“Ben güzel bir macera
olduğuna inanıyorum,” dedi başını Yu’nun omzuna dayayıp. “Kocacığım ile birlikte yaşadığım ilk
macera. Kötü adamlarla dövüştük, bir kızın hayatını kurtardık ve dünyadan
birkaç pislik eksildi. Sen artık daha güçlüsün, bir sürü ödül aldık ve aileme
mektubumu yollamam mümkün oldu.”
Mektubun ulaşıp ulaşmayacağı kesin değildi ve hiçbir zaman kesin olmayacaktı. Ulaşsa bile ulaştığını asla bilemeyecekti ama eğer ulaşabilirse ve onu kaybettiğini düşünen ailesinin içini birazcık da olsa rahatlatabilirse Sivina’nın da vicdanı rahatlamış olacaktı. Zamanı geri sarmayı başardıklarında ailesi de eski günlere dönecek ve yolladığı mektup anlam ifade etmeyecekti ama bugün hayattalardı ve bunu bildiği sürece umursamaktan vazgeçemezdi.
“Evet, doğru bildiğimiz yolu takip etmek bizi hayırlı bir sona götürdü.” Yu’nun sesinde Sivina’da olduğu kadar neşe yoktu. “Bundan sonra da doğru bildiğimiz yolu takip etmek zorundayız. İyilik ederek iyilik bulmaya devam edebiliriz. Çelise bize bunu gösterdi, hak ettiğimizden fazlasıyla bizi ödüllendirdi. Ona minnettar olmalıyız.”
Hâlâ yenilginin utancını yaşıyordu. Konuyu tekrar gündeme getirmek istemese de aklına güzel bir söz gelince Yu’nun duyması gerektiğini düşündü.
“Elhaven’de biz söz duymuştum,” dedi koluna girerek. “Her yenilginin ardından dağları koşarak turlarım ki mağlubiyetin utancı bile yorulup geride kalsın.”
“Pantheon diyordu. Erken oyunu kırıp geçiren bir çar ama geç oyuna doğru biraz düşüyor.”
“O kim be? Babam söyledi bunu.”
“Baban, Pantheon gibi bir adammış demek. Çok şanslısın.”
Babasına hakaret edilmesine izin vermezdi ama Yu’nun söylediği saçma şeylerin bir hakaret değil kendi kültüründe bir çeşit övgü olduğunu varsaydı ve belki de son kez parlayan sonbahar güneşini seyretmek yerine gözlerini kapadı. Güneş ışığı göz kapaklarının altına sızıyordu.
“Daha çok çabala.” Ona değer veriyor ve olabileceğinin en iyisi olmasını istiyordu. “Yenildin ama yarın karşına dört kollu bir canavar çıktığında onu yenecek kadar güçlü olacaksın. Sonraki gün geldiğinde altı kollu bir canavarı ve ondan sonraki gün sekiz kollu bir canavarı yenecek kadar güçleneceksin. Böyle devam edecek ve gelecekte bir gün senin bugünkü hislerini yaşayan birisi karşına çıktığında ona da benim bugün sana söylediklerimi söyleyeceksin. Sabretmekten başka yollara bakmak mağlubiyet getirir. Tek yol sabır ve deneyim.”
Bir yenilginin ardından kişiyi daha iyi olmaktan alıkoyacak tek şey sakatlık ya da ölümdü ve Yu ikisini de yaşamamıştı. Öyleyse onu daha iyi olmaktan alıkoyacak hiçbir şey göremiyordu. Yu Valarfin ünlü ve güçlü bir savaşçı olma potansiyelini yeşil tenli düşmanının zaferinin gölgesinde kazanmıştı.
Konuyu değiştirmek için “Çelise’nin kasabayı özgürce yönetebileceğini düşünüyor musun?” diye sordu. “İnsanlara pek iyi davranmıyordu, ona engel olmaya hatta zarar vermeye çalışabilirler.”
“Zannetmiyorum,” diye karşılık verdi Yu. “Ruhlarına baktığımda çoğu için iyi insanlar diyemem ama en azından Çelise’yi incitecek kadar kötü gözükmediklerini söyleyebilirim. Yine de babasına mektup yazdığından bahsetmişti. Babası gelip kızın üstüne çökmeye çalışacak ve kasabayı kendisine almak isteyecektir. Belki onu başkasıyla evlendirir. Böyle düşündüğümde onu gerçekten kurtardık mı ve bu şekilde çekip gitmek doğru mu emin olamıyorum.”
Çelise’yi kötü bir kaderin içinden alıp başka bir kötü kaderin içine atmak istemezdi ama yapabileceği başka bir şey düşünemiyordu. Nihayetinde ikisi de şüphelerinin zamanla yok olması için sustu ve Salderough kasabasını gelip geçici bir macera olarak rafa kaldırdı. Oraya geri dönmeyeceklerdi ve
Çelise’yi sevmiş olsa da hakkında daha fazla endişelenmek yardımcı olmayacaktı. Kızın kendi başının çaresine bakma zamanı gelmişti.
Tuvaleti geldiğinde işini görmek için yol kenarındaki çalılıkların yanında durdular ve işini gördü. Vagona döndüğündeyse Yu’yu yeni aldıkları yol haritasını incelerken buldu. Öncekiyle kıyaslandığında haritanın sahip olduğu detayları harika olsa da rotaları değişmemişti. Öğrendiklerine göre kuşatması devam eden Leo’dan uzak durmaya çalışarak Çelektepe yakınlarından geçecek, belki çevredeki birkaç köyde konakladıktan sonra rotalarına Zarak ve Makena üzerinden devam edeceklerdi.
Şansları yaver giderse hiçbir sorunla karşılaşmadan Paşadur’a ulaşabilir ve medeniyetin son zerresinin keyfini çıkarabilirlerdi. Ardından onları her noktası dağlarla kaplı üç ülke bekliyordu ve üçünü de geçip tüccarların büyülü diye bahsettiği Brahatul İmparatorluğuna ulaştıklarında çölle karşılaşacaklardı. Çöl maceralarının yarılandığı yerdi ve karşılaşabilecekleri düşmanlar arasında Sivina’yı en çok korkutandı.
“Kış yaklaştığı için kendimizi yoğun lojistik trafiğinin ortasında bulacağız,” dedi haritayı incelemeye devam eden Yu. “Konakladığımız her yerleşkede kraliyetin askerleri bulunacak. Yu Zao’nun savaşı bitirmeye niyetlendiği açık olduğundan asker sayısı da tüm iç savaş sürecinin tepe noktasına varmış olmalı. Hangi yolu seçersek seçelim en fazla şansımız kadar saklanabileceğiz.”
Ve açıklanan soyadları sayesinde en fazla bir aya tüm doğu Yu Valarfin’in varlığından haberdar olacak ve gözlerini dört açacaktı. Sadece onlarla uğraşmaya karar veren sarhoş bir asker grubu bile olasılıklar bu kadar yüksekken kimliklerini açığa çıkarabilirdi.
“Sence gizlenmek için saçlarımızı boyamalı mıyız?” Elini karısının gümüş saçlarına götürdü. “Özür dilerim, saçlarını çok seviyordum. Benim yüzümden kaybetmiş olman canımı yakıyor. Beni affet.”
“Yeter artık, özür dileyip durma. Yıldırıyorsun.” Gülümsedi ve Yu’nun yanağını çekti. “Hem sence de yüzüme farklı bir hava gelmedi mi? Böyle bir ferahladı sanki. Daha güzel durdu gibi. Ne diyorsun?”
Kısa kesilmiş saçlarını eliyle havaya savurdu ve etrafında döndü. Yeni hafif zırhı ve kaliteli ekipmanları ile asil bir maceracı kadına benziyordu. Saçlarını o da çok seviyordu ama aynaya baktığında kısa saçın ayrı bir havası olduğunu da görebiliyordu.
“Yakışmış,” dedi Yu. “Daha olgun ve çekici gözüküyorsun.”
Kahkaha atarken Yu’yu tutup kendine çekti ve dudaklarını dudaklarının üstüne bastırdı. O da aynısını düşünüyordu. Saçları uzadığında tekrar kısaltacağını zannetmese de şu anda apayrı bir güzelliği vardı.
“Onlarla ilgilenmeyi seviyordum,” diye devam etti Yu.
“Övgünü sunduktan sonra susmalı ve öpmeye devam etmeliydin.” Kulağını tutup çekti, Yu eskiden kadınlar konusunda daha yetenekliydi. “Yine saçlarımla ilgilenebilirsin, ilgilenilmeyecek kadar kısa değil. Yıkayabilir, tarayabilir, parfümleyebilir ve ufak tarzlar deneyebilirsin. Asıl sen saçlarını uzatmalısın. Neden kısa kestin ki? Vermia’da ayrılmadan önce ne güzel uzuyordu. Erkek aslanların yelesi uzun olur. Uzat onları.”
“Ben kestim diyemem,” dedi Yu saçlarını geriye atarken. “Azerel vücudumu yeniden inşa ettiğinde saçımı bu uzunlukta bırakmış. Neden böyle yaptığını ona sormak lazım. Senin için tekrar gördüğüm zaman soracağım.”
Onu tekrar göreceklerse eğer -ki Sivina bu konuda da ayrı endişelere sahipti, saçları o zamana dek zaten uzamış olacaktı. Yu’nun saçlarını uzun görmek ve bir kızın saçları gibi ördükten sonra yüzünün alacağı utangaç hâle bakıp gülmek istiyordu. Böyle birkaç küçük ama eğlenceli hayale sahipti ve bu küçük hayalleri her düşünüşünde yüzüne tatlı tebessümler koyuyordu.
Yu’nun mor gözlerinin ona nasıl baktığını gördüğünde içinden onu tekrar öpmek geldi ve haber vermeye gerek bile görmeden onu tekrar çekip öptü. Karısı olarak bunu canının istediği her anda yapabilmek hâlâ ilginç geliyordu.
“Seni seviyorum.”
Şimdi onu arabanın içine atacak, zırhını onu parçalayan bir düşmanmış gibi çıkaracak ve tatmin olana dek vücudunu kullanacaktı. Yolun üzerinde kimse yoktu ve perdeleri çektiklerinde dünyadan ayrılmış olacaklardı.
Yu tam da konuşmak için ağzını açtığında “Sivina!” diye bir ses geldi. Bir anlığında kocasının bir kızın sesiyle konuştuğunu zannederek gülme krizine girecekti ama sesin yönü farklıydı. “Sivina! Sivina!”
Konuşan kişi tabii ki Yu değildi. Yolun aşağısından farklı biri geliyordu. Sesi gibi tanıdık biri.
“Sivina! Beni bekleyin!” diye bağırdı Salderough’un yeni hanımı. “Sonunda! Ne kadar çok yol gitmişsiniz! Yetişemeyeceğim diye çok korktum!”
“Ç-Çelise?!”
Kız tek başına binemeyeceğini düşündürecek kadar iri siyah bir atın üstündeydi. Yanlarına vardığında atın üstünden atladı ve Yu’yu boş verip Sivina’nın beline sarıldı. Zayıf kollarından beklenmeyecek bir kuvvetle sıkıyordu.
“Sizin yanınıza geldim!” diye bağırdı Çelise. “Nasıl olmuşum? Maceraya uygunum, değil mi? Özenle seçtim ama yanımda farklı kıyafetler de getirdim!”
Sivina’dan uzaklaştı ve kollarını kaldırarak yeni tarzını gösterdi. Kahverengi deriden havalı bir ceketi vardı. Gömlek ve pantolon giyiyordu ve sahiden de maceracılara benzemişti. Biraz erkeksi bir hava veriyordu ama erkek kıyafetlerinden hoşlandığı için bunu hedeflemiş olmalıydı. Uzun siyah saçlarını da boynuna gelecek kadar kesmişti. Yüzü bile muhteşem bir gülümsemeyle bambaşka gözüküyordu ve büyük siyah gözleri neşeyle bakıyordu.
“Ben toprak büyüsü yapabiliyorum! Aramca da öğrenmiştim! Doğuda ne işe yarar bilmiyorum gerçi!” Sivina’nın ellerini tuttu ve kendine çekti. “Size engel olmam, söz veriyorum, sanırım! Bana yemek yapmayı da öğretebilirsiniz. Hem ikiniz de büyücü olmadığınız için grubunuzda bir büyücü eksikliği var, gerçekten çok işe yarayacağımdır! Hadi, yola koyulalım! Sıradaki durağımız neresi! Nereye gidiyoruz! Birkaç macera yaşamak istiyorum! Dünyayı gezelim! Hazineler bulalım ve kötü adamları öldürelim! Tıpkı ozanların şarkılarındaki gibi!”
Çelise heyecandan dans etmek üzereydi. Rolderhelm’de bile maceraya atılmak için bu kadar hevesli bir genç görmemişti. Kızın yüzündeki gülümseme kulaklarına ulaşacak kadar büyüktü.
“Sakin ol bakalım!” Yu bile onun heyecanı karşısında heyecanlanmıştı. “Bu öyle bir macera değil. Çocuklara uygun yollardan geçmiyoruz ve bir kızın E-”
Cümlesini tamamlama fırsatı tanımadan “Sivina’nın da kız olduğunu zannediyorum,” diye karşı çıktı Çelise. “Kendi karına seninle birlikte seyahat etmemesi gerektiğini mi söylüyorsun? Ne kadar kötü bir kocasın, utan kendinden. Hem ben bir erkeğin yapabileceği her şeyi yapabilirim! Herict kendine erkek diyebiliyorsa gerçekte ben çok daha erkeğimdir!”
“Saçmalama çocuk!” Yu onu havaya kaldırdı ve atına geri bindirdi. “Kasabana geri dön! Senin kaybolduğunu anladıklarında endişelenip her yerde aramaya başlarlar. İnsanları meraklandırma.”
Çelise bindiği gibi attan geri atladı ve Sivina’nın arkasına sığınıp beline sarıldı. Yu’dan kaçıp ona sığınmasını tatlı bulduğundan kıkırdadı. Sivina da Yu gibi bunun Çelise’ye uygun bir macera olmadığını düşünüyordu ama istemsizce gülmeden edemiyordu. Çelise’nin gülümsemesi ve heyecanı bulaşıcıydı.
“Sizin geri gelmeyeceğinizden emin olduklarında beni öldürürler zaten,” diye tekrar karşı çıktı. “Orada olduğum süre boyunca kalbini incitmediğim biri olmamıştır. Bana iyi davranacaklarını zannetmiyorum. Oldu da bana iyi davranmaya, en azından dediklerimi yapmaya karar verdiler diyelim; sonrasında babam gelecek ve bana kalan mirasa konmaya çalışacak. Genç olduğum ve doğum yapmadığım için hâlâ değerli olduğumu söyleyecek ve beni yaşlı bir namussuz şerefsizin yatağına atacak.”
Yu’nun on dakika önce kendi ağzıyla ifade ettiği kelimeleri kullandığı için daha etkileyici oluyordu. Bazı insanların hayatında bazen güzel çiçekler açsa da o çiçeklerin güzelliği başkalarının da ilgisini çekiyor ve daha kişi kokusuna doyamadan koparıyorlardı.
“Sizin yanınız benim en güvende olacağım yer,” dedi sarılmaya devam ederek. “En azından birileri bana zorla bir şeyler yaptırmayacak ve istediğim hayatı yaşayabileceğim.”
“Yaşadığımız hayat zannettiğin gibi harika bir şey değil.” Yu biraz daha sakin konuşmaya başlamıştı. “Malikânenin dışındaki hayat çok zor ve biz senin düşündüğün gibi insanlar değiliz ve zannettiğin gibi maceralara atılmıyoruz. Vermia ilk kez yandığında oradan çıkan hikâyeleri duymuşsundur. Ben Yu Valarfin’im ve hikâyeler doğru. Ben yanında durmak isteyeceğin iyi birisi değilim. Kasabana git.”
Söylememesi gereken şeyleri söylüyordu ama buradan uzaklaşacaklarına ve Çelise’nin sırlarını ifşa etmeyeceğine güvenmişti. Sözleri de kızı etkilemiş gibiydi. Hiç kimse Yu Valarfin gibi birisiyle yola çıkmak istemezdi.
Sivina dışında hiç kimse.
“Kötü biriysen neden Sivina seninle evlendi ki?” diye sordu.
‘Onu sevdiğim için’ yanıtını vermeye hazırdı ama Yu’nun işlediği suçların yanında çok basit bir argüman olarak kalacağı için tereddüt etti. Zaten kocası ondan önce konuşmaya başlamıştı.
“Birbirimizi sevdik. Kötü şeyler yaptığımı biliyorum ama kefaretimi ödemeye çalışıyorum.”
“Ne yaparak?”
Israrcıydı ve Yu’nun cevap veremeyeceği sorulara geçiyordu. Vermia olayını söyleseler bile Yu en büyük sırrını açığa çıkaramazdı ve yalan söyleyemeyeceği için tek seçeneği susmak oluyordu.
“Israrcı olacaksın, değil mi?” diye sordu kızı Yu’nun önüne koyarak. “Ne dersek diyelim seni döverek kovmadığımız sürece yakamıza yapışacaksın. Gözlerindeki bakış bunu söylüyor.”
“Ya sizinle geleceğim ya da babamla yüzleşeceğim,” dedi on beş yaşındaki çocuk. “Tüm tanrılar baba dediğim o adama lanet etsin. Anneme de aynı şekilde. Beni zorla evlendirip bir pisliğe sattılar. Artık onların yüzünü görmek istemiyorum. Beni kovsanız bile dönmek yerine batıya at sürer ve İlonya’ya geçmeyi denerim. Tabii benim gibi küçük ve zayıf bir kız başıboş kaldığında birileri ona zarar verir.”
Herict’in Çelise’ye zarar vereceği korkusuyla düzenleyeceği baloya gitmeye hazırlanmışlardı. Her ne kadar Herict berbat biri olsa da Çelise’nin ondan bir şeyler öğrendiğini görüyordu ki böyle bir taktik izliyordu.
“Sizinle gelmek istiyorum. Tanrıların o rahibin kafasına yıldırımı çakışını gördüm. O dövüş kesinlikle tanrılar tarafından izleniyordu. Adildi veya değildi, umurumda değil. Tanrılar sizin devam etmenizi istedi ve bunu istiyorlarsa görmeye değer bir şey olduklarını düşünüyorlardır. Aynı şeyleri ben de görmek istiyorum.”
Romantik bir macera olmalıydı. Kocasıyla baş başa geçireceği uzun ve romantik günler yaşamalıydı. Şimdi bile Çelise’yi bir kenara çekip Yu’yu yatağa atmak istiyordu.
Ama kızdan hoşlanmıştı ve üç parmak, iki parmaktan daha iyiydi. Yanlarında bir büyücünün olması Yu’nun hayatını bir gün kurtarabilirdi.
“Eğer,” dedi Yu’nun şaşkın suratına bakarak. Onda duygu görmek güzeldi. “Bizimle birlikte yolculuk etmeye karar verirsen asla vazgeçemezsin. Biz yarı yolda bırakıp terk edebileceğin insanlar değiliz. Bunu anlıyor musun?”
Çelise hiç düşünmeden “Evet!” dedi. Her soruya bu yanıtı vermeye hazır gibiydi. Sivina, Yu’nun yerine de pes etti ve kızı almaya karar verdi.
“Biz, Brahatul çölüne zamanda geri dönmenin yolunu bulmak için gidiyoruz.” Ve büyük sırları, Yu’yu daha şaşkın bakışlar içerisinde bırakarak kaybolmuştu. “İki yıl öncesine geri dönecek ve kocamın tüm hatalarını telafi edeceğiz. Artık bunu öğrendiğine göre geri dönmenin yolu kalmadı. Grubumuza hoş geldin.”
“Sivina…” Şaşkın suratı mest ediciydi. Sivina eğleniyordu. “Neden bunu ona söyledin ki şimdi…”
“Beni almak zorunda kaldın?” diye tamamladı Çelise. “Ya da öldürmek ama canlımın daha işe yarar olacağı açık. Söylediğinizin gerçek olup olmadığıyla da ilgilenmeyeceğim. Benim amacım maceraya çıkmak ve eğer doğru söylüyorsanız bu benim de işime gelir. İki yıl öncesine döneceksem evimden kaçabilirim.”
Bugün çok fazla kahkaha atmıştı ve gelecekteki günlerde de neşesinin hiç eksilmemesi için tanrıçaya defalarca kez dua edecekti. Çelise’nin zamanda geri gitmek gibi absürt bir fikri hemen kabul etmesi nereden baksa ahmakçaydı ama kız o kadar mantıklı bir karşılık vermişti ki Sivina artık reddedemezdi.
Çelise’nin amacı sadece yarınının dününden iyi olmasıydı. Belki zamanı geri alma konusunun sadece onu vazgeçirmek için bir blöf olduğunu düşünmüştü ama o umursamıyorsa Sivina da aynısını yapıp son sözleri Yu’ya bırakacaktı.
“Hadi artık!” dedi Çelise bu sefer Yu’yu kolundan tutup çekerek. “Hayatım boyunca kaç gece bunun hayaliyle uyuduğumu bilemezsiniz. İçimde hep maceraya atılma isteği vardı. Sizi sırf maceracısınız diye malikânede tutmuştum, bana hayal kurabilmem için yeni şeyler verebilin diye ve şimdi hayal ettiğim hayatı benden çalacak mısın?”
Yu ciğerlerindeki tüm havayı dışarı vererek ofladı ve kızın inadı karşısında pes etti. Çelise’nin elde ettiği gülümseme paha biçilemezdi. Sonbaharda parlayan ikinci güneşti.
“İsmimi de değiştirmem gerek, geçmişime ait her şeyden kurtulmam gerek. Çelise ismini de hiç sevmemiştim zaten.” Elini çenesine götürdü. “Hmm… Annabel nasıl? Yok, yok olmadı. Güzel de sanki maceracı değil de deniz kenarındaki bir sahil köyünde yaşayan sıradan bir kızı andırıyor.”
“Yue olsun,” dedi Yu ama Sivina daha fazla güldü.
“Clara olsun,” diyerek içine doğan ismi söyledi. “Bundan sonra ona ağabey, bana da abla diyeceksin. Sayıda asla kusur etmeyeceksin çünkü artık asil bir kız değilsin. Artık sen Mora’nın ufak bir köyünde doğan Clara isimli bir kızsın. Anlıyor musun? Eğer bizi kızdırırsan seni döveriz.”
“Asla!” dedi Çelise, yani Clara.
Yeni ismini birkaç defa tekrar etti. Sivina güzel bir isim olduğuna inanıyordu. Işıkla alakalı bir anlamı vardı ve kızın yeni hayatının aydınlık olacağını umarak vermişti.
“Bu isim olmaz,” diye karşı çıktı Yu. “Mora’da insanlar ‘L’ harfini doğru söyleyemiyor, adının sürekli yanlış telaffuz edilmesi hoş olmaz.”
“Ne öneriyorsun?” diye sordu Sivina. “Yu ile başlamayan bir şey olmalı.”
“Meryu,” dedi Yu. “Meryem ismi şerefli bir kadına aitti ve Yu da Yu. İkisini birleştirince Meryu oluyor. Hayata yeniden başlamanı onurlandırmak adına da Anka soyadını veriyorum.”
“Meryu Anka...” İsmini art arda tekrar etti. “Maceracı ismi gibi, sevdim! Teşekkür ederim Yu abi! Hadi şimdi yeni maceralara atılalım!”
Maceralarının çoğunun at arabasının üstünde ilerleyerek geçeceğini öğrendiği anda hayal kırıklığına uğrayacak olsa da o zamana dek neşesini sürdürmesine müsaade edeceklerdi.
-------------------------
Salderough kısmı burada son buluyor. Sonraki kısım Keçiorman/Balayı Evi başlamadan önce bölüm biriktirmek, mümkünse tüm kısmı bitirdikten sonra atmaya başlamak istediğim için muhtemelen sıradaki bölümler Mayıs ayında gelecek. Mümkünse yazın tüm cilt 5’i bitirerek seriye ara vermeyi (okulun bitmesi ve askerlik sebebiyle) düşünmekteyim (gerçi düşünmesem bile seve seve vermek mecburiyetindeyim o yüzden inşallah cilt 5’i bitirebilirim). Sonraki ay görüşmek dileğiyle, hayırlı ramazanlar/iftarlar/sahurlar. Kendinize iyi bakın.
(Bu arada seri ana sayfasında ekler bölümü oluşturdum ve önceki karakter resimlerini kaldırarak yeni karakter resimlerini oraya ekledim. Yenileri anime tarzında ve yapay zekâ ile resim yapma işi geliştiği için öncekilerden daha güzel olduğuna inanıyorum. Discord sunucumuza da katılmanızı isterim. Epik Novel’de güncel devam eden uzun soluklu serilerin çoğunun yazarı orada ve seri kanallarına katılarak özel içeriklere ulaşmanız mümkün.)
01.04.2023 – 19:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..