baktığımız zaman üstü kapalı yerleri göremiyoruz. Tabii ben bir istisnayım; ben görebiliyorum, çoğu zaman.”
“Nasıl yani?”
Nefaera müstehcen bir şekilde gülümsedi. “Seni çıplakken gördüm. Seni zina ederken gördüm. Vücudun güzeldi ama o yıldırımlar kötü oldu. Yine de seni iyileştirmeyeceğim, gereğinden fazla müdahale etmek istemiyorum.
Yıldırım izleri umurunda değildi. “Gördün mü yoksa izledin mi?”
“Fufu~ Biraz göz attım diyeyim. Normalde sen o şeytanın ağına takıldığında seni kurtarmak için gelecektim ama seks yapmaya başladığınızda...”
Nefaera bir elini bacağının arasına götürdü ve dudaklarını ısırırken gözlerini yukarı kaldırdı.
“...işte şimdi işler ilginçleşti, dedim.” Bu dünyada gördüğü en erotik şeydi. “O şey ne iğrençti be! Dişleri falan, uzun dilini ağzına sokuyordu. İğrenç... Ama bir yandan da içine düştüğün pisliği izlemesi zevkliydi ve diğerleri seni arıyordu, bu yüzden gelip kurtarmaya gerek görmedim. Tabii seni bulamasalardı bir süre sonra yanına gelirdim. Hikâyenin sonunu merak ediyorum ve bir yerde takılı kalmanı istemiyorum. Umarım saçma bir şekilde ölüp seni izlediğim tüm zamanın boşa gittiğini hissettirmezsin. Gerçekten çok ama çok sinirlenirim.”
Nefaera konuştuğu her saniye başında daha çekici oluyordu. Söyledikleri anlamlı ya da anlamsız olsun, dinlemesi zevkliydi ve o konuştukça Yu’nun daha fazla soru sorası geliyordu. İstediği her şeyi ona sorabilirdi, bu harika bir fırsattı.
Fakat kurtarmaya gelme kısmından hoşlanmamıştı.
“Sakinsin,” dedi Nefaera. “Ne de güçlü büyülerim varmış benim. Sinirlenecek misin diye merak ediyordum.”
“O kulede Yurine’yi kurtarabilirdin.”
“Teknik olarak.” Nefaera ellerini çenesinin altına koydu. “Yine de yapmak için bir sebep görmedim. Orada bana tehdit oluşturabilecek kadar güçlü birisi vardı ve kendimi tehlikeye atacak değildim.”
“Birisi... Oğul’un babası mı?”
Neden bu kadar sakindi? Onun büyü yaptığını biliyordu ama öfkesinin büyüyü geçebilmesi gerektiğine inanıyordu. Sinirlenemiyor olmak kanatları olmayan bir kuşa dönüşmüş gibi hissettiriyordu.
“Söylemeyeceğim,” dedi Nefaera, tavrı netti. “Karakteri yönettiğim bir oyun oynamak istemiyorum, ileride başına ne geleceğini bilmediğim bir karakterin hikâyesini izlemek istiyorum. Sana bir şeyler söyleyip hikâyenin ana karakterine spoiler vermeyeceğim çünkü seyir zevkim senin çektiğin acılardan daha önemli. Aslında sen ölene dek beklerdim ama biraz sabırsızlandım doğrusu. Tabii tek nedeni de bu değil. Maalesef ruhunu kontrol edemiyorum. Seninki gibi kontrol edemediğim birkaç ruh var ve ölmeniz durumunda hikâyelerinizi görme fırsatını tamamen kaçırıyorum.”
“Benim ruhum, bana bunu sen mi verdin?”
Adına ‘Ölüm Tanrıçası’ dense de Tanrıça Nefaera yeni doğanlara ruhlarını veren tanrıçaydı ve bazı yerlerde sadece ölümle değil, yaşamla da anılıyordu.
Nefaera başını ve bacaklarını salladı, bir ayağında ayakkabı yoktu. “Hayır, ben vermedim. Kontrol edemediğim ruh var derken ne anladın sen?”
“O zaman nasıl-” Yu’nun sözü bölündü ve tanrıça konuşmasına izin vermeden kendi içinde tuttuğu şeyleri anlatmaya başladı.
“Aslında biliyor musun? Çok ilginç, burası senin dünyandaki bir fantezinin yansıması gibi... Ama daha ilginci ne, biliyor musun? İnsanlar. Burada bilinir ki Theia insanları yarattı, gerçekten de öyle oldu. Theia iki bin yıl önce insanları yaratırken onun yanındaydım; Theia insanları yaratırken Elver yanına gelip inşa ettiği balçığa bakmış ve onların elflere benzediğini, bir farklılık yapması gerektiğini söylemişti. Sonra da Theia ellerini balçığın başının iki yanına uzattı ve kulaklarının ucunu koparttı.”
İnsanların yaratılışı hakkında farklı hikâyeler görmüştü ama bu hikâye şimdiye dek duydukları arasında en dandik olanıydı. Elf kulakları çekiciydi ve sırf onlardan farklı olsunlar diye bunları kaybetmiş olmak hoş değildi.
Tabii diğer dünyalar arası seyyahların ruhu aracılığıyla Yu’nun dünyasını bilen Nefaera’nın ne demek istediğini anlıyordu.
“Sizin dünyanızda bir tanrı yok, en azından sizi yaratan bir tanrı yok, sanırım. Öyle değil mi? Evrim geçirmişsiniz ve buradaki insanlarla aynısınız, tek bir organ dışında. Siz, siz insansınız. Eğer siz zaten varsanız Theia kimi yarattı? Elf fikri sizin dünyanıza bizden mi geçti yoksa sizin dünyanızda olduğu için mi bizim dünyamızda var? Bunları düşünmek benim tüylerimi ürpertiyor, beynim zonkluyor...”
“İki dünyayı karşılaştırdığında gerçekten böyle bir sonuç ortaya çıkıyor.”
Bu dünyadaki canlıların tanrılar tarafından yaratıldığı söylenirdi fakat buradaki fantastik canlıların fikirleri bile onun dünyasında mevcuttu. Bu dünyanın, yani Yu’nun taktığı isimle İkinci Dünya’nın insanlarının Birinci Dünya’ya gelip kendi dünyalarının bilgilerini taşıdığını da zannetmiyordu çünkü burası, Fia’nın dediği ve az önce Nefaera’nın da onayladığı şekilde iki bin yıllık bir tarihe sahipti.
“Değil mi? Titanlar ile alakalı bir şeydir belki diye düşündüm, hem sizin dünyanızı hem bizim dünyamızı yaratmışlardır diye ama bu insan mevzusu çok sıkıntılı. Hem sizin dünyanızı bizim titanlarımız yaratmış olsa neden size ruh vermesin ki? Kafam çok karışıyor, pek çok tanrının da öyle. Bu yüzden intihar eden tanrılar var, biliyor muydun? Bunları bildikleri için değil, dünya çok tutarsız olduğu için. Anılarımda o kadar çok eksik var ki bazı şeyler öylece yazılmış, oldubitti şeklinde bize sunulmuş gibi hissediyorum. Tanrıların da pek çoğu böyle hissediyor.”
Yu bunaldı, ilk başta onun konuşmasını ilgi çekici bulmuştu ama şimdi konuştukça nefes almakta zorlanıyordu. Sıcak bastı ve terler alnından aşağı aktı.
“Evren yaratıldığında yüz tanrı vardı, ilk savaşta otuz yedisi öldü ve iki bin yıl içinde yirmi üç tanesi intihar etti. Ben de onların arasında olabilirdim, eğer sizin şu dünyanızı bilmeseydim. Şimdi sadece merak ediyor ve öğrenmek istiyorum; neden böyle?”
Tanrılar ölebileceklerini biliyordu.
“Bunun cevabını almak için mi benim yanıma geldin?”
“Yo, hayır. Sana gerçekten de yardım etmek istedim, en azından bu kısımda takılı kalmamanı sağlayacağım. Sonrası için bir yardım bekleme, bir daha görüşeceğimizi zannetmiyorum.”
“Öyleyse tüm bunları neden anlatıyorsun?”
“Birilerine anlatmak zorundaydım! Kaç asırdır içimde tuttuğum hakkında bir fikrin var mı acaba? Anlattığım için biraz rahatlamış hissediyorum, dinlediğin için teşekkürler. Başını fazla ağrıttım mı? Eminim senin de söylemek istediğin bir sürü şey vardır.”
Söylemek istediği şeyler elbette vardı fakat önce başındaki ağrının geçmesi gerekiyordu. Nefaera’nın söylediği şeyler zaten tahmin etmesi zor olmayan şeyler olsa bile duyması, beynine kaldıramayacağı boyutta bir yük bindiriyormuş gibiydi.
Onun anlattıklarından çıkartabileceği tek bir anlam vardı, evrenler arası güçlere sahip varlık ya da varlıklar olmalıydı. Tanrıların ve uykuya dalan titanların üstünde bir varlık tüm varoluşun açıklaması olabilirdi.
Ama öyleyse neden Yu’nun dünyasındaki insanlar onu keşfetmemişti? Sahip oldukları tüm bilimsel ilerlemeye rağmen bir yaratıcının varlığına dair hiçbir delilleri yoktu.
Nefaera’ya baktığında var olması muhtemel bir tanrı hakkındaki görüşünü tekrar değerlendiriyordu. Her şeyi yaratan bir tanrı varsa bile onun yarattığı şeylerden sıkılıp daha eğlenceli şeylere yöneldiğini düşünmüştü.
“Söylemek istediğim bir sürü şey var.”
“Ama sadece bir kısmını sorabilirsin, uzun süre burada duramam. Ayrıca benim de sana sormak istediğim bir soru var, hepimiz çok merak ediyoruz.”
“Ne soracaksın?”
Nefaera avuçlarını gösterip ellerini salladı. “Önce sen kendi sorularını sor, ben cevaplayayım.”
Güzeldi, onu daha kutsal gösteren parlaklığını kaldırsa ve gıcık bir kız gibi konuşsa da güzelliği yerinde durmaya devam ediyordu.
“Ama gelecekte başına gelecek şeyleri söylemem.”
Bu söz soru sorma faslının pek de faydalı olmayacağını ona bildiriyordu. Düzgün sorulardan önce haddini aşarsa ne olabileceğini merak etti.
“Sen benim öldürebileceğim bir varlık değilsin,” diye tekrar etti Yu, Nefaera onaylar anlamda başını sallamıştı. “Peki, sevişebileceğim bir varlık mısın?”
Nefaera güldü. “İşte şimdi işler ilginçleşti.”
Oturduğu koltuk şekil değiştirerek Virgo’da ve Vermia’da yattığı zenginlere ait büyük yataklardan birinin şeklini aldı. Bir yatak şeklini alsa da hâlâ topraktı ve üstü sertti, bu yüzden uzun yeşil çimenler toprağın üstünden çıktı ve her bir tarafı kapladı. Daha sonra yatağın dört köşesinden yeşil çimlerle çevrelenmiş toprak direkler yükselerek yatağın üstünü kapadı ve aşağıya sarmaşıklar sarkıtarak dışarıdan görülmelerini engelledi.
Nefaera ona diğerlerinin onları göremeyeceğini söylediği için yapılan son dokunuş sadece dekoratif olsa da güzel duruyordu. Açık bir alanda olmaktansa güzel bir kadınla kapalı alanda olmayı tercih ederdi.
Kollarını ona doğru açan Nefaera’ya yaklaştı ve yatağın üstüne çıktı. Sağ elini tişörtünün altından içeri soktu ve göğüslerine götürürken sol eliyle boynuna sarılarak onu öptü. Tanrıçayı öpmek çok farklı hissettirmişti ama hissettikleri onun ilahi varlığından ibaret değildi. Fantastik dünyadaki diğer kızlar güzel olsa da kendi dünyasından kıyafetler giyen biriyle birlikte olmak yaşadığı deneyimi daha tatmin edici kılıyordu.
-------------------------
04.09.2022 – 00:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..