Yağmurun altında yürümekten hoşlansa da dövüşmekten
hoşlanmıyordu. Sağanak yağmurda toprak çamura dönüşüyordu ve rakibine dikkat
ettiği gibi zemine de dikkat etmesi gerektiği için dövüşün haz duygusu yerini
angarya bir iş yapıyormuş hissine bırakıyordu.
Şimşekler hiç bitmeyecekmiş gibi çakmaya devam ederken Karabaş bir ağacın altına sığınmış, antrenmanları sırasında kırılan sopalarla oynuyordu. Sivina ilk kez Mora’da böylesine şiddetli bir yağmurun bu kadar uzun sürdüğünü görüyordu. Nehir taşmıştı ve su seviyesi kaldırımları kaplayacak kadar yükselmişti. Yakında buraları sel alacaktı.
Ama onlar dövüşmeye devam ediyordu. Sivina yağmur ve çamura alışkındı ama Yu için bu yeni ve yaşanması gereken bir deneyimdi. Dövüştüğü ortam nasıl olursa olsun kılıcını sallamaya devam etmeyi öğrenmeliydi.
Öğrenmesi gereken bir diğer şey ise rakibinin onu kandırmasına izin vermemesi gerektiğiydi.
Sopaları çarpışırken Yu, Sivina’nın üstüne yürümeye devam ediyordu. Artık mesafesini daha iyi ayarlıyor, rakibini öldürmüş olabilmek için kendisinin de ölebileceği saçma riskler almıyordu. Kocası üstüne gelirken Sivina ise savunmayı bırakıp saldırıya geçmek için doğru zamanı arıyordu ve en doğru zaman Yu’nun kendine tamamen güvenip her şeyini saldırıya verdiği an olacaktı.
O mükemmel anı beklerken geri çekilmeye devam etti ve Yu’nun daha fazla açık vermesi için savunmasını kademeli olarak düşürmeye başladı. Ona kendini güçsüz göstermek ve yenebileceğine inandırmak istemişti. Yu, Sivina’nın üzerindeki baskısını gittikçe arttırdığını zannederken Sivina bir anda durdu, sopaları çarpışınca gücünü kullanarak onunkini aşağı eğdi ve dibine sokulup bir omuz darbesiyle yere düşürdü.
“Hangi hatanı saymalıyım?” dedi onu elinden tutup kaldırırken. “Beni sürekli itip savunmaya zorlayacağına inanman aptalcaydı, senden güçlü olduğumu unuttun. Araka ile dövüşürken de aynı aptallığa düşme. Dövüş hileli bir iştir ve hile yapmaktan çekinmemelisin. Ölümüne dövüşüyorsun, yapabildiğin zaman rakibini kandır ve düşüncelerini kontrol et. Seni yenebileceklerine tamamen inanırlarsa zayıflık göstermeye başlarlar.”
Hilelerin de günah olduğunu söyleyemeyeceğini umuyordu. Umuyordu ki bunu düşünecek kadar aptal olmasın, aksi takdirde Araka onunla kedinin fareyle oynadığı gibi oynardı.
“Gardını hiçbir zaman indirme, kılıcını sağlam tut ve rakibinin eğmesine izin verme. En önemlisi mesafeni mutlaka koru. Ben yalnızca omuz attım fakat farklı bir rakip kellene de savurabilirdi.”
“Öyle bir durumda miğferimin beni koruduğunu varsaymamız gerekmez mi?” diye sordu Yu. “Sonuçta süs olması için takmayacağım.”
“Evet, ayrıca insanlar süs olması için çelik kalkanlar taşımıyor,” diye karşılık verdi. “Zırh seni malikânenin muhafızlarından koruyabilir ama yeterince sağlam bir kılıçla yeterince kuvvetli vurursam ben süslü zırhını aşabilirim. Yaydığı manaya baktığım zaman rakibin olacak Araka da yapabilir gibi gözüküyor. Çeliğin seni insanüstü darbelerden veya ağır silahlardan koruyamaz.”
Yu’nun kılıcı karma bir kılıçtı. Tek elle kullanmaya uygundu ama tek elli kılıç diyemeyecekleri kadar uzundu ve şüphesiz bir şekilde uzun kılıç sıfatını da yakıştıramıyorlardı çünkü ortalama bir uzun kılıcın altındaydı. Meç denemeyecek kadar kalın bir ene sahipti fakat eni diğer kılıçlardan daha inceydi.
Genellikle piç kılıcı olarak adlandırılan bir türde olsa da şekli itibariyle o türün diğer örneklerinden farklıydı. Sonuç olarak bir kalkan eşliğinde kullanılmaya uygundu ve Yu’nun giydiği zırhtan daha kalın çeliğe sahip olan bir kalkan kuşanmaya ihtiyacı vardı. Sağlam bir kalkanla zırhın karşı koyamayacağı büyülere karşı koyabilirdi.
“Sana kalkan bulmalıyız.” Nereden bulacağını keşke bilseydi. “O zırhın göğsü düşmana güven verir, diğer yerleri de aşılamaz değil. Eğer rakibin kılıç yerine çekiç gibi zırha karşı kullanabileceği bir silah seçerse zırhın seni korumayacak.”
“Kalkan işe yarar olurdu,” diye kabul etti Yu. “Ama sol elim serbest olursa daha rahat ederim. Araka kolumun nasıl bir şey olduğunun farkında değil, beklemediği bir anda kılıcını tutup dövüşü bitiririm. Yeterince hileli sayılır mı?”
“Kolunu o şekilde kullanabiliyor musun?”
Yu başını salladı. “Şimdiye dek kolumu aşabilen tek şey cennetten gelme bir melekti. Çelik kesmiyor, çekiç ezmiyor ve yeterince sert olursam zırh durdurmuyor. Belki yakaladığım yeri kemiklerini kıracak kadar ezebilirim, muhtemelen. Parmak uçlarım denk gelirse parçalamam mümkün olur ve hayati bir yeri tutturursam dövüş biter.”
Zırhın ve sargıların altındaki lanetli kolunu savaşırken kullandığını hiç görmemişti. Yu’yu, Yu Zao dışında herhangi bir düşmanla dövüşürken de görmemişti. Bu yüzden planın işe yarayıp yaramayacağı hakkında haklı şüphelere sahipti ve hâlâ taşıyacağı kalkanın elinden daha işlevli olacağına inanıyordu.
“Kolun seni üzerine gelen kayadan koruyabilir mi?” diye sordu sertçe. “Üzerine atılan alev topundan, bir kristal yağmurundan koruyabilir mi? Seninle yakın dövüşe girmek yerine dövüşü uzaktan sürdürmeyi seçerse kolun ne işe yarayacak ki? Agresif bir büyücü ise kolun işe yaramaz.”
Her büyücünün hayali saldırgan yeteneklere sahip olmak olsa da hepsi bu yeteneklere sahip değildi. Araka’nın da saldırıdan ziyade savunmaya yönelik yetenekleri, hatta sadece şifa büyüsü olabilirdi. İş bu durumda Yu’nun eli bir kalkandan daha kullanışlı olurdu.
Fakat soylular çoğu zaman saldırgan yeteneklere sahip olurdu çünkü eşlerini de bu yeteneklere yatkın insanlardan seçmeye çalışırlardı. Büyü şans işi olduğu kadar kan işiydi, zenginler de bu kana köylülere kıyasla kolayca ulaşabilirdi. Araka’nın agresif yeteneklere sahip olma şansı, olmama şansından daha yüksekti ve stratejilerini buna göre belirlemeleri gerekiyordu.
Bu sefer daha uzun bir sopa aldı ve “Tekrar,” dedi. “Mesafe senin aleyhine ortadan kalkarsa ve eğer yere düşüyorsan beni de kendinle düşürmeye çalış. Kolun sayesinde yerde şansın daha yüksek olur. Kolun normal insan kolu olsa bile teknik biliyorsan yerde devasa adamları öldürebilirsin. Sana çok daha önceden öğretmem gerekirdi ama bugüne kaldı.”
Yağmur yüzlerine çarparken Yu bir kez daha üstüne atladı ve sopasını korkusuzca saplamak üzere göğsüne uzattı. Bu sefer silahı Sivina’nın silahından daha kısa olduğu için dezavantaj sahibiydi ve rakibinin menziline aptalca bir şekilde girmişti.
Sivina onun sopasını kendi sopasıyla engelledi ve silahını, yani sopasını ileri götürdü. Yu’nun yapmak istediği şeyi yapacak ve onu göğsüne saplayacaktı fakat Yu estetik bir şekilde dönerek Sivina’nın sol yanına geçti ve sopasını boynuna savurdu. Sivina bunu karşıladığında Yu bir adım geri çekildi ve sonraki hamleyi Sivina’nın yapmasına izin verdi. Rakibin hamle yapmasına izin vermek, bir plan dâhilinde değilse kötü bir seçenekti ve Yu’nun bir planı yok gibi gözüküyordu, öyleyse bunun yanlış olduğunu zor yoldan öğrenecekti.
İnsanüstü bir hızla kocasının üstüne atıldı ve sopasını birkaç defa kollarını kesmek için salladı. İlk birkaç saldırısı savuşturdu fakat dövüşün ulaştığı hıza uyum sağlayamayan Yu çamurun da etkisiyle dengesini kaybedip yere düştüğünde dövüş tekrar bitmişti.
“Rakibinin kontrol edemeyeceğin hamleler yapmasına izin verme,” dedi tekrar ayağa kaldırırken. “Biliyorum, az önce aptalca saldırmamanı söyledim bu yüzden ‘ne ilerlememe ne geri gitmeme’ izin veriyor diye düşünebilirsin fakat dövüş sadece bir refleks değil aynı zamanda strateji işidir, özellikle bizim gibi pek iri olmayan kişiler için. Ne körü körüne saldır ne de saldırmaya devam etme imkânın varken geri çekilip bana saldırma şansı ver.”
“Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum.”
“Bunu sadece dayak yiyerek öğrenebilirsin.” Öğrenmenin başka bir yolu varsa dahi babası ona öğretmemişti. “Sol tarafıma geçtin, kılıcım sağ elimdeydi ve zırhlıydın. Zırhının avantajını unutmaman lazım, kılıcım uzaktayken üstüme yığılmayı seçebilirdin. Gördüğün üzere dövüş yine yere gidiyor fakat bir bilgi, birbirine denk iki insanın dövüşü çoğu zaman yerde biter. Rakibine denk değilsen de dediğim gibi dövüşü yere götürmeye çalışmalısın.”
Sivina köpeklerinin uzandığı ağacın altına doğru yürümeye başladı. Dövüşürken kırılan sopaları oraya atıyorlardı.
“Şeytan tarafından alıkonulmadan önce mağarada yaşlı bir adamla dövüşmüştüm,” dedi Yu, Sivina fırlatmak için sopa seçmeye başladığında. “Dediğin gibi ikimiz de yere düşmüştük. Biraz boğuşmanın ardından başını nehre sokup onu boğarak öldürmüştüm.”
“Deneyimlemiş olman güzel.” Sopaları seçmeyi bitirmişti. Bazıları rüzgârda yönünü kaybedecek kadar küçük olduğu için onları ayırmıştı. “Ama beni korkutan asıl şey büyü. Sana büyülerle saldırdığında ne yapmayı planlıyorsun? Bunun çözümünü bulmamız gerekiyor, yoksa ona yaklaşamadan ölürsün.”
Sivina uzaktan gelen saldırılardan koşarak ve sıçrayarak kaçabilirdi ama Yu’nın aynı hız ve çevikliğe ulaşmasına imkân yoktu. Bir kalkan bulamazlarsa açık hedef olacaktı. Kafasını başka çözüm yollarını keşfetmek için çalıştırsa da mana ile güçlendirilmiş bir vücuda sahip olmadan büyücünün dövüşü domine etmesinin önüne geçmesi güçtü.
“Koşmayı deneyebilirim.”
“Deneyebilirsin…” İç çekti ve fırlatmak için hazırlandı. “Sana güvenmemi istiyorsan biraz daha güven verici çözümlerle gelmelisin.”
“Ölmeyeceğim, Sivina. Dövüşü kaybetmeyeceğim.” Pozisyon alırken gök yine gürledi. Yağmur duracak gibi değildi. “Araka öldüğünde muhafızlar bize saldıracaktır, sen bunun hakkında endişelenmelisin. Dini bir tören sayıldığı için karışmamaları gerekir ama ölen kişi efendileri olduğunda dine saygı duymayacaklarına dair uğursuz hisler besliyorum.”
Seçtiği ilk sopayı fırlatırken “Sen önce kazan!” dedi. Yu sopaya kendi sopasıyla vurup yönünü değiştirdiğinde bunu çok havalı bulmuştu. Nereye kadar savunmaya devam edebileceğini görmek için kırık sopaları sırasıyla fırlatmaya başladı. İlkini sopasıyla savuştursa da diğerlerinden sıyrılmayı denedi ama o kadar acemi ve kaba bir şekilde kaçıyordu ki Sivina iki eline de sopaları alıp ardı ardına atmaya başladığında daha fazla kaçamadı.
“Öldün,” dedi bir sopa göğsüne isabet edince. “Bu böyle olmayacak.”
Kocasını ikna edip dövüşe kendisi çıkmak istiyordu ama inatçılığı, sesini zorla bastırıp kesmediği sürece devam edecek ve kendini öldürtmek pahasına sahaya çıkacaktı.
“Lütfen dövüş ikiye iki olsun, üçe ikiye bile razıyım. Yeter ki tek başına dövüşmek zorunda kalmasın.”
Sopalardan bile kaçamazken büyüden kaçamazdı. Yu karşısında muhtemelen alev topları, kayalar ya da sivri kristaller fırlatacak bir rakibe sahipti ama bu hâliyle onlardan kurtulamazdı.
“Başka çare yok gibi gözüküyor. Teke tek olacaksa gerekirse Yu’nun kararını çiğnemeli ve ben dövüşmeliyim.”
Yu’nun ne kadar sinirleneceğini, üzüleceğini ve çökeceğini tahmin edemiyordu ama üzülmesi ölmesinden daha iyiydi. Başka seçenek arasa da bulamıyordu. Kasabayı terk etmek ve amaçladıkları yere ulaşmak için tek yol Sivina’nın dövüşmesiydi.
-------------------------
02.03.2023 – 13:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..