Cilt 5 - Bölüm 39: İterlik (1/2)

avatar
198 3

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 39: İterlik (1/2)


Hissettiği ilk depremi takiben bir deprem daha gelmiş, ağaçlardan bazılarını yere devirmişti. Yağmur depremin ardından gücünü arttırmış, orman kararmıştı. Rüzgâr yüzünü kamçılıyordu. Çocuğu indirip bir başına bırakırsa rüzgârın onu uçurup götürmesinden korkuyordu.

 

Hâlâ ne kadar koşması gerektiğini bilmiyordu. Yağmur bulutları yüzünden yıldızlar gözükmediği için onları pusula olarak da kullanamazdı. Yuzarsef’in evine ulaşmak için harita çıkaramıyor, sadece düz bir doğrultuda güneye iniyordu.

 

“Nereye kaçıyoruz?” diye sordu sırtında taşıdığı çocuk.

 

Cevap vermek için düşünmeye ayıracak enerjisi yoktu. Nereye kaçtığını açıklayamıyordu çünkü kendisi de bilmiyordu. Yuzarsef’in evine gidiyordu ama Yu’nun da dışarı çıkıp ona doğru geldiği kesindi. Onunla karşılaşabileceğine olan umudu attığı her adımda azalırken nereye gittiklerini çocuğa söyleyemiyordu.

 

“Güneye,” diye genel bir cevap vermek zorunda kaldı ve enerjisini beynine değil de bacaklarına vererek koşmayı sürdürdü. Ormandan dışarı çıkacak kadar çok koşarsa belki sığınacak bir ordu bulabilirdi ama bunun da bir şekilde olumsuz sonuçlanacağını hissediyordu.

 

“Kötü bir şeyler oluyor,” dedi çocuk. Sivina da karanlığı hissediyordu. Yine de manasını titreten kötücül doğanın karanlığına ve gökyüzünü kaplayan koyu bulutlara rağmen başını kaldırıp havaya baktığında kızıl renkli bir parlaklığı seçebiliyordu. Uzakta bir yerde yangın çıkmış olmalıydı.

 

Durdu. Çocuğu tekrar indirip arkasına aldı ve kılıcını çekip savaşmaya hazırlandı. Yanında iki kart kalmıştı. Saf Artikuler Askeri bir savaş kartıydı ve dik bir yamacın üstünde durup arp çalarak denizi izleyen mavi tenli elf kızı bir sihir kartıydı. İkisini de güçlü bir canavara karşı kullanmak istediği için gelen ufak tefek canavarlara karşı kendi gücüyle karşı koyacaktı.

 

İlk gözüken canavar alışık olduğu türdendi. Uzun bir yılan, kahverengi pullarıyla ağaçların arasında kamufle olmuştu fakat Sivina’nın keskin gözleri için görünmez değildi. Onun ardından gelenler de alışkın olduğu başka canavarlardı. Goblinler. Yılanın ve goblinlerin nasıl bir arada çalıştıklarına kafası basmasa da bir şekilde kontrol altına girmiş gibi gözüküyordu. Goblinlerin sayısı otuzu geçikti. Onları öldürmekte sorun yaşamayacağını düşünse de hepsini tek seferde alamazdı.

 

Kullanmak istemese de “Saf Artikuler Askeri,” dedi sakince. “Çocuğu koru.”

 

Kartın içinden çıkan ışık hemen önünde kendi boyundan daha büyük bir kalkan tutan kıllarla kaplı bir cüce arattı. Canlı olmayan bir canavara duyduğu güven zayıf olsa da çocuğu emanet edebileceği başka bir şey yoktu ve hem onu koruyup hem de goblinler ve yılanla dövüşmeyi başaramazdı.

 

“Mananı kullanmayı öğrendin mi?” diye sordu goblinlerin sayısı artarken. “Sadece çok zor durumda kaldığında bunu kullan.”

 

Çocuğun cevabını beklemeden kullanımın ardından hayatı söz konusu olacağı için kendi ellerinde pek de bir işe yaramayacak asasını verdi. Sıradan bir insan yavrusu değil de elf olduğu için soyunun ona yardımcı olacağına ve sayı kullanmasını sağlayacağını umuyordu.

 

Goblinlerin sayısı onun için bile zorlayıcı bir aşamaya ulaştığında ikinci kartı da kullanmayı düşündü ama bu olmadan önce yılanın başı ileri atıldı. Sivina havaya zıpladığında yılan cüce askerin kalkanına çarparak geri sekti.

 

Goblinler yere inmesini beklemeden hızlıca tepki verdi, taşları ve taştan baltalarını havadaki Sivina’ya fırlattılar. Taşlar zırhına çarpıp sekerken tepesindeki ağacın dalına tutundu, gelen baltayı ayaklarının arasında yakaladı ve dalın üstünde dönerek baltayı atan gobline geri fırlattı. Goblinin başı baltasıyla yarılırken Sivina cücenin kalkanından seken yılanın önüne indi ve diğer goblinler üstüne atlarken yılanın göğsünü kesip cücelerden tekrar kaçabilmek için yine bir ağacın üstüne zıpladı.

 

Goblinler çocuğa da saldırıyordu ama cüce yıldırım hızıyla hareket ediyor, devasa kalkanıyla her açıdan gelen saldırıyı savunuyordu. Üstelik kalkanına çarpan goblinlerin yaşadığı sarsıntı, bir süre tekrar saldırmalarını da engelliyordu.

 

Cüce asker göründüğünden daha çevikken goblinler göründükleri kadar çevik değildi. Sayı üstünlüğü saf savaş gücünü bastırsa da hızını kullanarak bir avcı gibi onları teker teker indirecekti. Ağaçtan aşağı atladı, ölmeyen yılan üstüne saldırırken yuvarlanarak kaçtı ve birkaç goblini daha kesip yine bir ağacın üstüne sıçradı.

 

Yılan bu sefer daha hızlı davrandı fakat başıyla saldırmak yerine dikelip ağzını açtı, dişleri kol kadar büyüktü ve uçlarındaki deliklerden tenine temas ettiği takdirde vücudunu yakıp onu felç edecek zehrini püskürtüyordu.

 

Zehir ağaca doğru gelirken yolda üstüne aktığı goblinlerin yüzlerine damlayıp onları yere yığmıştı. Sivina kaçmak için ağaçtan atlayıp başka ağaca geçti, oradan da tekrar yere atladı ve hem üstüne fışkırtılan zehirden hem de atılan taş ve sopalardan kaçarken önüne gelen goblinleri kesti. Onlara üstüne atlama fırsatı vermek istemediği için sürekli zikzak hareketini sürdürüyordu.

 

Ağacın üstündeyken atılan büyükçe bir taştan kaçmayı başaramadı, taş omzuna isabet etti ve onu düşürdü. Yırtıcı sırtlanlar gibi gülen goblinler fırsatı kaçırmadan üstüne atladığında dönmeye başladı. Başka bir goblinin ayağına çarpana dek döndü ve çarptığı goblini devirerek üstüne çıktı. Ayağa kalktığı gibi devirdiği goblini bacağından yakalayıp en fazla taşıdığı elf çocuğuyla aynı kiloda olan yaratığı onu takip edenlerin üstüne fırlattı.

 

Hırçın sesiyle yılan daha fazla zehir fışkırtarak üstüne geliyordu. Zehrin bir kısmı vücuduna denk geldi ama zırhını aşamadı. Mevcut durumda yılanın zehrinden daha tehlikeli olan şey etrafta sıçrayacak ağaç kalmamasıydı. Yılan da ormanın içindeki boşluktan faydalanarak Sivina’nın kaçamayacağını hesaplamış ve tek hamlede başını ağzının içine almak için saldırmıştı.

 

Çözüm yılana yem olacağını bile bile aptalca üstüne atlayan goblindeydi. Ona kıyasla çevik olması sayesinde kolayca pençelerinden kurtuldu ve topa vurur gibi hayvanın karnına vurarak çirkin yaratığı yılanın ağzına fırlattı.

 

Yılan çenesine isabet eden goblinle hedefinden şaşarak Sivina’nın üstüne gelmektense başını teğet geçerek arkasına düştü. Sivina kılıcını kaldırıp yılanın çenesine sapladı ve hayvan tıslarken boğazına dek yardı. Üstüne zıplayan her goblinden kaçarak önce ağaçlara çıktı, sonra da kalkanıyla çocuğu koruyan cücenin yanına indi.

 

“Sayıları azalmış gibi gözükmüyor!” Çocuğun sesi titredi. “Öldürmelisin onları! Şeytan geliyor!”

 

Gittikçe uğursuzlaşan havayı göğsünde hissettiği için şeytanın kim olduğunu sormadan goblinleri öldürmeye odaklanacaktı fakat şimdiye dek yılanı öldürmek dışında ilerleme kaydetmemiş gibiydi. Biraz önceki durumlarına kıyasla daha az sayıda goblinle karşı karşıya olduğunu zannetmiyordu. Sayıları aynı, belki de biraz daha fazlaydı.

 

Goblinleri öldürürken kendini bir avcı gibi hissediyordu ama aslında o da çocuk da birer avdı ve ölü olması gereken avcıları yaklaşırken goblinlerle vakit harcıyorlardı. Zamana karşı girdiği yarış göğsünü sıkıştırdı.

 

“Tüm goblinleri öldürmemiz gerektiğini söylerken Yu haklıymış.”

 

Üstüne atlayanlardan zıplayarak kaçmayı sürdürüp yere indiği zamanlarda da kılıcını birkaç kez sallayarak çevresindeki goblinleri kesiyordu. Çelimsiz yapıları ve dayanıksız olmaları sayesinde mücadeleye girdiğinde onları tek hamlede öldürmesi kolaydı. Zor olan statükoyu korumak ve goblinleri aynı şekilde öldürmeye devam etmekti. Sayılarının bir türlü azalmıyor gibi gözükmesi yüzünden yaptığı işin boşa gittiği hissine kapılması da onu geri düşürüyordu. Çocuktan çok fazla uzaklaşamadığı için de zıpladığı ağaçlar hep aynıydı ve artık goblinler tarafından tutulmaya başlanmıştı. Durum sürekli onun aleyhine işliyordu. Biraz destek iyi olabilirdi ama kalan son kartı kullanırsa kurt adam geri geldiğinde kullanacak hiçbir kozu kalmazdı.

 

“Kurt adam goblinlere saldırır mı?” Yere indiğinde etrafında döndü ve birkaç goblinin yüzünü aynı anda yardı. “Goblin ve kurt adamların ortak çalıştığı ile ilgili bir şeyi daha önce duymamıştım ama ya o kurt adam goblinleri yaratan şeytansa? Ya da yılan da kurt adam da goblinler de aynı şeytanın emri altındaysa?”

 

Bazıları insana benziyordu, bazıları tamamen canavardı ama kurt adam hem insana hem de canavara benziyordu. Sadece şekline bakarak şeytan olup olmadığına karar veremiyordu.

 

“Abla!”

 

Yağmur yüzünü döverken orman ışıldıyordu. Başını kaldırdığında dövüştüğü yerin çok ötesinde göğe yükselen kızıl ışıklar daha fark edilir olmuştu ve bir başka ışık çocuğu emanet ettiği cücenin kalkanından yayılıyordu. Dövüşün başından beri üzerine gelen tüm saldırıları emmiş ve kendi gücüne dönüştürmüştü.

 

Cücenin arkasına zıpladı ve kalkanındaki enerji manaya dövüşüp çeliğin üstünden taşarken çocuğu başından tutup kendine dayadı. Goblinler tehlikeyi fark etmiş ve saldırmaya ara vermişti fakat geri çekilmeye de tereddüt ettiklerinden patlama yaşandığında cücenin büyüsünün yarattığı gazaptan kaçmak için geç kalmışlardı.

 

Patlama yelpaze şeklinde büyüdü, mavi havai fişekler hemen önünde ardı ardına göğe yükseldi ve yaz festivallerinde görebileceği mükemmel bir manzara, yağmurun ele geçirdiği göğe yükseldi. Yukarıdan düşen yağmur damlaları mananın ışığını büküyor ve çıkış noktasından farklı renklere sokuyordu.

 

Kıstığı gözlerini ışığın azalmasıyla açtı. Patlamanın yaşandığı yelpaze çapında ağaçlar ve hatta yılan ile goblinlerin cesetleri bile buharlaşmıştı. Yerde kalan kökler, dal parçaları ve kuru yapraklar mavi renkle yanıyor, yağmurdan etkilenmiyordu. Az önce ağaçtan ağaca zıpladığı alan şimdi boş bir meydandı ve bir müddet aynı şekilde devam ediyordu.

 

Arkasında durdukları cücenin vücudu dağılmaya başladı. Az önce kalkanından yayılan gibi mavi renkli manaya dövüşerek havaya karıştı ve gözlerinin önünde kayboldu. Kart görevini tamamlayarak çocuğu korumuştu.

 

“Kazandık mı?” diye sordu çocuk.

 

“Hayır,” dedi Sivina. “Genelde böyle soruların ardından çoğunlukla bizim aleyhimize beklenmedik bir gelişme yaşanır. O yüzden çabuk ol ve-”

 

Kurdun uluması çocuğu sırtına almasına engel oldu. Mavi alevlerin yarattığı gölgelerden dumanlı cisimler yükseldi ve toprağın üstünden yenilmesi gereken yeni düşmanlar belirdi. Ayaklarının olması gereken kazıklara benziyordu, ellerinin olması gereken yer de aynı şekildeydi ve başları da el ve ayakları gibiydi. Vücutlarında renk yoktu, gözleri ya da ağızları bulunmuyordu. Yalnızca gölgelerdi.

 

Çekirdeği yeni düşmanların karanlığınca sarıldığında kendi manasını hissetmek bile güç hâle gelmişti. Yine de kurdun yaydığı kötülüğü hissetmesine engel değildi. Hırıltısı toprağı bile huzursuz etmiş olmalıydı ki yer tekrar sallandı ve günün üçüncü depremi gerçekleşti. İlk üçünden daha uzun sürmüş, hem çocuk hem de kendisi yere düşmüştü.

 

“Dur!”

 

Çocuk elinin altından kaçtı, onun tek başına ormana koşacağından endişe etse de yaptığı şey başkaydı; verdiği asayı alıp arkalarında kalan ağaçların arasında sinsice yürüyen gölgeden tüylü şeytanın üstüne doğrulttu ve asanın ucundan çıkan kırmızı alevler ağaçları kül ederek canavarın üstüne uçtu.

 

Başarılı olsaydı gurur duyardı, başarısız olduğu için annesine sövmüştü. Kurt adamın çevikliği, bayılan çocuğun büyüsünden daha üstündü ve Sivina şimdi elinin altında bilinçsiz kalmış bir çocukla baş başa bırakılmıştı.

 

Çareyi son kartı kullanmakta görüyordu ama gölgeler üzerlerine atıldığında ondan önce davranan biri vardı!

 

Gölgeler zırhının içindeki Sivina için kavurucu bir ışık dalgasıyla çıktıkları toprağa geri döndü. Dalganın kütlesi çocuğun üstüne kapanıp korumaya çalışan Sivina’yı da yerinden söktü ve birkaç ağaçla birlikte havaya fırlattı. Çocuğun zarar görmemesi için kendini alta almış ve sırtının üstüne düştüğünde vücudu tepeden tırnağa incinmişti.

 

Sızlarken kurdun hırıltısını duydu, toprağın havalandığını hissetti fakat az önceki ışık dalgasıyla alev alan ağaçlardan vuran ışık büyük bir kaya parçasıyla gölgelendi.

 

“Ne yapıyorsunuz!” diye bağırdı yaşlı bir adam. “Çocuğa zarar verdiniz! Caetus! Caetus!”

 

Koşuyor ve soluyordu. Kucağındaki çocuk kırmızı ve siyaha bürünmüş iri yarı bir adam tarafından alınmaya çalıştığında kirli görüntüsünden ötürü onun da bir düşman olduğunu düşünüp savaşmak üzereydi ki tanıdığı sesler ve adamın az önce dedikleri onun düşman değil de dost olduğunu anlamasını sağladı.

 

“Sivina!” ve “Abla!” diyerek sahneye girdi Meryu ve Bacıyakalayan.

 

Onları duyduğunda kucağındaki çocuğu bıraktı ve gözlerini rahatlamanın etkisiyle kapadı. Yu’yu bulamayacağını ve birbirlerini teğet geçerek ormanın bambaşka yerlerine yürüyecekleri korkusuna kapılmıştı ama kocası nasıl olduysa bugün de bir mucize yaratabilmişti.

 

“Yu,” diye seslendi ayağa kalkarken. “İyi misin? H-hayır!” Kurt adamın hâlâ burada oluşu aklına geldiğinde rahatlamanın etkisiyle dinlendirdiği vücudu atağa kalktı ve ayağa fırladı. “Kaçmalıyız!”

 

“Kaçacağımı zannetmiyorum,” dedi kocasına ait olmayan ses. “Ve aradığınız Yu olmadığımı söylemek zorundayım ama iyiyim, teşekkür ederim.”

-------------------------

28.06.2023 – 18:22






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr