Cilt 5 - Bölüm 3: Salderough 3 (1/3)

avatar
293 3

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 3: Salderough 3 (1/3)


Öğle vaktinde gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu. Sonbahar mevsiminin içine doğru ilerlerken güneş, yazın son ışıklarını saçmak için parlamıştı.

 

Düğün vakitlerindeki havanın kokusu sanki köyden buraya dek onları takip etmişti. Nostaljik hissetmiyordu ama yeşil çimenlerin ve yanlarından akan derenin ışıkla parıldaması büyüleyiciydi. Böylesine basit bir manzarayı böylesine güzel kılan belki de Yu ile birlikte olmaktı.

 

Yeni bir köye uğramış ve misafirhaneyi bir gece için kiralamışlardı. Köylerin misafirhanelerinde para alınmamasına rağmen Vermia’dan kaçanların yol açtığı bolluk köylülerin gözünü para bürümesini sağlamış, alabildikleri her şekilde bakır ve gümüşleri almaya çalışmışlardı.

 

Köyün köşesindeki değirmenin pervanesi dönerken, karşısındaki adam rüzgârı arkasına aldı ve elindeki sopayı karnına savurdu. Hamle düz bir çizgi üzerinde önündeki havayı görmezden gelirmişçesine ilerliyordu.

 

Kendi sopasını havaya kaldırdı ve yol üzerinde karşılaştığı diğer sopayı kendisiyle birlikte yukarı götürdü. Rakibinin sopası havadayken kendi sopasını indirip başına vurmak istedi ama Yu ondan uzaklaşmıştı.

 

Beceriksiz olduğundan değil de sadece gücünü test etmek için dövüştüğü için tüm kuvvetini kullanmamış ve hedefini kaçırmıştı ama kocasının yeteneğini hiçe saymak da haksızlık olurdu.

 

“Aldığı kısa eğitimle fena olmayan bir seviyeye geldi,” diye düşündü Yu geri giderken ve o ileriye bir adım atarken. “Belki de savaşçı olarak doğanlardandır, böylelerine saygı duymak gerek. Ona olan saygımdan ciddiyeti biraz daha arttıracağım.”

 

Yu birkaç adım daha geri giderken dereye yaklaşmıştı, birazdan düşecekti. Sivina onu düşürmek ve ıslatmak için ilerlemeye devam etti fakat beklemediği bir anda Yu geri gitmeyi kesti, üstüne gelen sopadan kaçındı ve kendi sopasını ileriye uzatarak Sivina’nın geriye doğru bir adım atmasını sağladı.

 

Fakat ilerlemeye devam etmek yerine anlamsız bir harekete kalkıştı, aralarına mesafe koyarak dinlenmek için iki adım daha geri gitti ve derenin içine düştü.

 

Önce güldü, sonra “Bu ahmakçaydı,” dedi Yu ıslak hâlde deren çıkarken. “Beklemediğim bir saldırı yaptın, geri adım attırdın ama devamını getirmek yerine kaçtın. Gerçek bir dövüşte bu hamle ölümünle sonuçlanır. Yere düşmesen bile rakibine toparlanma şansı vermiş olduğun için geri düşmüş olurdun.”

 

Sudan çıkan Yu ortasında ufak bir yamukluk olan kırmızı sopasını hayali kabzasından iki eliyle tuttu. “Ben de toparlanırım diye düşünmüştüm, nefes almak istemiştim.”

 

“Almayacaksın.” Sivina aynı pozisyonda gard aldığında Yu kendi pozisyonunu değiştirerek sopasını iki ucundan tuttu. “Nefes almak istiyorsan önce düşmanı öldür. Eğer gerçekten çok zor bir durumdaysan ve rakibinin geri gittikten hemen sonra saldıracağını düşünüyor, bu saldırıyı da karşılayamayacağını hissediyorsan belki geri çekilebilirsin ama en iyisi daima ileri gitmek!”

 

Ve ileriye doğru koşar adımlar attı. Yu birkaç defa sopasıyla kendini savundu ama hızını arttıran Sivina’nın karşısında tekrar geri gitmek dışında bir çaresi yoktu. Sivina biraz daha hızlandı ve onu tekrar dereye düşürmek için geriletti. Akıllanan Yu bu sefer farklı bir rotaya kaçarak dereyi solunda bırakmıştı.

 

Son bir atağa kalkacak ve Yu’nun işini biterekti fakat öncesine onun başarılı bir saldırı yapmasını bekliyordu. Ne yazık ki kocası bunu yapmaktan acizdi. Bir saldırı yapmayı deneyeceği her seferinde Sivina hızlandı, daha sert vurdu ve onu tekrar ve tekrar savunmaya zorladı. Tekniğinin acımasız olduğunu biliyordu ama onun için en iyisi buydu. Gerçek bir düşmanla karşılaştığı zaman ona karşı nazik davranmayacaklar, öldürmek için ellerinden geleni deneyeceklerdi. Bu sebeple kocasını ne kadar çok seviyor, ne kadar çok yaşamasını istiyorsa o kadar sert olmalıydı.

 

Dünyanın kendisi sertti ve bu sert dünyanın içinde onun sığındığı yumuşak limanı olmak istiyordu ama bu limanın dahi sınırları vardı. Ellerine silahlarını aldıklarında ve fırtınanın provasını yaptıklarına sert olmazsa gemi bir daha asla limana uğramayacaktı.

 

Adım üstüne adım attı ve Yu’nun yetişemediği bir hıza ulaştı. Yu artık sadece kaçıyor, kılıcını kullanamıyordu. En sonunda tam da onun tekrar düşeceğini düşündüğünde Yu sol elini kaldırdı, Sivina’nın sopasını yakaladı ve kendi sopasını karnına götürdü.

 

Sivina yine şaşırmıştı ama hamle onu yenmek için yeterli değildi. Yakalanan sopasını bıraktı ve kenara kayarak Yu’nun sopasını havayla karşı karşıya bıraktı. Sonra da sopayı tutan bileği bükerek kırmızı renkli yamuk sopayı elinden aldı.

 

“Sen bir yıl zindanda kalmış bir adama benzemiyorsun,” dedi Yu’dan aldığı sopayla onu cezalandırmak için sırtına vururken. “Bir yılın zindanda geçmese neye dönüşürdün acaba? Aklımdakinin çok ötesindesin.”

 

Onun kötü olacağını, berbat ve kurtarması güç bir hâlde olacağını düşünmüştü. Bunu bildiği için dövüşe başlamadan önce başta zorlanacağını ama kısa sürede gelişeceğini söyleyerek motive etmeye çalışmıştı ama Yu iyiydi. Ona karşı iyi değildi ama basit rakiplere karşı yenilmeyeceğine emindi. Yine de onun iyi olduğunu düşünerek rahatlayamazdı çünkü yürüdükleri yolda karşılaştıkları rakipler basit olmamıştı ve olmayacaktı.

 

Karşılarında güçlü rakipler bulacak olmalarına rağmen Yu umut vadediyordu; bir yılını esaret altında geçirdikten sonra bu hâldeyse o yılı özgürce geçirse nasıl olacağını hayal etti. Kendi sınıfında bir efsaneye dönüşebilirdi. Evet, manası yoktu ve Sivina onu kolayca yenebilirdi ama hâlâ hafife alınacak bir adam değildi.

 

“Bir şövalye ilan edilsen kimse karşı gelmez,” dedi.

 

Şövalyelerin güçlü olduğu aşikârdı ama en nihayetinde normal insanlardı. Manasından aldığı güç ve doğuştan gelen mükemmel yetenekleriyle onlarca, yüzlerce kişiyi ezebilecek güce sahip şövalyeler vardı ama en nihayetinde pek çoğu köylüler arasından çıkmış basit kişilerdi. Sadece uzun bir süre farklı konularda eğitimler alıyorlardı. Gözünde o şövalyeler ile Yu’nun arasında bir fark yoktu.

 

“Ben gelirim,” diye yanıtladı Yu. “İlk karşı gelen ben olurum.”

 

Yere oturdu ve ıslanmış kıyafetlerini çıkarmaya başladı. Sivina onun yanına uzanmıştı. “Şövalyeliğin reddedilebilen bir şey olduğunu düşünmemiştim,” dedi. “Şövalyeliği reddeden birini de duymamıştım. Reddedilme fikri kulağıma yabancı geliyor, böyle bir ihtimal yokmuş gibi. Eğer belirli bir seviyedeysen şövalye oluyorsun.”

 

“Onur, dürüstlük, cesaret, bilgelik, kahramanlık, fedakârlık, alçakgönüllülük lazım değil mi?”

 

“Eğer masalsı bir şövalye olmak istiyorsan, gözün süslü leydilerin üstündeyse.” Öyle adamlar da vardı elbette ama çoğu şövalye insanların gözündeki şövalye izlenimine hakaretti. “Onları tasvip etmiyorum ama şövalyeler yalan söyler, hile yapar, gerekirse kaçar ve kazanmak için dostlarını satar. Şövalyeliği gözünde büyütme, onların işi profesyonelce adam öldürmek.”

 

“Başkalarının nasıl olduğu önemli değil,” dedi Yu. “Olması gereken belli ve ben öyle bir şeyi hak etmiyorum. Zaten şövalye olmanın dövüşmeme etkisi yok.”

 

Orası doğruydu. Şövalye olmayan biri, bir şövalyeden çok daha güçlü olabilirdi. Şövalyelik kültürü olmayan bölgeler de vardı ve o bölgelerden çıkan askerlerin sırf taşıdıkları unvanlardan dolayı şövalyelere karşı zayıflığı bulunmuyordu.

 

Ama ne derse desin şövalyelik ve şövalyelerin geleneksel beyaz üniforması ona yakışırdı. Ayrıca bir şövalye olsaydı onunla gurur duyardı.

 

“Sahte şövalyeler yok mu?”

 

“Nasıl yani?”

 

“Şövalye olmak için biri seni şövalye ilan etmeli, değil mi? Eğer biri beni şövalye ilan etmese bile şövalye olduğumu iddia etsem, kimsenin beni tanımadığı bir yere gidip şövalye taklidi yapsam ne olur?”

 

Elini çenesine götürdü. “Birini şövalye ilan ettiğinde ona bir nişan verirsin. Şövalye bu nişanı taşır ve biri onun yalancı olduğunu iddia ederse gösterir. Vermia’da seni kaybettiğim gün bir de şövalyelik nişanımı kaybetmiştim.”

 

Ufak bir nişana sahip çıkamadığı için şövalyeliği konusundaki hak iddiası sorgulanabilirdi ve karşılığında Sivina dürüstlüğünü kanıtlamak için bileğine başvururdu.

 

“Nişanı olmayan birisi, şövalye olduğunu iddia ediyor ve yalanı açığa çıkıyor. O zaman ne olur?”

 

“Şövalye, lord, rahip ya da başka bir şey; eğer sahip olmadığın bir unvanı taşıdığını iddia edersen ve bu ortaya çıkarsa ibret olsun diye öldürülürsün.”

 

“Ölüm ibret için yeterli değil,” dedi Yu ve devam etti. “Her şeyini kaybetmiş, kaybedecek bir şeyi olmayan kişinin yalan söylememek için nedeni de olmaz. Ölüm cezası onun suç işlemesine engel olmaz. Başka bir şey lazım; daha kuvvetli, daha caydırıcı olmalı.”

 

Ayağa kalkarken Yu’yu saçlarından tuttu ve kendisiyle birlikte kaldırdı. Onu cezalandırmak için yapmıştı ama aynı anda ayağa kalktıkları için canının yandığını düşünmüyordu.

 

“Ne lazımsa lazım,” dedi azarlar tonda. “Bizim sorunumuz değil. Böyle şeyler konuşmak istemesem de konunun dönüp dolaşıp olumsuz meselelere gelmesi canımı sıkıyor. Bunda benim suçum olabilir ama hâlâ can sıkıcı. Daha güzel şeylerden konuşalım, beni mutlu edecek bir konu aç.”

 

Köye doğru yürümeye başlamadan önce Yu yere sapladığı siyah kılıcını aldı. El ele ilerledikleri esnada karısını mutlu edecek bir konu düşünmeye başladı ama köye yaklaşmalarına rağmen diyecek hiçbir şey bulamıyordu. En sonunda pes etti ve köyden onlara doğru gelen şeyi işaret etti.

 

“Bir anda sorunca aklıma seni mutlu edecek bir sohbet konusu gelmiyor,” dedi. “Ama sanırım köpeği alacağımızı söylemek seni mutlu eder.”

 

Köpeğin gerçekten onları takip ettiğine inanamıyordu. Ona ne yemek vermiş ne de kovmak dışında bir şey yapmışlardı. Sivina onu kısa bir süreliğine sevmişti ama köpek sevgiye bu kadar aç mıydı ki hemencecik peşlerine takılmıştı?

 

“Köpeklerden hoşlandığımı söyleyemiyorum.” Köpek gelir gelmez Yu’nun bacağını yanaşmıştı. “Ama istediğine göre kabul edeceğim. Sadece bana fazla sırnaştırma.”

 

“Sana sırnaşması hoşuma gidiyor dersem?”

 

“O zaman katlanırım.”

 

Boyutu köpeği korkutucu kılıyordu ve dişlerini gösterdiğinde daha korkutucu oluyordu. Kalacak bir ev bulamadıkları geceler köpek onlara bekçilik yapabilirdi. Sadece bir köpeğe güvenip gardlarını indirmeyeceklerdi ama hiç yoktan iyi olduğunu kimse reddedemezdi.

 

Köpeğin yanına diz çöktü ve parmaklarını tüylerinde gezdirmeye başladı. “Acaba ne köpeğidir? Çok büyük olduğu için içimden bekçi demek geliyor.”

 

“Kangal,” dedi Yu. “Çoban ve bekçi köpeği diye hatırlıyorum.”

 

“Nereden biliyorsun?”

 

“Dünyamda vardı.” Sol elini dikkatlice köpeğin ağzına götürdü. “Hayvan gibi şuna bak. Afrika’da çitalara karşı dövüşüyor bu şey.”

 

Afrika neresi bilmiyordu ama çitanın nasıl bir hayvan olduğunu biliyordu. Çok cüsseli olmasalar da vahşi ve tehlikeli canlılardı. Ayrıca hızlılardı.

 

“Koruyucu bir şey ama sıcak bölgelere gideceğiz, orası için uygun mu bilmiyorum. Afrika sıcak oluyor gerçi orada barındırıyorlarsa uygundur.”

 

Köpek kendini sevdirmekten hoşlanmıştı ama daha çok Yu’yu koklamakla ilgileniyordu. Onu sahibi olarak görüyor olmalıydı. Yu’nun her yerini kokladıktan sonra Sivina’yı koklamaya başladı.

 

“Bu kadar şey bileceğini düşünmemiştim.”

 

“Sevmiyorum ama yine de biliyorum.”

 

Köpek neredeyse Sivina’nın yarısı kadardı ve onu tutup kaldırmayı denediğinde ağırlığını hissetmişti. Bir adamı kolayca devirebilir, boğazını parçalayabilirdi.

 

“İsmi ne olsun?”

 

“Karabaş.”

 

Köpeğin başını okşadı. “Karabaş, nasıl? Beğendin mi?”

 

Köpek ses çıkarmak yerine ilgilenmemiş gibi koklamaya devam etti. İsmini beğenmemiş gibi gözüküyordu ta ki Yu bağırana kadar.

 

“Karabaş!” Köpek burnunu Sivina’nın üstünden çekti ve Yu’ya baktı. “Burada da aynı şekilde sesleniyorlar mı bilmiyorum ama dünyamda genelde bu ismi veriyorlardı. Hem beğense de beğenmese de önemli değil, bana da ismim verilirken beğendin mi diye sormamışlardı.”

 

Köpeği ensesinden tuttu ve önüne atıp köyü işaret etti. Köpek gitmek yerine tekrar Yu’ya dönünce onu ayağıyla köye doğru itti ve yürümeye başladı, köpek de yürümek zorunda kaldı.

 

“Dünyam demişken aklıma geldi, benim geldiğim yerde büyü yok, mana yok.”

 

Yürüyen köpeği izlemeyi bırakıp Yu’ya baktı. “Anlatmaya devam et.”

 

“Birkaç yüzyıl önce orada da insanlar bu tarz köylerde yaşıyor, at arabalarıyla yolculuk ediyorlardı. Kılıçlar, mızraklar ve oklar burada olduğu gibi savaşlarda kullanılıyordu ama büyü sadece bir şarlatanlıktı. Şimdilerdeyse araçlar kendi kendilerine ilerliyor, insanlar çelik boruların içinden çıkan mermileri birbirine atarak savaşıyorlar.”

 

Çelik boruyu zihninde canlandırmaya çalıştı. İşe bizzat karışmasa da Virgo’da Yu’nun yapmaya çalıştığı silahı görmüştü. Birkaç çizim vardı ve bir demirciyle konuşuyordu. İşin sonucunda ne olduğunu öğrenememişti.

 

“Virgo’da yapmayı denediğin şey mi?”

 

Başını salladı. “Benimki çok ilkel ve oldukça başarısız bir denemeydi ama başarılı olsaydım büyülerin bile kolayca durduramayacağı bir ordu oluşturabilirdim. Oklardan daha güçlü olurlardı. Alev toplarından bile daha etkili olacaklarına inanıyorum çünkü mermiler gözükmeyecek kadar küçük ve hızlılar. Zırhları kolayca delerlerdi ve düşman saflarımıza yaklaşmadan savaş biterdi.”

 

Eğer denemesi başarılı olsaydı ne dostlarını kaybeder ne de acı çekerlerdi fakat senaryonun kötü bir yönü vardı.

 

“Dediğin gibi olsa biz birlikte olmazdık, değil mi?”

 

“Kalbimi titrettin,” dedi Yu, toprak bir yola çıktıklarında. “Virgo’da. Güzelsin, hoşsun, iyisin, erdemlisin. Hislerini kabul etmemek benim günahımdı. Hepsi benim hatamdı.”

 

“Böyle söylemene gerek yok.”

 

“Ama şu an olduğum kişi daha iyi. Geçmişte olduğum kişi gibi şu anda olduğum kişiyi de sevmiyorum ama-”

 

“Senin kendini sevip sevmemen önemli değil,” dedi isim konusuna ima yaparak. “Seni sevmeden önce sana kendini seviyor musun diye sormadım. Benim seni sevmem yeterli. Şimdi bunu bırak ve bana bahsettiğin araçların nasıl ilerlediğinden bahset.”

 

Yu anlatmak için elini çenesine götürdü. “Temel prensipleri bilsem de modern motorların detayları hakkında bir fikrim yok, merak etmediğim için ilgilenmemiştim ama buharlı araçlardan ve temel prensipten bahsederek başlayabilirim. Mesela çok güçlü bir şekilde üfleseydin başın geriye giderdi.”

 

Bilmiyordu. Sol eline üflerken elinde oluşan baskıyı hissetti. “Sanırım.”

 

“Bol miktarda suyu birbirine zıt iki hava deliği olan kürenin içine koyup ısıtmaya başlarsan su buhara dönüşerek deliklerden dışarı çıkar ve küreyi hareket ettirir. İlk araçlar bu şekilde buhar gücünü temel alarak bir şey tarafından çekilmeye ihtiyaç duymadan hareket etti, sanırım.”

 

Aklında beliren at arabasının ortasında büyük bir delik ve deliğin ortasında sürekli dönen sıcak ve büyük bir küre vardı. Hayal ettiği aracın içindeki yolculuk konforsuz duruyordu.

 

“Sonraki araçlar petrol ile besledikleri küçük motorlardan aldıkları güçle tekerleklerini döndürdü.” Kılıcını birkaç defa salladı. “Anlatması zormuş, döndüğümüzde çizerek anlatmayı deneyeceğim.”

 

“Belki bir tanesini benim için yaparsın,” dedi Sivina.

 

Ciddi değildi ama Yu ciddiye aldı. “Modern olanları yapabileceğimi zannetmiyorum ama bir gün senin için buharla çalışan bir tane yapacağım. Zor olmaz diye düşünüyorum ama at arabası daha verimli bir yolculuk sağlar.”

 

Yu’dan aldığı ciddi cevabın hakkını vermek için aynı düzeydeki bir samimiyetle cevapladı. “Benim için bir şeyler yapmış olman yeterli. Ne kadar iyi olduğunu umursamıyorum.”

-------------------------

15.01.2023 – 15:01






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr