Sırada
sahtekâr şövalye vardı. Onun ruhundaki beyazlık azdı, grilik boldu ve karanlık
yayılıyordu. Üstelik haklı olan krala karşı dövüşen bir yalancıydı. Yaşamasına
izin verirse haklı davaya karşı dövüşmeye devam edecek, insanlara şahsi
çıkarları uğruna zarar verecekti.
Yu Valarfin görüyordu ve gördüğü şeyden sorumluydu. Eğer sahtekâr şövalye birilerini incitirse onu durdurmadığı için bu, Yu Valarfin’in günahı olacaktı.
“Beni beyaz giyimli şövalyeye götürmenizi isteyebilir-”
“O sana geldi.”
Ne ara geldiğini ne o ne de kılıcı anlamamıştı. Şeytanın vücudu çukurun içini aydınlatırken şövalyenin kılıcı da parlayıp çukurun içini tamamen aydınlatmaya başladı. Işık beyazdı, saçı, teni ve kıyafeti beyazdı. Adamın üstündeki tek renk buz mavisi gözleriydi. Ruhunun da vücudu kadar beyaz olmasını dilerdi ama o da Yu gibi ruhunu kirletmeyi seçmişti.
Daha uzundu, güçlüydü ve büyü yapabiliyordu. Yu Zao’ya rakipti ve Yu Zao’yu yenemeyen Yu, ona rakip olacak birini de yenemezdi.
“Yu Zao’nun tarafında seni görmemiştim.” Şövalye yaklaştı. “Siyah bir kol, sen de mi bir şeytansın?”
Yu fark etmemişti ama hem kolundaki zırh ne ara aldığını bilmediği bir darbeyle dağılmış hem de sargısı açılmıştı.
“Kılıcın da siyah, gözlerin mor ve yakışıklı sayılan bir yüz. Acaba…” Şövalyenin yüzünde keskin bir gülümseme belirdi. “Namını duyduğum kişi olabilir misin? İsmin neydi, adın… Vermia Şeytanı?”
Bu kadar kolay tanınacağını düşünmezdi. İnsanların onu tanıyabileceğini biliyordu çünkü vücut özellikleri çok belirgindi lakin adam sırrı gördüğü gibi anlamıştı.
“Senin bu kadar zayıf olacağını tahmin etmemiştim. Güzel bir gösteri–”
“Kraliyet Fermanı!”
Hazırladığı kartı tereddüt etmeden kullandı ve kart manaya dönüşüp yok olurken şövalyenin parlayan kılıcı anında soldu. Artık ışık yoktu çünkü mana hapsedilmiş, büyü kullanılamaz hâle gelmişti. Sivina büyü farkını ortadan kaldırabilmesi için özellikle bu kartı almasını istemişti.
“Ne yaptın lan sen?”
Şövalyenin eli göğsündeydi, tam olarak çekirdeğinin bulunduğu yeri tutarken yanakları acıyla kıvrılmıştı. Dudaklarının arasından kan süzüldü.
“Nasıl bir şeytanlık-”
Büyü kullanamıyor olsa da Yu’dan daha deneyimli ve muhtemelen hâlâ daha güçlüydü. Dövüşü onun toparlanmasını bekleyerek riske atmak istemeyen Yu ilk saldırıyı kılıcını saplamayı deneyerek yaptı. İlk saldırısından kurtulmayı başaran rakibine ikinci saldırısında da saplamayı denedi ama yine boşa çıktı.
Beyaz kıyafetlerindeki kana tekrar kan bulaştırmak için kılıcını sallamaya devam ediyordu. Kazanma şansı vardı. Düşmanı önce Yu Zao ile savaşmış, büyük bir büyü kullanmış, yüksekten düşmüş ve şeytanın karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştı. Ölmeyi reddeden rakibine karşı avantaj ondaydı.
“Adil olmaması canımı yakıyor.”
Şövalyenin yeteneği göz alıcıydı. Yu Zao’ya hayrandı fakat kötü biri olmasına rağmen beyaz şövalye de onu etkilemeyi başarmıştı. Aleyhine olan tüm duruma karşı hâlâ aralarındaki deneyim farkını ortaya koyuyordu.
Hareketleri daha akıcıydı. Yu yokuştan aşağı süzülen çamur gibi hareket ediyorsa şövalye yağ gibiydi. Büyü kullanabilseydi, düşüş onu geri çekmeseydi sonucun ne olacağı çok açıktı.
Kılıçları çarparken şövalye geriledi ama Yu ne döndüğünü hatırlıyordu. Sivina da aynısını onu eğitirken yapmıştı. Çok yakında şövalye ani bir saldırı yapacak ve üstün durumda olduğunu düşünürken onu gafil avlayacaktı.
O ana gelene dek üstünlüğü korumaya karar verdi. Git gide saldırılarının şiddetini arttırdı ve şövalyenin planladığı anın gelmesini beklemeye başladı. Gafil avlamayı düşünüyordu ama gafil avlanan kendisi olacaktı.
Şövalyenin başını kesmek için kılıcını bir boşluktan sokmayı denedi ama siyah çeliği ayna tarafından yukarı itildi. Durmadı, etrafında döndü ve aynı hamleyi tekrar denedi. İki defa birbirinin aynısı olan hareketi yapmak Sivina tarafından kötü bir strateji olarak adlandırılsa da Yu bunun işe yarayacağını hissetmişti.
Ve hisleri onu yanıltmadı, beyaz şövalye tersi yöne götürdüğü kılıcını aceleyle ve acemice geri çekerek boğazını savundu. Korkmuştu, yine aceleyle Yu’yu kendinden uzaklaştırmak için saldırmayı denedi. Yu saldırıya karşı kendini savunup göğsüne vurduğu tekmeyle onu yere düşürdü.
「Onu ürküttün, beklediğin hamleyi yapamayacak.」
Karısının da aynısını söyleyeceğine emindi ama Yu’nun elinde değildi, aniden gelişmişti. Şövalye sürünerek yerden kalkarken üstüne yürüdü. Amacı dövüşü tek hamleyle bitirmekti lakin beklediği hata bir türlü gelmiyordu. Neden yapmıyordu? Sivina olsaydı defalarca kez Yu’nun aklına dâhi gelmeyen hamlelerle dövüşü bitirmişti. Şövalyenin aklında ne gibi bir plan olduğunu çözemiyordu.
“Mana farkı böyle bir şey mi?” diye düşündü merdivenlere çıkarken. “Kart çekirdeğine etki ederek büyü yapmasını engellediği gibi vücudunun manayla güçlenmesini de mi etkiliyor?”
Düşündükçe aydınlanıyordu. Şövalyeyi aldığı yaralara karşı koruyan şey mana olmalıydı ve manasını kullanamıyorken düşüşün etkisini de hissediyordu. Hızı yavaşlamıştı ve en önemlisi Yu’nun güçlü olduğunu zannederek kafasının içinde kendi aleyhine bir senaryo kurmuştu.
Şövalye merdivenlerde, şeytanın Yu için fırlattığı alev topuyla yıktığı basamakların üstünden zıpladı. Yu ise zıplamak yerine yıkılan basamakların altında beklemeyi seçti. Zıpladığında havada kesileceğini biliyordu.
“Hilelerin olmadan gelemiyor musun?”
Ne o basamakları terk edecekti ne de Yu atlayacaktı ama bu şekilde dövüşün sonlanması mümkün değildi. Kartın etki süresinin ne zaman biteceğini bilmediğinden kaybettiği her saniye de aleyhine işliyordu. Çareyi yeni bir kart çıkarmakta buldu.
“İmparatoriçe Böceği.”
Kartın içinden insan boyutunda bir peygamberdevesi çıktı ve Yu’nun yerine şövalyenin üstüne cesurca atladı.
Şövalye böcekten kaçmayı denerken Yu da zıplayarak dövüşebileceği yere geçmişti. O henüz çıkardığı canavarın yanına ulaşmadan böcek şövalye tarafından çukura düşürülerek defedilmiş olsa da amacını yerine getirmişti.
“Neden bunu yapıyorsun!” diye bağırdı şövalye. “Birlikte Yu Zao’yu-”
Sözünü kesti ve kendini yere salarak merdivenlerden aşağı kaydı. Amacı Yu’nun ayağına vurabilmek ve kendisiyle birlikte yere düşürmekti. Yere düşüşte kurtulmayı nasıl planladığını bilmiyordu ama onun yerinde olsa aynı saldırıyı yapacağından geleceğini tahmin etmişti.
Zıpladı ve şövalye altından geçti. Kılıcıyla Yu’ya vurmayı denese de zırhı geçememişti. Merdivenlerde biraz ilerledikten sonra durup ayağa kalkan şövalye artık Yu’nun altındaydı ve avantaj elde etmişti. Bacaklarına oynayabilirdi ve Yu için savunması daha zor olurdu. Tabii bu avantajı kullanabileceği süre kısıtlıydı çünkü Yu çukurun çıkışına varmak üzereydi.
“Bunu görebileceğini düşünmemiştim. Harbiden de şeytansın demek.” Merdivenleri teker teker çıkıyordu. “Neden benim karşımda duruyorsun? Yu Zao’nun askeri misin? O senin gibi şeytanlarla dost olmayacak biri. Neyin peşindesin?”
“Çünkü kötüsün.”
Şövalyenin dudakları titredi ve kahkahası çukuru doldurdu. “Yani bu mu? Bir şeytansın ve iyi adamı mı oynuyorsun?” Gülerken acı çekiyordu. “Ne yapacaksın? Yu Zao’ya koşup iyi biri oldum, beni affet mi diyeceksin? Bunu yapmak zorunda mısın gerçekten?”
Şövalyenin kılıcı yavaşça parlamaya başladı. Sözleri canını yakıyordu ama doğruluk payına sahipti. Yu iyi biri olmaya çalışıyor, günahlarını telafi etmek için çabalıyordu. Kraldan af dilemek zorunda olmasa da hedefi iyiliğe faydalı olmaktı.
“Benden başka kim yapabilir?” diye düşündü geriye doğru adımlar atarken. “Başka kim tüm bunları çekmeye ve herkese hayatını geri vermeye niyetlenebilir? Yalnızca bir kişi yapabilir.”
Beyaz giyimli kötü adam hâlâ acı çekiyordu, bunu ruhundan görebiliyordu. Takdir edilesiydi, etkileyiciydi. Ölümün ucunda olup da yaşamak için dövüşen bir adama hayranlık duymamak elde değildi ama onun hakkındaki düşüncelerini sonraya saklamalıydı. Büyü bozuluyor ve şövalyenin tekrar mana kullanabileceği an yaklaşıyordu.
“Sanırım burası sonun geldiğini anladığın yer,” dedi Yu. “Şiddetle teslim olmanı öneriyorum, sör.”
Yu çukurdan dışarı çıkarken şövalye bacaklarına vurmayı denememişti bile. Sadece birbirleriyle senkronize adımlarla yürümüşlerdi.
Aralarında başka bir konuşma geçmedi. Yu çukurdan çıktı ve şövalyenin de çıkmasına izin verdi. İzin vermesine rağmen ne kendisi çukurdan uzaklaşacaktı ne de onun kaçmasına müsaade edecekti.
Şövalye saldırıya geçti, strateji değiştirmiş gibi gözüküyordu. En başında neden o stratejiyi kullanıp savunmada kaldığını anlamak güçtü. Evet, yaralıydı ve kart yüzünden akıl almaz derecede geri düşmüştü ama hâlâ Yu’dan deneyimliydi. Sebebi rakibini olduğundan daha güçlü görüyor olması olmalıydı. Yu’nun namı kendisinden daha çok iş yapıyordu. Binlerce insanı katleden, şehri yok eden ve ejderhayı süren bir şeytandan çekinmemek elinde değildi.
Kılıçları çarpıştığı gibi yaklaştı ve omzunu şövalyeye vurdu. Hemen ardından döndü, dönerken başka bir darbe zırhına isabet etmiş ama çeliği aşamamıştı. Yu’nun kılıcı ise şövalyenin zırh giymeyi tercih etmemesinden kaynaklı olarak doğrudan etine gidiyordu.
Şövalye eğildi ve kılıç boşluğu keserken Yu’nun karnına kılıcının kabzasıyla vurdu. Yu geriledi, şövalye hamle yaptı, Yu savundu. Tekrar etti. Kılıçları ardı ardına çarpışırken ikisi de artık strateji yapmaya son vererek tek darbeyle bitirme denemelerine başlamıştı. En ufak hata her şeyin son bulması için yeterli olacaktı. İkisi de kusursuz olmak zorundaydı ve kusursuzluklarını sürdürmekte ısrarcı olan iki rakip de senkronize bir şov ortaya koyuyordu.
Ama kusursuzluğu aşmak için bir planı vardı. Ona açık vermek için tekrar etrafında döndü ve bilerek ıskaladı. Kılıcını göğsünün önüne çekerek kendini savunmaya almak yerine havaya kaldırdı ve kendini hedefe açık hâle getirdi.
Şövalyenin dudaklarında beliren anlık gülümseme Yu için ne kadar da tatmin ediciydi! Kılıcını, Yu’nun kılıcını geri indiremeyeceği bir hızla boğazına götürdü. Gerçekten de başka rakiplere karşı böyle olsa dövüşü kazandığını söyleyebilirdi.
Ama zayıflığına rağmen Yu normal bir rakip değildi. Sol elini boğazına çekti ve ayna kılıcı tuttu. Şövalye önce kılıcını itip Yu’nun boğazını delmeyi denese de karşılaştığı gücü aşmanın mümkün olmadığını anladığında geri çekmeyi denedi. Pek tabii ki bu da mümkün değildi zira Yu’nun sol eli bir insana karşı oldukça etkiliydi
Tuttuğu kılıcı kendine çekti ve siyah kılıcını şövalyenin göğsüne sapladı. “Bu yüzden zırh giymelisin.”
Dudaklarından kanlar süzülürken şaşkınlığı buz mavisi gözlerine yansıdı. Tekme attı, ayna kılıcı Yu’nun elinde kalırken şövalye çukura düştü. Merdivenlerden yuvarlandığını duyabiliyordu.
「Bu zafer seni tatmin etti mi?」
“Hayır.”
Zekâsı ile onu yenebilmiş olmak tatmin ediciydi ama geriye baktığında yaşamak istediği tatmini tadamamıştı. Belki de tadamaması daha iyiydi. Tatmin olmak için değil, kötülüğü durdurmak ve aydınlığı yaymak için dövüşmeliydi.
「Adil olmadığını düşünmek gibi şeyler yapmamalısın. Bunları düşünecek kadar şey olman sana gıcık kapmama yol açıyor.」
-------------------------
26.06.2023 – 05:45
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..