Yu ileri doğru bir adım attı ve isimlendirilmeyenler
harekete devam etti. İlerlediler, bir köşeden döndüler ve tavanın yükseldiği,
geniş bir mağaraya girdiler. Zemin ve tavan arasındaki mesafeye bakıldığında
yerin oldukça altında olduklarını söyleyebilirdi.
Ve mağaradaki çıkışı kapayan oyuklar ve geometrik şekillerle dolu kapının önünde kana bulanmış siyah zırhı ve sarı saçlarıyla uzun boylu bir adam duruyordu. Meryu sırtını görür görmez onun kim olduğunu anlamıştı.
Elinde ucunda küre şeklinde bir taş olan kısa bir asa tutuyordu. Asanın yaydığı ışık Meryu’nun büyü taşının yaydığı ışıktan yoğundu. Kızıla çalan gözleri ışığa bu kadar yakınken daha parlaktı.
“Merhaba,” diye selamladı onları. Her birini süzmüş, havada süzülen kılıcaysa biraz daha uzun bakmıştı. Mutlu gözükmüyordu, yine de sakindi.
Yu selamı başıyla aldı. “Merhaba.”
Yüzeydeki binlerce adamın arasında onların bulunduğu yere yalnızca Yu Zao mu düşmüştü? Toprak canavarı, goblinler, konuşan ağaç, sihirli ev, sihirli kılıç, Sivina’nın kaybolması, kendilerini bir savaşın ortasında bulmaları ve şimdi de Yu Zao Long ile karşılaşmak; tesadüf diyerek açıklanamayacak kadar fazla olay art arda geliyordu.
“Dikkatimi ilk çekenin kılıcın uçması olduğunu söylemeliyim,” dedi Yu Zao onlara yaklaşmadan. “Ordumda böyle bir şey olsa haberim olurdu. Kilise tarafında mıydınız? Öyleyse korkmanıza gerek yok, size zarar verme niyetinde değilim.” Başını eğdi. “Özür dilerim, kendimi tanıtmayı unuttum; Yu Zao.”
“Yu,” dedi Yu sadece. “Benim ismim.”
Yu Zao gülümsemeye çalıştı. “Ailen güzel bir isim seçmiş.”
Stresli olmasa da aklında başka şeyler olduğu belliydi lakin aklından geçenlere rağmen onlar için gülümsemeye çalışmasını takdir ediyordu.
“Meryu,” dedi Meryu.
O da Yu gibi soy ismini vermemişti çünkü verdiği takdirde Yu’nun neden vermediği sorgulanabilirdi. Gerçi, soy isimleri herkesin sahip olduğu bir şans değildi ama Yu’nun yüzüne baktığında da sıradan bir köylü olacağını söyleyemezdi.
“Bacıyakalayan.”
İki göze ve bir ağza sahip uçan kılıç hiç çekinmeden adını söylediğinde Yu Zao’nun dudakları kahkahasını tutmakta zorlandı. Herict, Yu Zao’ya sadakatini bildirdiğinden onun yanında durmuş, kralın nasıl biri olduğunu görmüş ve gülebileceğini hiç zannetmemişti. Kralları sandığından kibardı.
“Yuzarsef’in kılıcı mı?”, diye sordu Yu Zao. “Birkaç hikâye dinlemiştim ama bir mağarada karşılaşacağımı hiç düşünmezdim. Seni bana karşı savaşmaya iten sebebi sorabilir miyim?”
“Sana karşı savaşmıyorduk,” diye açıkladı Bacıyakalayan.
Yu devam etti. “Uzun hikâye,” dedi Yu Zao’ya yaklaşırken. “Karım kayboldu ve onu arıyoruz. Yolda giderken de muharebeye denk geldik ve gizlenip sizi izlerken yaptığınız büyüler sebebiyle buraya düştük. Hemen buradan çıkmam ve karımı bulmam gerekiyor. Zindandan çıkmak adına işbirliği yapalım. Harcadığım her an göğsümü sıkıştırıyor.”
Bir kralın karşısında olmasına rağmen sözlerine hiç dikkat etmemiş, onunla aynı kademedeymiş gibi konuşarak saygısızlık etmişti. Sade bir vatandaşın yapması gereken şey yalvarmak olurdu.
Ama kral Meryu gibi düşünmedi. “Anlıyorum, sana yardım edeceğim,” dedi arkasını ona dönerken. “Zindanda ilerledim ve yolun sonunda buraya geldim. Kapının üstünde çözmemiz gereken bulmaca var. Siz gelmeden önce nasıl çözebileceğimi düşünüyordum.”
Geometrik şekiller kapının karelere bölünmüş yüzeyini kaplıyordu. Bazıları kare, bazıları dikdörtgendi. Birden fazla dikdörtgen ve karenin birleşmesiyle oluşmuş farklı şekiller de vardı. Üçgenler birbirlerine olabilecek en uzak noktalara yerleştirilmişti. Renkleri sıralıydı ve kapının üstü tek bir boşluk haricinde tamamen bu şekillerle doluydu.
Yu Zao eğildi ve yerde durduğunu fark etmedikleri şekli işaret etti. “Buradaki görselden anladığım kadarıyla şekilleri oynatmalı, hepsini birbiriyle uyumlu yerlere getirmeli ve buradaki şemayı ortaya çıkarmalıyız. Bir tuzak ihtimaline karşı kaba kuvvete başvurmadan önce biraz uğraşmanın yararlı olacağını düşündüm.”
Yu başını salladı. “Bir bakayım.”
Yu Zao, Yu’nun arkasında kaldı. Meryu ve Bacıyakalayan’ın yanına gelmediğini fark ettiğinde ilk adımı attı ve Meryu’ya yaklaştı.
“Bir kralla karşılaşmayı çok çabuk kabullendi,” dedi Bacıyakalayan.
Meryu’nun yapılan saygısızlık için af dilemesi gerekiyordu. Artık eski kız olmak istemese de asilzade olarak yaşadığı günlerden kalan alışkanlıkla hayali eteğini tutarak boyun eğdi.
“Ağabeyimin kabalığı için özür dilerim majesteleri,” dedi usulca. “Bağışlamanızı rica ediyoruz.”
Fakat kral kızgın değildi. En başta umursamamıştı bile. “Seni bir yerden tanıyorum,” dedi. “Sen, Araka’nın karısı değil misin? Yoksa karıştırıyor muyum? Gözlerim beni yanıltmıyorsa evinden uzaklaşmışsın.”
Anıldığı yol hoşuna gitmemişti. Birinin karısı olmak istemiyordu, özellikle Araka gibi insanların. Meryu olmak, bir eş olmaktan çok daha sevilesiydi.
“Herict öldü,” dedi Meryu.
“Başın sağ olsun. Peki, bunun burada olmanla bağlantısı ne?”
Herict için ‘ölü’ kelimesini kullanmak yüzüne Yu Zao’nun da fark ettiği ince bir tebessüm koymuştu. Onun vücudunun toprağın altında çürüdüğünü bilmek içine su serpiyordu.
“Herict kötü bir insandı. Babam beni zorla evlendirdi ve o bana zorla sahip oldu. Gebermek hayatı boyunca yaptığı en iyi şeydi ve ben şimdi istediğim hayatı yaşıyorum. Herict gibilere binlerce defa lanet olsun.”
Kelimeleri bir kralı kızdırır mıydı acaba? Kız çocuklarının kendi fikirlerinin olması hoş karşılanmazdı. Memelere sahip olarak doğduğu andan itibaren görevi evlenmek ve kocasına çocuk vermekti. Yu Zao da böyle düşünenler arasındaysa ve sürdürmeyi planladığı sistem buysa Meryu’nun kaldırdığı başını ezmesi gerektiğini düşünebilirdi.
Ama o “Özür dilerim,” dedi Meryu’yu şaşırtarak. “Genç kızların böyle düşüneceğini bilmiyordum. Zengin bir lord ile evlenmenin sizin için iyi bir amaç olduğu düşüncesiyle büyümüştüm. Savaşa tamamıyla son verdiğimde bununla da ilgileneceğim.”
Hassasiyet beklemediğinden şaşırdı. Az önce ustalıkla birini öldüren kral, şimdi son derece hayran olunası kibar bir adamdı.
“Senin için konuşmak hoş olmasa da kral olarak bağlılık yemini etmiş lordumun nasıl öldüğünü bilmem gerekir.”
“Yu ve karısı namuslarını korumak için kasabadaki iki kişiyi öldürdü ve dövüşle yargılama talep ettiler. Herict karşılarına çıktı, tanrılar kararını verdi.”
Ölümü o kadar tatlıydı ki Herict ile ilgili hatırlamayı sevdiği tek kısımdı.
“Burada insanlarla karşılaştın mı?” diye sordu Bacıyakalayan.
Yu Zao başını sallayarak onayladı. “İnsanlarla ve canavarlarla. Karşılaştıklarım kilise askeriydi ve ya ölmüş ya da bana saldırmayı seçmişlerdi. Canavarları da öldürdüm.”
“Kendi askerlerinle karşılaşmadın mı?”
Yu Zao tekrar, bu sefer olumsuz anlamda başını salladı. “Beni kilise askerlerinin olduğu tarafa fırlatmıştı. Etrafımda sadece kilise askerleri vardı.”
Yukarıda ordusu başsız duruyordu, öldüğünü ve savaşın bittiğini düşünebilirlerdi ve Yu Zao’nun, Juel Huo’nun aksine bir varisi yoktu. Hemen çıkmalı ve Sabah Şövalyesi tarafından yönetilen düşmanlarına karşı kendini göstererek ordusunu kurtarmalıydı.
“Öldüğümü düşünmemişlerdir,” dedi Yu Zao. “Ordum benden ümidini kesmez, oradaki çarpışmayı da kaybetmez. Üstelik kılıç perim hâlâ yaşıyor ve yakın bir cephede savaşıyor. O yaşadığı müddetçe ölmediğim anlaşılacak.”
Yu Zao konuyu eşelemeyi bıraktı ve kapının üstündeki şekilleri hareket ettiren Yu’ya baktı. Yu’nun yardıma ihtiyacı yok gibiydi. Kendini işine vermişti.
“Ona yardım etmeli miyiz?” diye sordu Meryu. Sadece sohbet edip Yu’nun bulmacayı çözmesini beklemek doğru gelmiyordu.
“Hayır,” dedi Bacıykalayan. “Konsantre olmuş, yanına sokulup da kafasını karıştırmayalım.”
Yu eliyle tüm şekilleri hareket ettirdikten sonra boşluk hâlâ istediği yere gelmemişti. Biraz volta atarak düşündü ve sonra tekrar denedi, başarmıştı.
“Nasıl yaptın?” diye sordu Yu Zao. Kapıdan mana yayılıyordu.
“Okula giderken birkaç sefer oynamıştım.”
Cevabı anlamasalar da önemi yoktu. Zaten arada sırada Yu anlamadığı şeyler söylüyor, Sivina da sanki çok önemli bir şey söylüyormuş gibi hayranlıkla dinliyordu.
“İtilebilen bir şeye benzemiyor,” dedi kapıyı itmeyi deneyen Yu Zao. “Büyü ile yapmamız gereken bir şey olabilir mi?”
Boşluk iki karış kadar içeri uzanıyordu ama bir kapı kolu yoktu. İtmek, çekmek ya da kaydırmak mümkün değildi. Sertçe vurmalarına rağmen işe yaramamıştı. Sadece mana yayılıyordu.
Adaşına “Oynadığın oyunlarda devamında ne olduğunu göstermiyorlar mıydı?” diye sordu.
“Devamında karşına daha zor bir bulmaca çıkıyordu.” Yu kenara çekildi ve yere oturdu. “Oyunların amacı zaman öldürmek, belli bir amacı ya da devamı yok. Aklıma kapıyı açacak fikirler de gelmiyor. Zor kullanman ya da toprak büyüsüyle bir şey yapman gerekiyordur belki.”
Kolayca yapabileceğini sanmıyordu. Buraya gelmeden önce yürüdükleri yolun duvarlarından ve zeminden toprak parçaları koparabilirlerdi ama buradaki zemin, en azından Meryu için sertti. Özellikle manayla sağlamlaştırılmış kapıya toprak büyüsüyle etkide bulunacak gücü yoktu.
“Kapının altındaki toprağı çıkarabilirim,” dedi Yu Zao. “Ama burası basit bir mağara değil, insan eliyle yapılmış zindan ve yapan kişi hilecilere karşı ne gibi önlemler almış bilemeyiz.”
Bacıyakalayan kapıya yanaştı. “Öyleyse mana ağını çözmemiz gerekecek.”
Bunun da ne anlama geldiğini bilmiyordu.
“Dairesel yayılmıyor, yani ortak bir çıkış noktasından değil de yerleştirilmiş parçalardan geldiğini söyleyebiliriz. Bana yardımcı olabilir misiniz?”
“Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.”
“Büyü kullanabiliyor musun?” diye sordu Yu Zao.
Meryu onayladı.
“Mana ağı bir düğüm gibidir. Manayı hissetmeli, tabiri caizse görmeye çalışmalısın. Kendi mananla kapıdan yayılan manayı sarmalı, düğümü çözmek için mananı karışmış yerlere sokmalısın. Yaşamak istediğin hayat bir maceracıya aitse hazinelerin peşinde mana ağı ile örülmüş düğümlerle sıklıkla karşılaşabilirsin, bu yüzden nasıl çözeceğini öğrensen iyi edersin.”
Kibardı. Etkileyici derecede kibar ve yardım severdi. Bir kız olarak Yu Zao’ya baktığında adamın her yönüyle çekici olduğunu görüyordu. Herict gibi bir insan onda travma yaratmış olmasaydı Yu Zao’ya gönlünü kaptırabilirdi.
“Yapabilirsin,” dedi yerde oturan Yu. Kılıcını çıkarmış, yerde bulduğu bir taşla bileylemeye başlamıştı. “Büyücülük Akademisinde toprak büyüsünün en kolay büyü olduğunu okumuştum. Toprak büyüsü bile yapabiliyorsan henüz şekil verilmemiş manayı kolayca kontrol edebilirsin.”
“Cümledeki anlamı çözemedim!”
Ne yapmaya çalıştığını anlamasaydı tamamen saçmaladığını düşünecekti.
“Sen yardım etmeyecek misin?” diye sordu Yu Zao oturan adaşına.
“Büyü yapamıyorum.” Yu istifini bozmadı. “Her şey size bağlı ve dediğim gibi beklemek beni huzursuz ediyor. Lütfen hemen kapıyı açın ve ilerleyelim.”
“Söylemesi kolay,” dedi Bacıyakalayan. “Onlardan yardım isteyemez misin? Teknik olarak seni karına götürmek için kapıyı geçmemize de yardım etmeleri gerekir.”
Yu Zao ne döndüğünü anlamamıştı, etrafına baktı fakat Meryu’nun gördüğü, Yu’nun etrafında asılı duran yedi ışığı göremedi.
“Kimlerden yardım isteyemiyor mu? Ah…” Yu’ya baktığında ve görmeye çalıştığında cisimler ona da görünür oldu. “Periler mi?”
“Peri olduklarını zannetmiyorum.” Bacıyakalayan, Yu Zao’nun etrafında döndü. “Perilerin öyle gözüktüğünü de zannetmiyorum. Gerçi bir peri de görmüş sayılmam. Onlar için yardımsever dostlarımız diyelim.”
Onlar hakkında konuşmaya başlarlarsa uzun bir açıklama yapmaları gerekeceğinden ve kendileri de ne olduklarını tam olarak bilmediklerinden konuşmaya hiç gerek yoktu. Yu Zao zaten sorgulamaya çalışmıyordu.
“Yardım edebilir misiniz? Kapıyı açabilirseniz, belki tekrar şarkı söylersem…”
Uçan yedi cisim alçaldı ve Yu’nun arkasına geçti. Neden yardım etmeyi reddettiklerini anlamasa da tepkilerinden cevaplarının ne olduğu belliydi.
“Öyleyse kendimiz yapmak zorundayız.” Yu Zao kapıya döndü. “Nasıl yapacağımı bilsem de uzman olmadığımı belirtmeliyim. Senin yönlendirmen gerekiyor.
Liderliği ele alan Bacıyakalayan ortalarına geçti. Meryu ise gözlerini kapadı ve Bacıyakalayan ile Yu Zao’nun talimatlarını bekledi.
-------------------------
25.06.2023 – 15:22
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..