Cilt 4 - Bölüm 43: Suçlu

avatar
368 5

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 43: Suçlu


Kambur adamın uzun gülümsemesi, sesi ve söyledikleri Yu’nun içindeki çukuru korkuyla dolduruyordu. Kurtulmak için kollarını daha güçlü sallasa da hiçbir işe yaramıyor ve denemeleri kendi bileğini kanatmasıyla son buluyordu. Gözleri çoktan yaşarmış ve korkudan ötürü ağlamaya başlamıştı.

Adam gülmeye devam ederken duvarlar bir kez daha üstüne geldi. Eğer kılıcı şimdi ortaya çıksa onu hemen kabul ederdi. Nasıl bir canavara dönüşeceği önemli değildi, şu an yardıma en çok ihtiyaç duyduğu andı.

“Neler-öh... Öh... Öh...”

Konuşmaya ve neler olduğunu sormaya çalıştığında öksürdü. Öksürürken saçtığı tükürükler kambur adamın yüzüne geldiğinde karşısındaki ucube bunu hiç umursamadı. Sarı renkli tırnaklarını Yu’nun boynundan karnına dek sürttü.

“Neler olduğunu mu merak ediyorsun?” diye sordu kambur adam. Sonra kurbanından uzaklaştı ve bir kazanın içine meşalesini sokup yeni bir ışık kaynağı yarattı. “Doğum gününü kutluyoruz. Sanırım, bir şekilde... Belki de kutsuzluyoruz demek daha doğru olacaktır.”

Ucube kendi yaptığı şakaya gülerken öksürmeye başladı. Dilini ya sonradan öğrenmişti ya da konuşma güçlüğü çekiyordu çünkü Orta Mora’daki insanların aksine b ve l harflerini çıkartırken zorlanmıyordu.

“Bırak beni!” diye bağırdı kambur adama doğru.

Kambur adam öksürerek biraz daha güldü. “Sence buraya gelip de serbest kalmayı talep eden herkesi bırakıyor muyuz? Seni bırakmamız için bu kadarı yeterli gelseydi neden en başta seni buraya getirmiş olalım ki?”

Kambur adam duvarda asılı olan metal çubuklardan birini alıp kazanda yaktığı ateşin içine soktu. Yu başına gelecek şeyi anladığında kurtulmak için kollarını daha güçlü oynattı ama tüm çabaları işlevsizdi. Kısa bir sürenin ardından kambur adam demir çubuğu ateşin içinden çekti.

“Hayır! Bak, benimle iş birliği yaparsan-”

İşkenceden ve köle mühründen kurtulabilmek için aklına gelen ilk kelimeleri sıraladı ve ona adil bir anlaşma sunmayı denedi ama işkenceci ucube onun sözlerini duymazdan geldi. Çürümüş dişlerini göstererek gülümsedi ve ucu kırmızı bir şekilde parlayan demir çubuğu Yu’nun sağ omzuna bastırdı.

“AAAHHH!”

Kambur adam demir çubuğa gittikçe daha fazla kuvvet uyguladı ve Yu’nun çığlığı git gide arttı. Ucu kırmızı bir şekilde parlayan çubuk etini yakıyor ve ona hayatı boyunca taşıyacağı bir mühür basıyordu. Çubuğu geri çektiğinde bir efendiye satılmış kölelerin taşıdığı mühre sahipti. Yanıyordu ve yanarken çığlık atmaya devam ediyordu.

“Neden!” diye bağırdı kendi sümüğünü yutarken. “Neden böyle bir şey yapıyorsun!”

“Elbette hak ettiğin için,” diye cevapladı kambur adam.

Mührün acısı onu inletmeye ve ağlatmaya devam ederken anlamıştı. Şimdiye dek anlamaması tamamen onun aptallığıydı. Her şey Yurine’nin öldüğü an belli olmuştu.

Bitmişti.

Bitmişti ve o bittikten sonra bile bir süre daha devam etmeye çalışmış, bir süre daha tırmalamıştı. Elbette boşunaydı; pençeleri olmayan bir kartal, dişleri olmayan bir kurttu. Pes etmesi gerektiğini önceden anlamalı ve hiç uğraşmamalıydı.

“Tüm o suçların ağırlığı altında hâlâ nasıl ezilmedin?” diye sordu kambur adam.

Ne bir oyun vardı ne de ona kurulmuş bir tuzak. Anlıyordu. Çok fazla suç işlemişti ve en nihayetinde başına bir insanın ve o insanın neslinin güzel bir hayat yaşamasını sağlayacak miktarda bir ödül konulmuştu.

Şimdi de yakalanmış ve yaptığı suçların cezasını çekmek için zindana atılmıştı. Onu hemen idam edeceklerini düşünürdü ama duvardaki işkence aletlerine baktığında cezasının idam olmadığını anlaması çok kolaydı. Yaptığı her şeyi düşündüğünde bundan başka bir cezayı hak etmediğini de biliyordu.

Titremeye başladı. Gözlerini kapatmak istiyordu, kambur adamı görmek istemiyordu, aletleri görmek istemiyordu, ceza çekmek istemiyordu.

“Hayır, lütfen,” diye yalvarmaya başladı. “Korkuyorum... Cezayı hak ettiğimi düşünmem-”

Ucube işkencecinin omzuna bastırdığı çeliğin ucu henüz soğumamıştı. Ona cümlesini devam ettirmesi için izin vermedi ve çeliğin ucunu göğsüne bastırdı. Yu tekrar çığlık attı ve vücuduna ikinci bir köle mührü işlendi.

“LÜTFEN!” diye bağırdı çığlık atarken.

“Onlar sana yalvarırken sen durmuş muydun?” diye sordu kambur adam.

Cevabın hayır olduğunu çok iyi biliyordu. O gün kendinde olmadığı gibi bir bahanesi olsa da o suçun sorumlusu olduğunu biliyordu. O an nasıl bir zevk aldığını hatırlıyordu. Ucube işkenceci çeliği geri çekip karnına bastırırken onun çığlıklarından zevk alarak güldü.

“Şu vücudundaki yaralar da amma çirkinmiş,” dedi dilini bir köpek gibi dışarı çıkartarak. “Güzel yüzünle uyumlu değil. Vücudunu güzelleştiremeyeceğime göre yüzünü çirkinleştirmeliyim ki uyumlu olsun.”

Yu ağlarken gülüyormuş gibi gözüküyordu, sinirleri yine bozulmuştu. Ona onu öldürmesi için yalvarmak istedi ama karnındaki sıcak çeliğin acısı konuşmasına engel oluyordu.

“Ama merak etme,” dedi kambur adam. “Ya da merak et, bana ne, haha! Seninle daha çok ama çok uzun bir süre birlikte olacağız. Sen tüm suçlarını düşünüp akıllanana dek, yaptıklarının ne kadar kötü olduğunu ve düzeltilemez bir başarısızlık olduğunu idrak edene dek... Böyle söyleyince kulağa sonsuza dek sürecekmiş gibi geliyor, değil mi?”

Çeliği geri çektiğinde vücudunda bir köle olduğuna dair üç mühür oluşmuştu.

“Şu duvardaki ve yerdeki tüm aletleri,” dedi Yu’nun penisini avucuna alıp sıkarken. Az kalsın kalbi duracaktı. “Senin üstünde kullanmak için sabırsızlanıyorum. Seni de benim kadar çirkin yapacağım.”

Eğildi ve göbeğinden başlayarak yüzüne kadar yaladı. Kambur adamın tükürüğü ametist renkli güzel gözleri yakıyordu ve elleriyle gözünü temizlemesi mümkün değildi.

“Gözyaşın tuzlu... Diğerlerinden daha güzel,” kambur adam kıkırdadı ve Yu’nun kahverengi saçlarının arasına parmaklarını geçirip çekmeye başladı. “Ağlama şeklin de hoşuma gitti. Seni kırmak diğerlerini kırmaktan daha güzel olacak. Sonraki günler için küçük bir çocuk gibi sabırsızlanıyorum.”

Gelecekte başına gelecek şeyler şu anda başına gelen şeylerden daha fazla korkutuyordu.

“Yanık kokusu, hmm...” Kambur adam uzun burnunu sürterek Yu’nun mühürlenmiş yerlerini kokladı. “Burada geçirdiğin zaman boyunca işlediğin tüm suçları iyice düşün. İlk suçundan başla ve son suçuna dek düşünmeye devam et. Yu Valarfin, gerçekte ne kadar berbat bir insan olduğunu itiraf et. Yakışıklı suratın ardındaki kim?”

Kambur adam kazanın içinde yanan ateşi söndürdü ve Yu’yu mühürlemek için kullandığı çelik sopayı onun içine attı. Sopanın kızarmış ucu, kambur adam hücreden çıkıp Yu’nun görebileceği tüm ışıkları söndürdüğünde parlamaya devam ediyordu.

O kızıl ışık yavaşça sönerken Yu işkencecisinin dediği gibi düşünmeye başladı. İlk suçundan son suçuna dek düşünmek için önünde çok uzun ve korkunç bir zaman vardı.

Ve ilk suçu, anne karnına düşmekti.

“Var oldum,” diye fısıldadı.

Ablaları ona annesinin iyi bir kadın olmadığını anlatmıştı. Hatta ablalarının onu annesine düşman olarak yetiştirdiğini söyleyebilmesi için önünde hiçbir karşı argüman yoktu. Annesinin babasından önce çok fazla birlikteliği olduğunu söylemiş, eski sevgililerinden biriyle babasını aldattığını anlatmışlardı.

Elbette hikâyeyi tamamen Yu’nun bildiği şekilde anlatmamışlardı. Olayları kavrayacak yaşa gelmiş olsa bile ablaları, kardeşlerini kaldıramayacağı kadar üzmemek için gerçeği tüm çıplaklığıyla anlatmayacak kadar kibar insanlardı. Hikâyenin parçalarını birleştirmek ve gerçeği görmek Yu’ya düşmüştü.

Annesi ve babası her evli çift gibi seviştiğinde ve sonucunda annesi bir kez daha hamile kaldığında babası yaşadıkları evin küçük olduğunu, üstelik başka şehirde daha iyi bir iş bulduğunu söylemişti.

Hem yeni doğacak oğullarını yetiştirebilecekleri daha geniş ve güzel bir evde yaşamak hem de daha iyi bir maaşla çalışıp çocuklarına çok daha iyi bir gelecek sunmak isteyen babası, annesini de ikna ederek taşınmaya karar vermişti.

Hikâyede başka şehir olarak geçen yer aslında onlara çok da yabancı sayılmazdı. Babası ve annesi aynı mahallede komşu olarak büyümüş insanlardı ve ikisi de doğup büyüdüğü şehre, memleketlerine geri dönmüşlerdi. Yu’nun babasının bilmediği ya da bilse bile geçmişte kaldığını düşündüğü şeyse Yu’nun annesinin eski sevgililerinden bazılarının hâlâ o şehirde yaşadığı ve onlardan birinin aklında Helen Valarfin’in olduğuydu.

“Eğer ben olmasaydım oraya geri dönmelerine gerek kalmazdı.” Bu yüzden kendini bir suçlu olarak görüyordu. “Annemin rahmine düştüğüm gün en büyük suçumu işledim. Her şey benim yüzümden mahvoldu.”

Gözyaşları daha güçlü akıyordu. Ağlamanın ve eylemleri yüzünden pişmanlık duymanın her şeyi düzeltebileceği bir dünyada yaşamak isterdi.

“SÖYLEMEMİ İSTEDİĞİN ŞEY BU MU!” diye bağırdı boğazını yırtarcasına. “HER ŞEYİN SUÇLUSU BENİM!”

Sesi zindanın karanlık duvarlarında yankılanırken düşünceler onu tekrar esir aldı. Düşünmekten bile öteydi, sanki o zamanları yaşıyordu. Tüm kokuyu, tüm havayı hissediyordu.

“Neden diğerleri gibi yaşayamadık ki?”

Taşındıkları şehirde bu eski sevgililerin tekrar ortaya çıkması uzun sürmemişti. Babasıyla aynı şekilde muhafazakâr bir ailede yetiştirilmiş olan annesi Helen, kocası Yuu kadar sadık bir eş değildi ve ailesinin onu yetiştirme tarzından nefret ediyordu. Helen Valarfin kocası çalışıyorken, ikiz kızları kreşteyken ve yeni doğacak çocuğu karnındayken eski sevgililerinden biriyle tekrar görüşmeye başlamıştı.

Ablalarının da yaşı o dönemde çok küçük olduğu için onlar da hikâyenin tamamını ya sonradan kendi araştırmalarıyla öğrenmiş ya da kalan hatıraları kafalarında parçalar hâlinde birleştirmişlerdi. Hikâyeyi onlardan duyan Yu bu yüzden işlerin tam olarak nasıl geliştiğini bilmiyordu ama kafasında muhtemel senaryoları canlandırması güç değildi. O senaryolar aklına geldikçe var oluşundan ve öz annesinden iğreniyordu. Henüz onun karnındayken Helen Valarfin’in yaptığı şeylerin düşüncesi vücuduna işlenen mühürlerden daha çok acıtıyor ve midesinden yakıcı bir sıvı yükseltiyordu. Kustu.

“Ona dönüştüm,” dedi kusmuk ağzını yakarken. Sonra birlikte olduğu kadınların görüntüsü gözünün önünden geçti. “Neden böyle şeyler yaptım ki? Her şey bu halt yüzünden başlamış olmasına rağmen, bundan nefret etmeme rağmen... Zayıfım...”

Kusmuğun bulaştığı tükürük açık ağzından yere düşerken var oluşundan bir kez daha nefret etti. Tekrar ölmek istiyordu.

“Ama eğer Nefaera beni kurtarmak için gelmiyorsa... Hikâyeyi merak ettiğini söylemişti... Gelmiyorsa kurtulacağım demek... Bu anlama gelmeli... Beni kurtarmak için birileri...”

Olmayacaktı. Onu tanıyan herkesi geride bırakmıştı.

Gözyaşları biraz daha döküldü. Burnunu çektiğinde sümüğü boğazına kaçtı.

“Anne,” diye mırıldandı. Ondan nefret ettiğini söylese de sesinde hiç tatmadığı duyguların hasreti vardı.

Yu’nun doğumundan bir süre sonra annesi eski sevgilisinden hamile kalmış ve ikiz kızlarıyla birlikte yeni doğmuş bebeğini terk ederek evden ayrılmıştı. Ardından evlerine annesinin açtığı boşanma davası için evrakların gelmesi uzun sürmemişti.

Bir de ablaları araştırmaları sonucunda öğrenmişti ki onları terk eden annesi, kızlarını ve bebeğini boşandığı ve mahkemenin velayetlerini verdiği kocasının elinden almak için başka bir dava açmıştı. Dava annesinin hamileliği sürecinde devam etse de sevgilisinin ve yeni kocasının başka bir adamın çocuklarını reddetmesiyle annesi davayı geri çekmişti.

Maalesef bu, babasının çocuklarıyla birlikte yaşadığı ve ailelerinin mutlu olduğu anlamına gelmiyordu. Yuu Valarfin yaşadıklarına dayanamadığı bir gün arkadaşının etkisiyle çok fazla alkol almış ve neden olduğu trafik kazası sonucu hayatını kaybetmişti. Kendisi öldüğü yetmiyormuş gibi bir de kaza sonucunda başka masum insanların da ölmesine yol açmıştı.

Baba tarafından sahip olduğu hiçbir akrabası yoktu ve anne tarafındaki akrabaları da onları istememişti. Çocuklarını almak için ufacık bir çaba gösteren annesi de yeni kocası istemediği için onların çocuk esirgeme kurumuna verilmesine göz yummuştu.

Olayların sonucunda Yu Valarfin henüz bir bebekken yetimhaneye verilmişti ve ablaları bu olduğunda henüz beş yaşındaydı. Büyüdüğü esnada pek çok defa annesinin gelip onları almasını beklemişti. Annesinin gelip onları alacağını umarak yastığa başını koymuş, sabahları o gün annesinin geleceği umuduyla uyanmıştı.

Annesi gelmemişti.

Yu Valarfin de onun hiç gelmeyeceğini zaman içerisinde anlamıştı. Yine de hikâyeyi öğrendikten ve ondan nefret etmeye başladıktan sonra bile yanında olmasını istemişti.

Ama yanında olmamıştı. Yaşarken yanlarında değildi. Yu’nun ablaları başka bir trafik kazasında öldüğünde sadece kızlarının cenazesine gelmiş ve Yu bir sinir krizi geçirerek piç olarak adlandırdığı kardeşiyle birlikte annesini oradan kovmuştu.

Eğer insanlar onu durdurmak ve sakinleştirmek için etrafında olmasaydı o gün öz annesini öldürecek kadar sinirliydi. O günün akşamında kardeşi yalnız başına yanına geldiğinde bile onu öldürmeyi denemiş ama çocuk kaçmayı başarıp hayatını kurtarmıştı.

“Ablalarım sevdiğim tek insanlardı.”

Dilini ısırıp ölmeyi deneyebilirdi, bunu yapmak şimdi aklına gelmişti fakat içinde yükselmeye başlayan öfke bunu boş vermesini ve bağırmasını söylüyordu.

O da bağırdı. “NEDEN!”

Sesi zindanda tekrar yankılandı. Kendinden nefret ediyordu, annesinden nefret ediyordu, babasından nefret ediyordu, piç kardeşinden nefret ediyordu ve dünyada arkasında bıraktığı tüm insanlardan nefret ediyordu.

Karanlık titriyordu, gözlerinden akan yaşları bile titriyordu. Aldığı her nefes vücudunu gördüğü kısa işkenceden daha çok yakıyordu. Başındaki korkunç ağrı geçmişi düşündüğü için onu cezalandırıyordu.

“Eğer hiç var olmasaydım... O kadın öyle biri olmasına rağmen taşınmamış olsalardı... Belki ablalarım mutlu olurdu, yaşarlardı...”

Yaşlarla dolan gözlerini silebileceği hiçbir şeye sahip olmamak, yalnız kalmak ve ağladığı esnada birine sarılamamak korkunçtu. Karanlıktan ve işkenceden bile daha korkunçtu.

Ablaları aklına geldikçe hıçkırarak, höykürerek ağlıyordu. Onların gülüşünün, hayallerinin, sıcak tenlerinin ve atan kalplerinin artık var olmaması ve bunun tek sorumlusunun kendisi oluşu ona tarif edemeyeceği derecede berbat duygular yüklüyordu. Ne bir çocuk ne de bir yetişkin böyle bir durumla sınanmamalıydı.

“Suçu başkasına atmaya ne gerek var ki!” Ağlamak burnunu ve boğazını yakıyordu. “Acaba onlar da düşünmüş müdür? Küçük kardeşleri hiç var olmasaydı bir ailelerinin olacağını söylemişler midir?

Hayatı boyunca kaç gece sabah uyandığında tüm hayatının kötü bir rüya olmasını dilediğini ancak o bilebilirdi. Başını yastığa koyduğu her lanet gecede sabah uyandığında babasının ve annesinin yanında olduğu bir dünya hayal etmişti. Ablalarının ölümünden sonraki geceler de aynı hayaller sürmüş ve sabah uyandığında onların yanında olması için inanmadığı tanrıya dua etmişti. Dualarının hiçbir zaman duyulmadığını biliyordu. Onu duyacak birisinin olmadığını biliyordu.

“Ve ben anneme dönüştüm. Onun yaptığı şeyi yapmayı hayal ettim. Amelia’dan doğacak çocuğumu terk etmeyi düşündüm.” Bir kez daha bağırdı. “İTİRAF ETMEMİ İSTEDİĞİN ŞEY BU MU?”

Sesi bir kez daha zindanda yankılanırken cevabın sadece bu olmadığını biliyordu. İtiraf etmesi gereken pek çok suç vardı. Her birinin sorumlusuydu ve insanların hayatını sürekli ama sürekli, yaşarken aldığı her nefesle daha kötü yapıyordu.

“Belki,” dedi kambur adam.

Onun sesini duymadan önce meşalesinden yayılan ışığı görmüştü. Kambur adam hücresinin parmaklıklarının önündeki gri taş duvarların önüne geldiğinde diğer elinde tuttuğu anahtarı kullanarak kilitlediği kapıyı geri açtı ve içeri girdi.

“Aferin çocuğum,” dedi kıkırdayarak. “İtiraf etmek günahlardan arınmanın ilk adımıdır.”

Meşaleyi duvardaki tutacaklardan birine astığında Yu etrafındaki işkence aletlerini tekrar gördü ve onlardan tekrar korktu. Her birinin üstünde uygulanacağını biliyordu.

“Ama senin günahların o kadar kötü ki... Nasıl bir insan sadece var olarak bile günah işler? Sen sadece acı çekmeyi hak ediyorsun...”

Neyi hak ettiğini o da biliyordu. Bunun söylenmesine gerek yoktu. Yine de istemiyordu. Acı çekmek istemiyordu. Ağlamak istemiyordu. Suçlarının cezasından korkuyordu.

“Yine de tüm günahlarını itiraf edeceksin,” dedi kambur adam. Duvardan yeni bir işkence aleti seçmiş ve eline almıştı. Aldığı alet ucu kıvrımlı olan küçük bir bıçaktı ve deriyi yüzmek için kullanılıyordu. Yu’nun sağ elinin parmaklarına baktı, yaklaştı, yaladı.

“Ne kadar güzel parmakların var, keşke senin kadar güzel olsaydım, kıskanıyorum.” Yu yeniden çığlık atmaya başladığında adam konuşmaya devam ediyordu. “Bir de senin gibilerin meleksi görünüşlerine rağmen karanlığa batmaktan hiç çekinmeyişi yok mu? Beni çok öfkelendiriyor.”

Çığlıklar zindanda yankılandı. Yankılandı. Yankılanmaya devam etti.

-------------------------

28.09.2022 - 21:35

Merhaba. Aslında biraz daha bölüm biriktirmek istiyordum ama Artbreeder'ın yeni özelliğini kullanarak bir Yurine tasarımı oluşturdum ve bunun hatırına bölüm atıyorum :d Sivina'nın tasarımını da yeniledim. Bakmak isterseniz seri ana sayfasındaki karakter tasarımları bölümünden karakter kâğıdına ulaşabilirsiniz.

Eğer okuduğunuz eser hoşunuza gidiyorsa beğenip yorum yaparak destek olursanız sevinirim.

İyi günler & iyi geceler, keyifli okumalar.







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr