Kocasıyla birlikte vücutlarını kullanarak yapabilecekleri
çoğu şeyi yapmışlardı ve akşam gelirken ikisi de biraz daha devam edecek güçten
yoksun kalmıştı. Sivina tatmin olmuş hissediyordu. Kasıklarında Yu’nun bıraktığı
hafif ve tatlı bir ağrı vardı.
“Bence aşk daha saf bir şey olmalı,” dedi Yu siyah kılıcını bileylerken. “Sanki sen duygusal bir ilişkiye değil de fiziksel birleşime daha çok önem veriyorsun. Bunun masumiyeti yok gibi. Mutluluktan çok zevk aranıyor.”
Yağmur yavaşlamıştı fakat yoğunlaşmaya devam eden bulutlar onlar uyurken bir fırtınanın kopacağını haber ediyordu. Yarın dövüşmek için aşağı indiklerinde vücutlarının yarısının suya batmaması için dua edecekti.
“Kocamsın sonuçta.” Pencereye dokundu ve yağmurla arasında kalan soğuk camın üstünde elinin izi çıktı. “Hem sen yokken ve yaşadığın, sana tekrar kavuşabileceğim bile belli değilken ben sadece ve sadece seni bekledim. Kimsenin bana dokunmasına izin vermedim, kimsenin kalbime ördüğüm duvarları aşmasına izin vermedim. Göğsümün içine senden başkası girmedi ve hiç gelmeseydin bile girmezdi. Aşk değil mi bu? Yeterince saf değil mi? Sancılı bir bekleyişin ardından şimdi seninle tek vücut olmak istemem neden yanlış olsun ki?”
Ona âşıktı. Duygularını, arzularını ve dünyasını tarif etmek için başka kelimelere ihtiyacı yoktu. Ona yakın olmak, verdiği nefesi hissetmek istiyordu. Teninin sıcaklığını ve vücutlarının bütün olmasını seviyordu. Onsuzken eksikti, içinde değilken vücudunda olması gereken bir parça kayıptı. Sürekli temas etmeliydi ki tamamlanabilsindi.
“Yapmak istemiyor musun?” Kocasının ilgisini çekemiyor muydu? “Önceki kızlar daha mı iyiydi? Seni mutlu edemiyor muyum? Olmuyorsa söyleyebilirsin, seni zorlayacak değilim.”
Soruların tek bir doğru cevabı vardı, mutlu olduğunu ve onu daha fazla arzuladığını söylemek zorundaydı. Sivina duymak istediği şeyleri duyabilmek için sormuştu.
“Üzücü şeylerden bahsetmeyelim,” diye karşıladı Yu. “Seni seviyorum, yapmak hoşuma gidiyor. Zorlandığım bir şey yok.”
Yu kılıcını bıraktı ve pencereye yaklaşıp beline sarıldı. Birlikte pencereyi izlerlerken camın üstüne ne anlama geldiğini bilmediği bir şeyler çizdi.
“Onlardan iyi olduğumu söylemedin?”
“Belli değil mi?” Başını başına dayadı. “Sen asıl karakterin sevgilisisin, doğal olarak en iyisisin. Kendini tatmin etmek için böyle şeyler duymaya ihtiyacın yok. Gönlün rahat olsun.”
Yu’yu neyin asıl veya karakter yaptığını sormayacaktı. Duyduklarının onu mutlu etmesine izin verdi ve pencereden yağmuru izlerken bunun romantik bir an olduğunu düşündü.
“Öyleyse sorun neydi?”
“Hiçbir şey,” dedi Yu. “Sadece düşünmeden konuştum ve cevabımı aldım.”
Pencereden kasabanın diğer yarısını göremiyordu ama hanın karşısındaki terk edilmiş parlamento ve yolun başındaki tapınak gözüküyordu. Tapınağın içinden arada sırada yaşlı bir adam çıkıyor, elini binanın güvenli çatısından dışarı uzatıp damlaların avucunu dövmesini izledikten sonra dönüyordu.
En azından tapınakta yaşayan biri vardı. Parlamento tamamen terk edilmişti ve pencerelerinin ardında boş odalar vardı. Han için güzel bir manzara oluşturmuyordu. Ormana bakan arka odalar misafirler için daha tercih edilesi olurdu fakat rastgele aldıkları odayı manzaraya göre değiştirmek akıllarına gelmemişti. Gerek de yoktu.
Neredeyse kasabayı kaplayan selde yüzecekmiş gibi duran at arabası, onu güçlükle çeken atların öncülüğünde tapınağın önündeki yolda beliriverdi. Üstünde birkaç muhafız vardı. Tapınağın önünde durdular ve muhafızlardan biri suya atladı. Atlayan muhafızın arkadaşları ona büyük bir kutu verdi ve muhafız kutuyu alıp tapınağın içine götürdü.
“Erzak dağıtıyorlar sanırım,” dedi Sivina. “Yağmur kimsenin dışarı çıkmasına izin vermeyecek kadar devam etmeden önce insanlar aç kalmasın diye ihtiyaç duyabilecekleri şeyleri veriyorlar.”
At arabası tapınağa erzakı bıraktıktan sonra hana doğru ilerledi. Onlar yarın ya ölecekti ya da buradan gidecekti, hancı da handa olmadığı için buraya erzak bırakmalarına gerek yoktu. Farklı amaçlar adına geliyorlardı.
“Dövüşle yargılamanın tarihi hakkında bir şey söyleyecekler sanırım, içime doğdu.” Yu’nun kollarından ayrılıp kılıcını ve baltasını aldı. “Kılıcını al, aşağı inip dertlerini öğrenelim.”
“Bence aşağı inmesek daha iyi olur,” dedi Yu istifini bozmadan. “Biz boşuna ıslanmayalım, onlar buraya gelsin. Zaten yeterince ıslanmışlar.”
Muhafızlar hanın önüne geçerken pencerelere bakmış ve onları görmüştü. Kapının önünde durduklarında kaç kişinin araçtan indiğini göremiyorlardı fakat hepsinin inip karşılarına çıkmasına şaşırmazlardı. Kasabadaki herkes onların ne kadar tehlikeli insanlar olduğundan haberdardı ve silah kuşanmış da olsalar muhafızlar da korkuyu hissedebilen kişilerdi. Buraya tek gelmeye cesaret edemezlerdi.
Karabaş kapının önünde kıvrılmıştı. Kapı açıldığında başını kaldırıp Yu’ya baktı ve yanına gelip gövdesini bacağına sürttü. Yu sol eliyle köpeğin çenesini ovduktan sonra bacağıyla onu itti.
Birinin suyu yarıp ilerlemesinin sesi ilk kattan ikinci kata kadar ulaşıyordu. Merdivenlerin bir kısmını kaplayan suyun, gelen kişiyle dalgalandıklarını gördüler. Dalgaların kuvveti arttıkça, yaklaşan kişinin vücudu yavaşça görüş alanlarına girdi. Miğferini elinde tutan bir muhafızdı. Tüysüz suratı ve basit yüz hatları vardı.
“İyi mir niyet ire gerdim,” dedi Karabaş çocuğa bakınca.
Köpeğin heybeti, belinde bir kılıç olmasına rağmen onu korkutmuştu. Zaten kılıç kuşanmak için fazla zayıf duruyordu. Yüzünde bir adamın hatlarından eser yoktu. Kolları da zayıftı. Temkinli adımlarla merdivenlerden çıkarken gözünü köpekten alamasa da yaklaştıkça gülümsemeye çalıştı.
“Çerise hanım yorradı,” dedi. Merdivenleri tamamen çıkmak yerine onlardan birkaç basamak aşağıda durmuştu. “Aşağıda menim germemi mekriyorrar. Seri davranmanız gerek, zırhımı gevşetip Çerise hanımın koyduğu torbayı sırtımdan arın. Hanımım zor durumda.”
Onlara zarar verecek kadar güçlü değildi ve bir tuzak kuracak kadar akıllı da gözükmüyordu. Korkak bir çocuğa benzediği için başkasının tuzağının parçası olmayı da kabul ettikten sonra bu kadar özgüvenli davranmazdı.
Ama çocuğun üstünden mana yayılıyordu ve mana Sivina’nın güvenini kazanmayı zorlaştırıyordu Yine de Yu onun zararsız olduğunu düşünerek güvendi ve çocuğun zırhının kayışlarını gevşeterek sırtındaki çeliğin vücudundan biraz ayrılmasını sağladı. Sol eliyle çocuğun sırtından bir torba çıkarmıştı.
“Yarın gün doğumunun ardından meydanda dövüşeceksiniz.” Yu’nun kayışı tamamen bağlamasını beklememişti. “Üçe karşı üç yapıracak! Şimdi gitmem gerekiyor!”
Sivina torbayı açmadan önce durdu ve merdivenlerden inen çocuğun arkasından ona baktı. Üçe karşı üç olacağını söylemişti. Onlar üç kişi değillerdi ki?
Yu söylediklerinden çok çocuğun kendisine takılmıştı. “Kim lan bu?”
“Kim olduğunun bir önemi mi var?” Torbayı sıktı. “Üçe karşı üç ne demek? Biz iki kişiyiz.”
Karabaş bir sorun olduğunu anlamış gibi Sivina’ya baktı. Sivina duruma isyan etmesi için Yu’nun konuşmasını bekledi ama kocası gelen torbayla ilgilenmeye öncelik veriyordu. Köpek aynı yere tekrar yatarken Sivina kocasının vurdumduymazlığına karşı donakaldı. Kaybetmek hakkında endişelenmiyor gibi davranıyordu.
“İçinde bir mektup var.”
“Yu.” Omzunu tuttu. “Biraz endişelenir misin? Orospu çocuğu karşımıza üç kişi çıkacak. Zaten kendisi yeterince güçlü bir de-”
Yu işaret parmağını Sivina’nın dudaklarına koydu. Onu susturduktan sonra beline sarılıp kendisiyle birlikte odaya soktu ve kapıyı arkasından kapayıp kilitledi.
“Endişelenmek, korkmak… Bunlar yarını değiştirmeyecek.”
“Sana üç kişiye karşı dövüşeceğiz diyorum, birisi büyücü diyorum!”
Yu’nun rahatlığına, vurdumduymazlığına deli oluyordu. Bir karısı olan adam, bir ailesi olan adam bu kadar ilgisiz olmamalıydı. Cesaret iyi bir şeydi ama Yu bunu aptallıkla karıştırıyordu.
“Benimle birlikte dövüşmek istemiyor muydun?” diye sordu sinir bozucu sakinliğini sürdürürken. “Omuz omuza dövüşeceğimiz senaryo gerçekleşti işte, istediğin şey oldu.”
“Omuz omuza dövüşmek istemiyordum,” derken Yu’nun yüzünde hayal kırıklığı oluşacak mı diye kontrol etti ama hiçbir şey değişmemişti. “Tek başıma dövüşmek istiyordum. Senin onunla ya da buradaki herhangi biriyle dövüşmeni hiç istememiştim.”
Birebir dövüşecek olsalardı onu bayıltıp dövüşe çıkacağını söylememişti. Her şeyi açıklamaya gerek yoktu, bu kadarı niyetini yeterince belli ediyordu.
“Taht odasında birini öldürdüğüm an Araka’nın da içinde olduğu ondan fazla kişiye meydan okuduk. O gün onlarla dövüşmeye korkmadıysak neden yarın üç kişiyle dövüşmeye korkalım? Korkmak için hiçbir sebep göremiyorum.”
Torbanın içindekileri çıkarıp yatağın üstüne koydu. Bir bıçak, birkaç asa ve büyülü taş vardı. Çelise onlara iksirler de göndermişti ve tüm bunların o zırh ile çocuğun arasında kalıp da kırılmaması şans eseri olmalıydı. Bir de mektup vardı ama Yu mektubu açmak yerine bıraktı ve Sivina’nın ellerini tuttu.
“Öyle desem de biraz korktuğumu söyleyebilirim. Senin zarar görmenden korkuyorum ama kocan olarak zarar görmene izin verecek değilim. Üç kişi ya da binlerce kişi; karşımızda kim olursa olsun kılıcımı çekecek ve yeneceğim. Çıktığımız yolda başarıya ulaşacağız, bu yüzden endişelenmeye gerek yok. Karşımıza iki kişi değil de üç kişi çıkmalarının değiştireceği tek şey ölenlerin sayısı olacak.”
“Burada Rolderhelm’in Yu’su olsaydı daha önce yüz defa geçtiği planının üstünden tekrar geçerdi. Mora’nın Yu’su plan yapmıyor, gözleri kapalı yürüyor ve beni korkutuyor.”
Yu tuttuğu elleri yüzüne götürdü ve yanaklarının üstüne koyup gererek sahte bir gülümseme yarattı. Bu gülümseme bile tüm vücudunu en soğuk günlerde ısıtacak kadar güzel yanıyordu.
“Mora’nın Yu’su en iyi Yu diye düşünüyorum. Olduğum kişiden memnun değilim ama kendini beğenmiş küçük bir piçten daha iyiyim. Rolderhelm’in Yu’su karşıma çıksaydı onu öldüresiye döverdim.”
“Onu dövmene izin vermezdim.”
Roldehelm’deyken ona âşık değildi ve bir gün âşık olacağını da düşünmezdi ama yine de birinin çıkıp da ona zarar vermesine müsaade etmezdi. Belki, Raul’un ona saldırdığını kendi gözleriyle görseydi Yu’yu kurtarmak için Raul’u öldürebilirdi bile. Eğer mümkünse ölümle bitmeyen bir yolu seçmek isterdi ama böyle durumlarda genellikle her şey aniden, reflekslere dayalı olarak gelişirdi.
“Fakat hâlâ kötü bir durumdayız,” diye devam etti Yu’nun bıraktığı mektubu alıp açarken. “Biri beni oyalarken ikisi seni öldürmeye çalışacaktır çünkü…”
Çünkü kasabanın lanet olası lordu bir şerefsizdi ve Sivina’yı istiyordu ama zaten bildikleri bir şeyi tekrar dile getirerek sinirlerini germeleri gereksiz olurdu.
“Çünkü intihar etmek istiyorlar, ben böyle görüyorum.” Yu gelen eşyaları incelemeye başladı. “Sence bu bir tuzak mıdır? Araka bizi zehirleyecek şeyler göndermiş olmasın?”
“Bilmiyorum,” dedi mektubu okumaya başlarken. Çelise asaların nasıl kullanılacağından, hangi iksirin ne işe yaradığından bahsetmişti. “Daha önce hiç asa kullanmadım ama vücudumdaki manayı asaya yönlendirmemin yeterli olduğunu yazmış. Acaba birini denemeli miyim? Kullandıktan sonra bana zarar verir mi?”
Asaların ne işe yaradığını yazmamış ve Sivina’yı sadece sağdan soldan duyduğu bilgilerle baş başa bırakmıştı.
Asalar hakkında bildiği pek bir şey de yoktu. Büyücülerin kullandığını biliyordu ama büyü yapma konusunda nasıl bir yardım sağladığını hiç anlamamıştı. Ana’nın bir sihirli değneği vardı ve değnek olmadan da büyü yapabiliyordu. Bir ara ciddi bir şekilde sadece güzel gözüktüğü için taşıdığını bile düşünmüştü.
“Büyücülük Akademisinde asalarla ilgili bir şeyler okumuştum,” dedi Yu. “Farklı konular hakkında da bir şeyler öğrenmek için çoğu şeyi yüzeysel bir şekilde inceleyip geçtim, yani bir sihirli değnek uzmanı gibi konuşamam ama hatırladığım kadarıyla zaten var olan büyünü daha güçlü bir şekilde gerçekleştirmene yarıyorlar.”
Rolderhelm’de vatandaşlık kartı almak için bir küre aracılığıyla vücudunun hangi büyü türüne yatkın olduğunu öğrenmişti ama yatkınlık bir kişinin büyü yapabileceği anlamına gelmiyordu.
“Peki, denemeli miyim?”
Yu için asalar yolda bulabileceği herhangi bir sopadan farklı değildi. Vücudunda mana olmadığı için onu yönlendiremez ve asayı kullanamazdı. Gönderilen şeyi kullanma işi Sivina’ya düşüyordu ve kullanmayı başarırsa o asaları alırken tüm büyü taşlarını Yu’ya verirdi. Ondan daha fazla ihtiyacı vardı.
“Asaların birilerinin elinde patlayıp felakete yol açtığını duymamıştım. Kullanmak bir sıkıntı yaratmaz sanırım.”
“Öyleyse pencereyi açıp dışarı doğru tutayım.”
“Önce,” dedi Yu onu tutarak. “Benim zırhımın parçalarını üstüne geçir, ne olur ne olmaz.”
Asayı sol eliyle tutacaktı. Bu yüzden Yu zırhının sol kol parçalarını onun koluna giydirdi, göğsünü ve yüzünü koruması için de miğferini ve göğüs zırhını taktı. Önündeki şey patlarsa çelik parçaları onu ne kadar korurdu bilmiyordu ama delik deşik göğüs zırhının hayali bir korumadan fazlasını sağlamayacağı kesindi.
Pencereyi açıp asayı dışarı çıkardıktan sonra Yu yanına geldi ve asanın ortasından sol eliyle tuttu. Onun üstünde onu koruması için hiçbir şey yoktu ve patlama anında Sivina’dan daha çok zarar görürdü.
“Sol elim zarar görmez,” dedi Sivina’ya itiraz etme şansı vermeden. “Bir şey olursa avucumun içinde olsun, büyümesin. Sen de tehlikeli bir şey olacağını sezersen hemen bırak.”
“Tamam.”
Asaların her biri neredeyse tamamen birbirinin aynısıydı. Sopaların şekli ve yapıldıkları ağaçlar birbirinden farklı türlerde olsalar dahi dışarıdan baktığında yoldan bulabilecekleri herhangi bir sopadan daha fazlasına benzemiyorlardı.
Elinde tuttuğu şeyin bir türü var mıydı, vücudunun yatkın olduğu su büyüsünü kullanmak için uygun muydu bilmiyordu ama artık soruların önem teşkil etmediği andalardı. Yu’nun eli beline dolanırken vücudunda dolaşan manayı önce koluna çekti, sonra eline doğru götürdü. Kanından ve hücrelerinden geçen mana sanki vücudunda yeni kaslar oluşuyor hissiyatı veriyordu.
“Oh!”
Vücudundaki mana önce fark ettirmeyecek kadar yavaş, sonraysa durduramayacağı kadar hızlı bir şekilde onu terk etmeye başladı. Eli parçalanmış da kanı hızla boşalıyormuş gibiydi. Yanakları kasıldı ve vücudunun kalan kısımları manasızlık tarafından oluşturulan boşluğun etkisiyle karıncalandı.
-------------------------
20.03.2023 – 20:23
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..