“Sadist karı...”
Boynunda Nefaera’nın dişlerinin izi vardı. Sırtı ve omzu Nefaera tarafından tırmalanmıştı. Kolunun üstünde de Nefaera’nın tırnak izleri vardı. Canını yakıyordu. Yine de hayatı boyunca tattığı en büyük zevkin bu olduğunu açıkça söyleyebilirdi. Bundan sonra başka hiçbir şeyden zevk alamayacağı korkusu içini sararken çıkarttığı kıyafetleri giymeye başladı. Nefaera da yatağın diğer köşesinde aynısını yapıyordu.
“Senin amacın ne?” diye sordu Nefaera.
“Beni izlediğine göre zaten bilmen gerekmiyor mu? Nekonozwei'ye ulaşmam gerek. Denise oraya tek başıma gitmemin imkânsız olduğunu söylediği için de güç kazanmaya çalışmıştık.”
“Doğru söylemiş,” dedi Nefaera onu onaylayarak. “Onun ruhunu izleyemeyecek olmak kötü, çok fazla şey yaşamıştı. Çok fazla şey yaşayacağını bilmediğim için de sıradan biri olduğunu düşünüp önemli olaylar yaşanırken onu fazla izlememiştim. Şimdi de Rheia onun ruhunu cennete alacak. Cenneti insanlarla dolduracaklar bu gidişle.”
“Zaten öyle olması gerekmiyor mu? Sizler insanları kandırıyorsunuz, değil mi? Cennete onları alacağınızı söyleyerek onlara yalan söylediniz.”
“Biz böyle bir şey söylemedik.” Nefaera kıyafetlerini geri giymiş ve Yu’nun omzunu öpmüştü. “Sadece birkaç tanrı ki ‘tanrı’ diyorum, yani erkekler; hoşlarına giden kadınlar olursa onları cennete alacaklarını söylemişti. Bundan sonra insanlar olayı yanlış anladı, tanrıların hoşlarına gidecek şeyler yaparlarsa cennete girebileceklerini düşündüler.”
Doğru söylediğinden emin olamayacak olsa da insanların psikolojisini düşündüğünde doğruluk payı olabilecek bir argüman olduğunu kabul ediyordu. Tarih bazı büyük yanlış anlaşılmaları içinde barındırırdı ve eğer insanlar bir şeye inanmak istiyorsa çürütülmesi imkânsız argümanlar bile onları aksine ikna edemezdi. Tanrılar cenneti vaat etmeseler bile cennete gideceklerine inanmak istemeleri, inanmaları için gayet yeterliydi.
İnanmamanın da iyi bir şey olduğunu düşünmüyordu. İnanmaktansa bilmeyi tercih eden biri olarak içinde bir boşluk olduğunu reddedemezdi. İnsan kendini rahatlatmak için ölümünden sonra hayatın devam edeceğini düşünmek istiyordu. Dünyada iyi şeyler yapanların ki onlar genellikle fakirler olurdu, cennete gideceğini; kötü şeyler yapanların ki onlar da genel olarak zengin ve güçlü kimseler olurdu, cehenneme gideceklerini düşünürlerdi. Bu sayede fakirler dünyada yaşayamadıkları güzel hayatı cennette yaşayacaktı ve dünyada işledikleri suçların karşılığını almayacak zenginler cehennem ile cezalandırılacaktı. İnsanlar buna inanmak istiyordu.
Yu bunun biraz da kıskançlıktan olduğunu düşünürdü. Kendisinden çok daha iyi bir hayat yaşayıp, çok daha mutlu olan insanları kıskanan diğer insanlar, onlara cehenneme gideceklerini söyleyerek kendilerini rahatlatıyorlardı. En azından yaşadığı hayat boyunca gözlemlediği şey buydu.
“Neden bu yanlış anlaşılmayı düzeltmediniz ki?”
Nefaera cevabı hızla verdi. “İşimize geliyordu,” dedi ve Yu’nun beline sarıldı. “Hem kısa sürede bir sürü kişi buna inanmaya başlamıştı. Onlara ne deseydik? Eğer cennete almayacağımızı söyleseydik sence neler yaşanırdı? Eminim ki iyi şeyler yaşanmayacağını anlayabiliyorsundur. Şeytan krallar bizim yalanımızın zaten farkındaydı ve insanlara anlatmaya çalıştılar. Bir de biz kendi ağzımızla itiraf etseydik şeytan kralların neler yapacağını tahmin edebilir misin? Tüm dünya bize karşı döner, şeytanlar bizi cennetten etmek için yeni bir savaş başlatırdı.”
“Bu mantıklı bir argümanmış,” dedi Yu.
“Tanrıyız sonuçta,” diyerek kıkırdadı Ölüm Tanrıçası. “Hem onların cennet ve cehenneme inanması çok önemli! Sen de o türden insanlarla karşılaştın değil mi? Hani şu ‘eğer cehennem olmasaydı hırsızlık yapardım, şunu öldürürdüm, birilerine tecavüz ederdim’ diyen insanlarla. Hemen hemen herkes hayatlarının bir bölümünde karşılaşmıştır veya karşılaşacaktır. Böyle insanlar kanunlardan korkmaz, bu yüzden biz dürüst olalım ya da olmayalım onları kontrol altında tutmak ve aşağılık hayallerini gerçekleştirmelerini engellemek için dünyanın dine ihtiyacı var. Her ne kadar ortaya attığımız dinler tehlikeli ve suistimale açık olsa da emin ol var olmaları, olmamasından daha iyi. Başlarına kötü şeyler gelen iyi insanlar için de aynısının cennetli versiyonu söz konusu. Yoksa o kadar insanı nasıl kontrol altında tutacaksın? Senin dünyanda bile hâlâ buna başvuruluyor. Dünya düzeni için böyle şeyler şart.”
Fia ve Raya ile olan diyalogları aklına geldi. Fia kendi tanrısına sığınmış ve ona güvenmişti. Kendini bu şekilde rahatlatıyordu. Eğer ondan tanrısını almayı başarmış olsaydı o elfin ne yapacağını tahmin edemezdi. İntihar etmeyi bile deneyebilirdi.
“Azer’i merak ediyorum. Onun olayı tam olarak ne? Neden kendini göstermiyor?”
“Hmm~”
Nefaera, Yu’nun sorusuna cevap vermeden önce kulağını dudaklarının arasına alıp çekiştirdi. Hoşuna gittiği için ona engel olmuyordu ama sorunun cevabını almak için de sabırsızlanıyordu.
“Yoksa o da mı yanlış anlaşıldı?”
“Hayır, o gayet netti. İnsanların cennete alınmasını savundu ve cehennemin nefret ettiğimiz birkaç kişiyle dolu olmasındansa dünyadaki tüm kötü insanlarla doldurulması gerektiğini söyledi.”
“Onu bu yüzden mi kovdunuz?”
“Kısmen,” dedi ellerini Yu’nun vücudunda gezdirirken. “Hem diğerlerinin anlattığı hikâye hem de Azer’in anlattığı hikâye biraz doğru. Tanrıların çoğu Azer’in yarattığı kızlarla birlikte olmasına karşı gelmişti ama bence bunun tek sebebi kendi kullarının dünya üzerinde pek uzun süre bulunamamasıydı. Şu anda var olan ırklar haricinde dünyaya adapte olamayıp yok olmuş bir sürü ırk var. Bence onu kıskandıkları için yarattıkları ile birlikte olmasına karşı çıktılar ve bunu bir bahane olarak ortaya koydular.”
Yu, Nefaera’nın ellerini tuttu. “Aynı zamanda yarattığı şeylerin cennette olmasından da rahatsız oldular, değil mi? Onlarla birlikte olduysa onları da cennette tutmuştur diye düşünüyorum. Yani iddia ettiği ‘çok güçlülerdi’ mevzusu bu açıdan doğru.”
“Evet, öyle. Üstüne onun fikirleri ve bizimle olan soğuk ilişkisi de eklenince tanrılar olarak bir araya geldik ve onu cennetten attık.”
“Sen neden attın?” diye sordu.
“Ruhlar cennete giderse yaşadıkları hayatları inceleyemem, sıkıcı bir hayatım olur ve bir süre sonra intihar eden tanrılar kervanına katılırım.”
“Oldukça bencil bir sebep...”
“Bencil olan bir insan benim bencilliğimi ayıplamamalı.”
“Ad hominem, geri zekâlı argümanı.”
Nefaera kahkaha attı. Kulağının hemen dibinde güldüğü için sesin seviyesinden rahatsız olsa da kadın güzel gülüyordu. Bir şekilde onu güldürebilmiş olmak her erkeğin kendisiyle gurur duymasını sağlardı.
“Azer şu anda ne yapıyor? Neden onu takip edenlere yardım etmiyor?”
“Ben de bilmiyorum. İzlenmemek için bir şey yapmış olmalı, yoksa tüm ruhları görmem gerekir ve Azer’in ruhu da bir istisna değil.”
“Oğul’un babası?”Belki onun bahsini tekrar açarsa Nefaera bir şeyler söylerdi. “O kim? Bana onun hakkında bir şeyler söylemeni istiyorum.”
Nefaera üç defa dilini şaklattı. “Bunu kendi başına öğreneceksin. İlerlemen anlamlı bir noktada son bulmayacağı sürece sana avantaj sağlayacak değilim. Olabildiğince az müdahale ile ne yapacağını görmek itiyorum.”
“Senden tam olarak nasıl yararlanabilirim?”
“Sanırım sadece seninle ilgili olmayan ve hikâyene doğrudan etki etmeyecek şeyleri cevaplayacağım. Aklına soracak bir soru gelmiyor mu?”
“Aklımda bir sürü soru var,” diye cevapladı. “Ama çoğu cevap vermeyeceğin sorular.”
Yu’yu yanağından tutup yüzünü kendine çevirdi ve dudağının kenarından öptü. Bunları yapmasındaki tek sebebin onu beğenmiş olması olamayacağını düşündü. Ondan sağlayacağı bir yararın peşinde olmalıydı fakat bir tanrıçaya ne gibi bir fayda sağlayabileceğini bilmiyordu.
“Eğer henüz soracak bir soru bulamadıysan ben kendi sorumu sorabilirim,” dedi Nefaera, sesi baştan çıkartıcıydı. “Nekonozwei’ye neden gitmek istiyorsun? Oraya baktığımda binlerce askerin boş yere koruduğu bir dağdan başka bir şey göremiyorum. Orada senin ilgini çeken ne var?”
“Bilmiyor musun?” diye sordu şaşkınlıkla. Olayı anlaması birkaç saniye sürmüştü. “Tanrıların algısının ötesinde bir mekân.”
Eğer karşısında kanlı canlı bir şekilde duran Ölüm Tanrıçası, Yu’nun peşinde olduğu şeyin ne olduğunu anlamıyorsa, orası sahiden de tanrıların algısının ötesinde olmalıydı.
“Cevap vermeli miyim? Zamanı geri saracağımı söylersem kendi benliğinden endişelenip beni öldürmeyi dener mi? Keichi’nin olayını biliyor mu? Beni izliyorsa Yurine ile konuşurken duymuş olması gerekirdi.”
Nefaera, Yu’yu bir kez daha öptü. “Cevap vermeyecek misin? Zahmet edip ayağına kadar geldim, üstüne benim vücudumdan faydalandın. Kendimi kandırılmış hissediyorum. Sen kötü bir adamsın.”
“Sen de benim vücudumdan faydalandın,” diyerek konuşmayı devam ettirdi. “Karşılıklı bir şeydi, beni kendimi kötü hissetmeye zorlama.”
“Hmm~ Fufufu~ Peki, cevap vermeyi planlıyor musun?”
Yu doğru cevabı hemen verdi. “Zamanı geri sarmak.”
Ona zarar verme ihtimali olsa bile bunu hemen söylemesinin iki nedeni vardı. İlki artık daha az düşünmek istiyor oluşuydu, ikincisi de gerçekten algılayamıyor mu diye öğrenmekti.
“Cevap versene!” dedi Nefaera, sağ eliyle Yu’nun sol yanağını sıkıp dudaklarıyla kulağını emmişti. “Senden tek istediğim bir sorunun cevabı, karşılığında bir sürü şey anlattım.”
“Zamanı geri sarmak istiyorum,” dedi sakince. “Nekoverine’ye gitmek ve Rie’nin ölümünden öncesine geri dönmek istiyorum.”
“Neden susuyorsun?” diye sordu Nefaera. “Tamam, bana cevap verirsen sana seninle ilgili bir soruyu cevaplama sözü veriyorum.”
Anlamıyordu. Daha fazla çabalamanın bir şey değiştireceğini zannetmiyordu.
“Üzgünüm, cevap veremem.”
“Neden? Çok merak ediyorum, lütfen~ Bir tanrıçayı kendine yalvartıyorsun...”
“Keichi Tempo’yu biliyor musun? Onun taşıdığı Lütufun ne yaptığını?”
“Evet,” Nefaera, Yu’nun boynuna sıkıca sarıldı. “Dünyadaki zamanı geri sarıyor. Bunu sen de keşfetmedin- sen bunu nasıl keşfettin ki?”
Keichi Tempo tarafından zamanın geri sarılabildiğini biliyordu ama Yu’nun zaman geri sarılmadan önceki hayatını göremiyor muydu? Yu için işler seksten daha ilginç hâle bürünüyordu.
“Nekoverine’ye gittiğimde ben de zamanı geri sarmak istiyorum.”
Bir sessizlik yatağın üstünü sardı. Onu anladı mı diye yüzüne bakmak isterdi ama gözünü çevirdiğinde gördüğü tek şey saçlarıydı. Nefaera’nın nefesi sessizliğin içinde bir melodi oluştururken Yu, Satoshi’ye konuştukları dilin farklı olduğunu söylediği zamanki gibi bir şey yaşanacağından korktu.
“Cevap vermeyecek misin?” diye sordu kadın. “Tuhaf davranmaya başladın.”
“Cevap veriyorum, sen anlamıyorsun. Sanırım insanların yaratılması gibi bu da anlayamadığın şeylerden bir tanesi.” Yu yataktan çıktı ve gerindi. Siyah kılıcı tanrıça kendini gösterdiğinden beri hiç konuşmamıştı. “Vazgeçilenler ile ilgili bir şey söylemeyeceksin, gelecekte başıma neler geleceğini de anlatmayacaksın, bana yardımcı olabilmen için sana ne sorabileceğimi bilemiyorum.”
“Soracak bir şey bulamazsan sen kaybedersin,” dedi omuz silkerek. “İnsanların çoğunun böyle durumlarda sorabileceği pek çok soru vardır ama sadece gece yattıklarında ve iş işten geçtiğinde akıllarına gelir. Umarım pişman olmazsın.”
Nefaera ayağa kalkarken yattıkları yatak parlak ışık noktalarına dönüşüp yok oldu. Tanrıça için sıradan bir an olsa da Yu için oldukça büyüleyiciydi.
“Her neyse, buraya gelmekteki asıl amacım sana yardımcı olmaktı.” Nefaera elini havaya kaldırdı ve gerçeklik yarıldı. Çok boyutlu siyah bir çizginin içinden beyaz bir mızrak dışarı çıktı. “Meleği kendi çabanızla öldürmeniz imkânsıza yakın bir şey. Oğul’un babası gelse onun için zor olmazdı ama neden gelmediğini anlayamıyorum. Aman, onu boş verelim. Sen bunu kullan.”
“Bir mızrak.”
Üzerinde hiçbir süsleme yoktu. Uzun beyaz bir sopa ve ucunda sivri beyaz bir çelik bulunuyordu. Yine de onun gücünü hissetmek için bir çekirdeğe sahip olmak gerekmiyordu. Cennetsel silahın karşısında ruhu titredi.
“Görme kabiliyetin muhteşem,” dedi Nefaera gülümseyerek. “Bunu meleği öldürmek için kullanabilirsin.”
Yu mızrağı eline aldı, tanrıçanın vücudu tekrar parlamaya başladı ve ona secde etmeyi ne zaman kestiğini hatırlamadığı dünya tekrar onun etrafında boyun eğdi.
“Aklıma bir soru geldi,” dedi Yu
Dağdaki tanrı hakkında daha fazla şey, şeytanlar, Sivina ve kızı... Tüm sorular o gitmeye başladığında aklında sıraya dizildi. O gitmeden önce konuşabildiği kadar hızlı konuşmaya çalıştı ama bir yandan da sadece onun izin vereceği şeyleri sorabileceğini biliyordu.
“Sivina ve diğerleri nerede?”
“Vermia yakınlarında, şehri kurtarmak ve Yu Zao’yu yenmek için uğraşıyorlar.” Nefaera üzülmüş gibi yaptı. “Kadınların senin gibi pisliklerden neden hoşlandığını hiçbir zaman anlamadım ama sana olan sevgileri yüzünden çok incindiler.”
Herhangi birinden değil de bir tanrıçadan hakaret duymak daha çok incitiyordu.
“Onlara acıyorum,” dedi Nefaera, vücudu kaybolmaya başlamıştı.
“Bir soru daha!” dedi Yu, mızrağı yere saplamış ve ellerini tanrıçaya uzatıp gitmemesi için onun ellerini tutmuştu. “O dağdaki olay ne? Neden tanrıyı oraya getirdiler?”
“Yumurta kapıya dayanınca aklına geliyor, huh?” Nefaera güldü. “Fufu~ Orası cennete açılan kapılardan birinin bulunduğu beş mekândan birisiydi. Ne yazık ki kapı olmak için gereken niteliğini kaybettiği için ölen tanrının vücudu bir tören için cennete dönemedi.”
Nefaera, Yu ona son sorusunu sormadan önce neredeyse yok olmak üzereydi. Artık onun ellerini kendi ellerinin arasında hissedemiyordu. Onu tutmak için avuçlarını sıktı ama eli havayı tuttu.
“Peki ya Yurine! Lütfen söyle. O mutlu muydu?”
Nefaera’nın yüzünde bir kez daha bir gülümseme belirdi fakat tüm gülümsemelerin aksine bu gülümsemede Yu’nun hoşuna gitmeyen bir şey vardı.
“Yu, tebrik ederim,” dedi kaybolmadan hemen önce. “Geçenlerde bir ruhu, Amelia’nın rahmine doğru üfledim.”
Göz kırptı, öpücük attı ve kıkırdayarak hiçliğe karıştı. Dünya artık bulundukları yere doğru secde etmezken günün ilk ışıkları mağaranın içini aydınlattı. Aklındaki sorular uçmuş ve Yu’yu bir boşlukla baş başa bırakmıştı. Hiçbir şey söyleyemedi, hareket edemedi.
Donakaldı.
-------------------------
04.09.2022 – 00:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..