Cilt 5 - Bölüm 13: Salderough 13 (1/2)

avatar
200 3

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 13: Salderough 13 (1/2)


Karısının iki çirkin çapulcuyu malikânede tuttuğunu düşünmüş ve normal şartlarda yüzlerine bakmaya dahi tenezzül etmeyeceği köylülerin karşısına getirilmesini beklemişti fakat gelen şey tarifi olmayacak bir güzellikti.

 

“Öyle kadınlar bana layık.”

 

Gümüş saçlı kadını gördüğü anda aklından geçen buydu. İlk görüşte onun güzelliğine vurulmuş, âşık olmuştu. Onu görür görmez istemişti. Onu yanında istemişti, yatağında istemişti, sahip olabileceği her yerde ona sahip olmak istemişti. Çıplak tenine hükmetmek, saçlarını parmaklarının arasına almak, tamamen ona ait olana dek yatağından çıkmasına izin vermemek istemişti.

 

Hâlâ aklından çıkaramıyordu. Ömrü boyunca öyle güzel gözler görmemişti. Gördüğü tüm renkleri birer birer düşünse onu görmeden önce gözlerinin rengini hayal edemezdi. Öylesine eşsiz gözler, renklerin en güzeli olmalıydı. Yeşilin ve mavinin harikulade bir karışımıydı ve kelime dağarcığında karşılığı bulunmuyordu.

 

Sesi kızgınken bile şarkı gibiydi, saçları Qrathlıların getirdiği ipeklerden daha parlaktı, teni bir tanrıçaya yaraşır şekilde boyanmıştı. Paltosunu giymeden önce kumaşa sarıldı ve gümüş saçlı kadına sarıldığını hayal ederek kokladı. Gerçeği paltodan bile daha yumuşak olmalıydı, kollarının arasında tatlı inlemeler çıkarmalıydı.

 

Paltosunu biraz daha sıktı, bedeli ne olursa olsun ona sahip olmak istiyordu. Eğer buraya yalnız başına gelmiş bir kadın olsa veya hâlâ kardinallerin hükmü altında yaşasalar ona zorla dahi olsa çoktan sahip olmuş olurdu. Hiçbir kardinal böyle olayları umursamıyordu ama yeni kralları ve onun astları eski gelenekler konusunda oldukça katı tutumlar sergiliyordu. Eski arkadaşlarından biri sırf köylü bir kadını istedi diye öldürülmüştü ki o kardinaline ihanet edip kraliyet sancağını çeken ilk beylerdendi.

 

Bir de ona hemen sahip olmasının önüne geçen şey yeni krallarının yasalarından ziyade yanındaki adamdı. En nihayetinde o kadın bir suçluydu ve yapacağı şeyler için bunu bir bahane olarak gösterebilirdi fakat yanındaki adam yüzünden onu hemen orada alıkoymaktan geri durmuştu. Adam ona hiç hoş olmayan hissiyatlar veriyordu, tamamen garip biriydi.

 

Daha önce onun gibisiyle karşılaşmamıştı. Bir büyücü olarak ne kadar az olursa olsun canlıların vücudundaki manayı hissedebilirdi. Bir tavuğa bile yaklaştığında vücudundaki mana hayvanın vücudunda dolaşan manaya tepki verir, titrer ve onun canlı olduğunu söylerdi ama o adamın karşısında hiçbir tepki vermemişti. Sanki cansız bir nesnenin karşısındaydı.

 

“Öyleyse o orospu çocuğu ne ayak!”

 

Çığlık attı ve duvara vurdu, boğazından çıkan ses tüm koridor boyunca yayılmıştı fakat herhangi birinin uyanması hakkında endişelenmek zorunda değildi.

 

“Yoksa yaşamıyor mu? Mümkün değil.”

 

Gümüş saçlı kadının manasını hissetmişti, Çelise’nin manasını birkaç defa katlayacak kadar yüksekti fakat tabii ki de yüksek seviyeli bir mana her zaman büyücü olabileceği anlamına gelmiyordu. Yine de onun kadar güçlü birinin vücudunda mana olmayan bir adamla evlenmeyeceğini düşünüyordu. Böyle bir evlilik gerçekleşirse doğan çocuklar eksik olabilirdi ve ne bir adam ne de bir kadın çocuklarına kötü özellikler vermek istemezdi.

 

Yani adamın vücudunda kesinlikle en az kadının vücudundaki kadar mana olması gerektiğine inanıyordu, belki de daha fazla. Üsluba uygun evlilikte böyle olmalıydı.

 

“Peki ya nasıl olabilir? Manasını mı saklıyor? Olabilir mi?”

 

Kapıyı tek başına açtı ve yağmur hâlâ yağarken dışarı çıktı. Adamın karşısına çıkmayı ve birebir dövüşmeyi planlıyordu ama o bir sır bulutu gibiydi. Yanındaki kadının güçlü olduğuna şüphe yoktu ve güçlü kadınlar bile güçlü erkekleri severdi. Sivina’yı elde edebildiyse adam kesinlikle güçlü olmalıydı.

 

“Evet, evet! O üst düzey bir kadın ve onun gibi üst düzey bir kadının güçsüz bir adamın yatağına girmesinin imkânı yok. Adam tehlikeli.”

 

Karşısında muazzam kuvvete sahip biri olmalıydı. Sivina’nın kocası en az kendisi kadar, Herict Von Araka kadar güçlü olmalıydı. Buna kuvvetle inanıyordu ama vücudunda mana olmaması fikri onu tek darbeyle ölebilecek biri yapıyordu, köylülerden daha beterdi. Manasızlık hayvanlardan bile beterdi.

 

Fakat o canlıydı ve canlılar vücudunda mana bulunurdu, bu konuda bir istisna olabileceğini hiç düşünmemişti. Geriye kalan tek seçenek manasını saklamasıydı ama böyle bir şeyin mümkün olduğundan da emin değildi. Hatta manayı saklama fikrinin daha önce herhangi birinin aklına gelmiş olabileceğinden bile emin değildi. Bu kadar belirgin bir şey herhangi bir büyü yardımıyla gizlenebilir miydi ki?

 

“Güçsüz biri olsa o kadar saldırgan davranabilir miydi ki?” Güçsüz insanlar güçlülerin karşısında çaresizdi, seslerini keserlerdi. “Ya bir salak olması lazım ya da gücünü saklaması lazım yoksa etrafı sarılmışken ve karşısında benim kadar güçlü birini hissediyorken öyle tavırlar takınmasına imkân yok. Bana kafa tutabildiğine göre…”

 

Yağmur onu surların arkasına geçene dek sırılsıklam etmişti bile. Gitgide adımlarını hızlandırırken rüzgârın gücünü hissetti, uğursuz bir fırtına yarınki balo planını bozmaya geliyordu. Uçurumun kenarındaki merdivenlerden inerken daha da hızlandı.

 

“Kılıcının havası değişikti.” Merdivenleri koşar adım indikten sonra koşmaya başlamıştı. “Sihirli bir kılıç mıydı? Onun da mana yaydığını hissetmedim. Fazla yavaş kullanmıyor muydu? Hiç tereddüt etmeden birini öldürdü ama ben daha hızlı keserdim. Aslında gayet hızlıydı ama benden korkmayacak kadar güçlüyse…”

 

Koşarken attığı her adımda bastığı yerden sular sıçrıyordu, suyun seviyesi paçalarına gelecek kadar yüksekti. Gök birkaç defa ardı ardına gürledi ve birkaç yıldırım farklı yerlere düştü.

 

“Kendini güçsüz göstermeye mi çalıştı? Güçlü ve güzel bir kadının yanında, aptal denecek kadar cesur… Böyle birinin zayıf olmasına imkân yok.”

 

Kasabanın meydanına geldiğinde koşmayı bırakmıştı. Yağmurun onu ıslatmasına izin verirken neden koştuğunu düşünmeye başladı. Kadını görmek için mi koşmuştu? Yüzünü onun kaldığı hana döndü. Han tapınağın arkasındaydı ama yine de görebiliyordu.

 

“Sivina’yı görmek istiyorum… Sivina… Ne kadar güzel bir isim…”

 

Kasabayı ikiye ayıran köprüyü geçerken nehrin beklediğinden daha taşkın olduğunu gördü. Bu şartlar altında hiç kimse yarın düzenleyeceği baloya gelemeyecekti ve pek tabii ki Sivina için de aynısı geçerliydi. Oysaki onu ikna etmesi için Çelise’yi bile göndermişti.

 

Daha kötüsü kasabanın iki gün sonraki festivali de iptal olabilirdi ki şartlar bu şekilde ilerleyeceğini gösteriyordu. Halkın mutluluğunu sağlayamazsa ve hâlâ doğudan çıkmamış olan Yu Zao’nun kulağına halkını memnun edemeyen bir toprak beyi olduğu söylentileri giderse başı derde girecekti.

 

“Sikeyim Yu Zao’yu da Yu’yu da! İsmi taşıyan herkes sinirlerimi bozuyor.”

 

Bunu gündüz söylemesine imkân yoktu fakat gece söylediği zaman onu ancak tanrılar duyabilirdi. Tanrıların da onunla ilgilendiğini zannetmiyordu.

 

Yağmur bir an önce dinmezse yarın onu görememekten korkuyordu. Tapınağın yanından geçerken durup tanrılara dua etmeyi bile düşünmüştü ama herhangi bir duasını kabul edecek tanrı olduğunu zannetmiyordu. Dualarının kabul olması için tüm şanslarını harcamıştı.

 

Eski parlamentonun önüne geldiğinde malikâneden başlayan yürüyüşü son buluyordu. Atalarının neden bu binayı önemsiz bir kasabaya yaptırdığını hiç anlamamıştı. Gereksiz derecede büyüktü ve hiçbir zaman amacı doğrultusunda kullanılmamıştı. Burayı bir okul yapmaya karar verdiklerinde bile kasabada içerisini dolduracak kadar çocuk yoktu ve aileler çocuklarının tarlalarda çalışmasını daha kârlı bulduklarından bina yine boş kalmıştı.

 

Ama en azından şimdi bir işe yarıyordu. Yanında getirdiği anahtarı çıkarıp parlamentonun kapısına soktuğunda kilidi çevirmek yerine başını çevirdi ve hana baktı. Sivina, gümüş saçlı kadın orada kalıyordu. Şimdi gitse onu görebilirdi, kocasını uykusunda öldürebilirdi ve kadın uyurken ona istediği kadar sahip olabilirdi.

 

Yu Zao’nun ya da generallerinin yaptığını duyduklarında onu nasıl cezalandıracağını biliyordu ama kendini hana doğru yürümekten alıkoyamıyordu.

 

Hanın kapısına elini uzattı ve itti, zil çalarken hiç korkmamıştı çünkü hiç kimsenin onu duymayacağını biliyordu. Handa yüzlerce kişi olsa bile hepsi uyuyor olurdu.

 

“Buradan bile hissedebiliyorum… Gümüş yavrum…”

 

Kanında dolaşan, hücrelerine giren ve teninden ayrılan mana tek bir yöne doğru titriyordu. Onu böylesine düşkün eden kadın yukarıdaydı, hemen üzerinde yatıyordu. Öyle ki zıplayıp tavanı delerse onun yanı başına çıkabilirdi. İç çekti, kadının bunun ardından kesinle ona âşık olacağını bilse tereddüt etmezdi ama çok gürültü çıkarırsa koyunlardan uyanıklık hâlini geri alabilirlerdi. Birkaç dakikalığına bile uyanacak olsalar denememek daha iyiydi.

 

Kadını yukarıda hissettiği için merdivenleri çıktı ve attığı her adımda onun manasını daha kuvvetli hissetmenin etkisiyle mest oldu. Mana yoğunluğunu en etkili hissettiği yer merdivenlerden çıktıktan sonra karşılaştığı ilk kapı olduğundan durdu. Kadın kapının ardındaydı, o adamla aynı yatakta uyuyordu.

 

“Bunu yapmamalıyım,” diye düşündü düşüncelerinin aksine utanmazca kolunu kapının kulpuna uzatırken.

 

Kapıyı açmak, adamı uykusunda öldürmek ve kadının içini kendi tohumlarıyla doldurup karnına bir çocuk koymak istiyordu. Ona âşık olmuştu, karşı koymak elinde değildi. Odanın içinde eşi benzeri olmayan bir güzellik yatıyordu ve onunla arasında olan tek şey kapıydı.

 

“Kilitli misin?” diye sordu sanki kapı cevap verecekmiş gibi. Kilitli olsa bile ufak bir büyü kilidi kül etmek için yeterli olurdu. Sonra adamı öldürür ve kadına sahip olurdu.

 

Kapının kolunu tuttuğunda eli titredi, aşağı çekebilir ve kilitli değilse açabilirdi. Gece herkes uyuduğundan insanlar hırsızların girmesine karşı kapıları kilitlemezdi, yani kasabadaki herhangi bir evden içeri girmek isterse bunu yapabilirdi ama karşısındakiler onun toprağı gibi güvenli topraklardan gelmediği için kapıları kilitli olmalıydı. İçeri hiçbir şey yokmuş gibi girebileceğini zannetmiyordu.

 

“Kadın beni şikâyet ederse…”

 

Kocasını öldürecek ve o uyurken onunla birlikte olacaktı ama kadın bir şekilde elinden kurtulmayı başarırsa başı tehlikeye girerdi. Onu kaçmanın imkânsız olduğu labirentine hapsedebilirdi ama bu da ona sadece tecavüz edeceği bir et parçası muamelesi yapmak olurdu. Sivina gibi güzel bir kadın daha güzel bir muameleyi hak ediyordu.

 

Peki ya onu elinde tutmak için ne yapabilirdi? Eğer bir şekilde kraliyetin herhangi bir generaline yaptığı şeyin fısıltısı giderse kellesi bir kazığın üstüne geçirilmeden önce kanunlara itaat etmeyi bir sorun olarak görmeyen tüm toprak beylerine ibret olması için doğduğuna pişman oluncaya dek işkenceye maruz kalırdı.

 

Ama o kadınla birlikte olmaya değmez miydi? Gümüş saçları ve eşsiz gözleriyle, capcanlı dudaklarıyla ölümlülerin arasında bir güzellik tanrıçası gibi gözüküyordu. Kraliyetten korkuyordu ama kadını da bir o kadar istiyordu.

 

İradesizliği korkusuyla savaşırken kadına olan hisleri bir kalp atışı kadar süre için parladı ve uçkuruna yenik düşerek kapının kulpunu aşağı çekti.

-------------------------

08.03.2023 – 22:40






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr