Cilt 5 - Bölüm 2: Salderough 2 (2/2)

avatar
272 3

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 2: Salderough 2 (2/2)


Ağaçlık alanı geçtiklerinde tarlalara geldiler. Buğdayların arasından ilerleyip güneşin doğduğu yöne gidiyorlardı. Ara sıra güneşin önüne geçip üzerlerine gölge düşüren bulutlar şimdi uzaktaydı.

 

“Ayulke’ye para verdin mi?”

 

“Evet,” dedi Yu. Sivina’nın dizini okşuyordu. “Parayı almayı reddetti, bunu para için yapmadığını söyledi. Israr edince miktarın yüksek olduğunu söyledi ama daha azını vermeyi teklif ettiğimde tekrar reddetti. En son o bakmazken torununa verdim. Umarım kadına verir.”

 

“Neden vermesin ki?”

 

“Çocuk olduğu için. Çocukların ne yapacağı belli olmuyor.”

 

O kadının torunuyla vakit geçirmemişti ama paranın ne olduğunu bilmeyecek kadar küçük gözükmüyordu. Saklamak yerine babaannesine verirdi.

 

“Canavarsın demek,” dedi ilerlemeye devam ederken. Güneşin tepeye ulaşmasına birkaç saat vardı ve hesaplanandan erken yola koyulmuşlardı. Yine de hâlâ köye bağlı tarlaların içindeydiler.

 

Yu karısının dizini okşamayı bırakıp kolunu beline doladı. Sivina bir an önce gecenin gelmesini ve tekrar onunla sarmaş dolaş olarak uykuya dalmak istiyordu.

 

Ve uykuya dalmadan önce başka şeyler yapmak.

 

“Ne desem bilemiyorum. Öyleyim, özür dilerim. Bir canavarın karısı olmaktan memnun musun?”

 

“Bir canavarın karısı olmak istemiyorum.” Sivina beline dolanan kolun sıcaklığın hissetti. “Yu Valarfin güzel bir insan ve onun karısı olmaktan memnunum. Bir canavar olup karını yalancı çıkarmak da bir insan olup karını mutlu etmek de senin tercihin.”

 

Yu’dan beklentileri vardı. İyi bir adam olmasını, başarılı olmasını, onu mutlu etmesini bekliyordu. Karısını, diğer her şeyin üstünde tutan bir adam olmasını bekliyordu.

 

“Kendini küçük görme,” diye devam edip bir öpücük daha aldı. Olabildiğince yılışık bir ilişkiye hayır demiyordu. “Kızlar aşağılık kompleksli erkeklerden veya kötü çocuk tavırlarından hoşlanmaz. Ben ne olursa olsun seninle birlikte olurum ama yine de hoşlanmazlar.”

 

Yu, Sivina tarafından küçük görme olarak algılanan bir hırıltı çıkarttı. “İkinciden hoşlandıklarını kanıtlayabilirim,” dedi. “Ama bunun için kelimeleri harcamaya değmez.”

 

Nasıl kanıtlayacağını merak etmemişti. Sohbet etmek ve onun ayrı düştüklerinde neler yaptığını öğrenmek için sordu: “Sen hiç canavarlarla savaştın mı? Maceralarını anlatabilirsin.”

 

Yu kolunu belinden çektiğinde Sivina bundan hoşlanmamıştı fakat kocası çok geçmeden başını dizlerinin üstüne koyarak yaptığı hareketi telafi etti. Ayaklarını da araçtan dışarı çıkarmıştı.

 

“Canavar değillerdi ama elfler ile dövüşmüştüm,” dedi. Hoşlanmadığı bir konudan bahsettiği sesindeki isteksizlikten anlaşılıyordu. “Ekipmanları tahtadandı ve sonradan bana köle olarak verilen elf ile yaptığımız dövüşü kaybetsem de genel olarak güçsüz gözüküyorlardı. Bunu derken büyülerini hesaba katmadığımı söylemeliyim.”

 

Eskiden arada sırada elf maceracıları görüyordu fakat antrenman haricinde dövüştüklerine hiç tanık olmamıştı. Antrenmanlarda da yakın dövüşe giren elfleri gördüğü seferler bir elin parmağını geçmezdi. Genel olarak maceracı gruplarının içindeki izcilik, şifacılık ve büyücülük işleri ile uğraşıyorlardı.

 

“Elflerin çok güçlü olduğunu hayal etmiştim,” diye itiraf etti kocasının şaşırtıcı yorumuna karşı. Yu çok güçlü olmasa bile elfler için güçsüz oldukları yorumunu yapıyorsa elflerde gerçekten bariz bir zayıflık var demekti.

 

“Ben de ve hâlâ öyle düşünüyorum. Büyüleriyle insanları yenerler. Tabii büyülerle bile bir elf köyünün bir çapulcu grubuna yenilmesi akıl alır iş değil.” Biraz durdu ve bekledi. Sivina anlattıklarına yorum yapması gerektiğini düşünmeye başladığında devam etti. “Gerçi yarın bir gün bir elf karşıma çıksa muhtemelen beni yener. En nihayetinde adamakıllı aldığım kılıç eğitimi bir yıl dahi etmiyor. Hayatları boyunca eğitilenlerin o gün bana nasıl zayıf gözüktüklerini anlayamıyorum.”

 

Yu’nun vücudunda mana yoktu. Mana olmadığı için en fazla sıradan bir insanın ulaşabileceği üst limite ulaşabilirdi ve eğer kendini zorlarsa belki biraz aşabilirdi ama o bile Yu Zao Long gibi yoğun düzeyde mana taşıyan savaşçılar ile karşılaştığında bir anlam ifade etmiyordu.

 

“Mola verdiğimizde seni test etmek için dövüşelim!” Yu’nun burnunu sıktı. “Uzun süredir kılıç kullanmadığın için bolca antrenmana ihtiyacın olacak. Sıfırdan başlıyormuş gibi hissetsen de hemencecik eskisinden iyi olduğunu fark edeceksin.”

 

Sivina kocasının burnunu bıraktığında parmakları öpüldü. Mor gözler kapalıydı ve aklından neler geçtiğini bilmiyordu. Söylediği şeylerin kötü anıları hatırlatmamasını umdu.

 

“Azerel vücudumu tekrar oluşturduğunda hiçbir şey olmamış gibi hissettim. Aslında bir sürü şey oldu ve hepsi hatırımda ama sanki vücudum zindana atıldığı günkü hâlinde. Reflekslerimin de o günkü hâlde olduğunu hissediyorum, hiçbir şey değişmemiş gibi.” Derin bir nefes aldı. “Azerel kim bilir böyle hissetmem için nasıl bir büyü yaptı? Ama kılıcı eskisi gibi kullanacağıma inanıyorum, belki eskisinden de iyi. En nihayetinde savaşamayacak biri onun işine yaramazdı. O öyle biri, aksi takdirde beni kurtarmazdı.”

 

Rolderhelm’de tanıştığı çocuk işe yaramaz olduğunu söylemek bir yana düşünmezdi bile. Kendini küçük görmemesini istese de özeleştiri yapabilmesini takdir ediyordu.

 

“Sen işe yaramaz değilsin,” dedi çenesini okşayarak. Evcil hayvanını sever gibi seviyordu. “Benim işime yarıyorsun. Yaşamaktan vazgeçtiğimde karşıma çıkarak daha fazla yaşamam için bir sebep verdin. Güzel hayaller kurmamı sağlıyorsun, beni eğlendiriyorsun, mutlu ediyorsun. Bu şekilde seni sevmek bile stresimi atıyor.”

 

Vermia’da karşılaşmamış olsalardı orada ölümü bekleyecekti. Çıktıkları maceranın tehlikelerini biliyordu ve hâlâ ölme şansı vardı fakat şimdi ölürse Yu’nun yanında, onunla birlikte zaman geçirmiş olduktan sonra ölecekti. Tabii ki de onunla birlikte uzun bir ömür yaşamayı tercih ederdi ama seçme hakkı kısıtlıysa neyi seçeceği belliydi.

 

“Seni üzen şey ne, Sivina?” diye sordu Yu. Yu’nun gözlerini açıp ona baktığını ve düşüncelerinin yüzüne yansıdığını fark etmemişti.

 

“Üzülmedim, sanırım. Eğer seninle karşılaşmamış olsaydım ne olurdu diye düşündüm…” Sonra itiraf etti. “Biraz üzülmüş olabilirim, yani, karşılaşmasaydık üzülürdüm. Neyse ne, anlatmaya devam et.”

 

Tarlaları arkalarında bıraktıklarında Yu başını yattığı yerden kaldırıp doğruldu, dizleri ve omuzları değecek kadar Sivina’ya yaklaştı ve yanağını öperken “Benimle karşılaştığın için teşekkür ederim,” dedi.

 

“Zeki olduğun kadar aptalsın.” Öpücüğü memnuniyetle kabul etmişti. “Güzel bir kızım. Rolderhelm’de beni kendine âşık etsen evlenir ve güzel bir hayat yaşardık. Eğer aptal olmasaydın böyle yapardın. Aptal olmayan erkekler iyi kızları gördüğü zaman böyle yaparlar, en iyisi budur.”

 

Kabul etmeliydi ki Rolderhelm’de Yu’ya hiç o gözle bakmamıştı. Onun yakışıklı, çok yakışıklı olduğunu görmüştü ama o zamanlar olduğu sakin kız aşk aramıyordu. Özellikle etrafında olan ve onu istemediği bir ilgiyle rahatsız eden Raul ve Satoshi yüzünden erkeklere karşı ilgili değildi.

 

Ama bu denediği takdirde Yu’nun başaramayacağı anlamına gelmiyordu. O zamanlar kibirliydi, küstahtı ama denerse başarılı olabilir, parmağına bir yüzük takmaya ikna edebilirdi. Maalesef Yu da ona o gözle bakmadığı için denememişti.

 

“Aptalım,” diye kabul etti. “Ama seni tanımıyordum. Eğer şu anda tanıdığım gibi tanısaydım gördüğüm ilk anda evlenebilirdim fakat tanımadığım birine karşı ne hissedebilirim ki? Tabii bu başka bir evrenin, başka senaryoların konusu…”

 

“Başka senaryoların?”

 

“Yurine’yi seviyorum ve onun için… Kendim için hatalarımı düzeltmek istiyorum. Bu yoldaki bir adam aşk arayamazdı.”

 

“Zaten gerek kalmadı aramana, o burada.”

 

Yu’nun sesi yumuşadıkça yumuşadı. “Kafiyeli konuştun.” Sonra sesi sertleşti. “Ama bu güzel hayalin içindeki hayatın içinde görmezden gelinen bir detay var, hastalığım. Şu anda bile, eğer başarısız olursam… Biliyorsun…”

 

Konu yine istemediği kadar derine inmişti. Yu ile hayal kurmak zordu. Hayal kurdukları zaman olumsuz şeyleri düşünmemeleri gerekiyordu ama ona hak veriyordu. Hayallerinin içinde bile sorunlar vardı.

 

“Bulacağız,” dedi kararlılıkla. “Tüm sorunlarımızı çözecek ve genç ölmeyeceğiz. Saçlarının beyazladığını göreceğim; yüzünde oluşan kırışıklıkları sayacağım ve çişini tutamayacak kadar yaşlandığında torunlarının seni rahatsız etmesini izleyeceğim.”

 

Yu bir başka derin nefes aldı. Dudakları aralanırken sağ eli ağzına bir şey götürür gibi dudaklarına ilerledi ama sadece boşluk vardı. Havaya üfledi ve sarıldı.

 

“Canavar olarak goblinlere karşı savaştım,” dedi. “Onlar sahiden güçsüzdü, ezmesi o kadar kolay olmuştu ki onlara zarar vermekten zevk alamamıştım. Bir şeytan beyi tarafından yaratılmışlardı ve onun tarafından yönetiliyordu. Şeytan içimdeki Lütufların peşindeymiş. Onunla savaştım ama yenemedim, bir mahlûkat onu öldürdü.”

 

Zarar vermekle ilgili söylediği şeyi görmezden geldi. “Mahlûkat?”

 

“İğrenç bir yaratık, o da benim ellerimde öldü.” Sesinde gurur ve utanç dans ediyordu. “Fakat onu adil bir dövüşte öldürmedim. O yaralıyken ve gözlerini kapaması için kandırmışken yaptım. İyi bir şey yaptığıma inansam ve aynı şeyi tekrar yapacak olsam da izlediğim yol adil değildi.”

 

Elini kaldırdı ve başının arkasına tokat attı. Yu yediği tokada şaşırıp yüzüne bakarken bu sefer de kulağını tutup çekti.

 

“Karşında kötü biri varsa ve onu öldürme şansına sahipsen bunu yaparsın. Tereddüt etme, adil mi diye düşünme. Gereksiz düşüncelere kapılırsan onu öldürme fırsatını kaçırırsın.”

 

Öldürme hakkında nasıl konuşacağını merak etmişti. Onun ölüm kelimesinden kaçınacağını zannetmişti ama rahatça konuştuğunu görünce o da ölüm hakkında rahatça, hatta kırıcı bir şekilde konuşmaya başladı.

 

“Ama-”

 

“Eğer adil olup öldürme fırsatını kaçırsaydın, onun yol açacağı yıkımın hesabını nasıl verecektin? Onurlu şövalyeler bile bazen zor seçimler yapar.”

 

Konuşuyordu ama söylediklerinin ne kadar arkasında durabilirdi bilmiyordu. Seçilebilecek onursuz yolların bile bir sınırı vardı ama yaralı bir düşmanı öldürmek, o düşman da onursuz bir varlıksa sorun olmazdı. En azından babasının böyle söyleyeceğine emindi.

 

“Yine de işleri onurlu bir şekilde bitirecek güce sahip olsaydım ne bir tokat yerdim ne de bu konuşmayı yapardık. Onlar arasında aylar geçirmek zorunda kalmadan tüm günahkârları öldürürdüm.”

 

Ölüm hakkında çok basitmiş gibi konuşuyordu.

 

“Hayır, ölmesi gerektiğine inandığı insanların ölümü hakkında basit konuşuyor.” Sivina düşüncelerini düzeltirken Yu’nun kulağını bir daha çekti. “Belki de ölüm kavramından kaçarsa daha kötü olacağını düşünüyor, hassasiyetinin üzerine giderek sorunu kendi içinde çözmeyi deniyor.”

 

Yu’nun başını aşağı indirdi ve vurduğu yeri öptü. Acı çekmesini ve üzgün bir surat takınmasını istemiyordu.

 

“Kılıcım konuşuyordu,” dedi Yu. “Şu anda suskun olduğu için gerçekten konuşuyor muydu yoksa benim hayal gücüm müydü tam anlayamasam da konuşuyordu. Bir şeytana esir düştüğüm zaman beni kurtarmaya çalıştı.”

 

“Bu… İlginçmiş…”

 

Dünya’da efsaneleşmiş bazı kılıçlar vardı. En popüleri herkesin adını iyi bir şekilde bildiği kılıç Sabah’tı ve son sahibi yıllar önce Yu Zao tarafından öldürüldüğünden beri Andromeda Katedralinde yeni bir şövalyenin doğmasını bekliyordu.

 

Aklına gelen diğer efsanevi kılıçları düşündü. Onlardan biri ‘Kocaçalan’ isimli kılıçtı ve çocukken oynadığı sopaların ve keskin olmayan eğitim kılıçlarının sürekli Kocaçalan olduğunu hayal ederdi. İsmi ilki kadar havalı olmasa da tarih boyunca en ölümcül korsan kralların elinde dolaşmış ve pek çok kadını dul bırakmıştı.

 

‘Bakire’ isimli bir başka kılıç Aram İmparatorluğu’nun prenslerinden birinde olmalıydı. O kılıcın büyünün altı elementini kontrol ettiğini ve sahibi kim olursa olsun bu gücü onunla paylaştığını duymuştu.

