Rüzgâr kulaklarında uğuldadı. Sönen alevlerin üstünden tüten
dumanlar kuvvetini hiç azaltmamış yağmur tarafından dağıtılırken gök birkaç
sefer kükredi. Hava soğuktu ama verecek cevap bulamamak, Sivina’nın hışmıyla karşılaşmak
kanını soğuktan da çok donduruyordu.
“Yu nerede?” diye tekrar etti gümüş saçlı kadın.
Onların Yu’sundan çok daha iyi olan Yu yanlarına geldi. Meryu gözlerini kaldıramıyordu, başını eğip ellerini karnının üstünde birleştirdi. İkisinin de yüzünden çamur akıyordu.
“Başka bir savaşçı ile mücadele etmek için arkada kaldı,” dedi Yu Zao. “Bize sana ulaşmamızı söyledi. Bir kadının bir adamdan önce geleceğini düşündüm.”
Meryu’nun Sivina’ya bakamadığı gibi Sivina da Yu Zao’ya bakmaya cesaret edemiyordu. Arkasını dönüp ormanın onlara uzak noktasında yükselen alevlere baktı. Çıktıkları zindan alevlerin olduğu taraftaydı. Onun hakkında gittiği her yere felaket götürdüğü söylendiği için ormandaki alevlerden sorumlu çıkması şaşırtmazdı.
“Sivina, o adamın öleceğini zannetmiyorum.”
Bacıyakalayan kralın elinden ayrıldı. Sivina ve Meryu’nun arasında sabit duruyordu. Kılıç alevlere doğru yürüyen Sivina’yı takip ederken cadı da yaşlı adamı iyileştiriyordu. Sivina yanından geçerken elini yakaladı.
“Kimin peşinden gitmek istediğini bilmiyorum ama iyi bir fikir değil,” dedi soğukkanlılıkla. “İleriyi alev almış, kim bilir nasıl bir canavar meydana çıktı. Oradaysa bile çoktan ölmüştür. Ölmediyse de buraya geliyordur. Aslında yaşamayı hak edip etmediğini burada bekleyerek-”
“Hayır!” Cadının sert felsefesinden kaçtı. “Meryu! Ne taraftan geldiniz?”
Ne Yu Zao ne de cadı Sivina’yı durduramazdı. Salderough’ta yaptığı gibi kocasına koşacak ve başkasından medet ummadan kurtaracaktı. Sadık bir kadındı ve Meryu bile kız hâliyle Yu’yu kıskanmıştı.
“O-” kekeledi ve ormanın ilerisinden yükselen alevleri gösterdi. “O taraftan…”
“Cadı,” dedi Yu Zao. “Burayı sana emanet edebilir miyim? Onunla gitmem gerektiğini düşünüyorum.”
“Ben de geleceğim!” Meryu, Yu Zao ve Sivina’nın arasına atladı. “Yu abi benim de abim sayılır, arkada bıraktığım için üzüldüm şimdi. Zaten ölecek birine benzemiyordu. Yaralıdır şimdi, yerde acizce uzanmış bizim gelmemizi bekliyordur. Yu Zao onu iyileştirebilir!”
Yu Zao onu kollarının altından tutup Eliande’nin yanına koydu. “Bizi yavaşlatırsın. Cadının yanında kalıp ona yardım etmen daha iyi ol-”
Göğün öfkeli kükreyişiyle yer aydınlandı ve gölgeler gözlerinin önünden geçip çocuğa doğru uçtu. Yu Zao’nun sıçrayışı toprağı içine göçertti, çocuğu yattığı yerden alıp vaşağın üstünden atladı.
Kurt adam daha hayvansıydı, gölgeleri siyah alevlerle yanıyordu. Ağzını çocuğun yattığı yere sokmuştu, Yu Zao erken davranmamış olsaydı çocuğun bir parçası dişlerinin arasında olacaktı.
“Çocuk…”
Donor sayıklarken Eliande’nin avucundan çıkan ışıktan mızraklar kurt adamın üstüne uçtu fakat hiçbiri isabet etmeyi başaramadı. Yaratık gölgeye dönüşerek hepsinden kaçtı ve Eliande’nin arkasına geçti. Sivina kılıcını gölgeye savursa da etini kesmek yerine içinden geçti ve yediği tokatla yere devrildi.
“Teyze!”
Eliande’nin kanı üstüne yığıldığı Donor’a bulaşıyordu. Kurt adamın pençesi kadının sırtına gelmişti. Yaşlı cadı parmaklarını sıkıp ayağa kalkmayı deniyordu ama acıya dayanamadığı için kalkmayı başaramıyor, Donor’un üstünden ayrılamıyordu.
Yere devrilen Sivina sonraki hedefti ama Eliande’ye ne olduğunu gördüğünden hazırlanmak için zamanı olmuştu. Kurt adam gölgeye dönüşüp arkasında belirdi, Sivina da aynı süre içinde dönüp kılıcıyla parçalanmak üzere olan yüzünü savundu. Kılıcı gölgenin etine girmeden hemen önce katı form alacağını bildiğinden yüzüne olabildiğince yakın tutmuştu. Kurt adam tüm kuvvetiyle bastırsa kendi kılıcı tarafından kesilebilirdi.
Buna müsaade etmemek için Yu Zao yerden kopardığı kayayı kurt adamın üstüne fırlattı. Toprak gölgeyi dağıtıp geçti, gölge ise kurt adam formunu hemen geri kazandı. Yeniden saldırdı ve Sivina her saldırıyı kılıcıyla karşılayamayarak kaçmak zorunda kaldı.
Çocuk, Yu Zao’nun kucağındaydı, Meryu cadının yanına geçti ve yaşlı kadın kendini iyileştirirken kan kaybetmemesi için tampon yaptı. Kurt adam ise çocuğa, dolaylı olarak Yu Zao’ya saldırdı. Yu Zao da gölgenin doğasını anladığından savunmaya çalışmak yerine kaçmayı tercih ediyordu. Aslında buna zorunluluk demek daha uygundu çünkü kucağında çocuk varken kurdun her hamlesini savunabilecek değildi.
“Mananı bana ver!”
Bacıyakalayan, Yu Zao’nun manasını çekti ve kurt adama doğru yatay bir hortum gönderdi. Hortum gölgeleri dağıtıp yeri yardı, çarptığı ağaçları parçalayıp gökyüzüne fırlattı lakin gölgeler tekrar birleşip harcanan mananın boşa gittiğini gösterdi.
Kurt adam gölgeye dönüşüp yere girdi ve toprağın üstünde yılan gibi ilerleyerek Yu Zao’nun altından çıktı. Yu Zao saldırıyı savuşturup kesmek için çabalasa da kılıç gölgenin içinden geçiyordu.
“Meryu, kartlarını kullandın mı?”
“Hah? Ha! Hayır!” Varlıklarını bile unutmuştu! “Hangisini kullanmalıyım? Bu olur mu? Bu? Ya bu?”
Sırayla tüm kartları okudu, hepsi kullanışlı gözüküyordu ama hiçbiri yaratık ile savaşmaya Sivina ve Yu Zao’nun yaptığından daha fazla yardımcı olamazdı.
“Buldum galiba! Bunu kullanacağım,” dedi cadıyı iyileştireceğini düşündüğü kart için. “Yeniden-”
İterlik’in kırmızı gözleri karta döndü, Sivina yüzünden kartlara alışıktı. Yu Zao ile dövüşmeyi bırakarak tekrar gölge oldu. Meryu’nun kartı tutan eli havadaydı.
Eli uçarken ve kan havada yay çizerken elini kaybettiğini anlamamıştı bile. O el kimindi? Canı neden yanıyordu? Çığlık atarken cadıdan çıkan sessiz ses kurt adamın gölgeden göğsünü deldi.
“Aral’c…”
“AAAUUU!”
Meryu ve gölgenin feryadı birbirine karıştı. Sivina tepki vermekte gecikmeden yanında bitti ve Yu Zao ışık yüzünden uzaklaşmış kurt adamla aralarına girdiğinde kızın kesilmiş elinden kanın akmasına engel olmak için kıyafetinden kopardığı parçayla bileğini sıktı.
“KAAART!” diye çığlık attı.
Sivina kızın kopmuş elinin üstünde duran kartı aldı. Üstünde yazanı okuduktan sonra kopan eli aldı ve bileğinin üstüne getirdi.
“Yeniden Diriliş.”
Meryu’nun beklediği gibi çalışan kart kaybolurken kopan el tekrar bilekle birleşti ama acı dinmemişti. Şok da öyle. Gözleri yaşardığı için göremiyordu.
“İyisin, iyisin,” dedi Sivina. “Sorun kalmadı, şimdi kalkıp onu-”
Kendine hâkim olamayarak ağlamaya başladığında Sivina’ya yapacak bir şey bırakmamıştı. Yu Zao “Kız iyi mi?” diye sordu. “Cadı ve çocuk?” diye ekledi. Bacıyakalayan ile birlikte iterlik adlı yaratığın önünde duruyordu. Yaratık iki ayağının üstündeydi, gölgeleri siyah alevlerdi ve gözleri ölümün kırmızı tonuyla yanıyordu. Vücudu daha iriydi, daha ürkütücüydü. Ağzından akan salyalar yere düştüğünde toprağı zehirliyordu.
Sivina yanıtladı. “Çocuk yaşıyor, Meryu ağlıyor ve cadı… İyi, sanırım.”
İterlik kendi kanını kullanıp avuçlarının içinde iki kılıç yarattı. Kılıçlar önce kan rengiydi, sonra gölgeye dönüşüp karardı ve yanmaya başladı. Kimi zaman kırmızı yanıyordu, kimi zaman siyah. Onlara temas edebileceklerinden bile emin değildi.
“Ateşi sevmediği söylenmişti,” dedi Sivina. “Kılıç perini çağıramaz mısın? Belki onun gücüyle yenmek mümkün olur.”
“Belki,” dedi Yu Zao. “Ama son ana dek çağırmak istemiyorum. Tek görevim burada değil, ordumun ona ihtiyacı var. Başlarından ayrılırsa benim öldüğümü düşünebilirler ve kısa süre içinde davamızın bu düşünceyle felakete uğrayacağı açıktır.”
İterlik saldırdı. Yu Zao iki kılıçtan da kaçarken Sivina gölgeyi kesemeyeceğini bilerek arkadan saldırmayı denedi ama kurt adamın hızlı refleksleri yüzünden gölgeyle bile karşılaşamadan boşlukla yüzleşti. Bir de karşı saldırıya uğramıştı ki başladığı konumdan da daha kötü bir konuma gerilemesi gerekti.
“Çocuk…” diye inledi biri. “Sadece çocuğun öldürmesi için çağrıldı. Ay’ın kurbanı. Luna de Magia.”
Donor’du. O da uyanmıştı ama yaşlı adamın ayağa kalkacak mecali yoktu. Yine de eliyle çocuğa ulaşmaya çalışıyordu. Maalesef tutmaya çalıştığı çocuk baygın durumdaydı ve kendisine koşamazdı.
“Çocuk uyanana dek onu oyalamamız mı gerekiyor?” diye sordu Yu Zao. “Öyleyse siz onu uyandırmayı deneyin.”
Meryu’nun gözyaşları daha kurumamıştı ki çocuğu tekrar kucağında buldu. Nasıl uyandıracağını bilmiyordu. Zaten telaşa kapıldığı için daha fazla ağlamaya başlamıştı ve çocuk ağlamasının sesine uyanmıyorsa yapacak başka şeyi de yoktu.
Yu Zao’dan terler dökülüyordu. Kurt adamın her saldırısı onu kılıç perisini çağırmaya daha da itiyordu fakat onlar için hayati bir mevzu olan mevcut an, Yu Zao için çok daha hayati bir başka mevzunun yanında önemsiz kaldığından bunu sorumsuzca yapamıyordu. Herkesin elleri de kolları da bağlıydı.
Kral kurt adamın başka saldırılarını da karşıladıktan sonra iterlik zemindeki karanlığa karıştı ve ağaçların arasına doğru kaçarak gözden kayboldu.
“Varlığını hissedebiliyorum,” dedi Yu Zao. Sivina ile sırt sırta vermişlerdi. “Dikkatli ol, çıktığında çocuğu hedef alacak.”
“Biliyorum.”
Şimşekler yağmur bulutlarının arasında çaktı, yıldırımlar yeryüzüne düştü, yağmur yüzlerini dövdü ve rüzgâr kamçıladı. Doğanın gürültülü sessizliği odaklanmalarını zorlaştırıyor mu yoksa kolaylaştırıyor mu belirsizdi. Artık gölgeler yoktu, her yer karanlıktı.
Çocuğun da olduğu Meryu, Eliande ve Donor’un yanına yaklaştılar. Yaratığın nereden geleceğini kimse kestiremiyordu. Yerin altından çıkacağı korkusu Meryu’nun içini kaplarken tam tersi yaşandı.
“Geldi!”
Gökyüzünde beliren karanlık o kadar büyüktü, hayır; o kadar yakındı ki gece bile yanında sabah kadar parlak kalırdı! Doğrudan birbirine yaklaşan grubun üstüne düşüyordu. Sivina ve Yu Zao kaçılsa Meryu ve çocuğun ölümü kesindi.
~IŞIK!~
Daha önce defalarca kez yarıldığı gibi karanlık bir kez daha yarıldı. Bu sefer bir büyü tarafından değildi bu, bir kılıçtı yaran. Meryu’nun daha önce bir başkasının elinde gördüğü kılıç, şeytani gölgeyi yardı ve parçalara ayırarak yağmur gibi etrafa saçtı. Ayna kılıcı üzerlerinden geçip yere saplandığında bile ışığı yaymaya devam ediyordu. Tamamen ışıktan dövülmüş, çeliği karanlığı yok etmek için işlenmişti.
Sivina da ağladı. “Yu!”
Yu Zao kendisine seslenildiğini düşünse de seslenilen kişi o değildi. Bir başka Yu, onlara ait olan Yu ormanın açıklık tarafından koşuyordu. Kılıcı fırlatan da oydu ve bir elinde hâlâ bırakmadığı şeytani kılıcını taşıyordu.
Yarı çıplaktı, zırhı üstünde yoktu, kan ve çamurla kaplanmıştı. Sol kolunu sarmış olsa da belden yukarısı tamamen açıktaydı ama o kadar kirliydi ki kasları bile belli olmuyordu.
Sivina kocasına koşmak istedi ama Yu çoktan onun yanına varmış, karısına istediği kucaklamayı vermeden gölgelerin içinden yükselen kurt adama saldırmıştı. Onun savurduğu siyah kılıç gölgenin içinden geçmemişti, eti keser gibi kesmiş, gölgeleri dağıtıp yok etmişti. Kurt adam gölgelerden yapılmış olsa bile Yu’nun savurduğu kılıç daha karanlıktı, daha şeytaniydi, daha ölümcüldü.
Düşmanı da bunun farkına hemen vardı, tekrar gölgeye dönüşüp kayboldu ama bu yalnızca Meryu ve diğerlerinin gözleri için geçerliydi. Yu önce yeri takip edip onu kovaladı, sonra havayı takip etti ve yol boyunca ilerlerken yere saplanmış beyaz kılıcını da geri aldı. İki elinde birbirinden farklı iki kılıç vardı.
Biri lanetli sol kolundaki beyaz kılıç, diğeri de insan kalmış kolundaki lanetli siyah kılıçtı. Birbirlerini tamamlıyorlardı.
Yu Zao şaşırdı. “Onu görüyor mu?”
“Evet,” dedi Sivina. “Ama!”
İterlik karanlığın içinden geri fırladı, kanından yaptığı iki kılıcıyla birlikte Yu’ya saldırdı ve Yu kendi kılıçlarıyla karşıladı. Onların çeliklerinden çıkan sesler başkaydı, hiç bilmediği bir dilin şarkısıydı.
Yu da hiç bilmediği bir dünyanın adamıydı. Nereden geldiği ile alakalı değildi bu, karşılarındaki Yu onun ya da bir başkasının şimdiye dek tanıdığı adam değildi. Bu gece Yu Valarfin bir dansçıydı.
Ve bu bir dans gösterisiydi.
Gösterinin yıldızları Yu ve ölüm idi.
Vuruyor, savunuyor, kaçıyor, dönüyor, zıplıyor, vuruyor ve tekrar ediyorlardı.
Her hareket o kadar ramak kala gerçekleşiyordu ki böyle bir mükemmelliğe ulaşmak sıradan insanlar için söz konusu olamazdı.
“Ama- ama yine de o Yu!” diye çığlık attı Sivina. “Yardım etmeliyiz, tek başına yapamaz!”
Haklı gözüküyordu, Meryu da tek başına yapamayacağını düşünüyordu ama Sivina’yı tutup ileri gitmesine engel olan Yu Zao’nun düşünceleri farklıydı.
“Susmalısın,” dedi sertçe. “Sus ve izle, güzel bir gösteri sunuyor. Bir adamın yapması gerekeni yapıyor.”
“Ama!”
“Saygı duy,” diye tekrar etti kral.
Şeytan tekrar karanlığa karıştı.
Tabii boşunaydı,
Yu’nun parlayan gözlerinden kaçış imkânsızdı.
Her şeyi görüyor, her hamleyi seziyor ve doğru zamanda doğru hareket ile müdahale ediyordu.
Kurt adam karanlığa karışıp hain saldırılar ile onu şaşırtmaya uğraşsa da Yu her birini görüyordu.
Kaçış ya da hile yoktu.
Dövüşmeye zorluyordu.
Sivina’nın ve diğerlerinin endişesi de buydu. Yu sadece yetenekliydi ama hepsi buydu. Sadece ona karşılık verebildiği için kimsenin yenemediği bir düşmanı yeneceğine inanamıyorlardı.
“Luna de Magia,” diye fısıldadı birisi.
Gök gürledi.
Luna de Magia.
Gök kükredi.
Ay’ın Çocuğu.
Yağmur onları dövmeye devam ederken bulutlar gökyüzünden çekildi ve ay üzerlerinde parladı.
Gecenin annesi ayaklarını sarkıttığı hilalden aşağı bakıp yeni oğlunu izlemek istiyordu.
Kurt adamın kılıçlarının ikisinden de yerde kayarak kaçındı.
Kurt adam zıpladı ama Yu’nun kılıçları uzundu, kurtulamadı.
Bacakları kesildi ama bu sefer gölge dağılmak yerine Yu’nun siyah kılıcının içine çekildi. İterlik dehşete düştü, yüzü yavru köpeklerinki gibi kasıldı ve yere devrilerek karanlığın içine süründü. Yu vurmak için hamleler yaparken sürünerek kaçtı, gölgeye dönüştü ve uzaklaştı.
Ama gölgelerin ondan kaçması imkânsızdı.
Düşmanı kovaladı.
Saklandığı yerde yakaladı.
Önce aydınlık kılıcıyla kurt adamın üstüne vurdu, acı çektiği kesindi ama işini bitirmek için yeterli değildi. Yakaladığı yerde siyah kılıcıyla gölgeye vurdu. Beyaz kılıcın aksine siyah kılıçtan daha çok korkuyordu. Acı çekerek saklandığı gölgeden fırladı ve Yu’ya saldırdı. Yu geri çekildi, ilerledi.
İterlik, şeytan, kurt adam kaçmayı başaramayacağını anladığında kendi kılıçlarıyla amansız bir saldırıya girişti. Yu saldırıları savunup karşı saldırıya geçti, kılıçlarını kurdun üstüne bastırdı, kurt kendini sırt üstü yere bıraktı ve tek ayağını Yu’nun karnına bastırarak onu geri fırlattı.
“Yardım edeceğim!”
Yu ağaca çarpıp yere düşerken Sivina hemen fırladı ama Yu Zao onu yakaladığında ayakları yerden kesildi. Bacıyakalayan da Sivina’nın önüne geçti. Şahsi olarak Yu’yu sevmese de şu anda dövüşün sonucu her ne olacak olursa olsun saygı duymaları gerekiyordu. Bugün ya doğacaktı ya da ölecekti.
Ama:
“Kendi yapacak.”
“Bırak.”
Konuşma sırası cadıya geldiğinde o da aynı niyeti belli etmişti. Yaşlı Lunaryenist ise ağlamaktan ve aynı kelimeleri sayıklamaktan doğru düzgün konuşamıyordu. Hatta gözlerini kaplayan yaşlar yüzünden bir şey görebildiğini de zannetmiyordu. Meryu ise ağladığını bile unutmuştu.
Yu kalktı ve başına isabet etmesi umuduyla üstüne koşan kurt adama beyaz kılıcnıı fırlattı. Kurt adam bu sefer sıyrılmayı başardı ama siyah kılıç hâlâ Yu’nun elindeydi ve kurt adamın işini bitirecek olan da oydu. Kurt adam kılıcı Yu’dan alabilmek için ayrı ayrı indirdiği kılıçlarıyla seri ataklara girişti.
Gökyüzünde yıldırımlar çaktı,
Yeryüzünde kılıçlar çarpıştı.
Kılıcını kurdun kılıcının üstüne getirdi,
Döndürdü ve bileğini kesti.
Kurt adam tekrar ağzını açtığında ulumak yerine siyah alevlerini püskürttü.
Başını eğdi, alevler üstünden geçip giderken kurt adamın diğer kılıcı da ona savruldu.
Siyah kılıç ise bedeninin önünde, sahibini korumak için orada duruyordu.
Ve kurt adamın gölgesini emiyordu, her çarpışmada ondan biraz daha çalıyordu.
Kaçma fikrini ilk değerlendiren iterlik oldu. Yu’dan uzaklaştı, kütlesi küçülürken elinin yerine yeni bir el oluşturdu. İlk başta onlar gibi Yu da hasar veremiyor gibi gözükmüştü ama onun kesişleri şeytanın kütlesini çalıyordu. Böyle devam ederse onu yiyip bitirecekti.
İkisinin de elinde tek kılıç kalmıştı.
Kurt adam kendi kılıcına daha fazla kütle aktardı.
Kılıç büyüdü, büyüdü ve Yu’nun boyundan uzun bir ölüm makinesine dönüştü.
Tekrar çarpıştılar.
Eklemler çatırdadı ama Yu’ya ait değildi. Cadı ve ay şövalyesi dövüşü izlemek için ayağa kalkmıştı. İkisi de Yu Zao’ya tutunuyordu. Meryu da bu şahesere daha yakından bakmak zorunda hissederek gümüş saçlı şövalyeye sokuldu.
“Nasıl olabilir?” diye sayıkladı Donor. Gözyaşları akıyordu. “Nasıl? Nasıl? Nasıl? Sadece çocuğun yapabilmesi gerekiyordu!”
Yu ve şeytanın kılıçlarının çarpışma hızı arttıkça izleyicilerin kalpleri de hızlanıyordu. Nefes almak bile mücadelenin karşısında zordu. Gözlerini ayırmaya cesaret edebilecek kimse yoktu.
Kahverengi saçlı adam kalplerindeki çileye son vermek için kurdun koca kılıcından sıyrıldı ve kılıcını rakibinin omzuna indirerek kolunu tamamen ondan aldı. Kurt tekrar siyah alevlerini püskürttü, Yu uzaklaştı. Kurdun cüssesi küçülürken siyah kılıç daha fazla gölge emdi, alevler koşan Yu’yu takip etti. Söndüğünde kurdun yeni bir kolu, daha küçük bir bedeni ve eskisinden de uzun bir kılıcı vardı.
Ve sona gelirken gölgelerin şeytanı dövüşü nihayete erdirmeye karar verdi.
Başka yolu da yoktu, tamamen kaçıp uzaklaşacak değildi.
Öyleyse hedefine ulaşmak için önündeki makineden adamı öldürecekti.
Son saldırıya kalkmadan önce aralarına biraz mesafe koydular.
Birbirlerine doğru koşmaya başladılar.
Kral izliyordu, cadı izliyordu, karısı izliyordu, ay bile gökten yere bakıyordu.
Tek bir kişi ise izlemenin yanında o sözleri söylüyordu:
~Luna de Magia~
Kılıçlar buluştu,
Çarpıştı,
Ve Yu sıçradı.
Öyle bir sıçradı ki sanki yerden değil de gökten geliyordu.
Kara renkli kılıcını şeytanın başına vurdu.
Ay şöyle diyordu:
~Luna de Magia~
Şeytan baştan aşağı yarıldı,
Gölgeler bir başka şeytan tarafından yutuldu,
Dövüş son buldu.
Ay şöyle diyordu:
-Luna de Magia-
Zh’ai
Zh’ei
Zh’ii
Zh’en
Zh’yu
-Ay’ın Vaftiz Edilmiş Oğlu-
-------------------------
29.06.2023 – 00:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..