Cilt 5 - Bölüm 3: Salderough 3 (2/3)

avatar
296 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 3: Salderough 3 (2/3)


Bir tercih olarak geceyi köylülerden uzak ve yalnız geçirmeyi seçmişlerdi. Vermia’dan gelen başkaları olduğu için Yu onlara yakın durmakta isteksizdi ve Sivina kocasının ifşa olup başlarına bela açmasını istemiyordu.

 

Üstelik köylülerden uzak durmak kocasıyla baş başa olacakları anlamına geldiği için gayet memnundu. Birlikte ne kadar fazla zaman geçirirlerse o kadar iyiydi, başkalarına ihtiyaçları yoktu.

 

Akşam yemeğine kadar Yu ona arabaları, trenleri ve gemileri anlatmıştı. Akşam yemeğinden sonra ejderhalardan bile büyük olan devasa çelik yığınlarının nasıl uçtuğunu anlatmıştı. Küçük olanları da vardı tabii ama onun hevesle anlattığı şey büyük olanlardı. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna dek yorulma nedir bilmeksizin uçuyorlardı.

 

Onu titizlikle dinlese de asıl ilgilendiği şey Yu’nun sesi olmuştu. Ağzından dökülen her kelime kulağına ninniymiş gibi geliyordu. Anlatırken büründüğü ciddiyet o kadar tatlıydı ki onu izlediği sırada neyi dinlediğini unutuyordu.

 

Böyle durumlara karşı Yu çok dikkatliydi. Sivina’nın dikkatinin dağıldığını hemen anlıyor ve birkaç soruyla da dinlemeyi, daha doğrusu takip etmeyi bıraktığını açığa çıkarıyordu. Sonra da Sivina öğrenene dek tekrar ve tekrar anlatmaya devam ediyordu.

 

İyi bir anlatıcı ve öğretmendi. Öğrenmek için ilgisini tamamen vermemesine rağmen motorları, sürtünme kuvvetini ve havanın önemini, yerçekimi kuvvetini, aerodinamiği, türbülansı ve nükleer enerjiyi öğretmişti. Öğrendiği şeyler her ne kadar işine yaramayacak olsa da anlatan kişi sevdiği adamdı ve aklında tutacaktı.

 

Hem yeni şeyler öğrenmek farklı biri gibi hissetmesini sağlıyordu. Yu’nun yaptığı her bilgi yüklemesi, onu büyümüş hissettiriyordu. Özel hissettirdiğini de söyleyebilirdi çünkü bu dünyada onun anlattığı şeyleri bilen çok fazla insan yoktu ve Sivina o insanlardan biri olmuştu.

 

Yine de ilgilendiği şey bilgiler değildi. İlgilendiği şey Yu’ydu, onun konuşmasıydı, ona tekrar sahip olmak istiyordu. Yu’nun öptüğü gibi öpmek, dilini kullandığı gibi dilini kullanmak ve o uzanırken dudaklarını tüm vücudunda gezdirmek istiyordu. Bu yüzden sabırla bekledi, anlattığı her şeyi dinlerken Yu’yu izledi ve güneş batar batmaz soyunmaya başladı.

 

İsteğini alırken istediği şekilde yapamamıştı. Yine sarmalanmış, yine kendini kocasına teslim etmiş ve o öpmeye fırsat bulamadan Yu vücudunun her bir parçasını öpmüştü. Öyle ki vücudunun ön tarafında öpecek yer kalmadığında yüzüstü yatırmış, öpmeye öyle devam etmişti.

 

Masaj dediği şeyi de yapmıştı. Hem rahatlatıyor hem de kocasına duyduğu arzuyu körüklüyordu. Özellikle kuyruk sokumundan yukarı omurgasını takip ederek çıkarken parmaklarını kullanış şekli o kadar harikaydı ki Yu asıl işe başladığında onun üstüne çıkmak istediğini unutmuştu.

 

Yaptığı her şey harikaydı. Onu içinde hissetmek, içindeyken sarmalanmak harikaydı. Kulağına sevgi sözcükleri fısıldaması harikaydı. Yüzleri yan yana geldiğinde sıcak nefesini işitmek harikaydı. Zevkten çığlık attırana, sonra da gözyaşı döktürene dek devam etmesi harikaydı.

 

En sevdiği ise her ne kadar geri çıkarmak zorunda kalsa da tohumlarını içine salmasıydı. İçinde hissettiği gıdıklanma ve sıcaklık tüm dünyadan soyutlandığı ve yalnızca Yu ile bambaşka bir evrende kaldığı kısa ve muhteşem bir anı beraberinde getiriyordu.

 

Bittikten sonra bile uyumadan önce biraz daha devam etmişlerdi. Sivina yatağı sırılsıklam bırakan dek sürmüş, yorgunluktan üzerlerini bile örtmeden uykuya dalmışlardı.

 

Bunun hemen öncesinde Sivina içindekileri çıkarmayı unutmamıştı. Kocasından bir parçayı taşımak ve anne olmak istese de maceraları buna izin vermiyordu ve Yu hazır değildi ama uykuya dalmadan önce hayalini kurmuş ve uyandırılmadan önce güzelce uyumuştu.

 

“Ihh… Ihh…”

 

Hayatı hareketli olduğu için gecenin yarısında uyandırılmaya alışkındı ve onu uyandıran kişinin Yu olması, bir yaver olmasından daha iyiydi çünkü biliyordu ki Yu onu uyandırdığında bu her zaman savaşmak veya kaçmak için olacak değildi. Üstelik Yu onun kocasıydı, önemsemediği bir yaverin ya da askerin onu uyandırmasındansa kocasının uyandırmasını tercih ederdi.

 

Fakat hâlâ uyandırılmasının sebebi iyi bir şey değildi ve Yu onu kendi isteğiyle uyandırmamıştı.

 

“Ne oldu?” diye sordu terlemiş elini tutarken. Kahverengi saçlarından akan terler yastığın üstüne damlıyor, derin nefesleri soluğunun her an kesilebileceğini söylüyordu. Göğsü hızla şişip inerken nefes alabilmek için ağzını tamamen açmıştı.

 

“Ne oldu? Neyin var?” diye sordu tekrar, endişesi artıyordu.

 

Yu elini çekmemekle birlikte cevap vermedi, sadece kuvvetli nefesler almaya devam etti ve daha fazla ter döktü. Teri saçlarından akıp çenesine dek ilerliyor ve gözyaşlarıyla birlikte terden ıslanmış yastığa düşüyordu.

 

“Yu!”

 

Yataktan çıktı ve Yu’yu omuzlarından tutup kaldırmaya çalıştı. Korkmuştu, onun zarar görmesini, bir anda ellerinden kayıp gitmesini istemiyordu.

 

“Yoksa kriz mi?” diye sordu sanki bir cevap alabilecekmiş gibi.

 

Beklediği gibi cevap alamasa da evet, o hastaydı ve bazen kriz geçiriyordu. Aklından çıktığı için kendine kızgındı, kocası hakkında bir şeyi unuttuğu için utanç duyuyordu. Şimdi bir kriz geçirdiğine emin olmasa da aklına gelen tek fikir buydu.

 

Ama geçmişte karşılaştığı krizleriyle bir benzerliği yoktu. Vücudu kasılmıyor, dişleri kenetlenmiyor ve ağzından köpük gelmiyordu. Başka bir şey olmalıydı ama hastalık olduğunu da zannetmiyordu ki öyle olsa bile hastalığın ne olduğunu bilmediği için elinden yapacak bir iş gelmezdi.

 

Çaresizce düşünürken aklına köylülerden yardım istemek geldi ama Yu’yu önceden görmüş birinin onu tanıması ikisinin de ölümüne yol açabileceği için risk alamıyordu. Hem ikisi de çıplaktı. Kendisi hemen giyinebilse de bu hâldeyken Yu’yu kıyafetin içine sokmak kolay olmazdı ve insanların kocasını çıplak görmesini istemiyordu.

 

“Sivina,” diye fısıldadı. Sivina dikkat kesildi. “Özür dilerim, özür dilerim… Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim…”

 

“Ne için? Hiçbir şey yapmadın ki?”

 

“Kirliyim.”

 

Ellerini başına götürdü ve sonu fırtınalı bitecek sessizliğin içine girdi. Gözleri yaşarmış, yüzü kızarmıştı. Yanakları titrerken ağzı kuvvetli nefesler alabilmek için açıktı.

 

Kolları da titriyordu, parmakları uğursuzca kasılmaya başlamıştı. Hiçbir şey yapamadan beklerken gözleri karanlığa alışmış ve kocasının yanaklarında hafifçe sıkmış sakalları fark etmişti.

 

“Bana temiz bir şekilde geldin,” dedi Yu, sakince konuşuyordu. “Namuslu olmalıydım, öyle diyorlar… Öyle değildim, senin gibi değildim… En başından beri, ilk öpücükten beri…”

 

“Yu…”

 

“Hak etmiyorum.” Ellerine baktı, biri siyahtı. “Hak etmiyorum! HAK ETMİYORUM!”

 

Çıplak olmasına rağmen yataktan fırladı, kapının kilidini kırarak açtı ve dışarı çıktı. Sivina peşine düşmeden önce başkaları tarafından görülmek istemediği için üzerine hızla bir şeyler geçirdi ve çıldırmış kocasını örtmek için bir battaniye alarak arkasından koşmaya başladı.

 

Şansına civardaki pek çok köyde olduğu gibi evler birbirine yakın değildi ve Yu’un hareketleri insanları uyandırmamıştı. En azından hiçbir evden ışık gelmediği için Sivina öyle olduğunu düşünüyordu.

 

“Yu! Bekle! Yu!”

 

Seslendi ama durduramadı. Yu köyün çıkışına doğru koşmaya devam ediyordu. Daha hızlı koşup ona yetişebilirdi ama üzerine aceleyle geçirdiği şeylerin düşmesinden ve biri tarafından görülmekten endişe ediyordu. Eğer onu çıplak gören biri olursa öldürmesi gerekeceğinden gecenin bir vakti elini kana bulamak istemiyordu.

 

Ona yetişecek olduğundaysa Yu köyün sınırını geçip dışarı çıktı ve bir ağacın önünde durdu. Gecenin bir yarısı ona kısa ama istenmeyen bir koşu yaptırmıştı. Bulutlar yıldızları kapladığı için gökyüzü geceyi güzelleştiremiyordu.

 

“Ne yapıyorsun?” diye sordu yaklaşırken. Soluklanmayı bırakan Yu aniden sol kolunu kaldırıp yanındaki ağacın gövdesine vurduğunda durdu.

 

Pençeyi andıran parmakları ağacın kabuğundan parçalar koparmış, vahşi yaratıkların bırakacağı türden bir izi ağacın gövdesine bırakmıştı.

 

Tek vuruş sinirini atmak için yeterli gelmedi. Elini kaldırdı ve tekrar vurdu. Bir kez daha. Yine. Yeniden. Pençelemeyi bıraktığında ardı ardına yumruklar atarak ezikler oluşturdu. Sivina ise sinirini ağaçtan çıkaran kocasını sessizce izledi.

 

Kolunu kaldırıp vurdukça bacaklarının arasındaki uzvu komik bir şekilde sallanıyor, daha fazla ter vücudunda birikiyor, daha fazla gözyaşı döküyor ve kudurmuş bir hayvan gibi hırıldıyordu.

 

Onu böyle görmek de ona yardım edemiyor olmak da üzücüydü.

 

Kendi gücünü kullanıp onun hareket etmesini engelleyebilirdi ama Yu’ya yardımcı olmaktan çok zarar verirdi. Şu anda şiddete ihtiyacı vardı, bir şeylere vurması ve içindekileri dışarı çıkarması gerekiyordu. O yüzden yapabileceği tek şeyi yaparak bekleyecek, durduğunda başını okşayıp rahatlatacaktı.

 

Defalarca vurduktan sonra yorulması da hızlı oldu. Ağacı büyük ölçüde tahrip ettikten sonra vurduğu ağaca sarıldı ve ağlamaya devam etti.

 

“Sarılmak için ağacı tercih ettin demek…”

 

Kızmamıştı, kaçmadan öce söylediği şeyden sonra bunu yapmasını anlıyordu ama üzülmediğini de söyleyemezdi. Eğer birine, bir şeye sarılacaksa ilk seçenek olmalıydı.

 

Ona yaklaştı ve yanında taşıdığı battaniyeyi üstüne örttü. Sonra onun yanına oturdu ve boynuna sarılarak başını göğüslerinin arasına yerleştirdi. Pozisyonun ikisi için de rahat olmasını sağlamaya çalışırken Karabaş yanlarına gelmiş ve Yu’nun terini koklamaya başlamıştı.

 

“Kalp atışlarını duyabiliyorum,” dedi Yu.

 

“Evet, duyabilmen için uğraştım.” Kalbi koştuğu ve endişeli olduğu için hızlı atıyordu. “Sakinleştin mi?”

 

Burnunu çekerken Sivina’nın elini tuttu. “Sanırım. Sesini duymak beni sakinleştiriyor, kalp atışını duymak. Sıcaksın. Ağaca vurmaktan daha iyi…”

 

“Bu beklenmedikti.”

 

“Özür dilerim.”

 

Parmaklarını alnına dayadı ve yavaşça saçlarına doğru çıktı. Toprak rengi saçları ıslaktı, eline teri bulaşıyor sonra Karabaş tarafından koklanıyordu. Elindeki ıslaklığı ve Yu’nun terini battaniyenin ucuna sildi.

 

“Korkuttun,” dedi. “Karılarını korkutan kocalar kötü kocalardır.”

 

“Özür dilerim,” dedi Yu, yine. “Özür dilerim. İyi biri değilim. Özür dilerim… Ben… Seni hak etmiyorum… Pişmanım…”

 

Hak etmediğini düşündüğü için ona tokat atabilirdi, eğer başka bir durumda olsalardı kesinlikle atardı ama şimdilik içindeki öfkenin uzaklaşmasına izin verecekti.

 

“Peki, gecenin bir yarısı bu pişmanlık nereden geldi?”

 

Yu yeniden burnunu çekti. “Rüya, ses… Bana fısıldıyor, Sivina… Çirkin günahlarımı söylüyor, duymak istemiyorum…”

 

Kime kızması gerekiyordu? İffetsizliğinden ötürü Yu’ya mı? Sevdiği adama sahip çıkamadığı için kendine mi yoksa sadece bir kez gördüğü ve Yu’nun Azerel olarak çağırdığı adama mı? Onun gözünde Yu’ya bu günah takıntısını veren kişi oydu.

 

Fakat Yu’ya göre Azerel’in yardımını almaları gerekiyordu, dolayısıyla en kolayı geçmişteki kızlara kızmak olurdu ama Yu’nun birlikte olduğu kızlardan ikisi ölüydü ve biri yaşasa bile ona kızmaya vicdanı el vermezdi.

 

Eğer Yu doğru söylüyorsa ki doğru söylediğine inanıyordu, onlardan biri tanrıçaydı ve ona karşı dikkatsizce konuşmak ilahi bir ceza almasına yol açardı.

 

Kızmakta en rahat olacağı kişi ise şimdi uzaklarda olmalıydı. Yu’ya kızmak istemediğine göre kendinden başka kızacak kimse kalmıyordu.

 

“Günah!” dedi Yu, sessiz ama sertti. “Duymalıyım azarlamaları, aşağılamaları! Duymaktan kaçamam, kulaklarımı kapatamam…”

 

Öptü. Alnının üstünde terlerle ıslanan bir öpücük bıraktı ve yumuşak göğsünün üstüne başını biraz daha bastırdı.

 

“Geçmişte kaldı,” dedi ona.

 

“Hayır,” dedi Yu, netti ama Sivina diretti.

 

“Artık önemli değil, bir daha önemli olmayacak,” dedi kendisi için önemli olmasına rağmen. Bugün hâlâ rahatsızlık duymasına rağmen öyle değilmiş gibi davrandı.

 

Ama Yu “Önemli,” diye ısrar etti. “Her şey önemliydi. Gelecekte de önemli olacak. Aksini iddia edemem. Yalan olur. Yalan söyleyemem. Benim suçum, suçluyum. Geçmişten kaçamam.”

 

“Ne yapacaksın o zaman?”

 

O cevap veremese de Sivina ne yapacağını biliyordu. Kendine acı çektirmeye devam edecek, bunun kefareti olduğunu söyleyecek ve böylece karısının da üzülmesine yol açacaktı.

 

“Kızgın değil misin?”

 

“Kızgınım, çok kızgınım.” Kızgın olmasına rağmen gülerek cevapladı. “Çok ama çok kızgınım, Yu Valarfin. Keşke imkânım varken o banyoda daha fazlasını yapsaydım ama o zaman da aldatıldığımı düşünürdüm. Sana lanet olsun.”

 

İkinci gecelerinde kocasına lanet okuyordu. Nasıl bir gelindi acaba? İçinden gelenleri söylemiş ve kocasını üzmüştü ama pişman değildi. Aksine eğer bunu söylemeseydi içine atmaya devam eder, daha çok üzülürdü.

 

“Seni aşağılamamı istedin ve bunu yaptım,” diye devam etti. “Sana lanet okuyorum, yaptığın her şey için. Şimdi ne olacak? İstediğini aldın, artık ayağa kalkacak mısın? Yoksa layık olmadığını söyleyerek gidecek misin? Sen gitmek istesen bile seni bırakacağımı düşünme. İstemesen bile artık bana aitsin, benim malımsın. Sana kızacak ama yine de elimde tutacağım çünkü sevi seviyorum. Keşke tanrılar beni sana âşık etmeseydi, bu biraz da onların suçu ama yine de seviyorum. Kendini bana âşık ettiğin için sen de suçlusun ama ne olursa olsun hâlâ seviyorum, engel olamıyorum.”

 

Bu saatten sonra kızması da bir fayda etmeyecekti ama Yu’nun istediği ona kızılmasıysa Sivina memnuniyetle bunu yapar ve içindeki kini atardı. Eğer onun isteği sadece sevgiyse Sivina memnuniyetle bunu gösterirdi.

 

“İşler bu şekilde ilerlediği için üzgünüm,” dedi Yu. “Rolderhelm’e döndüğümüzde tekrar benimle evlen. Hemen, buluştuğumuz gün.”

 

Karabaş köşeye kıvrılırken Sivina güldü, Yu gözlerini kapamıştı. Yurine’nin annesi hakkında ne düşündüğünü sormak istemişti, önemli olduğunu biliyor ve onu kurtarsalar bile Yu’dan uzak durmasını istiyordu.

 

Sormamasının nedeniyse tabii ki zaten karmaşık olan düşünceleri daha karmaşık bir hâle sokmamak içindi. Konuyu daha sonra, Yu’nun pek beklemediği bir anda açacaktı. Belki aralarında bir tartışma yaşanırsa haklı çıkmak için kullanırdı.

 

“İkinci kez evleneceğimizi ben de düşünmüştüm,” dedi ona bir öpücük daha verirken. “Ama bu sefer Elhaven’de olacağını düşünmüştüm. Babam, annem ve kardeşlerimin gelin oluşumu görmelerini istemiştim.”

 

“Eğer isteğin buysa olur.” Yu, Sivina’nın elini biraz daha sıktı. “Ama şeytan… Cecilus… Vazgeçilenler… Hepsinin varlığını biliyorum, hepsini durdurmak zorundayım… Tüm bunları yapmamı beklersen yine geç evleneceğiz.”

 

“Beklemek istemezsem? Hepsini bırakmanı istersem?”

 

Söyledikleri hakkında konuştuklarını hatırlıyordu ama Yu’nun bunlarla uğraşmasını istemiyordu. Yine de suçlarını temizleme hakkını ondan alacak kadar acımasız değildi.

 

“Bir çaresine bakarız. Hem ikinci düğünümüz olsun ya da olmasın karı koca olacağız.”

 

“Öyle diyorsan.”

 

Artık yataklarına geri dönmeleri gerekiyordu. Dışarısı gittikçe daha soğuk bir hâl alıyordu ve birinin onları görmesi rahatsızlık verirdi.

 

“Seni seviyorum,” dedi ona. “Kendin hakkında ne düşünürsen düşün seni seviyorum. Yaptığın şeylerden tiksinmeme rağmen seviyorum. Ben böyle hissediyorum.”

 

Kulağına fısıldadı.

 

“Seni seviyorum.”

-------------------------

15.01.2023 – 15:01






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr