Cilt 5 - Bölüm 15: Salderough 15 (2/2)

avatar
250 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 15: Salderough 15 (2/2)


Koridora döndü ve kapıyı kapatıp kilitledikten sonra anahtarı sakladı. Kocası bugün odaya girmezse her şey harika gidecekti ama odaya girerse sabah olana dek evin içinde saklanacak bir yer aramalıydı. Kocası manasını hissedecek olursa da hayatında ilk defa bir çocuk gibi davranıp, ebelemece oynama fırsatı elde ederdi. Yakalanırsa öleceği bir oyun olurdu.

 

Ölüm fikrine rağmen düşünceleri hâlâ değişmemişti, bedeli ne olursa olsun aldıklarını Sivina’ya vermek istiyordu. Henüz kimse koridorda gözükmezken muhafızın ona ayakkabı getirmesini bekleyerek zaman kaybetmemek için giysi odasına yürüdü. Beklemekten sıkılmış gibi davranacak, muhafızı azarlayıp gönderecek ve anahtarı yerine bıraktıktan sonra aldığı aletleri bir torbaya doldurup Sivina’ya vermek için mektup yazacaktı.

 

Çoraplarına geçirdiği eşyalar yürürken bacağına batıyor ve canını yakıyordu. Eteğin altından bile yürüyüşünün belirgin şekilde değiştiği belli oluyordu. İnsanları şüphelendirmemek için adımlarını daha kısa tuttu ve kimseyi şüpheye düşürmeden giysi odasına doğru çıktı. Elbette bazı hizmetçiler ve birkaç muhafız onu görmüştü fakat ne Çelise onlara bakmıştı ne de onlar somurtarak yanlarından geçen hanımlarına selam vererek azarlanmaya cesaret etmişlerdi.

 

“Tek yapman gereken iki ayakkabı alıp yanıma gelmekti…” Giysi odasının kapısı sonuna dek açıktı ve muhafız hâlâ var olmayan ayakkabıları arıyordu. “Yarın önemli bir şey kaybolsa onu nasıl bulacaksın kim bilir? Aldığın gümüşlerin hakkını vermeyi düşünsen keşke ama hayır, olur mu öyle iş? Parayı al ve tüm gün malikânede volta at! Böylesi daha güzel!”

 

“Affedin hanımım.”

 

“Defol karşımdan! Bir daha da beni bekletmeye cüret etme!”

 

“Emredersiniz hanımım.”

 

Muhafızı gönderdikten ve yeni ayakkabılarını giydikten sonra çalışma odasına dönüp anahtarı aldığı yere bıraktı. Mektup yazmak için yatak odasına gittiğinde çaldığı eşyaları bir torbaya koyup kocasının aniden gelmesi durumunda torbayı yastığın altına sakladı. Sıradaki hamlesi eşyaları ulaştıracak birini bulmaktı ama önce mektup yazması gerekiyordu.

 

“Sivina, size yarın kullanmanız için iksirler, büyülü taşlar ve asalar gönderiyorum. Mavi iksir yaraları iyileştirir, kırmızı iksir manayı yeniler, siyah lekeleri olan iksir vücudun sınırlarını kaldırır. Büyülü taşlar attığın yerde patlar. Asaları kullanmak için mananı onlara aktarman gerekir. Bir de bir bıçak buldum lakin ne işe yaradığını bilmiyorum. Yine de size yardımcı olabilmesi umuduyla gönderiyorum.

 

Yarın kocam sizinle dövüşecek, kendisi kuvvetli ateş büyücüsüdür ama toprak büyüsünü de yapabilir. Muhtemelen yanına Rileon’u alır, ayrılmadan önce sizi taht odasına getiren adam. O çok güçlü olsa da büyü kullanamaz, yine de hafife almayın. Kocamın yanında savaşacak üçüncü kişinin kim olduğunu bilmiyorum.

 

Lütfen onu yenin, size güveniyorum. Mektubun size ulaştığına emin olabilmem için lütfen bana ailene yazdığın mektubu gönder.”

 

Mektubu bir zarfa koyup kocasının mührünü kullanarak mühürledikten sonra torbanın içine attı ve torbayı bacağına bağladı. Parmağına pahalı bir yüzük taktıktan sonra bir şemsiye aldı ve malikâneden çıkmak için aşağıya indi.

 

Kapıdan henüz çıkmamıştı ki “Dışarı mı çıkıyorsunuz hanımım?” diye durdurdu hizmetçilerden biri. “Yağmur yağıyor, çıkmanızı tavsiye etmem.”

 

“Senin tavsiyelerine ihtiyacım yok,” diye karşılık verdi Çelise. “Hiçbir şey yapmadan durmak canımı sıkıyor. Avluya geçip erzakları hazırlamalarına yardım edeceğim. Sen de başımın dibinde dikilip can sıkma.”

 

Onu başından attıktan sonra malikâneden çıktı. Yağmur hâlâ yağsa da hafiflemiş ve normalde olması gereken hızda yağmaya başlamıştı. Artık yüzüne çarpan damlalar canını yakmıyordu.

 

Avlunun ilerisinde yağan yağmura rağmen muhafızlar karınca gibi çalışıyordu. Hizmetçilerden bazıları da onlara yardım etmekle meşguldü. Çelise yanlarına geldiğinde onu selamladılar, havanın ne kadar kötü olduğundan bahsedip malikâneye dönmesini istediler fakat yalnızca homurdanma aldılar. Çelise şemsiyesiyle yağmurdan korunurken taşıdıkları kutulardan birinin üstüne oturdu. Eteği ıslanmıştı.

 

“İşinizi doğru düzgün yapıyor musunuz diye kontrol etmeye geldim,” dedi Çelise.

 

Muhafızlar ve hizmetçiler, ambarın içine girip tahta kutulara un ve tuz dolduruyor, ardından onları at arabasının arkasına taşıyordu. Araç dolduğunda malikânenin arkasından çıkacak, uzun bir yoldan aşağı inecek ve akşam olmadan önce erzakları dağıtıp dönmeye çalışacaktı.

 

Hizmetçileri henüz buraya gelmeden önce elemişti. Malikânedeki kadınların çoğu, evli olsun ya da olmasın biraz fazla para alabilmek için vücudunu Herict’e sunmaktan çekinmiyordu. Çelise’ye karşı besledikleri duygular da hoş değildi. Çocuklar haricinde muhafızlar güvenebileceği tek insanlardı.

 

Muhafızlar, hizmetçilerden güvenilir kişiler olsa da onların sadakati maaşlarını ödeyen Herict’e aitti. Aralarında para için veya acıma duygusu nedeniyle yardım etmeye çalışacak biri çıksa bile yardımlarının arkadaşlarını öldürdüğü kişilere yarayacağını öğrendiklerinde Herict’e ötmeleri muhtemeldi.

 

Güvenebilir birini bulmak zorundaydı ve şimdiye dek onları tanımak için hiçbir şey yapmadığından hangisine güvenebileceğini bilmiyordu. Yüzlerini inceleyip önyargılarıyla karar vermek ve dua ile şansının yaver gitmesini ummak tek seçeneğiydi.

 

Yedi muhafız vardı. Üçünün yüzü korkunç gözüküyordu. Çirkin sakallara ve sert hatlara sahip yaşlı insanlardı. Pek güven veren tipler değillerdi ve onlara para önerse bile ikna edebileceğini zannetmiyordu. Bu üçlüden yardım alamayacağını anlamak uzun sürmediği için diğerlerini incelemeye başladı.

 

Muhafızlardan ikisi Herict’e sadıktı. Biri yakışıklı ve uzun boylu bir gençti ve annesi, Herict ile yatarak oğlunun diğerlerinden daha fazla gümüş almasını sağlıyordu. Diğeri ise yanlış hatırlamıyorsa on yıldır Herict’in yanındaydı. Bu kadar eski bir bağı kolayca koparıp ona ihanet etmesini sağlayabileceğini zannetmiyordu.

 

Geriye iki kişi kalıyordu. Uzun olan kadar olmasa da at arabasına yüklenen sandıkları dizen muhafızın da yakışıklı bir yüzü vardı. Sakallarını sürekli kesiyor ve uzamasına izin vermiyordu. Ayrıca konuşurken düzgün bir lisan kullanıyordu.

 

Ama at arabasının üstündeydi ve onu yere indirip yalnız kalmaya çalışırsa çok fazla şüphe çekerdi. Bu sebeple geriye ona yardım edebileceğini umduğu tek kişi kalıyordu. Çocuk denecek kadar genç, köse bir muhafız. Pek yakışıklı biri olmadığı için at arabasının üstündeki kadar güven vermese de şu anda daha iyi bir seçeneğe sahip değildi.

 

Çocuk elindeki kutuyu arabaya koyduktan sonra yeni bir kutu almak için ambara girdiği esnada Çelise ayağa kalktı. Hemen ardından ıslanan zeminde kayarmış gibi yaptı, yine ayakkabısının topuğuna fazla güç uygulayıp kırmıştı. Yere düşerek kalçasını acıtmayı göze almıştı ama tam düşmeden önce çocuk yaştaki muhafız onu havada yakaladı.

 

Maalesef çocuğun bu takdir edilesi refleksini onu azarlayarak ödemesi gerekecekti. Diğer muhafızlar şaşırarak bakarken Çelise ayağının üstünde duramıyormuş gibi davranarak ambarın duvarına tutundu ve çocuğu iterek yere düşürdü.

 

“Aptal! Yürüdüğün yere dikkat etsene! Ayağım acıyor!”

 

“A-ama mir şey- şey yap-”

 

“Kessene sesini! Ben konuşurken utanmadan nasıl cevap veriyorsun! Geri zekâlı embesil! İşe yaramaz köpek!”

 

Çocuğun taktığı miğferin yüz kısmının açık olması sebebiyle altındaki yüzün nasıl morardığını ve dudaklarının nasıl titrediğini görebiliyordu. Bir kız tarafından azarlanmak neredeyse ağlamasını sağlayacaktı. Onun gibi birinin neden muhafız olduğunu anlayamazken kendini ilk defa birini azarladığı için kötü hissetti.

 

“Geri zekâlı… Şemsiyem de yere düştü! İt!” Çelise eliyle ambarın içini işaret etti. “İçeri gir! Sırtına taktığın şu şeyi çıkar! Biraz sopa ye de aklın başına gelsin!”

 

Çocuk gerçekten ağlamaya başlamıştı. Gösterdiği muameleden ötürü üzgündü, kalbi acıyordu. Kocası öldükten ve malikânenin tüm haklarını aldıktan sonra çocuğu ödüllendirecekti.

 

“Gidin krem getirin, canım yanıyor!” Hizmetçiler, muhafızlar yerine koşarak gitmişti. “Kıyafetlerim de ıslandı, yeni kıyafet getirin. Bir de yeni ayakkabılar istiyorum, bunun topuğu kırıldı,” diye ekledi sonra ve kalan hizmetçilerle birlikte birkaç muhafız da gitti.

 

Çocuk hâlâ ağlayarak zırhını sökmeye çalışıyordu. Zaten bir zırhı tek başına sökmesi zorken bir de korku yüzünden titreyen parmakları kayışları çözmesini iyice engellemişti.

 

“Siz de dağılın hadi! Aptal suratlarınızı görmek moralimi bozuyor!”

 

“Efendi Herict mize-”

 

“Konuşmanız için izin verdim mi size? Herict benim kocam! Defolun hadi! Köylüler biraz daha bekleyince açlıktan ölmezler ya!”

 

Muhafızlar küçük hanımlarının sesini daha fazla işitmemek için boyun eğdiler ve “Miraz mora vererim,” diyerek görüş alanından çıktılar. Muhafızlardan biri gitmeden önce çocuğa ismi ile seslenmiş ve “Haeron, mir şey olmaz,” demişti.

 

Çocuğun zırhını hâlâ çıkaramadığını gördüğünde etrafına baktı ve kimsenin izlemediğine emin olarak yardım etti. Göğüs zırhı da sırtındaki zırhla birlikte çıkmıştı. Çocuk diz çöktü ve Çelise bir tekme attı.

 

“Çığlık atmaya devam et,” dedi çocuk gerçekten çığlık atarken ve tekmelerine devam etti. “Sadece sana güveniyorum,” diye fısıldadı. “Yardımına ihtiyacım var, bir kahramana ihtiyacım var. Lütfen bana yardım et!”

 

Çocuk başını dönecekti ki Çelise çocuğun sırtına bir kez daha vurduğunda onu ambardaki çuval ve fıçıların arkasına fırlattı.

 

“İT OĞLU İT! DAHA DAYAK YEMEYİ BİLMİYORSUN! SEN NE DİYE MUHAFIZ OLDUN Kİ?”

 

Çocuğa yaklaştı ve hızlıca eteğini kaldırıp sakladığı torbayı çıkarttı. Ona biraz daha vurmuş ve çığlık attırmıştı. Çocuk hâlâ hiçbir şey anlamamış gibi gözüküyordu.

 

“Çığlık atmaya devam et, yalvarırım,” dedi kısık sesle. “Seni dövüyormuşum gibi çığlık at lütfen! Kahramanım!”

 

Beklediğinden hızlı bir şekilde gaza gelen çocuk çığlık atmaya devam etti. Artık ona vurmadığı için çığlıkları biraz yapmacık gözükse de sorun yoktu.

 

“Bu torbayı zırhının içine saklıyorum,” dedi çocuğun zırhını çekip ona giydirirken. “Sakın bir yere çarpıp içindekilere zarar verme. Bunu handaki gümüş saçlı kadına vermelisin. Onlar iyi insanlar. Lütfen, lütfen bunu bir sır olarak sakla ve kimseye söyleme! Lütfen bunları onlara ver ve beni kurtar! Yoksa daha fazla dayanamayacağım, her gece ağlamaktan bıktım!”

 

Sadece göğsündeki ve sırtındaki çelikleri çıkardıkları için çocuğa zırhını geri giydirmesi hiç uzun sürmemişti.

 

“Yeter bu kadar aptal piç!” diye bağırdı herkesin duyması için. “Bir daha yürüdüğün yere dikkat etmezsen bu sefer seni kocam cezalandırır! Benim kadar merhametli olmaz!”

 

Çocuk yüzünü dönüp hanımına baktı. Canı yandığı için gözleri dolmuştu ama yüzünde ancak aptal birinin takınabileceği kadar gururlu bir ifade duruyordu. Şansı yaver gittiği ve önemli bir iş yaptığını düşünen, macera arayan bir çocuğa denk geldiği için Azer’e minnettardı.

 

“Kimseye söyleme bunları,” dedi yüz yüze geldiklerinde tatlı ve masum bir kız gibi konuşarak. “Biri duyarsa veya başarısız olursan Herict beni öldürecek! Beni kurtar kahramanım!”

 

Çocuk gülümsemeye başladığında o gülümsenin masumluğu güven vermişti fakat ona karşı böyle konuştuğu için utanıyordu. Aralarında farklı duyguların yaşanacağını düşünmemesini umdu.

-------------------------

16.03.2023 – 02:30






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr