Karabaş iz bulmaya çalışmak yerine ormanda yürüyüşe çıkmış gibi ilerlediği için yerdeki izler olmasa onları doğru yerden götürdüğüne inanmazdı. Köpek biraz yürüyor, biraz da bir şeyleri koklamak için duruyordu. Çimler yerine sert bir zeminin üstünde ilerleseler atları kaybedebilirlerdi.
“Canavar sahip olduğu o yüzle toprağı nasıl kazdı, nasıl tüm vücudunu yukarı fırlattı ve öyle büyük bir şeyi altımızdayken nasıl hissetmedik merak ediyorum,” dedi Sivina. “Benim duyduğum canavar solucan türleri Brahatul çöllerinde yaşayan ve gerçekten solucana benzeyen şeylerdi.”
Canavarın ağzı toprağı kazmaya uygun gözükmüyordu ve toprağı kazabilecek olsa bile hızlı bir şekilde hareket etmesine açıklama getiremiyordu. Vücudu hızlı hareket etmeye de toprağı kazmaya da uygun değildi.
“Onun bir solucan olmadığını söylediğimi hatırlıyorum,” diye yanıtladı Yu. “Solucanların vücutları o şekilde olmaz. Kemiksizlerdir ve yüzlerinde insani unsurlar bulunmaz. Karşılaştığımız şey avlanmak maksadıyla önceden yerin altında yollar kazan farklı türden bir canavar olmalı. Açıkçası tanrıların işimi zorlaştırıp ne yapacağımı görmek için gönderdiği bir bela olsa şaşırmazdım. Canavarın türüne önem vermiyorum.”
“Tanrılar zalim değil Yu, onlar insanların efendisi ve bize yardım etmek için gökyüzünden izliyorlar. Onları kızdırmadığın sürece neden seninle uğraşsınlar ki?”
Yu dişlerini sıktı. “Onları kızdırmak için daha ne yapabilirim ki?”
İşe en sevilen tanrıçanın insanları kandırmakla başlamış, cennetteki tanrılara düşman olan bir tanrının mezheplerinden birine lider olmakla devam etmiş ve sonra ancak şeytanların takdir edebileceği alçak emelleri yerine getirmişti. Tanrıları kızdırdığı için başlarına kötü olaylar gelmesi düşünüldüğünde çok da olasılık dışı gözükmüyordu.
Ama tanrılar merhametliydi ve Yu günahlarından tövbe ederek iyi biri olmaya çalışıyordu. Üstelik sadece iyi biri olmaya çalışmıyor aynı zamanda günahlarının kefaretini ödemek için uğraşıyordu. Tanrılar ne zalim ne de aptaldı ve Yu’ya destek olmanın tüm yaraları sarmak için en mantıklı seçenek olduğunu anlayabilirlerdi.
Ve eğer ki tanrılar gerçekten ona düşman kesilmişse yapabileceği tek şey yine tanrılara dua etmek, samimiyetini kanıtlamak ve merhamet ummaktı.
“Kızdırmış olsaydın Salderough’ta dövüşü kaybederdik.” Yu’nun sırtını sıvazladı. “Rahibin başına yıldırım düşüren tanrılar isteseler elbet seni de öldürürlerdi. Yapmadılar. Öldürmeyi değil, seni yaşatmayı ve muzaffer kılmayı tercih ettiler. Tanrıçamız bize yardım etti. Senden umutlu olduğuna inanıyorum.”
Meryu’nun ve içten içe Yu’nun dövüşle yargılanma hakkında ne düşündüğünü biliyordu. İkisi de adil olmadığının farkındaydı ama Sivina o dövüşten sonra tanrıçası Aqaera’ya daha da bağlanmış ve ilahi yardımını aldığına inanmıştı. Tüm o fırtına onlar için gönderilmişti.
Ve tanrıçam yerine tanrıçamız demişti çünkü Yu’nun da tanrıçası olmalıydı. Yabancı kadınların evlilik neticesinde kocasının mezhebine geçmesi beklenirdi ve Yu bu dünyada yetişmiş olsaydı ailesi karısının eski tanrıçasına dua etmeye devam etmesine izin verse de kocasının kilisesine dâhil olmasını beklerdi.
Fakat Yu tanrısız bir adamdı ve bu durumda tanrısı olan Sivina’nın tanrısına tapması gerekirdi. Bunun için doğrudan bir gelenek olmasa da karısının dinine geçen adamlar görülmemiş değildi ve Yu bir ilk olarak utanç kaynağı olmayacaktı.
“Bu köpeğin yol bulabileceğini nereden biliyoruz ki?” diye sordu Meryu. “Tüm köpekler kokuyu aynı şekilde alıp yol gösterebilir mi?”
“Cevabı bilmiyorum,” dedi Yu. “Ama şimdiye dek bizi nal ve tekerlek izlerinin üstünden götürdü. Kokuyu takip etmeyi bilmese bile izleri takip edebiliyor olması zekâsı için güzel bir örnek.”
Meryu, Yu’nun önüne geçip yerdeki izlere baktı. “Buna bakmayı hiç düşünmemiştim. Bugün de yeni bir şey öğrendim.”
Çimler ezilmişti, yağmurla ıslanan toprağın üstünde de izler vardı ve ağaçlardan kaçınmak için yapılan birkaç manevranın haricinde hareket yönü hiç değişmemişti. Bir canavarın saldırısına uğramadılar ve koşarken vagonu devirmedilerse biraz sonra onları sağlam şekilde bulabileceklerine inanıyordu ama geride bıraktıkları yola dönene dek zaman kaybedeceklerdi. Karnı da acıkmaya başlamıştı.
“Daha çok yürüyecek gibiyiz, hâlâ görüş alanımıza girmedi.” Meryu izlere doğru eğilmişti. “Ya da ağaçlar yüzünden göremediğimiz kısım-”
Atların kişneme sesi Meryu’nun cümlesini yarıda kesti. Karabaş hızlı hızlı yürümeye başladı ve Yu’nun da adımlarını hızlandırdığını görünce koştu. İzler ileride hafifçe sola dönüyor, ormanın kuzeyine doğru ilerlerken dik bir bayırdan aşağı iniyordu.
“Gördüm!” diye bağırdı Meryu. “Aha! Başka bir macera daha!”
Bir çocukla aynı fiziksel özelliklere sahip olmalarına rağmen çok daha yırtıcı ve karşılaştırılamayacak kadar kötücül olan yeşil canavarlar atların yolunu kesmiş, ellerindeki sivri sopalarla taciz ediyordu. Hayvanlar istedikleri takdirde onları ezip geçecek olsa da saldırmak yerine birbirlerine yanaşmayı ve goblinlere karşı savunmada kalmayı tercih etmişlerdi.
Karabaş canavar gibi saldırdı ve goblinlerden birinin üstüne atlayıp devirdikten sonra boğazını parçaladı. Çok rahat ve profesyoneldi, daha önce de aynı şekilde birilerini öldürdüğüne emin olmamak adına argüman bulamıyordu. Sonrasında kocasını geride bırakan Sivina birkaç tanesini öldürerek antrenman yapmak istedi. Sadece başlarına tekme atması çelik çizmeleri sayesinde kafataslarını parçalamak için yeterli geliyordu. Kafatası parçalanmayanlar da bayılıyordu ve yüksek ihtimalle beyin kanamasından öleceklerdi.
Meryu toprak büyüsüyle yerden taşları kaldırdı ve goblinlerin üstüen attı. Onun saldırısı Sivina’nın tekmeleri kadar faydalı değildi ama Sivina taşların ardından goblinleri öldürdüğü için kıza tehdit oluşturmayacaklardı. Yu’ya baktığında onun da aynı şekilde goblinlere tekme attığını gördü fakat onun tekmeleri ayağındaki çeliğe rağmen kendisininki kadar etkili değildi. İstese bile vücudundaki mana eksikliği sebebiyle olması gerektiği kadar güçlü olamazdı. Ayrıca tekmeleri de goblinlerin başına atmamaya özen gösteriyordu.
“Ne yaptığını zannediyorsun?” dedi Yu’ya. İşini riske atmak istemediği için düşürdüğü goblinlere kılıcını saplıyor ve arkalarını döndüklerinde kalkıp saldırmayacaklarına emin oluyordu.
“Endişe etme, sadece iki tanesini sağ bırakacağım,” dedi Yu ve dediği gibi yaparak diğerlerini öldürdü. Bıraktığı iki goblini de tekmeleyip dövdükten sonra kollarını kırdı ve yere yığdı.
Yu’nun kılıcı kınından bile çekilmemişken ölü goblinlerin yüzleri ezilmişti ve yaşayan iki goblin yerde çirkin sesler çıkararak inliyordu. Sivina izin istemeden kılıcını çekti ve onları öldürmek için üzerlerine yürüdü.
“Sivina, yapmamalısın. Goblinler buradaysa onları yaratan şeytan beyi de yakında olmalıdır.” İki goblin, Sivina’dan korkarak kaçmayı denediğinde Yu onları biraz daha tekmeledi. “Şeytanın yanında hâlâ goblinler vardır ve yenilerini yaratmaya devam edecektir. Yılanın başını ezmezsek hem buradan geçecek diğer yolcuların hem de ormanın dışındaki köy halkının hayatını tehlikeye atarız.”
“Bir şeytanla dövüşmek istemiyorum.” Yenebileceği ve yenemeyeceği rakipleri ayırt edebiliyordu. “Daha önce dövüştüm ve güçlerinin farkındayım. Hayatımızı şeytanlarla dövüşerek tehlikeye atmak istemiyorum. Ne sen ne de Meryu onlardan biriyle karşılaşmamalısınız. Canavarlardan tehlikeliler.”
Vermia’da şeytanlara kaybetmişti ve Yu’nun şeytani kılıcının gücü olmasaydı şehrin ikinci felaketinde kaçmayı başaramayacak ve bir şeytan tarafından öldürülecekti. Sivina insanları ve canavarları yenmek konusunda kendine güveniyordu ve belki şu anda bir şeytanı yenecek kadar güçlüydü ama öğrenmek için denemeye gerek yoktu. Cevabı bilmeden de yaşamaya devam edebilirdi ve cevabı öğrenmek için çabalamazlarsa yaşama şansları çok daha yüksek olurdu.
“Yu abi doğru söylüyor,” dedi Meryu. “Halkını koruması gereken bir toprak beyi de böyle yapardı.”
“Yapma,” diye düşündü Sivina. “Ona cesaret verme.”
Aklına koyduğu şeyden vazgeçirmenin zor olduğu ortadayken bir de haklı olduğu söylendiğinde onu güvenli yollara sevk etmenin imkânı kalmıyordu.
“Daha önce bir şeytan beyiyle savaşmıştım.”
Sivina sonrasında ne olduğunu biliyordu. “Ve yenemediğini söylemiştin.”
“O, o zamandı,” dedi goblinlerin bacaklarını çiğneyen Yu. “Şimdi farklı ama bir mağaradaysa karanlık olacağı için sadece ben girebilirim.”
Goblinlerin bacaklarını ezse de onları kırmıyordu. Amaçladığı şey canavarların yavaş ilerlemesi ve fark atıp kaçmamalarıydı. Yu goblinler için korkutucu bir avcıydı ama şeytanların bakış açısından yeterince korkutucu gözükmediği kesindi.
“Daha önce şeytanlara karşı kaybettim, sen de kaybettin. Şimdi farklı olduğunu söylemek için neye sahibiz ki?” Suçlayacak bir sorumlu bulmalıydı. “Yoksa kılıç mı sana bunu yapmanı söylüyor? Tuzak kurup insan olan sendense kendisiyle aynı türden bir şeytana yardım etmeyeceği ne malum?”
Yu kınındaki siyah kılıca baktı. “Onun iyi biri olmasını sağlamaya çalışırken böyle şeyler kalbini ve şevkini kırabilir. Bana o kadar yardım ettikten sonra onu hainlikle suçlamak istemiyorum.”
Bozulan sinirleri onu gülmeye itti. “Karına karşı bir şeytanı savunuyorsun.”
“Özür dilerim, böyle anlaşılmasını istemiyorum.” Sivina’nın ellerini tuttu. “Kılıç benimle çok az konuşuyor ve ne yapmam gerektiğini söylemiyor. Söylese bile ruhunu görebildiğim için niyetini anlayabilir ve karşılığında atacağım adımları belirleyebilirim. Şeytanın peşinde düşmek benim kendi tercihim Sivina. Hür irademle insanlara faydalı olacak şeyi yapmak istiyorum.”
Bu başına buyrukluktan nefret ediyordu, bu başına buyrukluğu seviyordu. Yu zincirleri Sivina’nın eline tutuşturmak istese de içerisindeki ruh özgür kalmak için sahibinin isteklerine itaatsizlik ediyordu. Onu öpmek istiyordu.
“Önceki goblin vakasında şeytan içimdeki Lütufların peşindeydi ve şu anda da varlığımı fark ederek peşlerine düşebilir. En iyisinin o harekete geçip bizi gafil avlamadan önce harekete geçerek onu av konumuna düşürmek olduğuna inanıyorum.” Sivina’nın ellerini avucunun içinde sıktı. “İyi insanların kötülükten korkmasına gerek yok çünkü kötülük bizim korkularımızla beslenir. Korkması gerekenler bizler değiliz, şeytan çünkü onu avlamaya geliyoruz.”
Yu Valarfin, Sivina’nın babası Arthur Ecues’e gün geçtikçe daha çok benziyordu. İlk başta babasının hiçbir meziyetini taşımayan onursuz, ahlaksız ve korkak bir adamdı ama şimdi cesur ve inatçı bir keçi vardı. Belki de onu babasına benzeten şey Sivina’nın varlığıydı ve Yu karısının kocasında görmeyi arzu ettiği özelliklerin babasına ait olanlar olduğunu anladığı için böyle davranıyordu.
-------------------------
04.05.2023 - 14:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..