Sivina’yı onlardan alan parşömen önce mavi kristallere
ayrılıp döküldü, zemine inmeden hemen önceyse toza ayrılıp havaya karıştı. Ne
Sivina ne de onu takip etmek için kullanabilecekleri parşömen ellerinde yoktu.
Ardından gelen iki dakikalık kaos boyunca Meryu bir köşeye çekilip kitabın üzerinde dönüp duran kılıca bildiği bir şeyler varsa söylemesini buyurarak parşömenle ilgili bir şeyler arayan Yu’ya baktı. Ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Herict gördüğü en büyük büyücüydü ve yaptığı her yeni büyü gördüğü en muazzam büyü oluyordu.
Fakat az önce gözünün önünde koca bir insanın kayboluşunu büyüyle bile açıklayamıyordu. Evin içinde tuzaklar olacağını her biri biliyordu ama böyle bir şeyi kim bekleyebilirdi ki? Dokunacağı herhangi bir aletin ona zarar vereceği korkusuyla yerinden bile kıpırdayamıyordu.
Kıpırdayamama nedeni sadece tuzaklarla karşılaşma korkusu da değildi. Yu’dan da çekiniyordu. Sivina anlaşması kolay biriydi, katı olabiliyordu fakat anlayışlı ve olumlu bir kadındı. Yu ise her zaman katıydı. Açıkçası ondan çekiniyor ve sinirlenmesinden çekinerek konuşmaya cesaret edemiyordu. Yu karısıyla kıyaslandığında güçsüzdü fakat güçsüz insanların kendilerinden güçsüzlerle karşılaştıklarında şiddete daha meyilli olduğunu görmüştü.
Ve onu ilk kez bu kadar telaşlı görüyordu. Sivina için endişelenip evin sihrinden korktuğu kadar Yu’nun sinirini boşaltacağı kişi olmaktan da korkuyordu. Şu anda ondan korkmak yerine yaşanan sihrin sebebini çözmeye yardımcı olması gerekse de vücuduna hareket etmesini söyleyemiyordu.
“Sakinleşmeli ve adamakıllı düşünmeliyiz.” Kılıç yaşananla bir ilgisi yokmuş gibi davrandı. “Plansızca kitaba bakmak veya öylece durup beklemek işe yaramayacak. Ellerimizi havaya kaldıralım ve düşünelim.”
Bacıyakalayan havada süzülüp sinek gibi Yu’nun etrafında dönüyordu. O dönmeye devam ettikçe Yu burnundan soluyor, sakinleşmek yerine yüzü kızarıyordu.
“Onun nereye gittiğini bilmiyor musun?” Aniden elini kaldırdı ve sol eliyle kılıcı tuttu. “Neden kitapta bir şey yazmıyor? O parşömen neydi? Bir şey biliyorsan söylemeni rica ediyorum.”
Sakinliğin ve çıldırmanın sınırları arasında dolaşıyordu. Sesi yükselip alçalıyor, gözleri kararıp parlıyordu. Sağ elinin parmakları titrerken çeliği tutan eli kaskatıydı. İçten içe yansa da kibarlığı bırakmamak için verdiği mücadele hayran olunasıydı fakat Meryu’yu daha fazla telaşlandırıyordu.
Yu bırakırken “Seni rahatlatacaksa beni suçla,” dedi Bacıyakalayan. “Ama böyle yaparak bir yere varamayacaksın. Karına ulaşmak istiyorsan sakinliğini geri kazan. Pislik şeytanın teki de olsan bunu yapabilirsin. Düşüncelerin dağınıkken onu kurtaramayacağının farkındasın. Yardıma ihtiyacın var ve farkındasın. Tek başına hiçsin.”
Meryu kılıcın söylediği kelimeleri ağzına almaya cesaret edemezdi ama kılıcın Yu’yu ehlileştirmesini muazzam buluyordu. Yu’nun sinirlerine hâkim olmaya devam etmesi, hatta kılıca hak verip oturması da muazzamdı çünkü genellikle bu tonda söylenen kelimeler insanları sakinleştirmek bir yana daha çok sinirlendirirdi. Yu ise derin nefesler alıyor ve düşünmeye çalışıyordu.
“Şu anda Sivina ölümün eşiğinde olabilir ve ben sakinleşmeye çalışıyorum…” Yumruklarını sıktı. “Ne yapmam gerekiyor?”
“Elimizdeki bilgi parşömenin büyük olasılıkla İşimba tanrılarından birine ait olduğu. Yuzarsef şarkı alabildiğine göre onlarla iletişime geçmiş olmalı. Günlükte bunu nasıl yaptığını yazmışsa eğer onu bulmaya çalışacağız fakat farklı bir planım daha var.”
Bacıyakalayan söylemeden önce muhtemelen Yu da aynı şeyi yapıyordu. Tabii ki bunu aceleyle yapmak ve sakin kafayla yapmak arasında fark vardı fakat Meryu işe yarar başka bir plan biliyordu.
“Aynaya sorsak olmaz mı? Kitapla vaktimizi boşa harcıyoruz.”
“B-bunu da söyleyecektim tabii.”
Yu, Bacıyakalayan’ı itti ve aynanın karşısına koştu. Sivina, Yu’nun zeki biri olduğunu düşünüyordu ama aklına aynanın gelmemesi Meryu’nun aklına şüphe sokmuştu. Stres yüzünden aklına ayna gelmemiş olmalıydı. Bacıyakalayan haklıydı, durum ne olursa olsun sakinliklerini korumaları gerekiyordu. Telaş, durumu düzeltilemeyecek kadar kötü yapabilirdi.
Yu kelimeleri sabırsızca sıraladı. “Güzel ayna söyle bana nerede Sivina?”
Komutu işiten aynanın üstündeki Yu’nun yansıması giderek bulanıklaştı. Ardından farklı renkler camın üzerinde parlamaya başladı. Aynanın merkezinde uzun gümüş bir gölge ilerliyor, gölgenin çevresinde çeşitli renkler ışıldıyordu. Görüntü netleştikçe Sivina’nın yüzü belirginleşti ve sesi önce fısıltı olarak, sonra da yanı başlarında konuşuyormuş kadar yüksek duyuldu.
“…gel fakat dikkatli ol, tehlikeli şeyler dönüyor.”
Geciktiklerinden ötürü yalnızca son kelimeleri duyabilmişlerdi. Sivina yürümeye devam ediyor, ayna doğrudan yüzüne odaklansa da o geçtikçe duvarlardaki kırmızı lekeleri görüyorlardı.
“Ne tehlikesi?” Yu elini aynanın üstüne koyup Sivina’ya ulaşmayı denedi. “Tekrar konuşsana Sivina, ne tehlikesi? Nerede olduğunu söylesene!”
Ayna sesi izleyicilere aktarabilse de izleyicilerin sesini görüntüsü alınan kişilere aktaramıyordu. Sivina konuşmayı bıraktığı için neler olduğunu görmedikleri sürece anlayamayacaklardı ama tehlike sözcüğü ve duvarlardaki kırmızı lekeler olayların hayra alamet ilerlemediğini bilmek için yeterliydi.
Yu denilenleri duymak için “Geri alma özelliği yok mu?” diye sorarken Sivina tekrar konuştu.
“Duyuyorsan kendini salak saçma tehlikelere atma. Kahraman olmak zorunda değilsin, aklını kullanarak hareket etmen yeterli.”
Kelimeleri böyle sona eriyordu. O yürümeye devam ederken Yu yardım alabilecekmiş gibi elini belindeki kılıcın kabzasına götürdü.
“Duyuyorum ama…”
Öyle sanıyordu ki Meryu, şu anda Yu’nun içinde dönen fırtınayı hiçbir zaman anlayamayacaktı. Yine de gururunun kırıldığını tahmin edebiliyordu. Belki tahmin etmekten de fazlasıydı; malikânede azar işiten insanların yüzlerini hatırlıyordu. Bu insanlar başkalarının yanında azarlandığında tek başlarına azarlanmalarına kıyasla daha hassas oluyor, duyguları daha çok inciniyordu. Meryu bunu gururlarının kırılması olarak görmüştü.
Ama neden Yu’nun gururunun kırıldığını çözemiyordu. Sivina’nın sözlerine kendisine karşı güvensizlik mi sezmişti? Kendini tehlikeye atmasını istememesinin neresi güvensizlik olabilirdi ki?
Bir noktada Sivina eğildi ve onunla birlikte eğilen görüş aynanın üstüne daha fazla insanı getirdi. Yeni gözüken insanlar ile Sivina arasında bir fark vardı, onlar ölüydü. Cesetler yerdeydi, kimisi zarif bir ölümle bağışlanmış, kimisi ise vahşice parçalanmıştı.
“Burası Ay Tapınağı,” dedi cesetleri gören Bacıyakalayan. “Evet, hatırladım. Onlar da Lunaryenler. Lakin parşömenin İşimba tanrısıyla alakalı olması gerekiyor. İselle’nin tapınağıyla ne gibi bir bağlantısı olabilir ki?”
“Bilmiyorum, umurumda değil.” Yu aynadan uzaklaştı. “Neler döndüğünü anlamak için uğraşmaya gerek yok. Haritamız var, değil mi? Tapınağın nerede olduğunu biliyorsak beklemeye gerek yok.”
Yu atına binip tapınağa doğru sürecekti. Meryu ya da Bacıyakalayan ona eşlik etmese bile bunu yapardı. Meryu da aynısını yapmak istiyordu, bu yüzden hemen peşine takıldı fakat ikisi de kılıç tarafından durduruldu.
“Hâlâ sakin değilsin!” Bacıyakalayan kapının önüne geçerek çıkmalarına engel oldu. “Düşünmeden hareket ediyorsun. Sivina’nın tapınakta kalacağı belli mi? Tapınağın kuzeyde olduğunu biliyorsa güneye inerek buraya gelmeye çalışacaktır. Hatta tapınağın içinde bir harita bulması bunun için yeterli. Lunaryenler elbet ormanın birkaç haritasını çıkarmışlardır.”
Meryu sorunu anlamadı. “Öyleyse yolda karşılaşırız.”
Ve Yu onayladı. “Aynen öyle.”
Ama kılıç ısrarcıydı ve ısrar etmek için haklı bir mantık yürütmüştü. “Ormanda yürüyebileceğimiz belirli bir yol yok. Ya birbirinizle aynı düzlemde ama farklı enlemde olursanız? Belki sen tapınağa çıkarken Sivina buraya inebilir ama aynı hizada ilerleyeceğinizin hiçbir garantisi yok. Ormanın ne kadar büyük olduğunu düşündüğünde aynı hizada ilerleyip karşılaşmanız imkânsıza yakın. Diğer etmenleri söylemedim bile.”
Dediği gibi yollarının kesişeceği kesin değil, hatta kesişmeyeceği belliydi. Keçiorman Dae gölü kadar büyüktü, içine onlarca şehir sığardı. Yolun ortasında buluşmaları için şanstan fazlası gerekiyordu ve canavarların yollarını kesmesi rotalarını büyük ölçüde saptırmalarıyla sonuçlanabilirdi.
“Ne öneriyorsun?” diye sordu Meryu. Hem havada süzülen kılıca hem de aynaya bakıyordu.
“Haklılık payının olduğunu reddetmiyorum. Ona ne kadar erken ulaşırsak o kadar iyi ve planım işe yaramazsa senin planından daha iyisi elimizde yok.” Bacıyakalayan piyanonun üstüne süzüldü. “Çalmayı dene, Yuzarsef’in denediğini başarmaya çalış. Yuzarsef doğru tahmin etmişse isimsiz olanlardan yardım istememiz mümkün olabilir. O zaman seni karına götürmelerini istersin.”
Yu kılıca ya da piyanoya bakmak yerine aynadaki karısına baktı. Sivina bir yol ayrımına gelmiş ve yoluna düz devam ederek karşısına çıkan merdivenlerden aşağı inmeyi seçmişti.
“Ben sakinim,” dedi Yu derin nefesler alarak. “Acele bir karar vermiyorum. Aynadaki cesetleri gördüm ve fazlasını görmeye ihtiyacım yok. Karım tehlikedeyken burada şarkı söylememi mi istiyorsun? Sırf bir adam daha önce deneyip başarısız oldu diye, işe yaramayacağını bile bile.”
“Şimdi hareket edip de ona denk gelmezsek ve ayrıyken iki taraftan birinin başına kötü bir şey gelirse ölmeden önce ya da onun cesedinin önünde ‘keşke en azından deneseydim’ demek mi istiyorsun?” Bacıyakalayan ters döndü ve kabzasıyla piyanonun tuşlarına bastı. “Yuzarsef aptal değildi, yıllarını boşu boşuna onlarla iletişim kurmak için harcamış olamaz.”
Yu tartışmak istemedi. “Zaman kaybediyoruz,” dedi iki kelimenin de üstüne basarak.
Konuşmayı bırakarak odadan çıktı, gerekirse tek başına gitmeye bile hazırdı. Sivina’nın yanına ulaşmak istediğinden Meryu da Yu’nun peşinden gidecekti ki yürümeye başlamadan hemen önce aynaya baktığında merdivenlerden inen Sivina’nın da bir yere baktığını gördü. Sonra asasını çekti ve aynadaki görüntü suyun içine girerek bulanıklaştı. Sular dağıldığında Sivina mana iksirini içiyordu.
“ABİ!” diye bağırdı ekrana siyah bir gölge girdiğinde. Sivina üstüne gelen şeyden atlayarak kurtulmuştu.
Yu’dan önce odanın içindeki Bacıyakalayan aynanın karşısında bitti. Yu da Meryu’nun çığlığını duyar duymaz odaya geri döndü.
“Ne oldu!” Aynaya baktığında görmüştü. “Ne oluyor? O ne!”
Yu aynaya baktığında Sivina karnına tekme yiyerek devasa bir kilise orgunun borularına çarpmıştı. Düştüğünde siyah canavar üstüne atladı. Sivina ondan kurtulup arkasına geçtiğinde kurt adam zıplayarak eski pozisyonunu geri almış ve ikinci tekmesiyle Sivina’yı piyanonun tuşlarına yapıştırmıştı.
Korkunç ve tek taraflı dövüşü izlemekten başka bir şey yapamıyorlardı. Sivina büyü taşları yardımıyla kurt adamdan kaçana ve indiği merdivenlerden çıkana dek gözlerini kırpmadan izlediler. İzlerken Yu’nun yüzüne bakmaya cesaret edemediği için tepkisini göremiyordu ama gözlerinin kilitlendiğini bilmek için bakmasına gerek yoktu. Meryu gibi o da gözlerini aynadan ayırmaya cesaret edemiyordu.
“Tapınaktan kaçmıyor.” Sivina tapınaktan kaçmak yerine bahçesine çıkmış, sonra da başka bir binaya girmişti. “O şeyle dövüşeceğini biliyorum. Yenmeyi deneyecek. Sivina böyle birisi.”
Meryu’nun gözündeki Sivina bir kahramandı ve canavarı öldürmeden durmazdı. Kartlara baktığını gördüğünde de buna şüphesi kalmamıştı. Yanında kocası olsaydı onun zarar görmemesi adına bir şövalye olarak unvanını geride bırakıp kaçmayı savunurdu fakat Yu yokken dövüşten kaçmazdı.
Kaçmasına engel olan şey Yu’nun fikirleri bile olabilirdi. Yu, Sivina’nın yerinde olsa yapacağı şey açıktı. Canavarı öldürmezlerse onun başkalarına sorun çıkaracağını, başkalarına zarar vereceğini ve bunun sorumlusu olacaklarını söylerdi. Sivina’nın kocasının kahramanca fikirlerinden etkilenmesi şaşırtıcı olmazdı.
-------------------------
23.06.2023 – 12:05
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..