Araladığı gözleri kapanmak için ona yalvarırken sarılabileceği bir şey aradı. Battaniyesini uyurken üstünden atmıştı ve sarılmak için onu yerden alması gerekiyordu.
“Bununla uğraşacağıma uyanırım,” diye düşünerek yatakta doğruldu ve gerindi. Boynunu kütletti ve ayağa kalkıp ablaları uyanmış mı diye koridora baktı. Banyodan ya da mutfaktan hiçbir ses gelmediği için hâlâ uyuduklarına kanaat getirdi ki bu doğruydu. Yataktan çıkıp doğrudan tuvalete gitti, klozetin kapağını kaldırdı ve üstüne oturup işerken gözlerini açık durmaya zorladı.
İşedikten sonra penisinin ucunu koparttığı tuvalet kâğıdıyla sildi, kâğıdı attı ve sifonu çekti. Önce ellerini yıkadı sonra da yüzünü. Suyun etkisinin ardından gözleri artık kapalı kalmak için o kadar da uğraşmıyordu. Kapalı pencereleri açtıktan sonra temiz havayı içine çekti ve kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa yöneldi.
Buzdolabını açtığında aklına evde ekmek olmadığı geldi. Kahvaltı hazırlamak veya diğer ev işlerini yapmak neyse de bir şeyler almak için dışarı çıkmaktan hoşlanmıyordu. Tabii sırf dışarı çıkmayı angarya bulduğu için ablalarını ekmek almaya gönderecek değildi. Bugün onların tatil günüydü ve bugünün onlar için iyi geçmesini istiyordu.
Cüzdanını alıp eşofmanının cebine koydu, anahtarlarını aldı ve terliklerini giyerek dışarı çıktı. Kapının önündeki bisikletinin kilidini çözdükten sonra apartmandan indirdi ve üstüne binerek sürmeye başladı. Ekmeği yakındaki bakkaldan alabilirdi fakat dışarı birkaç adımlık yol için çıkmış olmak istemiyordu. Bu yüzden fırına doğru ilerledi.
Yaşadığı sokağı sevmiyordu. Binalar birbirine çok yakın ve çarpıktı, duvarlar inceydi ve mahallesinde genel olarak haz etmediği türden insanlar yaşıyordu. Yine de kirası ucuz olduğu için oradaydılar. Yaşadığı sokağın aksine fırının bulunduğu sokaksa güzeldi. Belediye yolun ortasına ağaçlar ekmişti ve binaları düzenliydi. Sokağın tadını çıkartmak için yavaşladı. Mavi gökyüzünün altında, kuşların cıvıldamasının eşliğinde ilerledi. İki köpek havlayarak onu kovalamaya başlayana dek keyfi yerindeydi.
Kovalanmaya başladığında pedala abandı ve yaşlı bir kadın köpekleri kovarken kendisi fırına daldı. Onu karşılayan yaşlı fırıncı güler yüzden uzaktı. “Hoş geldiniz,” dedi somurtarak. Onu ilk kez görse yakın zamanda başına kötü bir olayın geldiğini düşünürdü fakat adam her sabah böyleydi. Akşama doğru açılıyor ve gülmeye başlıyordu.
“Günaydın,” dedi Yu cüzdanından bozuk para çıkartırken. “İki ekmek. Susamlı varsa onlardan olsun.”
Fırıncı ekmekleri bir kâğıda sarıp poşete koydu ve Yu’ya uzattı. Yu da bozuk paraları fırıncının eline verdi. İyi günler dileyip çıktıktan sonra ekmek poşetini bisikletin direksiyonuna taktı ve evinin yolunu tuttu. Köpeklerle tekrar karşılaşmak istemediği için farklı bir yoldan ilerlemişti.
“Yu!”
Evinin bulunduğu gri sokağa tekrar girdiğinde çok ilerlemeye kalmadan bir arkadaşı tarafından durdurulmuştu. Yüzüne yapmacık bir gülümseme takındı ve Emma’yı selamladı.
“Merhaba, günaydın.”
“Günaydın,” dedi kız. Yu’nun aksine onun gülümsemesi samimiydi. “Ekmek mi aldın?”
“Hayır,” diye cevap verdi Yu. Poşetin içindeki ekmekler açıkça gözüküyordu.
Emma güldü ve omzuna vurdu. Yu bu etkileşimden hem hoşlanmıyordu hem de görünüşü onu etkilediği için hoşuna gidiyor, kendisiyle gurur duyuyordu. Kız sırtını döndü ve uzun siyah saçlarını ona gösterdi. Balıksırtı örülmüştü. Yu da aynı örgüyü ablalarına sıklıkla yaptığı için adının ne olduğunu biliyordu.
“Hoşça kal o zaman,” dedi ayağını pedalın üstüne koyarken.
Emma bisikletin direksiyonunu tutup hareket etmesine engel oldu. “Ne kaba bir adamsın sen! Övmen için saçımı gösteriyorum. ‘Güzel olmuş’ demek bu kadar zor olmamalı.”
Güzel olmuştu ama neden ona iltifat etmesi gerektiğini anlayamıyordu. İçinden ona iltifat etmek gelmemişti ve kendisi çok daha güzelini örebiliyordu.
“Senin istemenle gelen iltifatın ne önemi var ki?” diye sordu, eve dönmek için sabırsızlanıyordu. “Neyse, hoşça kal.”
Emma’nın ondan ne istediğini biliyordu. Onunla sohbet etmek, ondan iltifat ve sorular almak istiyordu. Yu ise bunların hiçbiriyle ilgili değildi. Onun güzel bir kız olduğunu görebiliyordu fakat içerisinde en ufak bir romantizm kırıntısı yoktu. Basit bir çocukluk arkadaşıydı.
Pedala bastı ve bu sefer Emma onu durdurmadı. İlerlerken başını kaldırıp evinin balkonuna baktığında ablası Myu’nun onu izlediğini gördü. Elini kaldırıp selam verdi ve apartmanın önüne geldiğinde bisikletten inip apartmanın içine taşıdı. Bisikletinin çalınmaması için doğalgaz borusuna bağlarken ablası kapıyı açtı.
“Kahvaltı neden hazır değil?” diye sordu gülerek.
“Sana da günaydın,” diye karşılık verdi Yu. Ablası ekmekleri onun elinden alırken yanağından öptü. Öpücük biraz daha mutlu olmasını sağlamıştı. Ablaları sahip olduğu tek gerçek aileydi ve onlara duyduğu sevgi bu dünyadaki diğer herhangi bir şeye duyduğu sevgiyle karşılaştırılamayacak kadar yüksekti.
Kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa girdiğinde Myu ablasının zaten hazırlamış olduğunu gördü. Ekmekleri poşetten çıkartıp masaya koydu ve onları dilimlemek için çekmeceden uzun bir bıçak çıkarttı.
“Ryu’yu uyandır,” dedi ablası.
“Tamam.”
Mutfaktan çıkıp koridora girdi, oradan da ablalarının odasına gitti. Ablaları aynı yatakta yatıyordu ve Yu bunun inanılmaz derecede tatlı olduğuna inanıyordu. Myu’nun uyuduğu kısımda yorgan açılmıştı ve Ryu yatağın diğer tarafında yüzünü yatakta olmayan kardeşine dönmüş şekilde uyuyordu.
Onu uyandırmak için seslenecekti fakat bundan daha güzel bir yol vardı. Ona seslenmek yerine Myu’nun yattığı tarafa geçti ve yatağa uzandı. Ablası gerçekten harika bir güzelliğe sahipti. En nihayetinde soyadı Valarfin’di ve tanıdığı tüm Valarfinler, yani kendisi ve ablaları güzeldi. Yu bu ismi taşımanın güzellik gerektirdiğine inanıyordu.
Tıpkı ikiz kardeşi ve küçük kardeşi gibi yumuşak kahverengi saçları vardı. Uyuduğu için saçları dağılmıştı ve Yu her zaman bu dağınıklığı taranmış hâlinden daha güzel buluyordu. Yu gibi uzun kirpiklere, güzel bir burna ve muhteşem bir gülümsemeye sahipti. Evet, güzel bir rüya görüyor olacak ki uyurken gülümsüyordu.
Yu bu manzaraya bir son vermek zorunda olmanın acısını yaşasa da bunu sonsuza dek sürdüremezdi. Onu uyandırması gerekiyordu. Burada uyuma isteğini bastırarak ablasına seslendi.
“Abla,” dedi. Tabii ki ablası ilk seferde uyanmamıştı. “Abla, uyan.”
Onu kibarca dürttüğünde ablası Yu ile aynı renkteki ametist gözlerini araladı. Her gün aynaya baktığında kendi gözlerinin güzelliğine hayran kalıyordu ama ablalarının gözlerinin ayrı bir güzelliği vardı. Yu ailesinin tüm renklerini babasından aldığı için memnundu. Annesinden hiçbir renk almamış olmak onu sakinleştiriyordu.
Ryu Valarfin, ikiz kardeşlerden büyük olanı, karşısında Yu’yu gördüğünde ona bir öpücük gönderdi. Yu uzaktan gördüğü öpücükten yeterince memnun kalmayarak ablasının yanağını öptü ve yatağın üstünde doğruldu.
Sevgi dolu bir şekilde “Günaydın,” dedi ablasına.
“Günaydın,” dedi ablası elleriyle saçlarını başının arkasında toplarken. “Yanıma uzanmak için Myu’yu yataktan mı kovdun?”
“Aranıza uzanmayı tercih ederim.” Yataktan çıktı ve ablasına baktı. “Kahvaltı hazır, seni bekliyoruz. Ekmek aldım sıcacık.”
Gerinen ablasını arkasında bıraktı ve mutfağa geri döndü. İki dakika sonra Ryu yanlarına geldi ve üçü birden masaya oturup kahvaltıya başladılar. Yu kendi ekmeğine çikolata sürüyordu.
“Ryu~ Bu çocuk yine kızlarla fingirdeşiyor,” dedi Myu ikiz kardeşine. Yu oflamıştı. Ablası durumun öyle olmadığını bilmesine rağmen kardeşinin utanmış hâlini görmek istiyordu. “Az önce dışarıdan gelirken gördüm. Yine komşunun kızını almış karşısına gülüşüyor. Ne kadar iffetsiz bir delikanlı oldun sen böyle?”
Ryu birkaç kez dilini şaklattı. “Olmaz öyle şey, o kıza Yu’mu bırakmam. Sen bunun lafına bakma, istesen de kanatlarımızın altından uçamazsın.”
Ryu, Yu’nun çenesini okşadı ve dudağının kenarına bulaşmış çikolatayı parmağıyla sildi. Yu ablasının sözlerini mutlulukla karşılamıştı. Bir erkek olarak karşı cinse ilgi duysa bile ablalarının masum ve akıllı kardeşi olmak ona yetiyordu.
“Evet, ne yapıyoruz?” diye sordu Myu. “Ablalarının gönlünü hoş etmek için bugün bir şey düşündün mü? O dizinin finalinden sonra bozulan moralimizi düzeltmen gerek.”
Ablaları onun için çalışıyordu ve Yu da onları mutlu etmek istiyordu. Henüz ekonomik özgürlüğünü kazanamadığından onlar için yüksek maddiyat gerektiren şeyleri yapamazdı ama küçük etkinliklerle onları eğlendirebilirdi.
“Hayatımda gördüğüm en berbat dizi finaliydi. Hatta sadece dizi değil, izlediğim ve okuduğum her şey içerisinde gördüğüm en kötü sondu,” dedi Ryu, o da kardeşine katılıyordu. “Ben anlamıyorum böyle şeyleri hangi akla hizmet onaylayıp gerçekleştiriyorlar. İnternette de herkes yerin dibine gömmüş.”
Yu başını sallayarak onayladı. “SJW saçmalığına battıktan sonra zaten diziden zevk almayı bırakmıştım. Finali için beklentim olmadığından fazla umrumda olmadı.”
“Kadın düşmanı mısın da beğenmedin?” diye sordu Ryu, dalga geçiyordu.
“Evet, kadın düşmanıyım; cinsiyetçiyim,” dedi Yu. Çatalını bu sefer zeytine batırdı. “Şu şey güzel olan her şeyi alıp kötü bir hâle sokuyor. Amerikalıların da dediği gibi, don’t fix if it’s not broken. Asıl materyale sadık kalmak bu kadar zor olmamalı.”
“Puff~ Asıl materyalin hedef kitlesi dar,” dedi Myu. Konuşmak için lokmasının bitmesini beklemişti. “Farkındalık falan yapımcıların umurunda değil. Böyle yapınca daha fazla kitleye ulaşıyor ve daha fazla para kazanıyorlar. Gelecek yıl bugünün tüm değerlerine hakaret eden bir akım türese ve iyi para getirse, bugünün SJW yapımcıları geçen sene yaptığı şeyleri unutup o akımın peşinden gider.”
Doğru söze karşı Yu’nun diyecek hiçbir şeyi yoktu. Tekrar başını sallayarak ablasını onayladı. Bir süre kahvaltılarını ettiler ve bir şey konuşmadılar. Sonra aklına ablasının ona sorduğu soru geldi, bugün için düşündüğü bir şey vardı.
“Sinemaya gidelim mi?”
“İzlemek istediğin bir film mi var?” diye sordu Myu.
Ryu dudaklarını büzdü. “Bilgisayardan izlesen olmuyor mu?”
Yu tepkilerini çok cansız bulmuştu. Bardağına su doldururken fikrini anlattı. “Yani şehir dışına çıkmayacaksak burada aklıma gelen tek aktivite sinema... Başka ne var ki? AVM’de gezebiliriz isterseniz ama benim hoşuma gitmiyor. Geçen hafta pikniğe gittiğimizden farklı bir şey olsun istedim.”
Yaşadıkları yer pek harika olmadığı için yakınlarda yapabilecekleri aktiviteler sınırlıydı. Şehir dışında büyük bir akvaryum vardı fakat oraya giden minibüsler her zaman ağzına dek dolu oluyordu ve akvaryumun biletlerine zam gelmişti.
“Ne izleyeceğiz ki?” diye sordu Ryu.
“Bilmiyorum, zaten amacım birlikte bir şey yapmış olmak. Orada gördüğümüz herhangi bir filme gireriz.”
Myu teklifi kabul etti, onun da aklına bu şehirde yapacak başka bir şey gelmiyordu. “Minik kardeşim böyle istiyorsa gidelim bakalım ama bizi korku filmine sokup elimizi tutmaya çalışma. Senin bildiğin kızlardan değiliz.”
Ryu alaycı şekilde ikiz kardeşinin esprisine güldü. Böylece üç kişilik Valarfin ailesi, ailelerinin sonu olacak felakete doğru yürümeye karar vermişti. Eğer o güne geri dönebilseydi dilini kesmeyi, o teklifi yapmaya yeğlerdi.
***
“Böyle oldu...” Konuşurken ağlıyordu. “Böyle öldürdüm. Sonra, ben... IaaAAAHHH!”
Göğüs uçları da ondan alındığında karnının üstünde eski vücuduna benzer hiçbir şey kalmamıştı. Tırnakları çekilmiş ve derisinin büyük bir bölümü yüzülmüştü. Vücudunda sayısız kesik ve delik vardı. Kambur adam daha önce işkence yaptığı yerlerin üstünde bile tekrar ve tekrar çalışmış, Yu’nun gövdesindeki her bir sinirin acıyı beynine ilettiğine emin olmuştu. Belinin üstünde işkence edecek yer kalmadığında etinden parçalar kopartmaya başlamıştı.
“Sonra ne oldu?” diye sordu kambur adam. İşkence için farklı bir alet seçmek için Yu’nun önünden ayrılmıştı. Yu başını kaldırıp onun seçeceği alete bakacak güçten yoksundu.
“İçtim,” dedi Yu. “O zehri içtim. Ablalarımı öldürmesine rağmen ben... Kaçmak için... Ablalarımın katilinden farkım yok, onların katili benim.”
Hatırlamak işkenceden daha çok acıtıyordu. Her şeyin normal başladığı bir gündü. Önceki tüm günlerinden farksızdı. O gün öyle bir kaza yaşanacağını bilmesi mümkün değildi fakat yaşanmıştı.
Eğer o gün o kaza yaşanmamış olsaydı şu anda kendi dünyasında, bu kadar acı çekmemiş bir şekilde ablalarıyla birlikte mutlu bir hayat sürmeye devam ederdi. Eğer o gün evden çıkmayı hiç önermemiş olsaydı ablaları toprağın üstünde, kalpleri atarken ve kanları damarlarında dolaşırken sıcak ve canlı olurdu. Her şey onun suçuydu. Her şey Yu Valarfin’in suçuydu. Öz ablalarının katiliydi.
“Öldür beni,” diye yalvardı göğsünden kan akarken. Acı yakıyordu. “Öldür beni, hatırlamak canımı yakıyor. Öldür, yalvarıyorum. Yaşamak acı veriyor. Nefes almak istemiyorum. Lütfen, lütfen...”
Kambur adam eline abartılı büyüklükte bir bıçak alıp önüne gelirken gülümsedi, dişlerinden birini geçen süre içerisinde kaybetmişti. Yu buraya geldiğinden beri kaç gün, hafta ya da ay geçtiğini bilmiyordu. Belki de yıllar olmuştu ama o bunun farkında değildi. Burası her zaman karanlıktı ve kambur adamın onu kaç defa ziyaret ettiğini hatırlamıyordu.
“Ölmek senin için bir ceza olmaz ki,” dedi kambur adam. “Kendi annenin ve babanın ayrılmasından sorumlusun, babanın katilisin, ablalarının katilisin ve kim bilir gelecekte daha kaç cinayet itiraf edeceksin. Tüm bu yaptıklarından sonra basitçe ölmen, sence senin için yeterli bir ceza mı? Sen tarihin gördüğü en aşağılık katiller arasındasın.”
Haklıydı. Dünyada olsa çoktan ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilmiş ya da idam edilmiş olurdu. Burada bu kadar süre dışarıda dolaşabilmesi bile mucizeydi.
“Ölmeyeceksin, en azından benim ellerimden,” dedi kambur adam. O esnada elinde tuttuğu meşaleyle uzun boylu bir kadın içeri girdi. Bir elfti. Türünün diğer üyeleri gibi uzun sarı saçlara ve yeşil gözlere sahip, Yu’nun gözünde güzel bir kadındı. Demir kapıyı arkasından kapattı ve kambur adamın yanına geçip Yu’nun yüzüne baktı. Ona karşı herhangi bir empati duymadığı belliydi.
“Senin için bir şifa büyücüsü buldum.” Ucube işkenceci elindeki bıçağı Yu’nun karnına yavaşça saplarken Yu’nun çığlıkları yükseldi. “Sen ölme diye, tabii ki. Güzel hanımefendi yaralarını iyileştirecek. Yoksa bir süre sonra eğlenceli olmayı bırakırsın.”
Yu’nun karnı yarıldıktan sonra bağırsakları sökülmeye başlandı. Artık ablalarıyla ilgili anıları yoktu ve duygusal acı kaybolmuştu. Onun yerine vücudunun yanmasıyla yarışacak fiziksel bir acı tüm bedenini ve zihnini kapladı.
Sağ kolu zincirden kurtulmaya çalıştığı için yara içinde kalmıştı ve bileğinden akan kan yere damlamadan önce koltuk altına dek süzülüyordu. Sol kolu ise zincirden kurtulmayı bir türlü başaramıyordu. Oysaki bunu başarabilse kambur adamın kafasını tutup parçalayabilirdi.
İşkence, Yu acıdan bayılana dek devam etti. Daha sonra ayılması için kambur adam ona özel bir ilaç içirdi ve Yu bilinci açık bir şekilde her bir saniyenin acısını tekrar hissetti. Kambur adam onun ölümün sınırına geldiğini düşündüğünde elf ile birlikte bağırsaklarını topladı ve elf şifa büyüsüyle Yu’yu iyileştirmeye başladı. Gördüğü en etkili şifa büyüsü olduğunu söyleyebilirdi ama vücudunda rahatlama hissetmiyordu. Kambur adam acının devam etmesi için yeni bir işkence aleti seçtiğinden sıradaki şeyin korkusu göğsünü patlatacaktı.
Elf onu iyileştirdiğinde karnı hiç yarılmamış gibiydi. Elf geri çekildi ve kambur adam yeni bir aletle geri döndü. Uzun ince bir hançerdi. Şövalyelerin devirdikleri rakiplerini öldürmek için kullandıklarından biriydi.
Yu’nun muhteşem denecek kadar güzel iki gözü vardı ve ucube işkenceci sayıyı bire düşürmek üzereydi.
-------------------------
07.10.2022 - 21:30
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..