Bundan sonra kaçmak yoktu. Dağın içindeki büyük mezar
odasının üstünde yıldırım çaktı. İmkânsız gibi gözükse de bulutlar yoktan var oluyordu.
“Vermia’da kaçtım, ne kazandım?” diye sordu hatıralar canını yakarken.“Hiçbir şey! Kızımın ölümü değişmedi... Belki annesiyle hiçbir zaman birlikte olmadım, belki gerçek kızım olmadığını söyleyebilirsiniz. Yine de benim kızımdı. Ağladığında yanında oldum, güldüğünde de yanındaydım ve birlikte hayal kurduk. O öldü ve ben kaçtım...”
Başını salladı ve birkaç çeliği daha mızrağıyla savurdu. Yediği dayağın ardından kasları acıyordu ve ruhu yıldızın içine çöküyordu.
“Bugün kaçmayacağım. Bir daha kaçmayacağım.” Sesi gittikçe alçaldı ve en sonunda sadece kendisinin duyabileceği seviyeye geldi. “Onlar haklılar... Ben her şeyin farkındaydım. Değişmek için ne yapmam gerektiğinin de farkındayım.”
Bir keresinde ablası ona “Bugün değil, yarın değil, sonraki hafta değil ama şimdi. En etkili değişim en ani olan değişimdir,” demişti. O ani değişimin vakti çoktan geçmiş gibi gözükse de hatasının farkındaydı.
Şu an oldukça havalı olduğunu düşünse de gerçekte ölümle burun burunaydı. Meleğe daha fazla yaklaşamıyor ve sütunların arkasına saklanarak kendini savunuyordu. Yapabilirse, yapabildiği en iyi şey mızrağının ucunu meleğin çelik tüylerine saplamaktı.
“Öleceğim,” diye düşündü. “Ama ölsem bile benden sonraki başarabilir.”
Deneyecek ve başarıp başaramayacağını görecekti ama kaçmayacaktı. Kaçmak ondan sonra bunu başarabilecek olanların da şansını elinden alacağı anlamına geliyordu.
“FORAAA!”
Altar’ın sesi mezar odasını tamamen kaplarken alevler meleğin üstüne doğru ilerledi. Gittikçe büyüyordu. Melek bir kez daha alevlerin arasında görünmez oldu.
“Koşun!” Altar tekrar bağırdığında Marak ve Vamaer’e emir vermişti. “Öldürün şu mahlûkatı!”
Marak ve Vamaer koştu ama bu epik giriş meleğin çelik kanatları tarafından karşılandı. Altar da henüz tamamen iyileşmeden dövüşe geri dönmek zorunda kalmıştı.
Yu diğerlerinin ne yaptığına fazla dikkat etmemeye başladı. Tamamen önündeki meleğe ulaşmaya odaklanmıştı. Marak arkasından gelen tüylere karşı onu korumak için Yu’nun arkasına geçerken Yu önden koştu. Mızrağı çelik tüyleri kolaylıkla savuşturuyordu ve göğsü yandıkça vücudundaki yaraların acısını baskılıyordu. Bu baskılanma, oradaki acıların odağını dağıtmasını engellerken aynı zamanda bacaklarının daha hızlı çalışmasını sağlıyordu.
Bir yıldırım tanrının lahdine doğru düşerken melek onu korumak için kendini siper etti. Yıldırım kanatlarından birine çarpmış ve o kanattaki tüm gözleri kör etmişti.
Bazı çelik tüyler yere düştü ve melek ilk kez konuştu. “Kâfirler!”
Onunla aynı dili konuşmak şaşırtıcı olsa da meleğin bir anda havada süzülmeyi bırakıp önlerine atlaması onu daha çok şaşırtmıştı. Yu birkaç adım uzaklaşırken Marak’a çarptı. Marak onun beline sarıldı ve onunla birlikte geri zıplayarak meleğin sol bileğinden uzanan kılıçtan kurtuldu.
Aynı kurtuluş Vamaer için geçerli değildi. Vamaer’in başı meleğin sağ bileğinden uzayan kılıçla kesildi. Fışkıran kan hem korkunç hem de büyüleyici gözüküyordu.
“FORA!” diye bağırdı Altar bir kez daha. Raya da bir ok daha fırlattı.
Alevler tekrar meleğe ilerlerken ok meleğin başının üstündeki gözlere çarpıp patladı. Birkaç göz daha kör olmuş ve Altar’ın büyüsü sayesinde tüm gözler kızarmıştı. Bunun görüşüne ne kadar etki ettiğini bilmiyordu ama melek çığlık attığına göre oldukça etkili olduğunu düşünüyordu.
Marak, Yu’nun önüne geçti ve bir elini ona uzattı. “Şu mızrağı bana-”
Şimdilik takım arkadaşı olduklarını biliyordu ama Altar dışında tüm Vazgeçilenler ölmüştü. Bunun anlamı Marak’ın da ölümüyle başka Vazgeçilen kalmayacağıydı. Daha fazla düşünmeye gerek yoktu, mızrağını arkasını ona dönen Marak'ın sırtına sapladı.
Marak dizlerinin üstüne düşerken kalan son Vazgeçilen, Altar’dı. Şimdi onu burada bırakıp kaçabilirdi ve Altar, melek tarafından öldürülürse onu bulamazdı bile.
Fakat içinde bir şey bunu yapmasına izin vermiyordu. Bugün söylediği sözü çiğnemeyecekti. Yıldırımlar düşmeye devam ederken yağmur başladı ve Yu vücudu alev almışçasına çığlık attı.
Raya’nın bir oku daha yaratığa isabet etti, bu sefer kanadına denk gelmişti. Kanadının üstündeki birkaç göz kör olurken havada uçan birkaç tüy yere düştü. Yu ve Altar yan yana gelmişti.
“En azından kılıcı bana ver,” dedi Altar, sonra sordu. “Mızrağında neden kan var?”
Görünüşe göre onun Marak’ı öldürdüğünü görmemişti. Yu bunun konusunu hiç açmadı ve alnından akan tuzlu ter dudaklarından içeri süzülürken cevap verdi. “Kılıcımın bundan hoşlanacağını zannetmiyorum.”
Mızrak kullanmayı kılıç kullanmaktan daha çok sevmişti. Kılıcı olsaydı Marak’ı öldürmek için ona biraz daha yakın olması gerekirdi fakat mızrakla uzakta da dursa onu öldürmeyi başarmıştı. Üstelik mızrakta uzmanlaşması kılıçta uzmanlaşmaktan çok daha kolaydı ve Sivina sayesinde bunu iki haftada yapmıştı.
“FORA!”
Altar bağırırken ikisi de üzerlerine gelen çelik tüylerden eğilerek kurtulmuş ve ardından meleğin elleriyle yaptığı saldırıyı savuşturmuşlardı. İkisi de birkaç adım geri çekilirken Altar, Raya’dan ona yeni bir bozdoğan atmasını istedi. Elinde tuttuğu az önceki darbeye karşı kendini savunurken kırılmıştı.
Raya yeni bozdoğanını Altar’a fırlattıktan sonra Yu mızrağını meleğe doğru uzattı, melek kılıçtan eliyle mızrağın yönünü değiştirdi. Yu kendisiyle birlikte mızrağı da havada döndürerek meleğe vurmayı denedi fakat isabet ettiremedi, Altar tekrar bağırdı.
“FORA!”
O sadece bir insandı ve durmadan bu kadar güçlü büyüler yapabilmesini neye borçlu olduğunu merak ediyordu. Boynuna baktığında aradığı cevabı bulduğunu gördü. Altar’ın boynundaki damarlar parçalanıyordu ve elleri tamamen kızarmıştı.
Bunu görmek ona Rolderhelm’deki Sharley’yi hatırlattı. O da hayatta kalmak ve büyü yapabilmek için kara büyüye başvurmuş ve bunun sonucunda Yurine ile Yu’nun başına bela olmuştu. İşin sonundaysa vücudu toz parçalarına dönüşmüştü.
Meleğin çelik tüylerinden sıyrılmaya çalışan Yu omzundan ve bacağından yaralandı ama bir tüye mızrağını saplayıp meleği bağırtırken Raya’ya attığı oku tekrar tutturması için gereken açıklığı yarattı.
Raya’nın yeni attığı ok önceden vurduğu kanada doğru uçmuş ve kalan gözleri de kör etmişti. Birkaç tüyü daha yere düşerken melek sağlam tüylerini kalan kanadında topladı.
Melek tekrar saldırıya geçti. Siniri gittikçe artıyordu ve siniri arttıkça Yu’nun takip edebileceğinden çok daha hızlı saldırıyordu. Üstüne düşen bir yıldırımdan kurtulurken Yu’nun arkasına zıpladı. Yu hemen mızrağını kendine siper ederek arkasını döndü ve mızrağına çarpan kılıçla omuzları titredi. Ardından melek ayağındaki pençeyle Yu’yu yakaladı.
“Siktir!”
Melek önünde Yu’yu tuttuğu için Altar düşüncesizce büyü yapamazdı ve Raya henüz yeni oku arbalete koymamıştı. Melek tek ayağının üstündeyken diğer ayağıyla Yu’yu sıktı ve bir elini ona vurmak için kaldırdı.
“Meleğini sikeyim!” diye bağırdı Yu mızrağını kaldırıp meleğin pençesine saplarken. Melek, tanrıça tarafından hediye edilen mızrağın pençesine girişiyle gözleri kör olduğunda attığı çığlık kadar güçlü bir çığlık attı ve Yu yere düştü.
“FORAAAAA!”
Büyü ismi ve acıdan dolayı çıkan çığlık birbirine karışmıştı. Melek alevlere maruz kaldıktan sonra Yu ayağa kalktı ve mızrağını onun karnına götürdü çünkü göğsü erişemeyeceği kadar yüksekteydi. Melek zıpladığında Yu’nun mızrağı boşlukla karşılaştı.
Gök daha fazla gürlüyordu. Yu’nun göğsünde parlayan yıldızın ışıltısı gözleri kör edecek bir seviyeye ulaşmak üzereydi. Melek, Yu ve Altar’ın arasına geçti ve hedefi olarak Yu’yu seçti. Yaralı olmasına rağmen hâlâ hiçbir şey olmamış gibi hareket edebiliyordu. Yu’yu pençeleriyle ezmeye çalıştı, Yu her seferinde geri kaçarak ondan kurtuldu.
“Neden cennet beni öldürmen için seni gönderdi!” diye bağırdı melek. Sesi de görünüşü gibi korkunçtu.
Yu onun ne dediğini bilmiyordu. Nefaera’nın kendisini bir başka planı işin kullanabileceğini düşünebilirdi ama buna zaman yoktu. Melek arkasından gelen ateş topundan korunmak için zıpladı ve yere indiğinde Altar’ın arkasındaydı. Pençesiyle onu tuttu ve sütunlara fırlattı.
Raya’nın ona attığı ok bu sefer isabet etmedi ve melek, Yu’nun üstüne yürürken yürekleri titreten sesiyle konuştu.
“Cennet benim görevimin bittiğini düşünse bile tanrımı korumaya devam edeceğim!”
Meleğin önceki ateş topundan kaçmak için zıplamasıyla ateş topu Yu’nun üstüne ilerlemişti ve bundan kurtulmak için kendini yere atması gerekmişti. Yu tekrar ayağa kalktığında melek onun üstüne sıçradı, havadayken onu vurmanın daha kolay olacağını düşünen Yu mızrağını kaldırdı ve onun üstüne fırlattı.
“Hassiktir!”
Bir süredir vücut bütünlüğünü koruyan meleğin vücudu, tam da mızrak başına saplanacağı esnada bozuldu ve mızrağın saplanması gereken yerde başı kayboldu. Mızrak havada biraz daha ilerleyip yere düşerken Yu sütunların arkasına doğru koştu.
Melek sütunlardan birine bileğinden uzanan kılıçla vurduğunda mızrağı kesemeyen kılıç, sütunun bir kısmını kesti ve sütun meleğin üstüne doğru devrildi. Elbette melek bundan kaçmıştı ama oluşan toz bulutu Raya’nın yeni attığı okun meleğin omzunda patlamasıyla kırmızıya bulandı.
“FOOORAAA!”
Duyduğu öfkeli sesin sahibinin kim olduğunu söylemek için görmesine gerek yoktu. Alevler giderek daha parlak bir hâl aldı ve büyüdü. Yu alevlere maruz kalmamak için bir başka sütunun arkasına sıçradı.
“FOOORAAA!”
Önceki alevler kaybolmadan önce Altar tekrar bağırdı. Yu başını biraz çıkartıp neler olduğuna baktığında havada alevlerin arasında süzülen beyaz mızrağı gördü. Toz ve ateşler görüşünü engellediği için melek mızrağı zamanında fark edememişti.
Dünyada bir çatlak meydana geldiğini hissederken mızrak, meleğin başına saplandı. Bu olduğunda derin bir nefes vermek ve dizlerinin üstüne çökmek Yu’nun kontrolünde olan bir şey değildi.
Altar çok fazla büyü kullandığı için bayılırken melek de yere düştü. Vücudunun devasa olmasından kaynaklı düşüşü gürültülü olmuştu.
“Sonunda bitti...”
Tüm süreç boyunca kılıcının onunla hiç konuşmamasına kırgındı. Meleğin vücudu ona saplanmış mızrakla birlikte toza dönüşürken yukarıda oluşan bulutlardan yağmur yağıyordu. Damlalar büyük ve sertti. Yu’nun göğsü parlamaya devam ediyordu.
“Acıyor,” diye inledi sol eliyle göğsünü tutarken. Vücudunun kalan her yeri de acıyordu. Sütunlara tutunarak Raya’nın yanına giderken dizleri titriyordu.
Raya ise Altar’ın yanına koşmuştu. Onu iyileştirmek için şifa büyüsü yapıyordu. Yu ilk başta kapıya doğru yöneldiği için sütunlardan destek alarak yürüyebiliyordu ama Raya sütunlardan uzağa gittiği için artık onlardan destek alması mümkün değildi.
“Yaşıyor musun sen?” diye mırıldandı Oğul’un hâlâ hareket ettiğini gördüğünde. Kılıcını çıkarttı ve ondan destek alarak Oğul’un yanına yürüdü.
“A-arkadaşım... Ihh...” Oğul onun ayak seslerini işitmişti. “N-neden mana hiç makmadın? Canım çok yanıyor... Raya... İyireştir...”
Oğul’un bir bacağı kesilmiş ve karnında bir delik açılmıştı. Şimdiye dek kan kaybından ölmesi gerektiğini düşünmesine rağmen yaratık hâlâ hayattaydı, son anlarını yaşıyordu.
“Merak etme,” dedi Yu kılıcından destek alarak onun yanına geldiğinde. “Seni iyileştireceğim, öpücüğüm ile yapacağım bunu.”
“Ö-ö-öp-öpü-öpücüğünre mi?” diye sordu Oğul. Yu onun yanına diz çökmüştü. Gerçi, diz çökmek istemese bile artık dizleri onu kolayca taşıyamıyordu. Yani biraz da kontrol dışı düşmüştü.
Yu başını sallayarak onayladı. “Evet, öpücüğüm ile tüm acıların son bulacak. Gözlerini kapa ve ben diyene kadar sakın açma.”
Ölüm döşeğinde olsa bile sapkın yaratık duyduklarıyla aklını biraz daha kaybetmişti. Yu onun gözünde nasıl bir şey olduğunu bilmek bile istemiyordu. Yaratığın uysalca itaat etmesi için başını okşadı ve Oğul kendine özgü tuhaf sesini çıkartırken gözlerini kapatarak dudaklarını büzdü.
“İşte, geliyor.”
Kılıcıyla kurbanlık koyunun boğazını keser gibi Oğul’un boğazını kesti. Hızlıydı, tereddütsüzdü. Oğul’un ölüşünü izlemek şüphesiz ki zevkliydi ama öldüğü esnadaki bir ayrıntı onu hem şaşırtmış hem de iğrendirmişti. Oğul tuhaf sesler çıkartıp yerde can çekişse de gözlerini açmamıştı.
“Bana karşı nasıl bir sevgi besledin?” diye mırıldandı.
-------------------------
06.09.2022 – 00:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..