Cilt 5 - Bölüm 26: Maceracının Kitabı (2/2)

avatar
270 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 26: Maceracının Kitabı (2/2)


Kitabın temel öğütleri beş ana başlığa ayrılmıştı ve başlıklar kitabın ilk sayfasında verilmişti. Zh’ai yolu doğruluğu temsil ediyor, dürüstlüğü emrediyordu. Zh’ai yoluna göre Ay’ın Oğulları söz vermezdi, iki dudakları arasından çıkan her kelime yerine getirilmeliydi ve bunun için sözlere ihtiyaçları yoktu. Yol ateş ile temsil edilmiş, ateşin doğruların önündeki kötülüğü yakacağı savunulmuştu.


Zh’ei onur, merhamet ve sükûnet yoluydu. Savaşçının hilelere başvurmaması gerektiğini söylüyor, Ay’ın Oğullarının son ana dek şerefinden ödün vermemesini emrediyordu. Ay’ın Oğlu merhametli olmalı, zulmetmekten kaçınmalıydı. Öfke insanı zalimliğe sürüklediğinden ve kalp kırdığından net şekilde sükûneti emrediyor, insanları kırmaması gerektiğini söylüyordu. Yol su ile temsil edilmişti. Takipçilerinin su gibi aziz olmasını temsil ediyordu.


Üçüncü yol olan Zhi’ii irade yoluydu. Genel olarak İselle’nin kendi elleriyle yarattığı yedi günaha karşı öğütlerde bulunuyor, savaşçının yalnızca dövüşmek konusunda değil nefsini korumak konusunda da çelikten iradeye sahip olması gerektiğini söylüyordu. Ay’ın Oğlu açgözlü olmamalı, hakkından fazlasını arzulamamalı, aşırıya kaçmamalı, kibirlenmemeli, öfkesine hâkim olmalı, zina etmemeli, tembelliğe düşmemeliydi. Bu yol adına yakışır şekilde toprakla temsil edilmiş, iradesinin sarp dağlar gibi sağlam olması gerektiğini öğütlemişti.


Zh’en yolu ise görev, sevgi ve saygının yoluydu. Düşmana bile sevgi gösterebileceğini, doğaya karşı barışık olmasını öğütlüyordu. Zh’en yoluna göre bir insanın görevi sadece başkalarına ve doğaya karşı da değildi. İnsanın kendine karşı bir görevi olduğunu söylüyor, öz görevini gerçekleştirebilmesi için hayatını pişmanlık duymadan yaşamasını öneriyordu. Pişman olmamak, yaptıklarını umursamadan yaşamak demek de değildi. Hatalar olacaktı, kişi günah işlemiş olabilirdi ama en nihayetinde geçmiş eylemlerinin yoluna çıkmasına izin verdikçe savaşçının ilerlemesi zorlanacaktı. Suçluluğun duyulması gerektiğini, kefaretlerin ödenmesini ama pişmanlığa izin verilmemesini söylüyordu. Geçmişle gelecek aynı olmak zorunda değildi ve rüzgârla temsil edilen bu yolun, Yu Valarfin’in anlaması gereken bir şey olduğuna inanıyordu.


Son yol Zh’yu idi. Kahramanın Cesareti anlamına geliyordu ve adı gibi cesur olmayı öğütlüyordu. Tabii bu cesaret aptal cesareti değildi. Kitap en güçlülerin dahi korkularının olabileceğini biliyor, korkunun utanılacak bir şey olmadığını söylüyordu. Asıl cesaret, korkunun içinden doğardı. Zh’yu korkunun, yani karanlığın içinde parlayan cesareti temsil eden ışıkla temsil edilmişti.


Tüm yollar birbiriyle koparılamaz bağlar paylaşıyordu ve aslında hepsi tek bir yoldu. Yalnızca bir yola bakmak bile diğer yolları görmek için yeterliydi. Tüm yolların sonundaysa karşılarına çıkan tek bir isim vardı; Luna de Magia, Ay’ın Çocuğu.


“Kaba olmaya çalışmıyorum ama,” dedi kitaptan sıkılan Meryu. “Vermia Şeytanı denilen adamın dini bulduğunu insanlara söyleseydik dalga geçerlerdi.”


“Kırıcı oluyorsun,” dedi Sivina. Sözler ok gibiydi ve Yu’nun kalbine saplandığını biliyordu.


Kızın saygısızlığını cezalandırmak için kulağını çekecekti fakat Yu kızgın değildi ve duygularını saklamak adına acısını içine atmıyorsa incinmiş gözükmüyordu. Sivina’nın, Meryu’ya ulaşmasına izin vermedi ve kızı korudu.


“Sorun yok, ona kızma.” Kitabın kapağını kapadı. “Bizim biraz kuzeyimizde bir İselle tapınağı olduğu not düşülmüş. İçinde haritası da var.”


Konuyu hemen değiştirmesini asil bir hareket olarak yorumladı. Bir çocuğu sever gibi saçlarını okşadı fakat hâlâ kızgındı. Yu’nun kalbinin incinmesine rağmen başkasının incinmemesi için çaba göstermesini takdir ettiğinden bu seferlik Meryu’yu affedecekti.


“Tapınağa mı gideceğiz?” diye sordu Meryu. “Aslında güzel olabilir ama dini yerlerde çok fazla erkek olur. O kadar erkeğin arasına girmeyi istemem.”


“Yuzarsef’ten yardım alamayacağımıza göre ormandaki şeytanı öldürmek için yardımlarını talep edebiliriz diye düşünmüştüm.”


Sivina iyi bir fikir olduğunu düşünmüyordu. “Bulmamız zaman alır, yakınlardaki çarpışmalar yüzünden canavarlar da ormana çekilmiş olmalı yani dışarısı tehlikeli.”


Yuzarsef’in evinde geçirdikleri bir gün bile Yu’nun hayatı için anlam ifade ediyordu ve oyalandıkları her gün kış yaklaşıyor, yolun zorluğu artıyordu. Kışa yakalanmadan ilerlemeleri zaten imkânsızdı ama en azından kış gelmeden ve Ethalot idrarlarının donacağı kadar soğumadan ilerleyebildikleri kadar ilerlemek istiyordu.


“Hızlı olmamız gerektiğini biliyorsun, vaktimizi zekice değerlendirmek zorundayız. Boşa harcayacak zamanımız yok.”


Şimdi birilerine yardım etseler bile zamanı geri almayı başardıktan sonra anlam ifade etmeyecekti ama Sivina bunu bir argüman olarak süremiyordu çünkü ailesine mektup göndererek tezine karşı kullanabilecekleri bir anti tez sunmuştu.


“Rolderhelm’de insanları bunlar gibi kartlarla oynarken görmüştüm,” dedi Yu. Meryu masadaki oyun kartlarını almış üzerlerindeki resimlere bakıyordu. “Canavar kartlarını savaştırıyorlar, iskambil ve diğer kart oyunlarından daha yaratıcı olduğu için insanların ciddi ciddi bunu oynaması hoşuma gitmişti. Geldiğim yerde de bunun gibi tonla oyun var.”


Kartlar kaliteli ve renkliydi, aynı zamanda çok pahalıydı. Üzerindeki tüm çizimler el yapımıydı ve dünyadaki sayılı birkaç maceracılar loncası yoldaki maceracıların vakit geçirmesi için üretiyordu. Genellikle insanlar belirli loncalar tarafından üretilen kartlarla oynamayı tercih ediyordu çünkü orijinal olmayan kartlar oyunun yapısını bozabiliyordu.


Çocukken ağabeyiyle gittiği bir maceracılar loncasında oyunu oynayan iki kişiye denk geldiğini hatırlıyordu. Kartların renkleri ilgisini çekmişti ve çizimlerini görünce özenmişti fakat Elhaven’de bulması kolay olmayan ürünlerdi ve bulunduğunda da ailesinin alamayacağı kadar pahalı oluyordu.


“Kartlarda mana hissediyorum,” dedi Meryu. Kız kartları bıraktıktan sonra karıştırma sırası Sivina’ya geldi.


“Evet, yaklaştığımda biraz var,” diye onayladı ve kartlardan birinin ismini okudu. “Kaçınılmaz El. Bu kart kullanıldığında-”


Kartın üstündeki el çizimi parladı, susuzluktan kurumuş altı parmaklı bir canavar eliydi ve karttan dışarı uzanıyordu. Sivina kartı hemen yere bıraksa da el uzanmaya devam etti ve Sivina’nın güzel suratını hedef aldı. Pençelerinden kaçmak için kendini geri attığında arkasındaki dünya küresini devirdi.


“Yu-Gi-Oh’yu farklı bir seviyeye taşımışlar,” dedi Yu. Kart henüz yere düşmeden eli yakalamıştı. Elin parmakları kasılırken Yu bileğini tüm gücüyle sıktı ve kemiğini parçaladı, ardından el manaya dönüşüp havaya karıştı.


Sivina şaşkınlığını atlatamadan yerde duruyordu. Yu onu kırılan dünya küresinin üstünden kaldırdı. “iyi misin?” diye sordu yarası var mı diye kontrol ederken.


Değerli bir eşya altında kırılmış olsa da Sivina yaralanmamıştı fakat düşüşten ötürü kalçası biraz acıyordu. “Öpersen belki acısı diner,” demek istese de Meryu’nun varlığı içinden geçenleri Yu’ya söylemesine engel oldu.


Başını sallayarak iyi olduğunu onaylarken az önceki karta baktı fakat içinden çıkan elle birlikte yok olmuştu. Yaşanabilecek felaket senaryoları tekrar aklından geçerken çareyi Yu’ya sarılmakta buldu. Sarılmasını gerektirecek doğrudan bir şey olmasa da içinden geliyordu.


Kart biraz daha hızlı hareket edecek olsaydı yüzünün parçalanacaktı. Bunun farkındalığına ulaştığında kocasını daha sıkı sardı. Keşfe giderken maceracının asla unutmaması gereken kuralı unutmuş, gardını indirip bilinmeyenleri açığa çıkarmaya kendini fazla kaptırmıştı.


“Yani kartın ismi okunduğunda üzerinde yazan şey gerçekleşiyor,” diye bir açıklama getirdi Yu.


Sivina onu bıraktığında diğer kartları eline alıp hepsine sırayla baktı. Halef, Dünyaların Yok Edicisi gibi korkunç isimlere sahip kartları bir kenara ayırdı ve aradığını bulduğunda Sivina’ya gösterdi.


“Şunun işe yarar olmayacağını söylemen mümkün mü?” Gösterdiği kart yeşildi, bozulmuş geometrik şekillerle bir ritüel tasvir edilmişti. Kartın adı Kraliyet Fermanı idi. “Büyülerin gerçekleşmesini engelliyor. Ne kadar faydalı olacağını anlamamak elde değil. Bir büyücünün karşısında elde edeceğimiz avantajı düşünsene. Hayatımız kurtulabilir.”


Sivina hâlâ az önceki kartın etkisinden çıkamamıştı. Biraz da bu yüzden Yu kartları alıp karıştırırken ona bunun tehlikeli olduğunu ve kartları bırakması gerektiğini söylemeyi unutmuştu fakat sunduğu fikir gerçekten işe yarardı.


“Bazı kartlar çok tehlikeli gözüküyor,” dedi Meryu. “Yanlışlıkla isimlerini söylediğimizde hepimizi öldürecek bir canavar ortaya çıkabilir. Şuna baksana, kartın oyundaki tüm canavar kartlarını oyun dışı edeceği söyleniyor. Sahibini de öldürebilecek bir şeye benziyor. Bazılarını yırtmamız gerekli.”


Sivina buna katılıyordu fakat Yu’nun başka bir fikri vardı. “Tehlikeli olan kartlar bile bir gün işe yarayabilir ve eğer kartın aktifleşmesi için isimlerini söylediğimiz sırada elimizde tutmamız şartı mevcutsa yanımızda taşımak tehlikeli olmaz.” Üstünde fare resmi olan bir kartı seçti ve halının üstüne koydu. “Manam olmamasına rağmen kartı aktifleştirebilir miyim merak ediyorum.”


Kart için sadece hızlı bir fare savaşçı açıklaması yapılmıştı. Fare bir şövalye zırhı giymiş ve eline kılıç ile kalkan almıştı. Yu karttan uzaklaştı, kılıcını karta doğrulttu ve Sivina’dan aynısını yapmasını istedi. Meryu da asasını karta doğrultarak işlerin ters gitmesine karşı önlemini aldı.


“Fare Savaşçı,” dedi Yu karta bakarak. “Bir şey olmadı. Sivina bir de sen dene.”


Sivina da kartın ismini okudu fakat dokunmadıkları sürece kartın aktifleşmeme fikri gerçekti. Elleri kartın üzerinde olmadığı sürece güvende olacaklardı.


Yu kartı eline aldı ve yüzünü yere doğru tuttu. “Fare Savaşçı,” dedi.


Kart parladı ve gri tüylere ve aynı renkte zırha sahip ufak bir fare kartın içinden çıkıp yere indi. Kılıcını etrafa doğrultmuş, yenecek bir düşman aramıştı fakat ne Yu’yu ne Sivina’yı ne de Meryu’yu düşman olarak görmemişti.


Yu’nun elinde tuttuğu kart yavaşça manaya ayrıldı ve yok oldu. Karttan çıkan canavar da savaşacak kimseyi bulamayınca aynı şeyi yaptı.


“Sen kartlara baktığında ne görüyorsun?” diye sordu Yu’ya. “Gözlerin ruh ya da başka bir şey görüyor mu?”


Yu başını salladı. “Biraz mana görüyorum,” dedi tehlikeli olabilecek kartları ayırırken. “Çıkan canavardaysa goblinlerdeki gibi bir aura dışında canlı olduğuna dair herhangi bir şey yoktu.”


Tehlikeli gözüken kartları ayırdıktan sonra herkese altı kart düşüyordu. Sivina bazı kartları özel olarak Yu’nun almasını istemişti çünkü büyü açığını kapatıyorlardı. Büyü kullanamayan Yu’ya bile yardımcı olacak harika ganimetlerdi.


Sıra farklı şeyler keşfetmeye geldiğinde Meryu “Bu adam buralara da kesin bir şeyler saklamıştır,” diyerek dolapları karıştırmaya başladı. Kıyafetler ve kitaplar dışında bir şey bulamayınca “Bu kadar dağınık biri kesin dolapların üstüne de bir şeyler atmıştır,” dedi ve bir sandalyenin üstüne çıkıp dolapların üstüne baktı.


“Burada bir kitap var ve burada… Yu abi! Şuna-” Meryu’nun heyecanı sandalyeden atlayıp dolaba yaklaşınca söndü. “Ya da boş ver, mana hissedemiyorum.”


Yu, Meryu’nun bakmasını istediği şeyi eline aldı. Kırmızı kristal bir gözdü, şeytani bir şeye benziyordu fakat Sivina da mana hissetmiyordu.


“Belki bir zamanlar büyülü bir nesnedir,” dedi eşyayı aldığı yere geri koyan Yu. “Ama şimdi içinde hiçbir şey göremiyorum, cansız.”


Sivina önemli bir şey olacağını düşünerek Meryu’nun söylediği kitaba uzandı. Tozlu, kabarmış ve rengi solmuş mor bir kitaptı ama onu diğerlerinden ayıran şey kayışlarla bağlanmış olmasıydı. Kayışları açması zor olmasa da sahibi için diğerlerine kıyasla özel olduğunu belli ediyordu.


“Yuzarsef’in yerdeki pozisyonu aklıma geldi,” dedi Yu, Sivina’nın elindeki kitaba bakarken. “Belki ölmeden önce bu kitaba ulaşmaya çalışmıştır. Öyleyse evdeki en kıymetli eşya olabilir.”


Yu’nun Lunaryen kitabını iterek elindeki kitabı masanın üstüne koydu, kayışlarını çözdü ve ilk sayfayı açtı ama yazıyı görür görmez hayal kırıklığıyla yüzleşti. Yazılanları okuyamıyordu. Rolderce değildi, Aramca değildi, Brahatul ya da Ethalot dillerine de benzemiyordu. Elhaven’in eski el yazmalarından biriyle de yakınlığı yoktu.


Kitap bilmediği bir dilde yazılmıştı. Belki kuzeydeki ülkelere ait bir dildi, belki unutulmuş bir dil belki de buradaki kişi araştırmalarının alelade kişiler tarafından bilinmesini istemediği için yeni bir yazı sistemi geliştirmişti. Evi düşündüğünde mantıklı olduğuna karar verdi, böyle birinin bilgileri kötücül emellere sahip kişilerin ellerine geçmemeliydi.


Yu elini yazının üstüne getirdi. “Yuzarsef Bacıyakalayan,” dedi iki kelimeyi göstererek. “Bizarre Adventures of Yuzarsef Bacıyakalayan.”


Yu sayfaları karıştırmaya devam etti, Sivina’nın anlamadığı kelimeler söyledi. Bilinmeyen bir dilde konuşuyordu ve o konuştukça Sivina’nın hayranlığı artıyordu. Ne dediğini bilmese de duydukları kulaklarına güzel geliyordu.


“Yuzarsef Bacıyakalayan’ın Çılgın Maceraları,” diyerek ilk sayfada okuduğunu çevirdi. “Sanırım benimle aynı memleketten geliyor. Kendisi hakkında İngilizce’nin anadili olmadığı haricinde emin olabildiğim başka bir şey yok ama Bacıyakalayan soyadını seçmiş biri Türk çıksaydı şaşırmazdım.”

-------------------------

08.05.2023 - 13:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr