Cilt 5 - Bölüm 23: Keçiorman (1/2)

avatar
249 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 23: Keçiorman (1/2)


Pararel’in güney bölgesindeki küçük bir kasaba olan ve dış dünya ile fazla ilişki kurmadan varlığını sürdüren Salderough’ta yaşadıkları maceranın ardından yanlarına kasabanın eski hanımı Çelise’yi, yeni adıyla Meryu’yu alarak yollarına kaldıkları yerden devam etmişlerdi.


Hâlâ kuşatma altında olan ve kahramanca bir savunma veren Leo’yu geçmişlerdi fakat izledikleri rotanın üstünde günden güne yoğunlaşan lojistik trafiği sebebiyle mevcut rotalarını değiştirmeleri gerekmişti. Yeni rotaları kuzeyden, Leo şehrinin doğusundaki Keçiorman’ın aşağısından geçiyordu. Adından da anlaşılacağı üzere burası bir ormandı ve Mora’nın en büyük ormanlarından biriydi.


Lakin yol üzerindeki köylerde köylülerin evlerini terk edip doğuya kaçtıklarını gördüklerinde izledikleri yeni yolun da pek hayırlı olmadığını anladılar. Köylülerden öğrendikleri kadarıyla ülkenin gelenekleri gereğince meşru kral olan Yu Zao’nun ve Andromeda Kilisesi’nin gücüne sığınarak krallık tacını iddia eden Juel Hao’nun orduları çarpışmak üzereydi. Juel Hao’nun kuşatma altındaki şehirden kaçıp rakibi Yu Zao’ya kafa tutabilmesi hem şaşırtıcı hem gereksiz hem de Sivina açısından olumsuzdu. Rotalarını iyice değiştirmeye zorlamış ve Keçiorman’ın içine sokmuştu.


“Juel Hao’nun şehirden bir orduyla kaçmayı nasıl başardığını geçiyorum,” dedi. Muhtemelen gölü kullanmıştı. “Neden böyle bir şey yapmaya gerek görmüş olabilir ki? Şehirde uzun süredir harika idare ediyordu. Yiyecek stoklarının azaldığını da hayal edemiyorum, kuşatmanın geleceği Yu Zao, Vermia’yı aldığından beri belliydi yani şehri bir yıldan uzun besleyecek yiyecekleri olmalı. Öyleyse neden?”


“Belki de Yu Zao’yu surların dışında görmeye dayanamamıştır,” diye cevap verdi Yu. “Gerçek bir kralın duvarların ardına saklanmaktansa saldırması gerektiğini düşünmüştür. Onun yerinde olsaydım ve saldırmaya karar verseydim benim saldırma sebebim bu olurdu.”


Yu gurur penceresini gereğinden fazla kullanıyordu. Savaşın başından beri hiçbir muharebede kendini göstermemiş Juel Hao’nun Yu gibi düşüneceğini zannetmezdi. Başka bir sebebi olduğuna emindi ama sebep her ne olursa olsun onlar açısından hâlâ olumsuz ve sinir bozucuydu.


“Sivina abla…” Kız, Sivina’nın solunda oturuyordu. “Neden hiç macera yaşamıyoruz? Tek yaptığımız birilerinden gizlenmek. Daha eğlenceli bir hayatınızın olduğunu sanmıştım. Maceracıların hayatı şarkılarda böyle değildi. Nerede devler? Nerede ejderhalar? Dünyayı kurtarmak için yenmemiz gereken alçak şeytan kral nerede?”


Yu, Sivina’dan önce cevapladı. “Burada değiller.”


“Ve umarım bizden uzak durmaya devam ederler,” diye devam etti Sivina. “Onlarla hiç karşılaşmadan amacımıza ulaşmak umabileceğimizin en iyisi olur.”


Beklendi gibi Meryu maceracılığın sandığı kadar harika olmadığını anlamıştı. Salderough’tan beri tek yaptıkları ilerlemekti ve kılıçlarını bir düşmana karşı kaldırmamışlardı.


“Biz canavarları yenebilecek insanlarız,” dedi Yu. “Eğer bir yerlerde var olmak zorundalarsa onları yenecek güce sahip olmayanların yanında var olmalarındansa bizim yanımızda olmalarını isterim.”


“Ben istemem.” Kocasının erdemleri gereğinden fazlaydı. “Bize ne kadar uzak olurlarsa o kadar iyi olur. Kahramanı oynamak zorunda değiliz.”


Meryu gibi macera için evlerini terk eden çömezler, para için onları avlayan gerçek maceracılar ve Yu gibi ahmaklar haricinde kimse canavarlarla savaşmak istemezdi. Sivina da yenebileceğini bilmesine rağmen karşılaşmak istemeyenler arasındaydı. Meryu da gerçek bir canavarla karşılaşıp dövüşmeden geçen her anın kıymetini aldığında ona katılacaktı.


Ama maalesef aynı şeyi kocası için söyleyemiyordu. Yu’nun takındığı tavırdan vazgeçeceğini artık düşünemiyordu. Yu Valarfin garip bir adam olmuştu.


“Bir keresinde geldiğim yerde savaşların onda dokuzunun yürümek olduğunu duymuştum,” dedi Yu ve başını Sivina’nın omzuna koydu. Meryu da aynısını sol omzu için yaptı. “Savaşlar yürüyerek ve bir düşmanın gelmesini bekleyerek geçer. Bazen hiç gelmeyeceğini bilerek beklersin. Maceracılık da aynı olmalı. Yani tüm hayatın boyunca macera yaşadığın kısımlar, yürüyüp söylendiğin kısımların yanında çok ama çok ufak bir zaman dilimini kapsayacak.”


Hoş bir ormandı. İçerisinde sadece tek aracın sığabileceği kadar dar ama kusursuz bir yol vardı ve sallanmadan ilerlerken ağaçların bir çiftin altında romantizm yaşaması için kıvrılmış gibi gözüken dalları onları yağmurdan koruyordu. Vahşi elma ağaçları ormanda en sık karşılaştıkları ağaç türüydü. Sonbaharda açan birkaç çiçek de koklamaları için orada olsa da onları alıp nasıl koktuklarına bakacak zamanları yoktu.


“Dikkat et Meryu, kirpiler geçiyor.”


Hayvanlar kış yaklaşırken hazırlık yapıyordu ve hazırlıklarını yapanlardan biri de kirpilerdi. Meryu geçen gün ilk kez bir kirpi görmüştü ve hayvanın üstündeki dikenleri fırlatacak bir canavar olduğu düşüncesiyle korkuya kapılıp onu öldürmeye çalışmıştı. Yu’nun tutup yerine oturtması sayesinde Meryu’nun öldürmeye çalıştığı kirpi yaşamaya devam ediyordu.


“Beni dalga geçmek için mi yanınıza aldınız?” Sivina’nın koluna sıktı. “Ben canavarlarla dövüşmek ve onları öldürüp insanların hayatlarını kurtarmak istiyorum. Belki maceracılar loncası da buluruz. Hem dövüşmeyeceksek neden büyülü güçlerim var ki? Karşımıza düşmanlar çıkmayacaksa neden her gün kılıçla çalışıyorsunuz? Ge~rçekten çok canım sıkılıyor. Macera yaşayana dek yeni hayatıma verdiğim puan on üzerinden yedi.”


“Tüm şikâyetlerine rağmen puanın yüksekliği insanı şaşırtıyor.” Üçü de tentenin altında olsa da Yu’nun saçları ıslanmıştı. “Nedenini merak ediyorum.”


Meryu’nun cevabı yola adımını attığı günden beri hazırdı. “Diğer her şey ve her yer Salderough’tan güzel olduğu için. Hiç görmediğim ve sizinle tanışmasaydım göremeyeceğim yerleri görüyorum. Yanımda durması bile mümkün olmayacak insanlarla tanışıyorum. En önemlisi seçtiğim insanlarla yaşıyorum. Mutlu olmamak için sebep göremiyorum. Teşekkür ederim.”


Sivina’nın boynu Yu’nun saçlarıyla ıslanmıştı ama sonbaharda olmalarına rağmen sıcaktı. Meryu duygularını paylaştıktan sonra yağmur dışında konuşan kimse kalmamıştı. Kuşlar sessizdi ve ufak hayvanlar kışa hazırlanmaya devam ediyordu. Karabaş ise bazen atların önüne geçiyor, bazen de gerilerine düşüyordu.


Ağaçlar korumaya çalışsa da yol ıslanıp yumuşadığından araçları bazen toprağın içine göçüyor ama atlar kolayca çekip çıkarıyordu. Yine de durdukları vakit tekerleklere bulaşan toprağı temizlemeleri gerekecekti. Atlar da temizliğe ihtiyaç duyuyordu ve son uğradıkları köyün üzerinden bayağı zaman geçtiğinden onlar da yıkansalar iyi olurdu. Temiz kalmaya çalışsalar da yol tarafından yıpratılıyorlardı.


Ama durmak için güvenli neresi vardı? Orman yolu sık kullanılmasa da burada bir yol olduğuna göre gelen geçen insanlar olabilirdi. Belki orduya ikmal yetiştirmeye çalışan gruplardan biri orman yolunun kestirme olduğunu düşünerek burayı tercih edebilirdi. İlerlerken de birileriyle karşılaşma riskleri vardı ama aynı riski yıkanırken almak istemiyordu.


Askerlerin güvenli ve Yu Zao tarafından kontrol edilen diğer yollar yerine orman yolunu tercih etmesine düşük ihtimal verse bile canavarlar vardı ve orman canavarların en sevdiği yerdi.


“Sivina abla.” Meryu suskunluğa dayanamamıştı. “Sen kaç yılda kılıç kullanmayı öğrendin?”


Sivina gözlerini yoldan ayırmadan dürüst ama tatmin edici bir cevap vermeye çalıştı. “Bazı şeylere öğrendim demek mümkün değil. Yaklaşık on beş sene önce başlamıştım ve beş sene önceye dek babamdan eğitim aldım. Yine de karşılaştığım her düşman bana bir şeyler öğretiyor ve öğrenmeye hayatım boyunca devam edeceğim. Tabii ki Yu abin sözlerini tutup bana yaşamak istediğim hayatı verirse öğrenmeme gerek kalmaz.”


Dövüşmek ona yaşadığını hissettiriyordu. Dövüşmeyi, tehlikede olmayı ve kanının kaynamasını her ne kadar tehlikeli olsa da seviyordu. Çeliklerin şarkısı ona insanların şarkısından daha çok hitap ediyordu. Kılıcını sallamak kocasıyla sevişmekten sonra yaptığı en eğlenceli şeydi.


Yine de basit bir ev hanımı olarak sevdiği adamın yanında sakin bir hayat yaşamayı dövüşmeye tercih ederdi. İyi bir dövüşçü olsa bile hiçbir şey basit ama sevgiye sahip olduğu bir hayatın yerini tutamazdı. En nihayetinde bir kadındı ve istediği şey sevdiceğiyle huzurlu bir hayat sürmekti.


“Peki, ne zaman kendine dövüşmeyi bildiğini söyledin?” diye sordu bu sefer. “Elbet kılıç kullanmayı bildiğini düşündüğün bir çağ gelmiştir. Nasıl olduğunu merak ediyorum. Baban ne zaman seni bir savaşçı olarak görmeye başladı?”


“On üç yaşındayken sanırım.” Gözünü kapattığında o günün tüm renkleri capcanlı bir şekilde karşısında duruyordu. “Ailemiz sınır güvenliğinden sorumlu şövalye hanelerinden biriydi ve ağabeylerimi de yanına alan babam sınırdan gelen birkaç rapor üzerine devriyeye çıkmıştı. Malikânemize bir mektubun geldiğini hatırlıyorum. Babam gideli bir gün olmuştu, annemin arkadaşlarından birinin kızı doğum yapmıştı ve bebeğin doğumunu kutlamaya gidiyorduk.”


Gittikleri ailenin ismi olan Crescet’i hatırlasa da ziyarete gittikleri kadının, kızının ya da doğan çocuğun ismini hatırlamıyordu. Doğan bebek şimdi sekiz yaşında tatlı bir El çocuğu olmalıydı.


“Babamın ve diğer şövalyelerin yokluğunu fırsat bilen bazı haydutlar inlerinden çıkıp insanların yolunu kesmeye başlamıştı. Biz de bunu yolda onlara denk geldiğimizde öğrendik. Muhafızlarımız bizi korumak için uğraşsa da sayı üstünlüğü haydutlardaydı.”


O gün yanlarındaki her adam ölmüştü ve bronz heykelleri Ecues malikânesinin kuzeyindeki anıt tepesinde duruyordu. O heykelleri görmek Sivina’ya adamların yaşayamadıkları hayatları hatırlatırdı.


“Bizi vagondan çıkardılar ve bizimle ne yapacaklarını tartışmaya başladılar. Bazıları bizi fidye için sağlam tutmayı öneriyordu, bazılarıysa daha alçakça şeyler için salyalarını akıtmaya başlamıştı.”


El insanlarının onurlu olması beklenirdi ama bir savaşçının asil hayatı yerine haydutluğu seçenlerde onur aramak ahmakça olurdu. O güne dek kılıcı sadece zorunda olduğu için alması gereken bir ders olarak gören Sivina o günden sonra bir kadın olduğunun farkına varmış ve onursuz insanların onu bu yüzden hedef alacağını anlayarak kılıca bir dost gibi sarılmıştı.


“Annemin dövüşemeyecek kadar küçük kardeşimi ve beni korumaya çalıştığını hatırlıyorum ama o Ecueslerin kalanı gibi bir savaşçı değil sadece büyüleyici bir yüze sahip güzel bir kadındı,” dedi yolu izlemeye devam ederken. Annesinin güzelliği ona geçmişti. “Ondan sonra sadece görev vardı ve ben kendimi erkeklerin hissettiği şeyi hissederken buldum.”


“Erkekler ne hissediyormuş?” diye sordu Yu.


Sivina gülümsedi. “Kahraman olma arzusu.” Yu’nun da Salderough’ta aynı şeyi hissettiğine emindi. “Annemin kahramanı olmak istedim, kardeşimin kahramanı olmak istedim ve o güne kadar neden babamın beni erkek gibi yetiştirdiğini anladım. Bazı adamlar dünyayı kadınlar için yaşanamayacak hâle getiriyor ve yaşamak istiyorsan onların oyununda onları yenmekten başka şansın kalmıyor.”


Babası onu bir şövalye olarak yetiştirmek yerine erkekleri kendine âşık edip on altı yaşında çocuk doğuracak soylu bir leydi yapması için annesine verseydi bugün ne durumda olacaklarını hayal etmekten çekiniyordu. Babasına o kadar minnettardı ki bu minnettarlığı ne dünyada ne de cennette ödemesinin yolu yoktu.


“Annemin önündeki haydudun kılıcı hâlâ kınındaydı. Liderleri olabilirdi ama hatırlamıyorum. Meçe benzeyen bir şeydi. Adam elini anneme uzattığında öne atıldım ve kılıcını çekip boğazına dayadım,” diyerek devam etti. Meryu dikkatle dinliyordu. “Elhaven’de savaşan kadınları görmek nadir değildir ama on üç yaşında bir kızın kılıç tuttuğunu görmek kılıcı boğazına dayadığım haydudu bile kahkaha krizine sokmuştu. Bugün bile neden bunu eğlenceli bulduklarını anlamıyorum. Bence ne yapacağı belli olmayan bir çocuğun öldürücü bir silah tutması bir yetişkinin tutmasından daha korkutucu.”


Cinsiyetinden ötürü zayıf görülmek savaşçının yolunu seçmiş kadınlara aşağılayıcı gelir ve çoğunun sinirlenmesiyle sonuçlanırdı. Sinirlenmeleri ve kendilerini kanıtlamak için erkeklere meydan okumalarını iyiye yormazdı çünkü sinirlenen insanın hareketleri tahmin edilebilir olurdu. Kadınların daha güçsüz görülmesini de buna bağlıyordu. Sinirliyken yaptıkları meydan okumaları çoğu zaman mağlubiyetle sonlanıyor ve kadın savaşçıların güçsüz olduğu algısını yaratıyordu. Oysa dövüşün çoğu refleks, teknik ve sükûnette biterdi.


“Bana ‘beni mi öldüreceksin küçük kaltak?’ diyerek güldüler. ‘Belki annenden önce seninle oynarız,’ dediler.”


“Sonra ne oldu?” diye sordu Meryu. “Hepsini öldürdün mü?”


“Dalga geçmeye devam ettiler ama ben kılıcımı birkaç santim ileri götürdüğümde gülüşleri soldu.” Öldürmek o kadar basitti ki kötü birini de öldürmüş olsa birinin böyle basit bir hamlenin sonucunda ölmesi korkutucu geliyordu. “Kılıç boğazına saplandı. Yere düştüğünde kanın boğazından çıkmasını önlemek için elini bastırıyordu ve yalan söyleyemem, ölürken yüzünde beliren ifadeyi sevmiştim. Dünyadaki pisliklerin sayısı bir azalmıştı, annemin namusunu korumuştum ve babamın eğitiminin hakkını vermiştim. Devamında sağ kalan muhafızlarımız hayatlarını bizi korumak için ortaya koydu ve fedakârlıkları sayesinde atlara binip kaçtık.”


Olay duyulduğunda babası diğer şövalye hanelerini toplamış ve sınırdaki tüm haydutları temizlemişti. İşbirlikçisi olan ve haydutlar tarafından korunduklarına inandıkları için onlara destek veren köylüler de temizliğe dâhildi. Her bir kanunsuzun uzuvları kesilmiş ve yol kenarlarında kazıklara geçirilerek onlar gibi haydutluğa soyunma hayali kuranlara sonlarının ne olacağını göstermişti.


“Babam olayın ardından bir ay geçtiğinde benimle konuştu. Bana benimle gurur duyduğunu söyledi ve yaptığım şeyin asaletinden bahsederek suçluluk duymamam gerektiğinden bahsetti.” Babasının takdirini kazanmak tüm evlatlar için büyük bir şerefti ama özellikle kız çocukları için bambaşka bir şeydi. “Bana beni erkek kardeşlerimden ayrı görmediği için memnun olduğunu söyledi. O gün kendimi biraz büyümüş hissettim ve o güne dek benim için yalnızca acı verici bir dayatma olan kılıç o günden sonra en iyi dostuma dönüştü. Sanırım o günden sonrası, senin sorunun cevabı. Kendime güveniyordum ve dövüşe girmekten kaçınmıyordum.”



Kılıç ona istediği her kapıyı açacak iyi ve sadık bir dosttu. Babası ona bir kılıca sahip olduğu sürece hiçbir şeyin onu incitemeyeceğini söylerdi. Yanıldığını bildiği tek şey bu olmuştu.


“Birini öldürdüğünde ne hissetmiştin?”


“Gurur,” dedi Sivina. Sorunun cevabı gururdu.

-------------------------

02.05.2023 - 11:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr