Yolun kenarında araçlarının girebileceği güzel bir açıklık gördüklerinde Sivina atları oraya soktu ve ağaçların onlara açıklık alan bıraktığı güzel bir meydana çıktılar. Yere indiklerinde Sivina zemini inceledi ve izlerden uzun süre önce birilerinin burada kamp yaptığını anladı. Kamp yapmak için seçtikleri alan burası olduğuna göre güvenliydi.
Öğlen yemeği için de güzel bir vakit ve yer seçmişlerdi. Yağmur dinmişti ve ağaç dalları tarafından korunmasa da zemin nispeten kuruydu. Masa ve sandalyeleri arabanın önüne dizdiler. Sivina ateş yakarken Yu arabanın içinden metal bir kutu aldı. Meryu sayesinde sahip oldukları muhteşem bir aletti. Kutunun üstündeki büyü taşı içerideki havayı emerek kutunun soğuk kalmasını sağlıyor, içindeki yiyeceklerin bozulmasını yavaşlatıyordu.
“Tatlım sen ateşin başına geç,” dedi ve Meryu’yu karşısına aldı. “On beş yaş başlamak için geç olsa da Yu kadar yaşlı değilsin. O iyi bir savaşçıya dönüştüyse ondan çok daha iyisine dönüşebileceğine inanıyorum. Vücudundaki mana sana yardımcı olacak ve onu kullanmayı öğrendikçe gücün artacak. Bizim yaşımıza geldiğinde belki benden daha iyi olabilirsin.”
Meryu’nun Sivina’dan daha iyi bir savaşçı olması mümkündü ama Sivina buna inanmıyordu. Sivina hayatının tamamını kılıçla geçirmişti ve beş yıllık bir çömez tarafından geçilmeyecekti. Yine de onu motive etmek önemliydi ve birkaç pembe yalan Meryu’ya kendine güvenmesi için yardımcı olurdu.
“Tüm silahlardan sonra mızrağın senin için daha uygun olacağına karar verdim,” dedi vagonun üstündeki uzun bir sopayı ona atarken. “Kısa boylusun, kolların da kısa. Karşılaşacağın rakiplerin hepsi senden daha uzun olacağı için kılıçla onlara erişmen zor olacak. Eğer daha genç yaşta başlasaydın çevikliğin ile daha iyi bir kılıç dövüşçüsü olabilirdin ama bu yaştayken sana mızraktan daha uygun bir silah düşünemiyorum.”
Meryu mızrak olarak kullanacağı sopayı eline alıp kendi boyuyla kıyasladı. Meryu’dan biraz daha uzundu ve kullanıcısından biraz daha uzun olması mızrak için idealdi.
“Kılıç açıkça daha havalı,” dedi Meryu.
“Kılıç kullanmayı öğreneceksin,” diye cevap verdi. “Ama ana silahın mızrak olacak çünkü senin gibi ufak bir çocuk için daha kullanışlı.”
Sadece tek silaha güvenen savaşçılar yetiştirmek istemiyordu. Yu’ya da kılıcın yanında mızrak ve ok kullanmasını öğretmişti ve diğer silahlarda da kendini rezil etmeyeceğini biliyordu. Meryu da aynı şekilde yetişecek ve farklı silahları kullanmayı öğrenecekti ama mızrak hepsinden önce gelmeliydi. Hem öğrenmesi daha kolaydı hem de mızrağın yaratacağı mesafe aynı zamanda bir büyücü olan kızın işine yarayacaktı.
Meryu iki elini kullanarak sopayı tam ortasından tuttu ve ucunu Sivina’ya çevirdi. Sivina söylemek yerine göstermeyi tercih ederek sopanın ucuna vurdu. Sopa kızın elinden düşmüştü ve kız sopayı almak için eğilirken ona da aynı şekilde ama daha nazik vurarak sopasının yanına düşürdü.
“Bana kızma,” dedi sonra. “Ders sert olmadığı sürece öğrenmeyeceksin. Ne mızrağı ne de herhangi bir diğer silahı iki elinle tutarken sakın ellerini tek bir yere koyma. Uyguladığın kuvvet azalır, darbe geldiğinde elinden düşürürsün.”
Çelise olsa düştüğü an köpürürdü ama Meryu sopayı alarak ayağa kalktı ve üstünü temizleye gerek görmeden Sivina’nın söylediği gibi sopayı tuttu. Artık bir eli sopanın ortasında diğer eli sonundaydı.
“Böyle mi?”
“Evet.”
Ayaklarının nasıl durması gerektiğine önceden çalıştıkları için sağlam bir pozisyon almıştı ama kollarının zayıflığı bir sorundu. Onları manayla güçlendirmeyi öğrenmeliydi ve bu bile manayı kullanabilen diğer rakiplerle karşılaştığında yeterli gelmeyecekti.
“Mora’dan ayrılana dek sana mızrağını düşürmeden kendini savunmayı öğretmeye çalışalım,” dedi. Sonuçta mızrağı saplamadan önce elinde olması gerekiyordu. “Bir büyücü olduğun için silahsız da yapabileceğini düşünme. Dövüş sona erdiğinde silahın elinde olmak zorunda. Unutma, silah senin dostun ve dostlarını arkanda bırakmazsın.”
Aslında bir büyücü olduğu için silahını düşürerek rakibi yanıltmak ve dövüşü büyüyle sonlandırmak gibi ölümcül hilelere başvurabilirdi ama bunu yapmadan önce hareket üzerinde çalışarak uzmanlık edinmesi gerekiyordu. Aksi takdirde rakibine sunacağı şey kolay bir zaferdi.
Sivina ona temel hamleleri öğretmeye başlayacaktı ki hemen öncesinde Yu’nun yanına uzanmış olan Karabaş yüksek sesle havlamaya başladı. Yu köpeği susturmak isterken başını Sivina’ya çevirdi ve kınında duran siyah kılıcını çekerek bağırdı.
“Uzaklaşın!”
Önce Meryu’ya doğru sıçradı, sonra onu kucağına alarak başka bir sıçrayış daha yaptı ve sallanan zemini arkasında bırakarak bir ağacın üstüne çıktı. Zemin, Sivina’nın üzerinden ayrılmasının hemen ardından parçalandı ve turuncu bir canavar gökyüzüne yükseldi.
Derisi parlak ve katman katmandı. Derisiyle aynı renkte gözlerinin artık insanlarınki gibi bir görme yeteneğine sahip olduğunu zannetmiyordu. Yanaklarında iki tombul hava kesesi vardı ve çenesinin altında keselerin devamı olan iki uzuv uzuyordu. Canavarın vücudu kalelerden daha uzundu. Devasa bir solucan olduğunu görebiliyordu ama komik bir yüzü vardı.
“Büyü yap!”
Meryu’yu ağaçta bıraktı ve elindeki tahta sopayı canavara fırlatıp gerçek kılıcını çekti. Devasa solucan Sivina’yı zorlamadan yutabilecek büyüklükteki ağzını açmış ve havaya kaldırdığı başını hızla indirerek onu tek hamlede yutmayı amaçlamıştı.
Sivina’nın burada kolayca ölmeyeceği açıktı. Canavardan hızlıydı ve düştüğü yerden çekilmek onun için zor olmamıştı. Bir de çekilirken canavarın hava keselerinden birini kesmişti fakat tekrar toprağa girdiğinden duyduğu acıyı belli etmek için çıkardığı sesi işitememişti.
Meryu büyü yapmadan önce “Buraya gel!” diye bağırdı Yu. Meryu seslenilen kişinin kendisi olduğunu anlayarak ağaçtan atladı ve Yu’nun yanına koştu. Canavarın kuyruğu hâlâ toprağın üstünde olmasına rağmen başı Meryu’nun atladığı ağacın altından çıktı.
“Yu!”
Canavarın kuyruğunun ucu bir ele benziyordu ve ortasında bir yılanın çıngırağına benzeyen kalın bir uzantı vardı. Kuyruğu toprağın altına girmeden önce bu çıngırak şişti ve içinden çıkan toprağı havaya fırlattı. Toprak üstlerine düşerken canavar doğrudan saldırıya geçti.
“Iha!”
Meryu elinde bir taş tutuyormuş gibi havayı yakaladı ve hayali bir kuvvet kazanmak için etrafında dönerek var olmayan taşı canavara fırlattı. Meryu’nun hareketiyle birlikte havaya fırlatılan toprak yön değiştirerek canavarın üstüne uçtu ama zaten toprakta yaşayan bir yaratığı kendi fırlattığı toprakla yenmenin yolu yoktu. Sivina havaya sıçrarken Meryu’yu kucaklayan bu kez Yu oldu ve kızı canavarın yolundan aldı. Sivina ise canavarın başının üstüne düştü ve beyninin olduğunu düşündüğü yere kılıcını sapladı.
Lakin kılıcı canavarın kemiğini geçememişti. Sivina’yı üstünden attı ve kuyruğunu savurarak Yu ve Meryu’ya vurdu.
“Yu!” dedi Yu ayağa kalkarken. “Gözlerine oynayalım!”
Güçlü rakiplerin en zayıf yönleri cinsel organları, boynu ve yüzü olurdu. Eğer canavarın gözleri varsa arkasında beyni olmalıydı ve gözünü aşıp beynine ulaşmayı başarırlarsa onu öldürmüş olurlardı. Tek sıkıntı beyni ve gözleri arasındaki mesafenin kılıçlarından uzun olup olmadığıydı.
“Kayalarla bir şeyler yapabilir misin?” diye sordu Yu saldırıya geçmeden önce. “Başına sert bir şeyler fırlatabilirsen bize yardımcı olursun.”
Sivina, Meryu’nun cevabını duyamadan canavar yine saldırdı. Gökyüzüne sıçramıştı ve tüm kütlesiyle üstüne düşüyordu. Sivina’nın kurtulmak için yaptığı şey iki adım sağa atmaktı ve üçüncü adımda canavarın sırtına sıçrayarak kılıcını sapladı. Derisi kalın ama yumuşak, altındaki et sertti. Sivina kılıcıyla eti yararak canavarın başına doğru koştu ve bu sefer canavar onu sırtından atmayı başaramadı.
Kurtulmak için tekrar toprağın altına girecekti ama Meryu, Yu’nun istediğini başarmış ve canavarın yüzüne kaya fırlatarak toprağı delmesine engel olmuştu. Sivina kaya yüzünden hamlesini yarım bırakmak zorunda kalsa da Yu işi bitirmek üzere koşuyordu.
Mavi büyü taşını yaratığın ağzına attı ve taş yaratığın boğazında patladı. Ardından canavarın üstüne ikinci kaya parçası geldi ve Yu canavarı öldürmek için yere düşen kayadan destek alarak sıçradı. Siyah kılıcı canavarın sağ gözünden içeri sokarken düşmemek için pençesini canavarın alnına geçirdi. Sonra kılıcıyla birlikte tüm kolunu canavarın gözünün içine soktu. Canavar yerde dönmeye başlamadan önce kolunu geri çekip kılıcını attı ve açtığı deliğe sağ eliyle tutunup sol eline bir büyü taşı aldı. Sol elini de canavarın sol gözünden içeri soktu ve büyü taşını avucunun içinde patlattı.
“Çok kolay oldu!” Meryu koşarak yan yatan canavarın önüne geldi. “Neydi bu? Dev solucan mı? İlk maceramdı, değil mi? Nasıldım Sivina? Faydalı mıydım?”
“Bence de boyutunu düşündüğümüzde biraz kolay oldu,” dedi kırmızıya boyanmış kollarına bakan Yu. “Bunun bir solucan olduğunu sanmıyorum, başka bir tür olsa gerek.”
Karabaş dövüş bittikten sonra Yu’nun yanına gelmişti ama atlar etrafta değildi. Şimdi koca ormanda onları arayıp bulmaları gerekecekti.
“Artık kendime maceracı diyebilecekmişim gibi hissediyorum. İşte benim istediğim hayat buydu. Toprak büyümün size yardımcı olacağını da söylemiştim. Ne de olsa tüm partilerin bir büyücüye ihtiyacı vardır!”
Kız gururluydu ama Yu ve Sivina aynı gurur ve heyecanı paylaşmıyordu. Aslında kocası adına biraz gurur duyuyordu ama atları bulmaları gerektiği gerçeği yüzünden heyecanı soluyordu.
“Canavarın vücudunu yok etmemiz gerekir mi?” diye sordu Yu. “Çürüyüp ormanı zehirlemesin.”
“Böyle şeyler adına endişelenmene gerek yok, hayvanlar onu yiyip bitirecektir. Sen iyi misin?”
Yu başını salladı. Canavarın kuyruğundan Meryu ile birlikte bir darbe almışlardı ama ikisi de sağlıklı gözüküyordu.
“Öyleyse gidip atları ve arabayı bulmamız gerekiyor.
-------------------------
02.05.2023 - 11:00
Okulda olduğum için bir süre bölümleri tabletten atacağım bu yüzden yazım hataları olabilir. Eğer gördüğünüz hatalar olursa söylerseniz sevinirim.
Bundan sonra bir aksilik, sorun çıkmazsa cilt 5 sonuna dek iki günde bir bölüm şeklinde ilerlemeyi planlıyorum.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..