Bu kadar kaliteli kıyafetleri en son giydiğinde Virgo’daydı.
Her ne kadar orada bir şövalye olarak bulunsa da soylu bir hanımın yaşantısının
da tadına bakıyor, lüks yiyecekler yiyip, lüks kıyafetler giyip, lüks bir odada
yaşıyordu. Salderough’daki yaşamın, Virgo’daki yaşamın yanında hiçbir şey
olmadığına yemin edebilirdi.
Virgo’yu bu kadar düşünmeye başlamasının sebebi küvetten çıkıp kurulandıktan ve kıyafetlerini giydikten sonra gelen nostalji hissiydi. Sıcak bir banyonun ardından kendini yatağa atma imkânını en son Dolunay Malikânesindeyken bulmuştu. Oradan ayrıldığından beri sürekli dövüşüyor, yolculuk ediyor ve her gün hayatını risk altında geçiriyordu.
O zamanki hayatı daha kolaydı, daha sakindi. Yapması gereken işleri başarıyla yerine getiriyor, Yu’ya eğitim veriyor, Ana ile şehirde dolaşıyor ve dans etmesini öğreniyordu. Dans ederken ne kadar muhteşem olduğunu düşündüğü Yu’ya karşı hisleri henüz yeni tomurcuklanıyordu.
Bir de oradayken ailesine mektup gönderebiliyordu. Elhaven ve Mora arasındaki mesafeden ötürü sadece bir mektup almış ve iki mektup göndermişti fakat az olsa da ailesiyle iletişim hâlindeydi, ne yaptıklarından haberdardı. Vermia’nın ardından onlarla mektuplaşamıyor olmak, Yu’nun kaybıyla birlikte canını en çok yakan şeylerden biri olmuştu ve kendinden haber veremeyip onların canını yaktığını bilmek vicdanının yaralanmasına sebep oluyordu.
Çelise ile iyi anlaşmaya çalışacaktı. Belki onun sayesinde ailesine doğuya gidip, harika bir maceraya çıktığını anlatan bir mektup gönderebilirdi. Zamanı geri aldıktan sonra bu dünyadaki insanların neler yaşadığının bir önemi kalmayacaktı fakat her şeyi unutacak olsalar bile onlar ailesiydi ve ailesinin acı çekmesini, üzülmesini istemiyordu.
“Amma da sorumsuzsun,” dedi gülüp saçlarını okşarken. “Böyle bir yerde soyunarak gardını indirdin, etrafımız düşmanlar tarafından sarılmışken ve onların inindeyken. Bir savaşçıya hiç yakışmayan bir hareket, tuzağa düşebilirdin. Bugünkü sınavından kaldın.”
“Misafirlik kanunlarınca korunuyorduk,” diyerek ciddiyetle cevapladı Yu.
“Misafir olduğumuzu kimse bilmediği için sadece Çelise’nin insafınca korunuyorduk,” diye karşılık verdi. “İnsaflı kızmış demek ki.” Kulağının içini öptü. “Aslında kızılması gereken benim, duygularıma yenik düştüm. Oysaki tedbirli davranmaya çalışıyordum ama hiç reddetme, senin de suçun var.”
Yu göğsüne yasladığı başını çevirip yüzüne bakmak istedi ama Sivina izin vermedi. Başını göğüslerinin arasında tuttu ve saçlarını okşamaya devam etti.
“Ne yaptım ki?” diye sordu Yu.
Bir öpücük daha verdi. “Sabah beni reddettin, duygularımı bastırmak zorunda kaldım. Madem beni reddedeceksin neden sonrasında o kadar güzel konuştun? Neden o kadar güzel baktın? Neden bu kadar yakışıklısın? Yapamayız diyor ama beni baştan çıkarıyorsun. İşkence etmeye mi çalışıyorsun? Anlayamıyorum.”
Artık geçmiş bir şeyin ne kadar tehlikeli olduğundan bahsetmek gereksizdi ama sabah sağlam bir uykunun ardından uyandığında ilk istediği şey Yu olmuştu ve istediğini alamamak belki de bugün insanları öldürmeye bu kadar meyilli olmasını sağlayan şeydi.
Eskiden düşünceleri ve eylemlerinin vahşet boyutu bugün olduğu kadar yüksek değildi. Sorunları çözmek için öldürmeyi düşünüyordu fakat bunu seçmeden önce farklı çözüm yollarını da değerlendiriyordu. Sabah ise muhafızları öldürmek ve direkt işi bitirmek istemişti ve sorumlusu Yu’ydu. Onunla böyle şeyler yapmaya başladıktan sonra yapamadığı vakitlerde tahammülsüzlüğü artıyordu.
“Nasıldı?” diye sordu. “Hoşuna gitti mi?”
Bundan önce kontrol her zaman Yu’da oluyordu ve Sivina bundan gayet memnundu. Her ne kadar onu öpmek istediğinde bile Yu’nun öpücüklerine karşı direnemeyip vücudu sayısız öpücüğe maruz kalan tek kişi olsa da kendini sevdiği adama teslim etmekten hoşlanıyordu, seviyordu, bayılıyordu.
Bugün ilk kez tüm kontrolü kendi eline almış ve Yu’nun bir şey yapmasına izin vermemişti. Onu, onun onu kullandığı gibi kullanmak istemişti. Onun onu mutlu ettiği şekilde mutlu etmek istemişti. Onun onu öptüğü şekilde öpmek istemişti. Bacaklarının arasına indiğinde bile bunu Yu da ona yaptığı için yapmıştı ve reddedemezdi ki ağzının içinin dolmasından zevk almıştı ama aynı zamanda utanmıştı. Yu’nun yukarıdan ona bakması, tüm kontrole sahip olan kişiye yaraşmayacak tarzda utandırmıştı onu.
“Garipti.” Sivina’nın ellerini tutup beline doladı. “Güzeldi fakat seni kollarımın arasına alma isteğine karşı koymam gerektiği için içten içe kendimle mücadele ettim. Seni o şekilde görüp de yalnızca durmak, bilmiyorum, zevk aldım ama… Hislerimi nasıl aktaracağımdan emin olamıyorum. Sadece yalnızca senin bir şeyler yaptığını görmek doğru hissettirmedi. Görevimi yapamamış gibi hissettim.”
“Görev mi?” Duymamış gibi yapacaktı. “Yani hoşuna gitti mi yoksa gitmedi mi?”
“Hoşuma gitti.” Bir elini kaldırıp öptükten sonra geri doladı. “Sen de böyle mi hissediyordun? Ben bir şeyler yapma fırsatı vermeden her şeyi yaptığımda?”
Cevap veremden önce birkaç kez daha öptü. Tatmin olmuş hissediyordu ama kendini teslim edeceği bir tura hayır demeyecek durumdaydı. Aslında birkaç turu daha kabul edebilirdi, sonra biraz daha ve ikisi yorgunluktan bayılana dek biraz daha.
Ama burada o kadar ileriye gitmeleri mümkün değildi.
“Nasıl hissettiğini anladığım konusunda emin değilim,” dedi gülerek. “Harika hissettiğim de doğru ama her sevişmemizden sonra harika hissediyorum. Yine de bunun öncekilerden farklı hissettirdiği ortada.”
“Daha iyi mi? Bu seni daha mutlu ediyorsa sonraki seferlerde daha dengeli-”
“Hayır.” Sonuna dek dinlemesine gerek yoktu. “Nasıl yapıyorsan aynısını yapmaya devam et. Üstüne çıkıp zıplamak eğlenceliydi ve bunu arada sırada tekrar yapmak isterim ama asıl istediğim kısım senin her yerini öpmekti. Yapacağımız zaman seni öpmeme daha fazla müsaade et ve sonra her zaman yaptığını yap çünkü beni kollarının arasına alman, üstümde olman ve yaptığın diğer her şey hoşuma gidiyor. Senden başka hiçbir şey düşünmüyorum; zaman yok oluyor, mekân yok oluyor. Kendimi sana zevkle teslim ediyorum ve sanırım bu benim doğal yönelimim… Yani, senin her şeyi yapmana izin vermek istiyorum ve sonucundan memnun kalıyorum. Seni seviyorum. Seviyorum. Seviyorum.”
Seviyorum kelimesini her kullanışında öptü. Yu’nun onu kontrol etmesinden, üstünde olmasından, öpmesinden, yalamasından zevk alıyordu. Yu’yu kontrol edip onu kendisine ait bir oyuncak gibi kullanmak da zevkliydi ve gelecekte bazı zamanlar bunu tekrar yapmak isteyecekti fakat içinden gelen asıl arzu kendini aşkına sunmaktı. Tarlasını süren bir çiftçi gibi onu sürmesi ve her ne kadar topraktan çıkamayacak olsalar da tohumlarını içine salması, onu kontrol etmekten daha iyiydi.
“Yani ağzını tekrar…”
Yu’nun yutkunduğunu duyabilmişti. Kıkırdadı, yanaklarının pembeleştiğini görünce tekrar kıkırdadı. Yüzünde farklı bir duygu görmek amma da harikaydı!
“Utandın mı?” dedi kıkırdamaya ve öpmeye devam ederek. “Kendi karından mı utandın? Ne tatlı bir kocasın sen öyle.”
“Tekrar ağzına al. Bunu kibar bir şekilde söylemek istemiştim. Karım da olsan ağzımı edepsiz konuşmalara alıştırmak istemiyorum.”
Yeniden kıkırdadı. “Evet, böyle söyleyince kaba gözüküyormuş.”
Şüphesiz memnuniyetle yapardı. Sadece yaptığı esnada Yu’nun ona bakmasına alışması gerekiyordu, ardından hiçbir çekincesi kalmayacaktı.
“Seni seviyorum,” dedi sadece söylemiş olmak için. “İstediğin zaman yaparım, istediğin kadar.”
Yu’yu kendisiyle birlikte çekerken yatağın üstünde geriye gitti ve kocasının başını kucağına indirdi. Saçlarını okşamaya devam ederken kapattığı gözlerinin uzun kirpiklerini inceledi. Kapkara kirpikleri, uzun, bol ve kadınları kıskandıracak kadar güzeldi. Onu bir kadın olarak hayal etmeye çalışırken aklında yüz hatlarını yumuşattı, saçlarını uzattı ve vücudunu inceleştirdi. Bir kadın olarak ne kadar güzel olacağının cevabını bulmaya çalışıyordu.
Sonra düşündü, bir kadın olsaydı ona yine âşık olur muydu? Ana’nın başaramadığı şeyi Yu başarabilir miydi? Sahiden, ona bir erkek olduğu için mi âşık olmuştu yoksa olduğu kişiyi sevdiği için mi? Ya da ona âşık oluşunun bir sebebi var mıydı ki?
Düşünceleri gereksizdi. Yu’nun bir kız olduğunu hayal etmek tatlı olabilirdi fakat Yu bir erkekti, ona âşıktı ve onurlu olan ilişki buydu. Düşünmeyi bırakmak ve rahatlamak için Yu’nun yanaklarını ovalamaya başladı. Belki yanaklarını yeterince ovalarsa iyice yumuşar ve gülmesine engel olmazdı.
“Şu hayalet nasıl bir şeydi?” diye sordu. “Buraya geldi mi?”
“Buraya geldiyse de bu pozisyonda onu göremem,” dedi ve anlatmaya başladı. “Hoş bir kadındı, koyu yeşil saçları ve saçlarından biraz daha açık renkte gözleri vardı. Tek parçadan yapılmış siyah bir elbise giyiyordu, cenazelerde giyilenlere benziyordu. Senden bir baş kısaydı ve hüzünlü bakışları vardı.”
“Güzel miydi?”
Bunun cevabını vermeden önce düşündü. “Senden daha güzel değildi. Senden daha güzel herhangi bir kız yok.”
Bir öpücüğü daha hak etmişti ama bu sefer başını öpmedi. Elini tutup kaldırdı ve öpücüğünü parmaklarının üstüne verdi.
“Üzgün ve zararsız gözüküyordu. İnsanları yüzlerinden tanıyacağıma inanırım, eğer bir anda korkutucu bir form alıp üstümüze atlayacak kötücül bir şey değilse iyi huylu bir hayalet olsa gerek. Muhtemelen arkasında üzücü bir hikâye vardır.”
“Senin onu görebilmene oldukça şaşırmış olmalı.”
“Evet, şaşırdı. Onu ilk kez fark edip bakmaya başladığımda o da bana baktı ve uzaklaşmasını istediğimde olduğu yerde donakaldı. Koridorda yürürken o yüzden arkamı dönmüştüm, muhafızların onun içinden geçip ilerlemesini izledim.”
Burada bir hayalet varsa zamanı geri alma amaçları gibi özel şeylerden bahsetmeliler miydi? Utancın bir kez daha vücudunu sardığını hissetti. Hayalet de olsa kocasıyla özel anlarını başkasının görebilme ihtimalinden, söylediklerinin duyabilecek olmasından rahatsızlık duymuştu.
Ölüm Tanrıçasının insanların ruhlarını aldığını ve onları cennete ya da cehenneme yerleştirdiğini öğrenerek büyümüştü. Bir tanrıça, nasıl olur da bir ruhu dünyada unutabilirdi?
“Bu meseleden hoşlanmadım. Lütfen kendini kaptırıp sır çözmeye çalışma. Keşke görebildiğini hiç belli etmeseydin.”
“Özür dilerim, ölü gibi gözükmediği için hayalet olduğunu düşünmemiştim.”
O da haklıydı, önlemesi mümkün olan bir hata yapmış değildi ama Yu suçlu değil diye huzursuzluğu yok olmuyordu. Bir hayalet kadının sırf iletişim kurabildiği tek insan o diye yakışıklı kocasına âşık olup kendisine musallat olmasını istemiyordu.
“Kasabaya inmemiz lazım,” dedi parmaklarını yüzünün üstünde gezdirirken. “İnsanların burada misafir olduğumuzu bilmesi gerekiyor. Eğer kimse bilmezse misafirlik kanunlarının geçerliliğini, ev sahiplerimizin vicdanına bırakmış oluruz.”
Misafirlerine zarar verirlerse günaha girerlerdi ve halklarının tepkisi dışında kendi seviyelerindeki diğer soyluların da öfkesini kazanırlardı. Hiçbir soylu lord misafirlerine saygı duymayan ve onları koruma kanununu çiğneyen bir başka lordun evine girmek istemez, girse de kendini orada güvende hissetmezdi.
“Loncadan aldığımız görevi yapmayacağız sanırım?”
“O adamı tekrar görürsem tekrar döverim.”
Ve o adamın tekrar dayak yemesini Sivina da isterdi. Onun gibilerden nefret ediyordu. Kendisine yanaşan tüm erkeklerden nefret ediyordu, Yu hariç.
“Eşyalarımızı bahçeden almamız gerekiyor. Belki malikânede öldüğümüzü düşünüp atmıştır veya atmasa bile herhangi bir anda böyle düşünüp atmış olabilir.”
“Attıysa tekrar döverim. Dünkü yalnızca biraz hırpalamaydı, onun için yeterli bir ceza sayılmaz. Başkalarına bakmamayı öğrenmeli.”
“Öğretmek için en iyi yöntem şiddet mi?”
Yu başını Sivina’nın kucağından kaldırdı. “Kişiye göre değişir. Bazıları güzel sözden anlar, bazıları anlamaz. Beni eğitmek için şiddet gerekti ve başkaları için de gerekebilir.”
-------------------------
01.01.2023 – 01:02
Bugün Start’ı yayınlamaya başlamamın ikinci yılı.
Bölüm ismini neden böyle yaptığım konusunda da… Aslında bu bir bölüm değil, sekizinci bölümle birlikte tek bir bölümdü ama baştan yazarken o bölümün ilk kısmı 3k uzunluğuna ulaşınca ayrı bölüm yaptım… Ayrı bölüm yaptım yapmasına da bölümde bir konu yok, baktım koyacak isim bulamayınca bu ismi koydum. Gelecekte aklıma daha iyi bir isim gelirse değiştiririm.
Neyse asıl önemli kısım bugünün Start’ı yayınlamaya başlamamın yıl dönümü olması. Ah 2021, bu günlerden bir tık daha güzeldi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..