Bir ruhun acı çekmek için dünyaya
geldiğini bilmek canını yakıyordu. Onun yaşayamadığı hayatı düşünmek canını
yakıyordu ve hikâyesini duymadığı için şükrediyordu.
“Onu yedin mi?” diye sordu cevap alamayacağını bildiği kılıca. Yetenekleri Helen’in ruhunu tanrıçaya döndürmekten uzaktı ve ona yeni bir vücut verip hak ettiği hayatı yaşamasını sağlayacak güce sahip değildi. Tek yapabileceği kılıcın onu yemesini sağlamak, ruhunu ortadan kaldırarak zamanı geri alacağı güne dek çektiği acılara son vermekti.
Gözyaşlarının başkası adına aktığı son seferi hatırlamak, insan hayatı düşünülünce sadece bir sene uzakta olsa da zor geldi. İşkencesi boyunca o kadar çok ağlamıştı ki gözyaşlarının sadece kendi suçları neticesinde ürettiği bir pişmanlık belirtisi olduğunu düşünmeye başlamıştı. Oysaki başkası için de ağlayabiliyordu. Tanımadığı bir kadının yaşayamadığı hayat için ağlıyordu ve o ismin hatırlattığı diğer her şey için ağlıyordu.
Düşen gözyaşlarını farklı açılardan görebiliyordu. Bir an için üzerine düştüğü çimlerdi, bir an için gözyaşının kendisi. Başı ağrıyordu.
“Cennetten izleyen varsa…” diye iç çekti. “Bu dalların üzerinden beni görebilen varsa yardım etsin.”
Marak hâlâ görüşünde değildi. Onu atlatmak için Helen ona nasıl bir rota izletti tam olarak anlamasa da görüşüne girene dek koyunları öldürmeli ve sonra da Marak’ı bulup öldürerek karısının yardımına koşmalıydı.
Birinci koyunun başına kılıcını sapladı ve ne o ne de diğerleri uyanmadan ilk canı aldı. Kılıcın karanlığı koyunun manadan vücudunu emerek büyümüştü. İkinci koyun, üçüncü koyun. Koyunlar azaldıkça kılıcın karanlığı da büyümeye devam etti. Dört, beş ve altı. Giden her koyun gözlerinin rahatlamasında yardımcı oluyordu. Yedinci koyunu öldürmeden önce havanın, adını taşıyan kelimelerle dalgalandığını gördü.
“VALARFİN!”
“VALARFİN!”
“VALARFİN!”
Ses dalgalarının ardından görüntü de geldi, çayırın dışında ve ağaçların gerisinde iki kılıç taşıyan dört kollu ve siyah ruhlara sahip yeşil yaratık öfkeyle onu arıyordu. Yaratığın varlığı sadece Yu’yu rahatsız etmekle kalmadı, bir de olmaması gereken bir şeyin olmasına yol açtı.
Me.
Koyunlardan başını kaldıran ilki, Yu’nun beyninden vurulmuş gibi çığlık atmasını sağladı. Görüş açısı hızla değişmeye başlamıştı. Sanki biri gözlerini ondan almış ve ayrı yerlerde gezintiye çıkarmıştı.
Me.
Koyunlar uyanmaya devam ettikçe Yu’nun beyni kafasının içinde döndü ve dünyayı her bir yandan gördü. Her yer en basit tabiriyle her yerdeydi ve hiçbir yer hiçbir yerde değildi. Gözleri hâlâ bedenine dönmemişti. Sadece rastgele rotasyonlarla rastgele yerleri görüyordu.
Me.
Koyunlar, Marak’ın ortaya çıkışıyla ayaklandı ve sürü hâlinde kaçmaya başladılar. Seslerini duymak Yu’nun bakış açısını sürekli değiştiriyordu. Kaçmalarına müsaade etmeden önce gözlerini iyileştirmek için biraz daha öldürmek istedi ama yedinciyi öldürdükten sonra ezilmemek için aralarından çıkması gerekti.
Ardından da Marak geldi.
Son Vazgeçilen.
“ARTIK KAÇAMAZSIN!”
Marak iki kılıcıyla birlikte onu ezip toprağa gömmek istercesine üstüne atlasa da Yu üzerine gelen bir canavar göremiyordu. Onun gördüğü şey Yu Valarfin’in üstüne gelen bir canavardı çünkü gözleri canavarın omzuna konulmuştu.
Sağa zıplayarak ondan kaçmak istedi fakat sola zıpladı. İlerlemeye çalıştığında adımları onu geri götürdü ve geri gitmek istediğinde ileri gitti. Gözleri sürekli farklı yerlere koyuluyor ve dünyayı yerinde sabit durmayı beceremeyen bir kameradan izliyordu.
“YU’Nİ TUSKAM KCURE! OPEİ MEİT!”
Marak’ın içindeki karanlık yeşil derisini yarıp çıkıyordu. İçinde yanan kapkara bir alev vardı ve şeytani kılıçlarının karanlığının içinden avlanmak üzere olan avcının salyaları akıyordu. Görüş alanının içinde bir an için bir canavar vardı, bakış açısı değiştiğinde bir şeytana dönüyordu ve sonra sadece karanlık bir gölge oluyordu. Marak’ın formu sürekli değişirken Yu ormana kaçmayı ve görüş açısını düzeltmeyi deniyordu.
Soluna bir saldırı gelince ellerini sağa götürdü ve Marak’ın kılıcını engelledi fakat görüş açısının değiştiği sonraki an aynı taktik işe yaramadı. Yu ellerini tam aksi istikamete götürdü ve Marak’ın şeytani kılıcı koluna çarptı. Zırh parçalanmak pahasına onu korusa da Yu ayaklarını yerde tutmayı başaramamış ve düşmüştü.
Nereye döndüğünü bilmeden vücudunu yan çevirerek ezilmekten ve kılıçlardan ardı ardına kurtuldu ama yanından akan çayı görememişti. Suyun üstüne düştüğünde yüzme bilmediği için sonun geldiğini düşündü. Yüzünü çıkardıktan sonra Marak’ın üstüne yürüdüğünü gördü ve sol elini toprağa geçirerek önce kendini geri çekti, sonra dönerek birkaç kılıç darbesinden kurtuldu ve ayağa kalktı.
「Valarfin.」
Az önceki seri saldırılardan kurtulmayı başarsa da Marak sonraki seri saldırıları için vakit kaybetmedi. Rakibinin zayıflığını sezebilecek kadar deneyimli bir savaşçıydı. Ondan kaçabileceğini hiç düşünmeden üstüne atladı fakat tam o anda Yu’nun görüşü bir saniyeliğine olması gereken yere geçti ve Yu Valarfin olarak bir kez daha dünyaya baktı.
Canavar üstüne düşüyordu. Tek bir yanlış adım onun altında ezilip can vermesi için yeterliydi fakat Yu hata yapmadı. Canavarın altından başarıyla geçti ve onun kılıç tutan ellerinden tekine çeliğini savurup kesmeyi denedi. Maalesef görüş açısı o anda tekrar değiştiği için kılıcını düzgün savuramamış ama sol ellerinden alttakini kesmeyi başarmıştı. Şan-sun savaşçısının bir eli kendisiyle aynı renkteki çimlerin arasına karıştı.
“AAARRRGGGHHH!”
Marak elini kaybetmişti, Yu rakibinin artan öfkesini kazanmıştı. Canavarı saran karanlık alevler büyüdü ve Yu’yu yakmak için seri şekilde ilerledi. Yu hem görüşünü geri kazanmaya çalışıyor hem de Marak’ın vahşi saldırılardan korunmayı deniyordu. Tüm dezavantajlara rağmen hâlâ Marak’ın kılıçlarına karşı durabiliyor olmak göğsünü şişirmişti.
Ama gururun kibre dönüşmesine izin vermemeliydi.
「Dövüşmeyi seviyorsun, Valarfin.」
Kılıcının karanlığı, düşmanının karanlık kılıçlarıyla çarpıştıkça büyüdü ve bakış açısını kapladı. Yine de dövüşmeye devam ediyordu. Kılıçların sesini görüyor, dalgaların gözlerine girmesinden kaçamıyor ve kollarıyla bacaklarını sanatsal denebilecek kadar mükemmel bir uyumla oynatıyordu. En iyisi değildi ama Yu Valarfin dövüşebiliyordu.
「Dövüşmeyi seviyorsun çünkü sana en günahkâr zevkini sunuyor. Öldürmek için dövüşüyorsun, öldürmek için kılıcını savuruyorsun ve kılıcını savurduğun an, acılarını düşünmediğin ve onlardan olmadan nefes alabildiğin sayılı anlardan biri. Kimse bilmese de ben biliyorum, kimse anlamasa da ben anlıyorum, Valarfin.」
Nefesleri hızlandı, kalbi de öyle ve ayaklarının her adımı toprağı kaldırıp çimenleri yerinden söktü. Değişen görüş açısına alışmış değildi ama dövüşmeye devam edebilecek yeteneğe sahipti. Marak’a karşı kendini savunabiliyordu.
「Kılıcı tut Valarfin!」
Marak’ın bir kılıcı Yu’nun kılıcı tarafından durduruldu ve Yu sol eliyle diğer kılıcı tuttu. Ardından tekme atmak için ayağını kaldırdı ama Marak’ın hâlâ sağlam bir üçüncü eli vardı. Yine de bu ne Yu’nun ne de kılıcının unuttuğu bir eylemdi. Diğer ayağıyla vurmak için zıpladı ve çelik sabaton canavarın çenesine çarptı.
Yere düşmeden önce ve sonra Marak’ın kırık çenesini görebiliyordu. Yaratığın damaklarından sökülen dişler yere düşüyordu. Yu ayağa kalktı ve sonraki saldırı için kendini hazırlanırken göğsünde yanan yıldızların alevinin ona verdiği cesaretle sonraki saldırıları düşünmeye başladı. Ondan güçlü olmasa da onun aksine sağlıklı düşünebiliyor olmasını avantaja çevirebilirdi.
Marak’ın saldırıları olabilecek en sert hâli aldığında Yu kılıcıyla karşılık vermeye cüret edemez oldu. Kılıcını onun kılıçlarından birinin önüne koyarsa ne olacağını çok iyi biliyordu. İki insan kolunda da canavarın olağanüstü gücüne dayanacak kuvvet yoktu.
Yine de bitirici saldırısını yapabileceğine inanıyordu. Yapacaktı. Sadece emin olmaya ihtiyacı vardı ve emin olmak için görüşünün sadece ama sadece tek seferliğine başının üstüne geçmesi yeterliydi. Hemen ardından dövüş bitecek ve Yu karısının yardımına koşacaktı. Koyunları avlama işini, karısının sağlığından emin olduktan sonra düşünebilirdi.
「Tam zamanı!」
Beklediği an geldi. Görüşünü istediği süreliğine kazandı ve canavarın kılıçlarından ilkini başarıyla sıyırdı. Görüşü canavarın arkasına geçtiğinde ve dünyaya Marak’ın sırtından bakmaya başladığında onun ikinci kılıcını da sol koluyla durdurmuştu. Üçüncü koluna kılıcını sapladığında görüşü tekrar değişmiş ve bu sefer yerdeki çimlere geçmişti. Kılıcını üçüncü koldan çekti ve aralarında kapanan mesafeyi fırsat bilip kabzasını canavarın zaten kırılmış çenesine götürüp onu tamamen kullanılmaz hâle soktu ama dövüş bittiğinde zaten bir daha kullanmasına gerek kalmayacaktı.
Marak aldığı son darbeyle sersemledi, gerilemek zorunda kaldı ve kılıçlarının vücudunun önünden çekilmesi Yu’nun fırsatı oldu. Görüşü bir kez daha değişip dünyaya bir ağaç dalından bakarken son darbesi için çeliğin ucunu Marak’ın boğazına götürdü.
「Valarfin!」
Marak’ın kollarını atlatmayı başarmıştı fakat bunun için onlara çok fazla odaklanmıştı. Ölümcül hatası da buydu. Düşmanının tüm silahlarının farkında olduğunu ve onu silahlarından mahrum bıraktığını düşünmek, nereden baksa ahmakça bir kibir ve dövüşün asıl sonunu getiren affedilemez hatasıydı.
Marak kılıcın ona saplanmasına izin verdi fakat kılıç boğazına değil de omzuna saplanmıştı. Sebebiyse yaratığın vücudunu eğmesiydi. Vücudunu eğdi ve bir ayağı yerden kesilirken kazandığı ivmeyle Yu’nun başına tekmesini geçirdi. Kılıcı bile bunun geleceğini çok geç fark etmiş ve Yu’ya kaçabilmesine yardım edecek zamanı kazandıramamıştı. Yu başına aldığı darbeyle savruldu ve bir ağaca çarptı.
Nihayet gözleri dünyada yer değiştirmeyi bırakmış ve yuvalarına geri dönmüştü ama aldığı darbe o kadar sertti ki en büyük dezavantajının ortadan kalkmasına rağmen ayağa kalkmasını engelliyordu. Ayağa kalkıp savaşmak bir yana gözkapaklarını açık tutmak bile zordu. Dünya kararıyordu.
「Valarfin!」
「Valarfin!」
「Valarfin!」
Gümüş.
“Yu!”
Gri tüylere sahip iri köpek Yu’yu öldürmek için kalkan kılıçlardan birini tutan ele atladı ve dişlerinin arasına aldı. Marak çığlık atarken kılıcı yere düşürmüş ve köpeği Yu’nun çarptığı ağaca vurarak üstünden atmıştı.
Ardından asıl kahramanı gözlerinin önüne geldi, ölümcül düşmanıyla arasına girdi. Onun sağlam kılıcına vurdu ve Marak sonraki darbenin kalbinin üstüne gelmemesi için geri adım atmak zorunda kaldı. Sivina ise onun üstüne ilerlemekten vazgeçmeyecekti. Yu’nun güçlükle açık tuttuğu gözleriyle göremeyeceği kadar hızlı olan birkaç darbeden sonra canavarın kılıç tutan son elini de ondan aldı.
Sonraki hamlede ise Marak’ın ona tekme atmak için kaldırdığı bacağının üstüne ayağını koyup zıpladı, havadayken onu tutmak için üstüne gelen ele tekme attı ve yere inmeden önce kılıcını yeşil canavarın başına savurdu. Yu’nun canını ortaya koyarak yapamadığını Sivina yalnızca birkaç hamlede yapmıştı.
“Kadınların en iyisi olsa gerek,” diye düşündü karısı ve kurtarıcısı hakkında. “Ve ben de erkeklerin yüz karası ve kocaların en kötüsü olmalıyım. Özür dilerim.”
Marak’ın başı gövdesinden ayrı yere düştü ve Sivina yere iner inmez Yu’nun yanına koştu. Karısının endişeyle ıslanmış güzel gözlerini seyredecek kadar uzun dayanamayacağı için üzgündü.
“Kılıcımı al, Sivina,” dedi ona. Endişelendiği şey kendi hayatı değildi. “Kırk sekiz koyun kaldı. Kırk sekiz koyun. Öldür onları.”
Ve dünya karısının çığlığıyla karardı.
-------------------------
31.03.2023 – 21:15
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..