“Meryu, Meryu.”
Yüz o kadar yakındı ki konuşurken verdiği nefesini bile hissediyor ama yakınlığına rağmen yalnızca belli belirsiz bazı hatlar görebiliyordu. Karanlıktı, dar bir alandaydı ve saçlarına toprak bulaşmıştı. Tek ışık kaynağı kendilerini bile güçlükle aydınlatan kucaklarındaki soluk cisimlerdi.
“İyi misin?” diye sordu Yu. Hemen önündeki yüzün sahibiydi. Sol kolu Meryu’nun başının üstünden geçiyordu ve sağ koluyla da omzunu sarmıştı.
“S-sanırım.”
Şok geçirmiyorsa vücudunda herhangi bir yara yoktu ama ayağında giderek artan bir sıcaklık vardı. Bacağına doğru yayılıyordu. Elini biraz oynattığında tüylü bir şeye çarptı. Karabaş, Meryu’nun ayağına işiyordu.
Bindikleri ağacın dalını kalçasının altında hissetse de sırtı toprağa dayanıyordu. Hatta dayanmak demek yetersizdi, toprak onu itiyordu ve aslında Yu koluyla Meryu’nun toprağın altında kalmasını engellemeye çalışıyordu.
“Herkes iyi mi?” diye sordu Bacıyakalayan. “Şu anda yerin altındayız. Bana biraz zaman verin, dışarı çıkmaya çalışacağım.”
Yerin altında oldukları resmi olarak onaylandığında Meryu ani bir telaşla kıpırdadı fakat başına değen birkaç taş parçası oturduğu yerde sabit kalmasını sağlayacak kadar korkutmaya yeterliydi.
“Sakin ol, buradan çıkacağız,” dedi Yu. “Yu Zao toprağı kaldırırken kartlardan birini kullanarak bizi korudum.”
Meryu çarpışma anını hatırlamıyordu. Yu’nun konuşup bir kart kullandığını da görmemişti. Her yer beyaz olduktan sonra bir anda karanlık gelmişti ve tüm bildiği buydu. Hatırlamaya çalışsa bile başka herhangi bir an yakalayamıyordu.
Ama onlarla birlikte düşen binlerce insan olabilirdi ve hepsini kurtarmaya çalışmakla uğraşmak istemiyordu. Yu’nun aklına diğer insanları kurtarma fikri gelmeden kendini toparladı ve odağını Sivina’ya çekmek için konuştu.
“Sivina ne olacak? Hemen çıkmalı ve onu bulmalıyız.”
“Evet.”
İsimlendirilmeyenler onları terk etmediğine göre yollarına devam edebilirlerdi. Şimdiden yüzeye çıktıklarında karşılaşacakları askerleri geçebilmek için bir plan düşünmeleri gerekiyordu ve atlarını kaybettikleri için yeni binekler bulmalılardı. Yavaşlamaları kurtarmaya çalıştıkları kadın için ölümcüldü.
“Kendinize dikkat edin,” dedi Bacıyakalayan. “Başlarınızı koruyun.”
Kılıcın nerede olduğunu göremese de ses Yu’nun arkasından gelmişti. Yu hareketlendi ve gövdesini Meryu’nun üstüne getirerek onu tamamen kapladı. Artık silik siluetleri bile göremiyor ama hava akımını hissedebiliyordu. Rüzgâr toprağı eşeliyor, yaslandığı toprak parçası yavaşça oturduğu dalın altına kayıyordu.
“Dikkat!”
Hava taşacak kadar içeriyi doldurdu ve ciğerlerinin patlayacağı düşündüğü sırada toprak tamamen üzerlerine çöktü.
Lakin ağır değildi, en azından Meryu için değildi ve Yu ayağa kalktığında tüm toprak üzerlerinden akıp gitti. Kucaklarındaki yedi varlık hemencecik geniş alana uçmuştu. Yu, Meryu’yu kolundan yakalayıp kaldırdı ve gömüldükleri yerden dışarı çıktılar. Düştükleri koridor toza bulanmıştı ve tavanda karanlık bir delik vardı.
Öksürdü, ağzına giren toprağı dışarı atmaya çalıştı. Köpeğin sidiği yüzünden ayağı hem ıslaktı hem de toprak çamur olmuştu.
“Kimse var mı?” diye sordu Bacıyakalayan.
Yu yanıtladı. “Yok.”
Salderough’tan kalan büyülü taşlarından birini cebinde bulup çıkardı, patlamamış olması iyiydi. Manasını taşa yönlendirdi ve taş mavi ışığını yavaşça etrafa yaydı.
Yerde iki ceset vardı. Biri toprağın altından çıkmaya çalışmış gibiydi, diğeri ise tamamen dışardaydı. Fazla kan göremiyordu. Mana hissetmeye çalıştı ama çekirdeği yeterince güçlü olmadığından çok yaklaşmadığı sürece normal insanların yaydığı hayat enerjisini hissedemiyordu.
“Bizimle birlikte düşenler olmalı,” dedi Yu. “Canlı hissediyor musun?”
“Bizim etrafımızda yok.” Bacıyakalayan isimsizlere baktı. “Onlardan devam etmesini iste. Burada oyalanmadan yukarı çıkalım.”
İstemeye gerek kalmadan cisimler yolu göstermek için süzülmeye başladı. Biraz yavaş hareket ediyorlardı. Duvarlar ve yürüdükleri zeminde hiçbir işleme yoktu, yalnızca bir tünel olarak kazılmış sonra öylece bırakılmıştı. Kimi zaman darlaşıyor, kimi zaman kılıçla rahat savaşabilecekleri kadar genişliyordu.
“Bir canlı hissederseniz söyleyin, bizimle birlikte düşenler varsa kurtar-”
“Kurtaramayız,” dedi Bacıyakalayan. “Güçsüzlüğüne ağlayabilirsin ama senin gibi zayıf biri aynı anda iki iş yapmaya çalışırsa birinde başarısız olur. Sadece karına odaklanarak onu kurtarmaya çalış. Sen fazlasını yapamazsın.”
Meryu’nun kalbi bile aldığı yanıta karşı incinmişken onun nasıl düşüneceğini tahmin etmeye çalışmak istemiyordu. Dudaklarını kapadı ve karanlıktan daha derin bir sessizliğin içine gömüldü. Yüzünün acınası derece düştüğünü gördüğünde bakmaya dayanamayarak gözünü yürüdüğü yola çevirdi.
“Mana dünyaya yayılıyor.” Bacıyakalayan grubun arkasına geçti. “Yakınlarda ölenler de var yaşayanlar da. Ölenlerin arasına katılmamaya çalışalım.”
Meryu öldüklerinde insanların mana yaydığını biliyordu ama ölenlerin manasının anlaşılabileceğini hiç duymamıştı.
“Vay canına, bunu hissedebiliyor musun?”
“Sıradan çekirdekler ani mana hareketlerini hissedebilirler, hassas bir çekirdekse mananın yayılma yönünü söyleyecek kadar duyarlıdır. Yeterince deneyimin ardındansa canlı insanların yaydığı mana ile ölülerin vücudundan dağılan mananın farkını da anlamaya başlarsın.”
Ona göre mana üreten ve çok az mana üreten çekirdekler vardı ve mana üretenler de her zaman büyü yapmaya müsait olmuyordu. Çekirdekler hakkında hassaslık gibi bilgilerden yoksundu.
“Savaşmaya hazır olmalısınız.” Bacıyakalayan bilgi vermeye devam ediyordu. “Zindanda karşımıza kötücül varlıklar çıkacaktır. Şu anda manaları ayırt etmesi zor ama yakında, eğer burada bir tane varsa zindanın efendisi ile karşılaşabiliriz. Zindanlar genelde saklanmak ve kötücül emellere hizmet edenler için iyi bir üstür. Burada bir şeytan olabilir. Tabii isimlendirilmeyenler öyle bir çıkış varsa bizi doğrudan güvenli çıkışa götürüyor olabilir. Böylesi daha iyi olurdu.”
Yaşadıkları olayları düşündüğünde güvenli çıkış diye bir şeyin olacağını zannetmiyordu. Hatta her şeyin harika gidip sorunsuzca Sivina’ya ulaşacaklarını düşünmek bile artık komik geliyordu.
İsimlendirilmeyenler onları yolları ayrıma girene dek düz rotadan götürdü. Koridor birkaç farklı noktaya ayrıldığındaysa hiç duraksamadan soldaki yoldan içeri girip süzülmeye devam ettiler.
“Sanırsam bir labirent ile karşı karşıyayız,” dedi Bacıyakalayan. “Acaba zindanın girişine mi ilerliyoruz yoksa çıkışına mı? Tuzaklara dikkat edin, bastığınız yere basmadan önce iyice bakın.”
Yol ayrımları attıkları her adımda artsa da isimlendirilmeyenler onlara öncülük ettiği için daima hangi yoldan geçeceklerini biliyorlardı. Şimdiye dek ne bir tuzak ne de ölü ya da diri bir varlık karşılarında belirmemişti. Yol o kadar sorunsuzdu ki yerde erimiş siyah zift ve ayı gibi kıllı iki kilise askeri görene dek macerasının hiçbir heyecanı olmamıştı.
“Aman yarabbi, ilk insanlar,” diye tepki verdi gördüğü iki cesede karşı.
Birinin boynu parçalanmıştı, kanı birbirine karışmış sakal ve saçlarına bulaşmıştı. Çenesi, burnu ve alnı genişti ve kaşları ortadan birleşmişti. Diğerininse zırhı delinmişti. Kılıcı siyah ziftin ortasındaydı. O da ölüydü ve yüzü yanındaki adama birebir benziyordu.
“Burada bir şeytan varmış ama başka bir şeytana yönelik mana hissetmiyorum,” dedi Bacıyakalayan. “Yine de diğer koridorlardan yayılan manayı hissetmek mümkün. Kimisi yoğun, kimisi seyrek. Dikkatli olmalıyız, girmediğimiz koridorlardan da düşmanlar çıkabilir.”
Devam ettikçe mana Meryu için de fark edilir oldu. Güvenli yolu eşlikçileri sayesinde bulabildikleri için sorun yoktu ama buraya düşüp de başka yolları seçenler için zindan zorlu ve korkunç bir yer olmalıydı.
“Bu maceranın güzel olup olmadığı konusunda emin değilim.”
En iyisinin en sakin yol olduğu Sivina tarafından söyleniyordu ama karşılarına kolayca yenip ganimet elde edebilecekleri ufak canavarlar çıksa kendini gerçek bir macerada gibi hissederdi. Tek yaptıkları başlarına gelecek kötü şeylerden en sakin yöntemle uzak durmaya çalışmakken canı sıkılıyor, yola çıkarken sahip olduğu beklentileri karşılayamıyordu.
“Yine de şu anki hayatımı seviyorum.”
Derken mana hızla arttı. Zaten sürekli artıyordu fakat bu seferki doğrudan ilerledikleri yolun üstündeydi. Karşılarına bir canavarın çıkacağını düşünerek heyecanlansa da mananın yoğunluğu canavarın yenebileceklerinden güçlü olduğunu söylediğinde heyecanının yerini dileği yüzünden kendine okuduğu lanetler aldı.
Yu sakince “İyi misin?” diye sordu. Meryu’nun temkinini fark etmişti.
“Bir insan.” Bacıyakalayan, Meryu yerine yanıtladı. “Bizimle birlikte zindana düşenlerden biri olmalı. Rütbeli biri olsa gerek, belki bir general.”
İnsan olabileceğini düşünmemişti. Karşılarındaki insanın manası Herict’in manasını birkaç kez katlayacak kadar yüksekti ve her adımda ona biraz daha yaklaşıyorlardı.
“Şuna bakın.” Meryu fark ettiği izleri işaret etti. Yürüdükleri yola açılan başka bir koridordan geliyordu. Bir kişi parmaklarını duvara sürterek kırmızıya boyamıştı ve yine kırmızı ayak izleri yürüdüğü yol boyunca devam etmişti. Aynı rota üzerindelerdi.
“İzler bir insana ait.” Bacıyakalayan süzülmeyi bıraktı. “İleride karşımıza çıkacak. Ayak izlerine bakarsak oldukça iri bir zât ile karşılaşacağımız aşikâr.”
Daha ne kadar dikkatli olabileceklerini bilmiyordu. İsimlendirilmeyenler onları yalnızca bir yoldan götürüyordu ve eninde sonunda önlerindeki kişiyle karşılaşacaklardı.
“Öyleyse o da bizim geldiğimizi hissetmiş olmalı,” dedi Yu. “Belki seni çoktan hissetmiştir bile. Bizim de onu hissettiğimizi düşünüyor olabilir ve labirentte birimiz diğerimizi görmeden hareket etmemiz de bu noktadan sonra mümkün gözükmüyor. Seslensek ve insan olduğumuzu söylesek olmaz mı?”
“Diğer koridorlarda canavarlar varsa…”
“Sabahtan beri konuşuyoruz. Gelecekleri olsaydı şimdiye bizi duyup gelirlerdi.”
Duvar ve yerdeki kan iyi değil de kötü birine aitse onların kanını da ellerindekine karıştırmak isteyebilirdi. İyi düşünmeleri gerekiyordu ama düşünmenin, her koşulda karşılaşacakları gerçeğin yanında işe yaramayacağı da ortadaydı.
“Seslenelim,” diye onayladı Bacıyakalayan.
Yu bağırdı. “İleride biri var mı? Aşağıya düştük, çıkışı arıyoruz! Kötü bir niyetimiz yok!”
Duvarlarda yankılanan ses koridorlar boyunca ilerledi. Meryu hem bir canavarı uyandırmamak hem de kötü biriyle karşılaşmamak için dua etti.
“Var.” Bağırdığını zannetmiyordu, yine de sesi netti. “Yol temiz, gelebilirsiniz. Ben de çıkışı arıyorum.”
Ve tanıdık bir sesti. Tehdit içermiyordu, dostane ama temkinliydi. İçinden bir ses ondan zarar görmeyeceklerini söylüyordu.
Lakin onun ve onunla aynı düşünerek ilerleyen Bacıyakalayan’ın aksine Yu yerine mıhlanmıştı. Hareket etmiyor, onunla birlikte isimlendirilmeyenler de oldukları yerde sabit duruyorlardı.
“Gitmekten başka şansımız yok,” dedi onun durduğunu gören Bacıyakalayan. “İlerlemek zorundayız. Aptalca davranıp kaybettiğin her saniyenin ucunda bir can var.”
-------------------------
25.06.2023 – 15:21
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..