Uyandığından beri tahminince birkaç dakika geçmişti fakat
gözlerini kapalı tutmuş, başını kaldırıp yeni evlendiği kocasına uyandığını
göstermektense uyuyor taklidi yaparak ne yapacağını görmek istemişti. Onun
uyumadığını ise biliyordu, gözlerini araladığı zaman anlamıştı.
Sarıldı, biraz daha sıkı sarıldı. Sol kolu sert ve çirkindi fakat Yu’ya ait olduğu için seviyordu. Geri kalan yerleri ise harikaydı. Kasları sıkı ama teni yumuşaktı, dokunması ve elini yüzeyinde gezdirmesi içini gıdıklıyor, olumsuz duygularını söküyordu.
Üstüne çıktığında abarttığını kabul ediyordu. Uyandığını anlayacağını düşünmüş ve günaydın öpücüğü beklemişti. Aldığı şeyse Yu’nun sağ kolunun beline dolanmasıydı. Onun kolunun altında olmak, birine ait olduğu hissini yaşatıyordu ve öyleydi de; her şeyini kocasına sunmuştu.
Sıcak nefesinin kulağına vurmasına izin verdi. Hiçbir zaman yeterli gelmezdi ama kalkma zamanının geldiğine karar verdiğinde gözlerini açtı, başını kaldırdı ve altındaki güzel yüze baktı. Mor gözler, göz kapaklarının altında gizlenmişti ama uyanık olduğunun farkındaydı.
“Günaydın,” dedi ellerini yüzüne götürüp yanaklarını okşarken. Başparmaklarını onun pembe dudaklarının üstüne getirdi ama tekrar öpmeden önce aklına gelen huzursuz edici bir his tarafından durduruldu.
Onu kendisinden önce kaç kişinin öptüğünü merak etti. Onun değdiği dudaklar daha önce kaç kişiye değmişti? Böyle şeyleri düşünmemesi gerektiğini biliyordu, düşünmek de istemiyordu ama bir anda rahatsızlık veren fikriler başının içini doldurmuştu.
“İlk sendin,” dedi Yu ve ellerini tuttu. Aklından geçenlerin bu kadar kolay belli olması utandırıcıydı. “En azından canlıyken beni ilk öpen sendin. Yurine kabul etmemişti ama beni öldürdükten sonra canlandırmak için Rie’nin-”
Parmaklarını ağzına bastırarak konuşmasına engel oldu. Sonra dudaklarını zorla araladı ve iki başparmağını da ağzının içine soktu. Zaten başka kadınlarla birlikte olmasından tiksiniyordu ve şimdi başka bir kadınla öpüşmelerini dinlemek istemiyordu. Eğer duyduğu aşk olmasaydı buna katlanmazdı.
“Yapma, ilk günümüzde bir başka kadının adını ağzına alma.” Sesi sert çıktığında odanın havası da sertleşmişti. Yumuşatmak için gülümsedi ve “Kıskanç biri olmaya karar verdim,” dedi.
Eskiden neler söylediğini, Cornelia hakkında nasıl düşündüğünü hatırlıyordu hatırlamasına lakin yüzüğü taktığında işler bir anda farklı bir hâle bürünmüştü. Şimdi düşüncelerinin ne kadar çocukça olduğunun farkındaydı. Büyümüştü ve onun başka kızlarla yaptığı her şeyden iğreniyordu.
Asmaorman’ın Kraliçesi hakkında da bir şeyler söylemişti. Onu kendine âşık etmekten bahsetmişti. Bunu yapmak zorunda olmamasını istiyor, yapmak zorundaysa da neler yapacağını aklından geçirmek dahi istemiyordu.
“Konuşmamız gereken birkaç şey daha var,” dedi Yu. “Her şeyi bilmen gerekiyor. Daha sonra neler olacağına karar verirsin. Ben bir şeylerin kararını vermekten yoruldum. Verdiğim kararlar hiçbir şeyi daha iyi yapmıyor.”
Öptü. Dudaklarını bastırdı ve bir süre son öpücükleriymiş gibi üstünde tuttu. “Buradan ayrılacak ve Brahatul’a gideceğiz, çok uzun bir yol olacak ve yol bize konuşmamız için bolca zaman verecek. Anlatmak istediklerini şimdi dinlemek istemiyorum, şimdi olmaz. Görevimizi biliyorum ama şimdi tek istediğim sensin. Kocamın tadını çıkarmak istiyorum.”
Burnunu boynuna dayadı ve kokusunu içine çekti. Genel tabloya bakınca aceleleri olduğunu biliyordu ama yaşanan tüm o şeylerden sonra kısa bir an için bile olsa mutluluğu hak ettiğini düşünüyordu.
Hem konuşmayacak olmaları, işlerini aksatacakları anlamına da gelmiyordu. Hemen bugün yola çıkacak ve görevlerini tamamlamak için mümkün olduğunca hızlı hareket edeceklerdi. Yu ona bir şeyleri ha bugün söylemişti ha sonra, fark etmezdi.
Yu karısını iki koluyla da sardı ve gümüş saçlarını okşadı. Yola gelmesi memnun ediciydi, bu sayede evli bir insan olarak uyandığı ilk anı zevk içerisinde geçirecekti.
“Biliyor musun?” diye sordu. “Buradan ayrılmayı hiç istemiyorum.”
Onu okşamaya devam eden Yu cevapladı. “Biliyorum.”
Yu’nun Rolderhelm’de basit bir manav ya da onun gibi bir şey olmasını isterdi. O da tabii ki onun karısı olurdu. Gerektiğinde dükkânına gidip yardım ederdi ama genel olarak çocuklarını büyütmekle ilgilenir, evin işlerine bakardı.
Basit bir hayattı, heyecan yoktu ama mutlu olurdu.
Emmeye başladığı boynundan dudaklarını ayırdı ve “Keşke bir manav olsaydın,” dedi. Sonra tekrar boynunu emmeye başladı. Bunu neden yaptığını bilmiyordu, içinden gelmişti ve dilini teninin üstünde gezdirmesi ağzına hafif tuzlu, güzel bir tat getiriyordu.
“Benden bir kahraman olmamı istersin diye düşünüyordum,” diye bir itirafta bulundu. “Tüm kadınlar böyle ister diye düşünürdüm ama manavlık daha kolay gözüküyor. Eğer isteğin buysa olabilir.”
Sivina dudaklarını tekrar Yu’nun boynundan çekti ve dilini şaklattı. “Kahramanlar ölür.” Yanağından öptü. “Ölmese bile karılarından uzağa gider ve cesaretlerini kanıtlamak için hayatlarını tehlikeye atarlar.”
Bir leydi olmak ve cesur bir kahramanla aşk yaşamak kulağa güzel geliyordu. En başta destansıydı ve hikâyelerin pek çoğunda böyleydi. Neredeyse tüm hikâyelerde böyle bir kahraman düşmanı yenerek evine döner ve leydisiyle evlenirdi ve hikâye tam da burada biterdi.
Ama eline bir defa kılıcı alan adam onu kolay kolay bırakmazdı. Sivina bunu kardeşlerinden biliyordu, babasından biliyordu. Annesi pek çok defa ona savaşa gitmemesi için yalvarmıştı fakat Arthur Ecues’in iki karısı vardı. Biri Edith Ecues’ti, diğeri ise belinde taşıdığı kılıç. Bir insan olan karısının ihtiyaçlarını nasıl gideriyorsa kılıcının ihtiyaçlarını gidermek için onu sık sık kana buluyordu.
Aklına bir denizci şarkısı geldi. Şarkıda denizci genç sevgilisine onun hayatının denizde olduğunu söylüyor, bu yüzden buluştukları her seferinde veda edip aylarca ayrı kalıyordu.
“Bir kahraman istemiyorum; bu hayatta beni yalnız bırakacak cesur ve ölü bir adamdansa benimle birlikte yaşayacak korkak ama canlı adamı tercih ederim. Cesaretini kimseye kanıtlamak zorunda değilsin. Güçlü olmak zorunda değilsin. Yanımda olman yeter.”
Onu öpmeye ve emmeye devam ederken Yu sözlerin haklılığına boyun eğmiş gibi sustu ve dudaklarının emilmesine izin verdi. Daha fazlasını yapmak istiyordu. Dün gece onun her yerini öpen kocasının her yerini öpmek istiyordu. Boynundan göğsüne kadar dilini gezdirdi, oradan göbeğine indi. Kasıklarına gitmesine Yu’nun kelimeleri engel oldu.
“Öyle bir adam seni koruyamaz.”
Ondan daha güçlü olduğu için ilkel arzusunu eğlenceli ve tatlı bulmuştu. ‘Gerekirse ailemizi ben korurum’ cevabını yapıştıracaktı ki geçmişteki ezici mağlubiyetleri aklına gelir gelmez yüzü düştü.
“Bunu istemiyordum işte, ilk sabahımızda üzülmek istemiyordum.”
Kanunların işlediği düzgün bir ülkede, düzgün bir şehirde sakin bir hayat yaşıyor olsalar ailelerinin güvenliği için endişelenmek zorunda olmaz ve kendi hayatların güzelce yaşayabilirlerdi.
Maalesef öyle bir yerde değillerdi. İç savaşın ortasındaki bir ülkedeydiler ve dünyanın en sevilmeyen ülkelerine yolculuk etmeyi planlıyorlardı. Çıktıkları macera öyle basit bir iş de değildi. Rolderhelm’den ayrıldıklarından beri sürekli başlarından büyük işlere bulaşıyor, onlardan daha güçlü düşmanlara kafa tutuyorlardı.
Sivina, Yu’yu koruyabilirdi ama onu kim koruyacaktı? Yu mu? Yu’nun sadece kendini koruyacak kadar güçlü olması bile Sivina için yeterli olurdu ama güçlü olmadığını biliyordu. Yürüyecekleri yol zayıflığı kabul etmezdi.
“Bir görevim var,” dedi Sivina’yı daha sıkı sarıp altına alırken. “Bana bunu bitirmemde yardım et, ben de senin hayalindeki adam olacağım. Manav, kasap, çiftçi… Her ne istersen o olurum.”
Onu öpmek ve yalamak istemişti ama tekrar öpülen kişi konumuna düşmüştü. Gelen her öpücük kalbini biraz daha hızlandırıyor, dudaklarının arasına aldığı göğüs uçlarını emip çektikçe yüreği sökülüp dudakları arasında kaybolacak gibi oluyordu.
Fethedildiğini kabul ederek kendini yeniden ona bıraktı.
***
En nihayetinde karşısındaki adam kocası olduğu için onun önünde çıplak olmak utanç verici değildi ama diz çökmüş ve Yu’nun içine ektiği tohumları mana yardımıyla temizlerken izlenmenin hoşnut edici olduğunu da söyleyemezdi.
Bacaklarının arasından akan meni bir mendilin üstüne düşerken gözü yataktaki kırmızı lekeye kaydı. Dün ondan akan kandı ve bekâretini Yu’ya verdiği anlamına geliyordu. Ona vermekten memnun olduğu kadar onunkini alamamaktan ötürü kızgındı. Yine rahatsız hissetti, öfkelenmek ve Yu’ya vurmak istedi ama kendini bastırdı.
“Keşke o gün daha ileri gitseydim,” diye düşündü onu öptüğü banyo aklına geldiğinde.
Onun başkalarıyla birlikte olduğunu düşünmek istemiyordu. Aklından böyle şeylerin geçmesini istemiyordu. Bu fikirler onu delirtiyordu.
Mendilin üstüne akan beyaz sıvıya baktı. Onun başkalarının içine ekilmiş olması onu sinirlendiriyordu. Hepsini kendisi için istiyordu. Durumunu sapkınlık diye tanımlasa da kendini bunun doğal olduğuna ikna etmeye çalışıyordu.
“Beni güzel bulman ve bakman iyi hissetmemi sağlıyor ama bu durumdayken izlemesen olmaz mı?”
“Özür dilerim.”
Başını eğdi ve yere baktı. O esnada Sivina hangisinin daha iyi bir koca olacağını merak etti. Duygusuz birine dönüşen ve tüm evlilikleri boyunca aynı suratı takınan Yu mu yoksa içten içe hiçbir samimiyet beslemese de mutluymuş taklidi yapan Yu mu? Hangisini isterdi? Onun gülümsemesini istiyordu ama samimi olmamasından endişe ediyordu.
“En azından sevişirken yüzünde tutku görebiliyorum.”
“Sivina,” dedi Yu yere bakmaya devam ederken. “Hamile kalırsan…”
İçindekileri temizlemeyi bitirmişti. Normalde bunu yapmak çocuk olmasını ne kadar engellerdi bilmiyordu fakat El halkının ufak bir yeteneği spermleri veya yumurtayı dışarı atarak hamile kalma şansını düşürüyordu. Bunu manayla desteklemekse annesinin o ergenliğe girdiğinde nasıl yapılacağını öğrettiği bir şeydi. Yıllar önce kendi yumurtasını dışarı atmak suretiyle yaptığı iki denemenin ardından ilk kez bunu kullanıyordu.
“Aptal,” dedi samimice. “İlkinden sonra değil de ikinciden sonra mı bunun hakkında endişeleniyorsun?”
Geçmiş deneyimlerinden ötürü ona kızgın olduğu için uğraşmak istiyordu, sahiden endişeli olduğunu gördüğündeyse vazgeçti.
Onlardan hoşlanmasa da Elhaven’de ‘iffetsiz’ diye adlandırdığı birkaç kadınla tanışmış ve erkeklerin konu bacaklarının arasına geldiğinde düşünmeye ara verdiğini, iş bittiğinde düşünmeye kaldıkları yerden devam ettiklerini duymuştu. Yu bu sözlerin doğruluğunu kanıtlamıştı.
“Hamile kalmayacağım,” dedi. “Eğer kalırsam kocakarı iksiri hazırlarım,” diye devam edecekti ama bunu ona söylemenin iyi bir fikir olmadığına karar verdi. Yu çocuk düşürmeyi bir başka cinayet olarak görecekti ve Sivina da ondan çok farklı düşünmüyordu. Yine de Yu içinse yapardı.
“Peki.”
“Yine de istersen daha dikkatli olabiliriz.”
“Evet.”
Ayağa kalktı ve giyinmeden önce son kez sarıldı. Yalnızca çıplak tenlerinin birbirine temas etmesi dahi mutlu olmaları için yeterliydi ve onun yanında uykuya dalabilmek için gece olmasını sabırsızlıkla bekliyordu. Yu ile seviştikten sonraki uykusu hayatının en tatlı uykusu olmuştu ve aynısını tekrar tekrar yaşamak onun için bir amaç olmaya doğru evriliyordu.
“Seni seviyorum,” diye fısıldadı kocasının kulağına.
Onu koklamak, onu sevmek, ona yakın olmak istediği şeylerin yarısıydı. Şimdi istediği şeylerin diğer yarısına ulaşmak için çabalayacaktı ki gerçekten zor olacaktı. Önlerindeki yol uzun ve korkunçtu.
“Ben de… Seni seviyorum…”
Mor gözlerine baktı. Kelimeler mutlu etmesine mutlu etse de kocasının gözlerinde daha fazla duygu görmek istiyordu. Gözlerinde yeterince ışık yokken kelimeler kuru kalıyordu.
Kelimeleri ıslatmak için dudaklarını öperken duygusuzluğu yüzünden Yu’ya kızgın değildi. Başına gelenlerin zor olduğunu biliyordu ve onun düzelmesi için zaman gerektiğinin farkındaydı. Sabredecekti, tekrar tanıştıkları ilk zamanlardaki gibi gülmesi için çalışacaktı.
Ve belki çalışmaktan daha fazlasını yapacaktı. O gülümsemenin umuduyla yaşayacaktı.
Yu giyinmeye başladı. “Kahvaltıdan sonra yolculuk için hazırlanıp ve öğlen olmadan yola çıkmamız senin için uygun olur mu?”
“Öyle yaparız.”
Giyinmek için kıyafetlerini koyduğu sandalyenin üstünden alan Yu’yu seyretti. Bir zamanlar insanlara ne yapmaları gerektiğini zevkle söyleyen kibirli gencin yerinde yeller esiyordu ve itaatkâr bir adam onun şekline bürünmüştü.
Bundan hoşlanmış mıydı? Cevabından emin olmadığı sorulardan biriydi. Yu’nun dediği her şeyi yapmaya hazır olması gönlünü okşuyordu; elinin altında çok sevdiği ve tamamen ona ait olan bir evcil hayvan var gibiydi.
Fakat bu evcil hayvana talip olmaya hazır pek çok kişi vardı ve evcil hayvanın kendisi bile bir başka sahibi daha olması gerektiğini söylüyordu.
Asmaorman’ın Kraliçesi denen kişiyi hiç görmese de ondan nefret ediyordu. Bu yüzden Yu’nun basit bir adam olmasını istiyordu. Bir esnaf böyle işlerle uğraşmak zorunda kalmazdı. Eğer öyle olsaydı karmakarışık hâle gelmiş düşüncelerin arasında acı çekmezdi.
Giyindikten sonra Yu’nun kıyafetlerini düzeltti. İkisinin de sağlam kıyafeti olmadığı için Ayulke’nin verdiklerini giymişlerdi. Rahat ya da kaliteli değildi ama ellerinde bunlar vardı.
“Bir esnafın karısı daha iyilerini giyemezdi ne de olsa.”
-------------------------
10.01.2023 – 10.01
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..