Yağmurun dövüşün ardından dinmesi sahiden de tanrıçasının
dualarına karşılık verdiğini gösteriyordu. Birkaç gün önceki soğuk damlaların
ve vücutlarını kırbaçlayan sert rüzgârların ilahi bir işaret olduğuna dair şüphesi
kalmamıştı. Denizden uzakta olmasına rağmen ona yardım eden ve koruyan
tanrıçasına dua etti. İnsanlar doğduklarında onlar için seçilmiş pek çok şey
hazır olurdu ve Sivina hem ulusların en büyüğüne hem de tanrıçaların en
şefkatlisine sahip olduğu için gurur duyuyordu.
“Artık üzülmeyi bırak sevgilim.” Kederli gözler gururlu zırhına yakışmıyordu. “Sen yetenekli bir adam ve harika bir savaşçısın ama en iyiler bile kaybedebilir. Birini yenmiş olman bile senin için harika ve bununla gurur duymalısın çünkü ben seninle gurur duyuyorum.”
Yu başını salladı. “Öyle,” dedi ama bu sahte bir onaydı. Daha fazla konuşmak yerine daha önce altı defa kontrol ettiği çantasını tekrar açtı ve yine kontrol etti.
Dövüşle yargılamanın ardından iki gün geçmişti. Hemen yola koyulmayı isteseler de Salderough’un yeni hanımı onları kasabada tutmak için bahaneler dizmiş ve Sivina biraz dinlenmenin kocasına iyi geleceğine inanmıştı.
Çelise’nin bahanelerinin de iyi ve kabul edilebilir olduğunu reddetmemeliydi. Herict’in başka akrabası bulunmadığı için aynı kanı paylaşmasalar da sahip olduğu her şey karısına miras kalmıştı ve Çelise’nin insanların sadakatini kazanmaya ihtiyacı vardı. Gireceği süreçte de başarısız olup ölmemek için yanı başında onu koruyacak güçlü insanların olması önemliydi ve Sivina Valarfin’in gücünü gören herkes o buradayken Çelise’ye bulaşmaya cesaret edemezdi. Bunun da kıza insanları kendine bağlayabilmek için yeterli süreyi verdiğine inanıyordu.
Yine de ne kadar güçlü olursa olsun hâlâ ordulardan güçlü olmadığı için isimleri ifşa olduktan sonra iki günden daha fazla aynı yerde kalmak tehlikeliydi. Çok yakında başlarına konulan ödül tarafından aklı çelinen birileri kasabaya gelebilir, hatta Yu Zao’nun doğudaki ordusundan bir ya da birkaç bölük Yu’yu yakalayıp öldürmek için yola çıkabilirdi. Dövüşle yargılama sayesinde Salderough halkının gözünde masum oldukları izlenimini yaratsalar da masumiyetlerine inanmayacak olan, daha adil düşünceli insanlar da vardı.
“Artık biraz gülümsemelisin, o şeyin iki kolunu aradan çıkarabilmen harika. Zaten ne bekliyordun ki?” Başını tuttu ve bağrına bastırdı. “İstediğin şey normal askerlerin seviyesine gelmek değil miydi? Bana böyle söylediğini hatırlıyorum. Hatta tam olarak bunu emretmiştin. Şimdi normal askerlerden de üstünsün. Bence bunu başarı olarak görmen gerekiyor.”
Nefes almasını zorlaştırmak ve kurtulmak için nasıl çabalayacağını görmek istemiş ama Yu’yu nefes alamayacağı kadar sıkmasına rağmen karşılık vermediğini görünce bayılana dek aynı tutuma devam edeceğinden endişelenip bırakmak zorunda kalmıştı. Yolculuk boyunca moralini düzeltip Rolderhelm seviyesine yükseltme düşüncesi bir yanılgı mıydı acaba? İlerleme kaydetmiş gözükmüyorlardı.
Takındığı tavır da şımarıklıktan başka bir şey değildi. Hayatı boyunca aldığı dövüş eğitimi altı ay bile etmemişti ve altı aylık eğitimle yapabildiklerinin seviyesinin ne kadar muhteşem olduğunu anlamak istemiyordu. Evet, canavarı yenememişti ama en az yedi yaşından beri kılıç eğitimi alan ve kendinden çok daha iri ve güçlü bir şövalyeyi yenmeyi başarmıştı. Bununla gurur duymak yerine üzülerek nereye varmak istediğini anlayamıyordu. Sadece yirmi bir yaşında herkesten güçlü olabileceğine ve yenilgiyi tatmayacağına inanacak kadar aptal olamazdı.
“Bana cevap vermeni istiyorum,” dedi yanağını okşayıp. “Canını sıkan şey ne? Neden üzülüyorsun ve üzüldüğün şeye karşılık ne yapmak istiyorsun?”
Yu cevap vermekte kararsız kalarak takındığı tavrın saçmalığını kanıtlıyordu. Gururunun kırılmasını anlardı, yenilginin ektilerinden biriydi ama artık bitmişti. Kasabada daha fazla kalmak ve dövüşmek zorunda değillerdi. Salderough’u kazanmış insanlar olarak huzur içinde terk edeceklerdi.
“Kazanacağıma inanmıştım,” diye cevap verdi. “Kaybetmenin seçenek olduğunu düşünmemiştim. Rakibin gücünün hiç önemli olmadığını düşünmüştüm. Onu hemen yenmeyi ve senin yardımına gelmeyi istemiştim ama dövüşün sonunda hem seni tehlikeye attım hem de dövüşten önce sana kazanacağımla ilgili hava atmama rağmen tükürdüğümü yutup kendimi rezil ettim.”
Yu’nun utangaç yüzünün tatlılığı karşısında iç çekti. Şimdi biraz daha anlıyordu ama Yu’nun kendini rezil ettiğini hiç ama hiç düşünmüyordu. Kendine yalan söyleyemezdi, eğer dövüşün bu şekilde gideceğini önceden bilseydi Yu’nun canavarın karşısına çıkmasını istemezdi ama her şey geçmiş ve endişelenmek için neden kalmamıştı. Sivina sadece aldığı kısa eğitimle kocasının iri yarı ve güçlü diye bahsedilen bir şövalyeyi yenmesiyle gurur duyuyordu ve karşısında Rolderhelm’li bir maceracının bile zorlanabileceği bir canavar yerine yine Rileon gibi bir adam daha olsa onu yenebileceğini biliyordu.
Onun aksine Sivina bardağa dolu tarafından bakmayı tercih ediyordu. Yarın veya bir sonraki gün dövüşmeleri gerektiğinde Salderough’taki yenilgisini hatırlayacak ve endişelenecekti ama o gün gelene dek kocasıyla gurur duyacaktı.
Çünkü onun aksine Sivina ulaştığı seviyenin ne kadar harika olduğunu görebiliyordu. Bu sadece âşık bir kadın olarak hisleri değil aynı zamanda bir usta olarak gururuydu.
“Ve ne istiyorsun? Herkesten daha güçlü olmak mı? Bir daha asla kaybetmemek mi? Önüne çıkan herkesi yenmek mi?” Yu üzülsün istemese de gelecekte aynı seviyede bir yenilgiyle karşılaşırsa hayal kırıklığı onu daha fazla yakacaktı. “İmkânsız tatlım, sadece imkânsız… Benim için de imkânsız, Yu Zao gibi bir manyak için de imkânsız. Önümüzdeki yolda karşımıza çıkacak düşmanlara karşı kaybetmek istemiyorsan şunu kabullenmen gerek Yu; iyi olabilirsin, güçlü olabilirsin ve yarın o canavardan çok daha güçlü olanları yenebilirsin.”
Yeni bir dört kollu yeşil canavar karşılarına çıkarsa Yu’nun bu sefer kazanacağına inanıyordu çünkü sadece düşerek öğrenebileceği ve hayati önem taşıyan bir şey edinmişti, deneyim.
“Ama kimse en güçlü olamaz. Kimse en güçlü olarak ölmez.” Çocukların hedefi en güçlü olmak olabilirdi ama yetişkin insanların hayalleri ciddi olmalıydı. “Hiçbir zaman en güçlü olmayacaksın. Belki hiçbir zaman Yu Zao’yu yenebilecek seviyeye gelemeyeceğiz ama yine de dövüşmeye devam edeceğiz. Yenilebiliriz ama yaşadığımız sürece yenilgiler bizi sadece güçlendirecek. Bugün, dünkü Yu Valarfin’den katbekat daha güçlüsün.”
‘En güçlü’ ve ‘herkesten daha güçlü’ kavramlarının çocuk masalları olduğunu kabul etmediği sürece boş hayallerin peşinden koşacaktı. Aslında bunun farkındaydı ve önceden bununla sorunu yoktu. Ne oldu da şimdi kafasına böyle şeyleri taktı anlayamıyordu. Sivina bile karşılaşacağı tüm düşmanlara karşı muzaffer gelemeyeceğinin farkındayken Yu’nun düşünceleri hadsizlikti. Dün olduğundan daha güçlü olmak yeterliydi. Yu’nun anlamasını sağlamalıydı.
“Kendini başka insanlarla kıyaslama sevgilim.” El ense çekti ve onu kendisiyle birlikte yatağa oturttu. “Kendini başkalarıyla kıyaslama. ‘Başka birisi yenebilirdi, düşmanım benden güçlüydü, başkasından daha güçlü olabilirim’ tarzı düşüncelerle canını sıkma. Kendini kıyaslaman gereken tek kişi var o kişi de sensin. Sadece dün olduğun adama bak ve bugün şöyle de: ‘O zayıf biriydi ve bugün ondan daha güçlü olacağım.’”
Her gün bunu demeye devam etmesi yeterli olacaktı. Başkalarını değil de kendisini geçmeye çalışmak asil savaşçıların felsefesiydi. Böylece göz açıp kırpıncaya dek dağın tepesine ışınlanmaya çalışmayacak ama olması gerektiği gibi oraya adım adım çıkacaktı.
Deneyeceği diğer tüm yolların sonu sadece hayal kırıklığıydı. Ne kadar denerse denesin, ne kadar uğraşırsa uğraşsın tek yol vardı ve o yol da buydu.
“Tek yol bu,” diye bitirdi kelimelerini. “Başka yolların sonucu sadece hayal kırıklığı olacak. Şimdi kendine gel ve çıkalım.”
Çelise’yi sevmişti ama artık kasabadan ve bu gotik malikâneden ayrılıp geniş yollarda at sürmek istiyordu. Tehlikeli olmasının yanı sıra bir gün daha burada kalmaya katlanmayacaktı.
Çıkmadan önce Yu, Sivina’ya seslendi. “Sivina,” dedi elinden tutup. “Irkçı birine göre ruhun fazla… İyi… Sanırım. Baktığımda insanların çoğunda yaygın bir grilik görüyorum ama senin ruhunda daha fazla beyaz parçalar var.”
Nedense komik geliyordu. “Irkçı birine göre?” diye sordu kahkaha atmadan önce. “Tam olarak hangi kısmın kötü olması gerekiyordu da ruhumu karartacaktı?”
Sivina kötü bir şey olmadığını savunmaya gerek görmeyecek kadar doğru buluyordu ve Yu tartışmak yerine bir şeyleri açıklamak istiyordu.
“İlginç bulman gereken kısım ruhunu görebildiğim kısımdı.” Kırılan hevesini burnundan verdiği nefesle dışarı attı. “Baktığım her insanda ve her hayvanda görüyorum. Tabii insanlarınki daha detaylı oluyor. Renkler, tonlar ve şeklini açıklayamadığım parçalar. Hisleri ve düşüncelerinin ruhlarındaki tezahürü, her şeyi görüyorum.”
“Mecazi konuştuğunu düşünmüştüm,” diyerek gülümsedi. “Başkasına söylesen inanmaması gerekir ama sana bu kadar kolay inandığım için kötü hissediyorum. Aklıma gelenler de hayırlı sayılmaz.”
Aklına onları bugün bu yolda yürümeye iten kadın geliyordu. Onun aynı güce sahip olduğunu söylemiş ve kendine geçtiğinden bahsetmişti. Şimdi onunla aynı yeteneğe sahip olması Sivina’nın rahatsızlık duymasına neden oluyordu. Onu alaya almak ve inanmamak isterdi ama öncesinde söylediği diğer her şeye inanıp uçuk bir amaç uğruna onunla yürümeye karar verdikten sonra inanmadığını söylemek içinden gelmiyordu.
“Ormana düştükten sonra oldu,” dedi. “Oradaki büyünün taşıdığım Lütuflarla etkileşime girdiğine inanıyorum. İlk başta gözlerim beni öldürmek istiyor gibiydi ama dövüşün ardından daha düzgün bir görüş elde ettim.”
“Ciddi misin?” diye sordu.
Yu başını salladı.
“Ve seni sevdiğimi görebiliyor musun?”
“Sanırım…” dedi karısının üstünü incelerken. “Henüz hangi belirtilerin hangi duygulara karşılık geldiğini söyleyebilmek için yeterince veriye sahip değilim. Eğer görüşüm normale dönmezse başkalarını görmem, duygularını anlamam, sonra da gördüğüm şeylerle bağdaştırmam gerekiyor.”
Sivina yine kahkaha attı. Kendinden geçmiş gibi gülüyor ve kocasının bir kadınla olan iletişimindeki başarısızlığı konusunda şaşıp kalıyordu. Ruhları görmek gibi absürt bir fikirdense buna şaşırmak onu daha da çok şaşırtıyordu.
“Aptal herif,” dedi alnına vurup. “Şu anda bana baktığında ne görüyorsan bu, âşık bir kadının ruhu. Bunu iyi hatırla. Başka kadınlarda görürsen onları döveceğiz.”
“Kadınları bu yüzden dövebileceğimi zannetmiyorum.”
Ama erkeklerde görseydi döverdi. Çifte standartlıydı fakat önemli değildi, Sivina gerekeni yapmak konusunda her daim hazırdı.
“Bundan sonra sana verdiğim değeri ve konuştuğumda bunu senin için yaptığımı anlarsın.”
“Zaten biliyordum.”
“Ama görmek daha iyi hissettiriyor.”
Yu başıyla onayladı. Bilmek, görmediğin sürece inanmak demekti ve inanmak hiçbir zaman bilmek anlamına gelmezdi. Bir şeyi gördüğünde artık ona inanmak zorunda kalmazdın, tıpkı tanrıçasının yardımı gibi onu artık bilirdin. Diğer şeylere şüphe kalmazdı ve bilmek, inanmaktan tamamen farklı hissettirirdi.
“Bu yüzden,” dedi kahverengi saçlarının kokusunu içine çekip. “Sen de bana görmek istediğim şeyleri göstermelisin. Beni sevdiğini görmek istiyorum.”
“Zaten seninle evlenerek yeterince göstermedim mi?” Yu odanın içinde biraz daha durmaya niyet etmişti. “Seni seviyorum. Bunun ilk görüşte aşk olduğunu söylemeyeceğim ama tuğla üstüne tuğla koyularak örülen sağlam bir duvar gibi.”
İnanacaktı.
-------------------------
01.04.2023 – 19:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..