Uyurken Yu’ya sarıldığını hayal etse de gözlerini açtığında kollarının altında gördüğü şey boşluktu. Ayağa kalkıp at arabasının perdelerini açtı ve gün ışığı birkaç metrelik aracın içini doldurdu. Kocası yanında olmasa da Meryu başını, Sivina’nın ayaklarını uzattığı yöne koymuş uyuyordu.
Gerindi ve esnedi, at arabasından dışarı çıktı. Gece yağmur yağmıştı ve hava bulutluydu. Yağmur tekrar yağabilecek olsa da Yu dışarıda duruyordu. Ateşin üstündeki kazanın içinde kahvaltılarının kaynamasını beklerken bir fırçayla Karabaş’ın tüylerini tımarlıyordu.
“Seni bir köpekle ilgilenirken göreceğimi düşünmezdim.” Yu yere serili kilimin üstündeydi. Sivina yanına oturdu. “Artık köpeklerden korkmuyor musun?”
Günaydın öpücüğünü dudağına vermişti. Uyandığında onu kollarının arasında görmek isterdi fakat karısına kahvaltı hazırladığı için hatasını affedecekti.
“Hayır,” dedi Yu tımara devam ederken. “Köpeklerden korktuğumu zannetmiyorum.”
Karabaş ile ilgilenme konusunda Yu, köpeği isteyen Sivina’dan önce geliyordu. Bakımının büyük kısmını gönüllü olarak üstleniyor ve bazen onunla oynuyordu. Köpek oyun oynamaya pek düşkün olmasa da Yu’nun hatırına oyunlara eşlik ediyordu. Yu için kafasını dağıtabileceği bir evcil hayvanın olması iyiydi. Dertlendiğinde köpek usulca yanına sokuluyor ve kendini sevdiriyordu.
Kolay uyandığını fark ettiklerinde geceleri de Karabaş’a güvenmeye ve tehlikenin az olduğunu düşündükleri bölgelerde nöbet tutmadan uyumaya başlamışlardı. Biraz da arabanın kapılarını kilitleyebiliyor olmanın rahatlığı köpeğe güvenmelerini kolaylaştırıyordu.
Karabaş dövüşle yargılama sırasında da faydalı olmuş ve Yu’nun hayatını kurtarmıştı, dün de hayalet şövalyeyi yere yığarak aynısını yapmıştı. Sahibinin ona gösterdiği sevgiyi hak eden sadık bir dosttu. Geçmişte sahiplenmek istemese de şimdi karısının bir köpek almak konusundaki ısrarından ötürü memnun olmalıydı.
Köpeğin tımarını bitirdikten sonra kazanı bir kez daha karıştırdı. Sivina’ya bakmamaya çalışarak “Söylemek istediğim bir şey var,” dedi ve kazanın kapağını kapadı. “Kısa saçın sana yakıştığını düşünüyorum. Çekici olmuşsun. Yani önceden de çekiciydin ama şimdi de çekici. Öyle bir şey.”
Kocasının ona sırnaştığını düşünecek, bunu aralarındaki bir kıvılcım olarak kabul edecekti. Yu’ya iyice yanaştı, omzunu dayadı ve bir eliyle bacağını okşadı.
“Diyorum ki bir süredir birlikte bir şeyler yapamıyoruz. Hazır yalnızca ikimiz uyanığız, yemeği söndürüp geçen günleri telafi mi etsek?” Önce kokusunu içine çekti, sonra boynunu öptü. “Hızlı olabilir, sadece hevesimi almam yeterli. Meryu uyanmadan önce yapıp bitirelim.”
Yu karşı çıktı. “Orman bunu yapmak için uygun bir alan değil. Kimse görmese bile tanrılar görüyor ve ben buna katlanamam.”
“Tanrılardan neyi saklayabiliriz ki? Nerede olursak olalım bizi görecekler.” Verilen birkaç öpücüğün ardından yola geleceğini umdu. “Kocamın bana karşı yerine getirmesi gereken görevler var.”
“Öyle değil.” Karşı gelmeye devam etti. “Seni seviyor ve istiyorum ama ortam uygun değil.”
Vazgeçtiğinde bile hâlâ Yu’yu arzuluyordu. Canını yakarak cezalandırmak için kulağını çekti. Ona bekârken de kendini sunmuş ve reddedilmişti ama evliyken reddedilmek tamamen farklı hissettiriyordu. Yine de Yu’nun karşı koyarak verdiği kararın doğruluğunu Meryu yarım dakikanın ardından uyandığında anladılar. Sevişmeye başlasalar ona yakalanır ve günün geri kalanını bir şey konuşmadan utanç içinde geçirirlerdi.
“Günaydın abla!” diye boynuna sıçradı Meryu ve yanağını öptü. “Bugün evi araştıracağımız gün! Nasıl sürprizlerle karşılaşacağımızı merak ediyorum!”
Sanki kulağının dibinde çelikler çarpışıyordu. Ses yüzünden Meryu’nun başını itmek zorunda kalmıştı. Yakışıklı kocasını dışarıda yemek yapıp köpekle ilgilenirken gördüğünde Sivina da enerjiyle dolmuştu fakat Meryu’nun enerjisi apayrıydı. Ergenliğin insanlara bu kadar çok enerji verdiğini hatırlamıyordu.
“Kulağımın dibinde bağırmak zorunda değilsin,” diyerek kızın dudaklarını iki parmağının arasında kıstırdı. Maceracı olmak demek, terbiyeden yoksun olmak anlamına gelmiyordu.
Ama heyecanına hak vermediğini söylese yalan olurdu. Benzer heyecanı paylaşıyor ve ev sahibinin hikâyelere konu olan Yuzarsef Bacıyakalayan olduğunu düşündükçe heyecanı artıyordu. Yu ile birlikte yürüdükleri yolda amaçları macera yaşamak değildi fakat biraz sonra keşfedilmemiş şeyleri keşfetme düşüncesinin kanını kaynatmasının önüne geçemezdi. Evin içinde onları bekleyen paha biçilemeyecek hazineler, hazinelerden de önemlisi Yuzarsef isimli adam tahmin ettiği kişiyse uğruna öldürmelerini sağlayacak notlar bulunuyordu. Kim bilir hayatı boyunca biriktirdiği kitap ve yazdığı el yazmalarında ne gibi bilgiler, gizemler vardı.
Aklından geçirdiklerinden sonra Meryu’nun heyecanına verdiği hak arttı. Kahvaltının ardından zaman kaybetmeden eve girmek ve içindekileri keşfetmek istiyordu.
Tabii ki de evi keşfetmeyi arzuladığı kadar evin tehlikeli olduğunu da biliyordu. Evin sahibi zannettiği Yuzarsef olmasa bile dün karşılaştıklarından sonra içeridekileri yağmacılardan korunmak için başka tuzaklar olduğunu söylemek mümkündü ve onlardan birine denk gelmek hayatlarının sonu getirebilirdi.
“Ah… Neler düşünüyorum ben? Dün evi terk edip yolumuza gidelim diyordum, bugün evi keşfedelim diye bekliyorum.” Yu’nun mor gözlerine bakarak heyecanını bastırmaya çalıştı. “Yu haklı, duygularım kararsız.”
Kocasının tehlikeye girmesini istemiyordu, onun canının yandığını hayal etmesi bile kalbini burkmaya yeterli gelirken gerçekten incindiğini gördüğünde kendini buna izin vermekle suçlayacak ve kocasının çektiği şekilde vicdan azabı çekecekti.
Fakat içinde yükselen merak duygusunu da tatmin etmek istiyordu. Kendini evde bulacakları eşyaların maceralarında yardımcı olacağına inandırarak kandırmaya çalışıyordu.
“Ne yemek yapıyorsun?” diye sordu Meryu.
“Güveç.” Yu kazanı açıp içini gösterdi. “Et ve sebze koydum, dünden kalanlar da var o yüzden az yaptım. Farklı bir şeyler denedim eğer tadı güzel olursa akşama da aynısını yapabilirim.”
Sivina yemeğin hazırlığını devralmadan önce yüzünü yıkadı. Sabah uyandığında ilk yapmak istediği şey kocasına sırnaşmak olduğu için bunu unutmuştu. Ardından yemek hazırlandı ve kahvaltılarını hızlıca yaptılar. Yu’nun güvecinin tadı bir handa servis edilenler kadar güzeldi. Zaten maceracıların yemekleri genel olarak güzel olurdu. En başta kötü yemek yapsalar bile güzel bir yemeğin önemini hızlıca kavrar ve iyi yemek yapmayı öğrenirlerdi.
Bir maceracı için yedikleri her yemek paha biçilemezdi. Sebebi yemeklerin onlara dövüşmek için enerji sağlaması değildi. Sebebi yedikleri her yemeğin son yemeği olabileceğini bilmelerinden ve öleceklerse son yemeklerinin güzel olmasını istemelerinden kaynaklıydı. Kimse fazla pişmekten kömürleşmiş eti yedikten sonra ölmek istemezdi.
Yemeğin ardından sanki bir zindanı keşfe gidecekmiş gibi hazırlandılar. Zırhlar giyildi ve kılıçlar kuşanıldı. Birkaç büyü taşı, şifa ve mana iksirini de yanlarına aldılar. Tabii ki mana iksiri demek Sivina’nın asaları da yanına alacağı anlamına geliyordu. Meryu sayesinde asaları kullanabilme kapasitesi gün geçtikçe artıyordu ve Salderough’ta asalar sayesinde hem kendi hayatının hem de kocasının hayatının kurtulabileceğini keşfetmişti.
Ve eve tekrar girdiler. Düne kıyasla camları açık bıraktıkları için ev daha havadardı ve bulutlar gökyüzünü kapasa da gün evin içini aydınlatabiliyordu. İlk durakları Yuzarsef’in odasıydı. Araştırmaya bildikleri yerden başlamak en iyisiydi.
Odaya girdiklerinde yerdeki halının üstünde Yuzarsef’in cesedinin izinin çıktığını fark ettiler. Cesedin izinin yakınında gezinmemeye özen göstereceklerdi çünkü vücudunu kaplayan maddenin vücudundan halıya, halıdan da kendilerine bulaşmasından çekiniyorlardı.
Meryu yatağın üstündeki büyü kitabının yanına koştu, Sivina da çömelip yerdeki kitap ve sayfaları karıştırmaya başladı. Dünyanın onun bildiği hâlinden daha büyük bir haritası vardı ve bilmediği kıtalar haritanın üzerine çizilmişti. Bazı yerler de işaretlenmişti. Rolderhelm, İlonya ve hatta memleketi olan Elhaven bile işaretli yerler arasındaydı.
Yu dün baktığı kitabın yanına gitti ve sandalyeyi altına çekerek oturdu. Masadaki oyun kartlarını ve büyüteci kenara itmiş, kitabı açıp okumaya başlamıştı. Sivina, Yu’nun ilgisini çeken şeyin ne olduğunu merak ettiğinden ilgilendiği haritayı bırakıp yanına geldi.
“Ne kitabı bu?” diye sordu.
“Lunaryenizm adında bir dini anlatıyor,” diye cevapladı Yu. “Ama sahibi dini kitaplara gösterilmesi gereken saygıyı göstermemiş, üzerine bir sürü not düşüp karalamış.”
Yu kitabın ilk sayfasındaki yazıyı geçti ve ikinci sayfayı çevirdi. Güzel bir el yazısı kitabı süslercesine kâğıda geçirilmişti, okunaklıydı. Sivina yazılanları okudu.
“Karanlığı aydınlatan efendimiz İselle adına; o geceleri parlayan aydır, yolunu kaybetmişlere yolunu gösteren ışıktır, kötülüğün karşısında inananların kalbindeki kalkandır. Ey yüce ilahem, annemiz ve rehberimiz, bizi aydınlığın yolundan ayırma, sapkınların yolundan uzak durmamız ve nefsimize karşı galip gelmemiz için irademize kuvvet bahşet. Sana yemin ederim ki Ay’ın Çocukları öğrettiğin yoldan ayrı düşmeyecektir.” Dua, kitabın ilk sayfasındaki sözle bitiyordu. “Luna de Magia.”
Söylediği gibi dini bir kitapla karşı karşıyalardı. Belki onunla ilgilenmesinin sebebi de buydu. Kocası ile aynı tanrıçayı paylaşmak istiyordu fakat onu başka bir tanrıçanın kitabının önünde otururken görünce Yu Valarfin’i dindar bir adam olarak hayal edemediğini fark etti.
“İselle karanlık tanrıçasıdır,” diye açıkladı okuduktan sonra. “Bizim Aqaera’mız ile birlikte cennetin altı anne tanrıçasından biridir. Bazı kayıtlarda karanlık tanrıçası değil, ay tanrıçası olarak geçer, tıpkı burada olduğu gibi.”
Karanlıkla ilişkilendirilen bir tanrıça olduğu için insanların sevgisini elde edememişti. Elbette cennetin büyük ilahlarından biri olarak saygı duyuluyordu fakat diğerleri kadar göz önünde değildi. Dünyanın çoğu Doğa Tanrıçasına tapıyordu. Denize kıyısı olan yerlerde ve ada ülkelerinde ise Deniz Tanrıçası yaygın inançtı. Aydınlık Tanrıçası da özellikle Aram İmparatorluğunda popülerdi, daha kuzeydeki bazı ülkeler Rüzgâr Tanrıçasına tapan topluklara sahipti ve Kuzey Ethalot ülkelerinde kalan son gerçek tanrıça Ateş Tanrıçasıydı. İselle'ye tapan Brahatullular olsa da genel olarak Ateş Tanrıçasına önem verip Ethalot’ta yaymak istiyorlardı. Maalesef çabaları boşunaydı çünkü Ethalotluların çoğu tamamen yoldan çıkmış ve hiçbir gerçekliği olmayan tanrılara yönelmişlerdi.
“O, Galahad ve Bedivere’ü yarattı. Diğer beş günahı da onun yarattığı bilinir. Elbette bir oğlu dünyayı yok etmeye çalışırken diğer oğlu onu kurtardı fakat en nihayetinde onları yaratmamış olsaydı dünya yok olma tehlikesini hiç yaşamayacaktı.” İselle bir tanrıçaydı ve ona karşı saygısını korumaya çalışıyordu. Yine de mesafeliydi. “Şimdi ondan aydınlığı yayması beklenen bir tanrıça olarak bahsedildiğini görmek, bilemiyorum, onun böyle biri olduğunu hiç düşünmemiştim.”
Meryu da ilgilendiği kitabı bırakıp yanlarına geldi. Galahad isminin anılmasından etkilenmişti.
İselle’nin tapınağı ve inananları hakkında geniş bilgilere sahip sayılmazdı. Ona tapınanların nadir olduğunu biliyordu, bir de erkeklerin cinsel organlarını sünnet etmesi vardı. Popüler tanrıçalardan biri olmamasını sünnet geleneğine borçlu olabilirdi.
Luanryenistler ise savaşçı bir tarikattı ve kitapları bir savaşçının nasıl olması gerektiğiyle alakalı öğütler veriyordu. Kitap, Ay’ın Oğulları olarak seslendiği savaşçılarına adaleti, ihsanı, dürüstlüğü emrediyor; sapkınlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklıyordu.
-------------------------
08.05.2023 - 13:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..