 

Ejdernefesi, Aslandişi, Ateş, Erkekkardeş, Umut, Kançeliği ve adını hatırlamadı ama dünya genelinde popüler olan başka kılıçlar da vardı ve çoğu büyülüydü. Onlardan en komiği ise ne kendisinin ne de sahibinin varlığı kesin olmayan ‘Bacıavcısı’ kılıcıydı. Efsaneye göre Yuzarsif Bacıyakalayan isimli garip bir adam tarafından kullanılmıştı. Kılıcın konuştuğunu ve şekilden şekle girdiğini söylüyorlardı fakat anlatılan hikâyeler hep komedi ağırlıklı oluyordu.

 

Tabii ki bu kılıçların çoğundan daha popüler olanları kılıç perileriydi. Onlar bir insan şeklindeyken kılıca dönüşebilen sihirli varlıklardı ve Yu birini yakından tanışmış, Sivina ile birlikte biriyle dövüşmüştü.

 

Ama kılıç perilerinin sadece ismi insanlar tarafından bilinirdi, bunun haricinde hikâyelerde kılıç perilerinin özel isimlerine pek değinilmiyordu.

 

“Konuşan bir kılıç, kanıtlarsan kısa sürede efsanevi bir hâle bürünebilirdi,” dedi alay eder tonda. “Ama dünyada konuşmaktan fazlasını yapanlar var. Kılıç perilerinin yanında pek de adından söz ettirmez.”

 

“Kötücül bir kılıç ama,” dedi Yu. “Sahibini karanlık yollara çekiyor, havalı diye düşünmüştüm. Yine de korkunçtu, reddedemem. Onunla anlaşma yapmam için sürekli beni baştan çıkarmayı deniyor, gücünü kabul edersem her şeyi başarabileceğimi söylüyordu.”

 

“Ve sen onun gibi pek çok kılıcı Virgo’da bıraktın,” dedi Yu’ya. Yu’nun gözleri kocaman açıldığında başını okşadı. “Endişelenmek artık işe yaramayacak. Of, konu neden ölüme ve şeytanlara geldi ki? Daha sevgilice işlerden konuşmak istiyorum. Bana nelerden hoşlandığını anlat. Karının nasıl biri olmasını istiyorsun? En sevdiğin yemek ne? Güzel anılarını anlat ve öyle şeyler işte. Dertleşmeyi daha sonra yaparız.”

 

“Karım şu an nasılsa öyle olmasını istiyorum,” diye ilk soruyu cevapladı. “Bana doğru yolu göstermesini istiyorum. Bana yakın durmasını seviyorum, bunun sürmesini istiyorum.”

 

Aynı duyguları paylaşıyordu. “Tek ruh, tek vücut,” diye düşündü kocasının sözleri içine mutluluk saçarken.

 

Bir insana yakın olmak, sarılmak güzeldi. Sıcak teni hissetmek, tüm gece temas etmek ve kalp atışlarını dinlemek hayatı yaşanılası kılıyordu. Bir gün bunları kaybederse nasıl yaşayacağını bilmiyordu.

 

“En sevdiğin yemek ne? Yapabileceğim bir şey mi merak ediyorum.”

 

Bir şövalye sadece savaşmayı değil şiir yazmayı, oyun oynamayı, şarkı söylemeyi, avlanmayı ve pek tabii ki yemek yapmayı bilmeliydi. Uzmanlık alanı olmadığından yapabildiği yemeklerin listesi pek uzun olmasa da hâlâ pek çok farklı yemeği hazırlayabiliyordu. Bir gün bir ev hanımı olursa yemek listesini uzatacaktı.

 

“En sevdiğim yemek…” düşünmeye başladı. Soru çok basit olsa da ciddi ve uzunca düşünüyordu. Oysa aynı soruyu Sivina’ya geldiğinde cevap vermek için bir saniye bile geçmesi gerekmeyecekti.

 

“En sevdiğin yemeği sordum,” diye hatırlattı cevap gecikince.

 

“Benim en sevdiğim yemek sensin.”

 

Beyaz yüzü kızarırken utandı ve sevgiyle kasılan göğsünü kontrol etmeye çalıştı ama yanaklarının şeker yerken gülmüş gibi karıncalanmaya başlamasıyla kontrolünü yitirerek kahkaha attı.

 

“Aynı cevabı vermek için bana bu soruyu sormanı istemiştim…”

 

“İyi bir şey dedim o zaman.”

 

Bir kez daha kahkaha attı. “Evet ama beni ana öğün olarak mı görüyorsun tatlı olarak mı?”

 

Bu sefer Yu’nun cevap vermesi uzun sürmedi. “Kahvaltıda, öğle yemeğinde ve akşam yemeğinde; ana öğün, ara öğün, tatlı ve atıştırmalık olarak.”

 

Eğer Yu bu kelimeleri dudaklarından döktüğü esnada Sivina’yı soyuyor olsaydı Sivina erimiş olurdu. Eğer Yu bu kelimeleri dudaklarından döktüğü esnada gülümsüyor olsaydı Sivina yine erirdi ama Yu bu kelimeleri dudaklarından dökerken durgundu. Yine de duyması hoşuna gitti.

 

“Benim tadıma sadece iki defa baktın, buna rağmen en sevdiğin yemek olmuşum. Hem de her öğünde.” Kıkırdadı. “Biraz da sapıksın demek.”

 

Şakasına söylediği kelimeler kocasının yüzüne endişe kırıntıları serpti. “B-ben,” dedi ürkekçe. “Romantik olur diye düşünmüştüm, sapıkça değil, özür dilerim.”

 

“Puf~ Şaka yapmıştım.” Hassasiyetinin karısına bile yansıyacağını hesap etmemişti. “Böyle söyleyince ben de üzüldüm, özür dilerim. Sapık olmanda sorun… Sorun var ama karına karşı böyle hissetmen sorun değil.”

 

Yu üzüldüğü için kendisi de üzgündü ve evliliklerinin ilk günündeki sohbetleri istediği kadar güzel gitmiyordu. Bunda ikisinin de çok uzun süre boyunca sohbet etmemesinin de payı vardı. Yu bir yılını zindanda geçirmiş ve bundan önce hiç güzel şeyler yaşamamıştı.

 

Sivina ise iş için insanlarla konuşsa da bunun haricinde çok az sohbeti bulunuyordu. Tabii ki insanlarla arkadaşlık kurmayı reddetmek onun tercihiydi.

 

“Biraz romantikti. Kocamın romantik bir adam olmasından hoşlanırım. Çocuk masallarındaki şövalyeler de romantikti.”

 

“Şövalye demek? Manava ne oldu?”

 

“Orası ayrı,” Sivina dizgini tuttuğu ellerinden birini kaldırıp parmağını salladı. “Karakterden bahsediyorum. Tabii senin karakterini de seviyorum, seviyordum. Şu anki hâlini seviyorum çünkü sana ait olan her şeyi seviyorum. Gülmeye başlarsan daha çok seveceğim.”

 

Gülen, flörtleşen, romantik sözler söyleyen, bol bol sırnaşan bir Yu Valarfin istiyordu.

 

Yu bir öpücükle karşılık verdi. “Anlatabilecek birkaç iyi anım var ama onlardan önce sana şarkı söyleyeceğim. Sesimi de seviyor musun?”

 

“Elbette,” dedi, heyecandan dizgini aniden çekmiş ve katırları korkutmuştu. “Ah! Hadi, söyle, merakla bekliyorum. Şarkı söylediğini daha önce pek duymamıştım.”

 

Onu birkaç kez mırıldanırken, birkaç kez de Yurine’ye ninni söylerken dinlemişti fakat bunlar ona âşık olmadan önce olmuştu. İlk kez âşık olduğu adamın söylediği şarkıyı dinleyecekti.

 

“Önce söyleyecek sonra çevireceğim,” dedi Yu ve mırıldanmaya başladı. “Fly me to the moon; and let me play among the stars; let me see what spring is like; on Jupiter and Mars~”

-------------------------

12.01.2023 – 12:01






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr