Bölüm 2 - Aile Dostu Kaptan
Kalras'ın babası bir askerdi. Haftanın birkaç günü devriye gezmekle görevlendirilmişti. Ona verilen devriye rotası şehrin biraz sıkıntılı taraflarıydı ama şimdiye kadar sorun çıkmamıştı. Annesi ise askeri bir hemşireydi. Savaş zamanı beraber çalışmışlardı. Savaştan sonra da evlenme kararı almışlar, şimdi ise birlikte mutlu bir hayatları vardı. Annesi de ara sıra garnizondaki yaralı askerlerle ilgilenirdi. Gününün geriye kalan kısmında oğlu Kalras ile ilgileniyordu.
Biçiliş Töreni'nin ertesi günü, Kalras'ın babası Heo'ya bir mektup geldi. Adam mektubu aldığında yüzünde şaşırdığını gösteren bir ifade vardı. Mektubu açtı ve bir çırpıda okudu. Okuduktan sonra boşluğa düşmüş gibiydi, mektubu tekrar okudu. Babasının bu davranışlarını Kalras yerde tahta oyuncakları ile oynarken fark etmişti. Babası tam mektubu bir kere daha okuyacakken araya girdi.
"Mektupta ne yazıyor baba?"
"Önemli bir şey değil," dedi Heo, "Sadece bir arkadaşım geleceğini haber vermek için mektup göndermiş bana."
"Neden bu kadar şaşırdın ki?"
"Arkadaşım çok uzakta yaşıyordu. Buraya gelmesini düşünmüyordum."
Kalras cevaptan tatmin olmuştu, yerde tahta oyuncaklarıyla oynamaya devam etti. Tahtadan oyulmuş bir gemisi vardı. Bir de yine tahtadan oyulmuş köpek balığına benzeyen bir figürü. Kalras köpek balığına benzeyen figürü alıp gemiye benzeyen figüre vurdu.
***
Kalras ve ailesi, Asaedan Krallığı'nın Kalho Şehri'nde yaşıyordu. Asaedan Krallığı, bulunduğu kıtanın en zayıf ülkelerinden biriydi. Gel gör ki krallığın başındakiler kıvrak bir zekayla civar ülkelerle barış imzalamış, kaynaklarından birazını feragat ederek uzun zaman sürecek bir güven ortamı oluşturmuşlardı. Bu süreyi de kendilerini üste çıkarmak için harcayacaklarına şüphe yoktu fakat unutmamaları gereken bir şey vardı: Hiç kimse hiçbir zaman tamamen güvende olamazdı.
Kalho Şehri ise krallığın orta düzey bir şehrinden fazlası değildi. Şehre gelen kervanlar bazen saldırıya uğrardı. Bazen şehir lordu hakkında söylentiler yayılırdı-genelde doğru olurlardı ama kimse takmazdı-. Bazen değil çoğu zaman torpil olurdu ve bunu engellemeye çalışmak için torpil yapanı torpil yapana -kendine-şikayet etmek zorunda kalınırdı.Bazen de şölenler festivaller olurdu, bunları düzenleyenler de iyi para kazanırdı. Tesadüf ki düzenleyenler de üst düzey yetkililerin akrabası veya tanıdığı olurdu. Genel hatlarıyla böyle yönetiliyordu Kalho Şehri.
Birkaç gün sonra akşam vakti Kalras ve ailesinin şehir meydanına yakın olan tek katlı, yeşil boyalı evlerinin kapısı çalındı. Kapıyı Heo muhtarın saçmalıklarını anlatan dalkavuğunu dinlemek üzere açtı. Ama karşısındaki omuzlarına gelen siyah saçları olan, mavi gözleri engin okyanusları aratmayan ve yanağında kılıç yarası bulunan orta yaşlı adamı görünce bıkmış ifadesi yerine şaşkınlık ve mutluluğun karışımı olan garip bir ifadeye bıraktı, "Brandis?"
"Ben de seni gördüğüme sevindim, eski dostum."
İki eski dost birbirine sarıldı ve Brandis eve buyur edildi. Heo'nun eşi Nanya, Brandis'i tanımasına rağmen onun geleceğini beklemiyordu. Heo'ya daha önce haber vermediği için kötücül bir bakış attı ve mutfağa gidip misafire ikram edecek bir şeyler hazırlamaya koyuldu. Neyse ki iki gün sonra oğullarının doğum günü vardı. Onun için hazırladıklarından birazı ikram edebilirdi. Heo ile Brandis ise oturma odasında, Kalras'ın yanındaydı. Kalras ise pek misafirleri sevmiyordu ama gelen bu misafirin yüzündeki yara, onu kabul etmesi için yeterliydi. Biçiliş Töreni'nden beri bu tarz "havalı" şeyler ile ayrı bir ilgileniyordu. Kötü adamlarla savaşmak, onları yenmek ve böyle havalı yara izleri kazanmak. Babasına ona hiç demese bile "Yara izleri bir erkeğin madalyonudur." sözünü çoktan benimsemişti küçük çocuk. Bu yüzden de Brandis'ten daha doğrusu adamın yüzündeki yara izinden oldukça etkilenmişti.
"Brandis Amca," dedi hızlıca, "Yüzündeki yara nasıl oldu?"
"Kalras." diye uyardı babası onu.
Brandis ise çocuğun sorusu karşısında bir kahkaha patlattı, "Sıkıntı yok Heo." dedi. Sonra göz hizasından çenesine kadar uzanan derin izi gösterdi, "Bu yara, okyanusta dev bir Resif Hasharyası tarafından açıldı."
"Hasharya ne?"
"Hm," Brandis bir elini çenesine koydu. Çocuğun elindeki köpek balığı figürüne takıldı, "Elindeki köpek balığı var ya. Onun daha büyük ve daha çirkin olanını düşün."
Hasharyalar, okyanusta yaşayan köpek balığına benzeyen hayvanlardı. Tek farkları, köpek balıklarından daha büyük, güçlü ve Buzun Hükmü'ne sahip olmalarıydı. Sıradan bir köpek balığından kat ve kat daha güçlü ve tehlikelilerdi.
Küçük çocuk elindeki figürün daha büyük ve havalısını düş dünyasında hayal etmeye çalışırken iki adam keyifli bir sohbete daldılar. Bu arada Nanya ikramları hazırlamış oturma odasına gelmişti. Brandis kadını selamlayıp ona yardım etmek için hareketlendi fakat kadın buna hemen karşı çıktı. Geri savuşturulan deniz adamı ikramlarını ve çayını yudumlamaya başladı.
Brandis, bir kaptandı. Sardog Krallığı'ında yaşayan emekli bir deniz adamıydı. Asaedan'ın herhangi bir denize sınırı yoktu ve buradan en yakın denize ulaşmak için yaklaşık bir aylık yol katetmek gerekiyordu. Sardog'un ise böyle bir sıkıntısı yoktu, çünkü ik tarafı denizlerle çevrili bir ülkeydi.
İki krallıkta birbirlerine çok uzakta kalıyorlardı. Öyle ki kritik görüşmeler harici kimse bu iki krallık arası yolculuk yapmayı düşünmezdi.
Kalras'ın evlerinde bulunan büyükbaba saatinin ibreler döndü dolaştı, saat gece vardı. Nanya oğlunu odasına yatırdı. Brandis ile Heo'nun keyifli sohbeti de sona erdi. Artık daha ciddi meselelere yelken açma vaktiydi.
"Buraya neden geldiğini metal ediyorum" direkt olarak konuya girdi Heo.
"Aslında krallığa bir haber vermek için geldim. Aslında benim yerine bir elçi gelecekti ama yoldayken o Issız Gökyüzü Klanı tarafından öldürülmüş sanırım."
"Issız Gökyüzü mü? O klan on yıl önce yok oldu! Bir yanlışın olmalı..."
"Giden elçi uzun süre ses çıkarmayınca onu bulmaları için bir ekip yollamışlar. Cesedenin yanına Issız Gök Klanı'nın armasını bulmuşlar." Brandis sakince açıklamaya devam ediyordu.
"Bir taklidi olabilir..."
"Hayır, armaya bütün testleri uygulamışlar ve hepsine de tepki vermiş."
"Bunu sana kim söyledi?"
"Raynaro."
"Şimdi anlaşıldı." Heo oturduğu koltuktan ayağa kalktı. Gözleri sinirden titriyordu, "Ve sen ona inandın?"
"Az sakinleş, eksi dostum. Az önce güzel güzel sohbet ediyorduk..."
Heo net bir şekilde konuştu. "Üstünü arayacağım."
"Peki..."
Heo hızla Brandis'n üzerini aradı. Bir bulamaması gönlüne su serpmişti ama hâlâ emin olamıyordu. Raynaro ile araları kötüydü ve buda haklı sebepleri vardı. O it herif sürekli insanların kıyafetlerine bomba yerleştirir ve bir araya geldiklerinde patlatırdı. Heo ondan tiksiniyordu.
"Kuruntun geçtiyse sevgili dostum. Devam edebilirim değil mi?" dedi Brandis, "Elçi öldükten sonra bana ulaştılar. Buraya gelip kralla konuşmamı istediler. Kısaca yeni elçi benim. Ama meğer salak asistanlar Güney Denizi'nin buraya kadar geldiğini düşünüyorlarmış. Sonra üst devrelerinden birisi bana ulaştı ve görevi başka birine daha veremeyeceklerini söyledi. Dolayısıyla buraya geldim ve krala haber verdim. Gitmeden önce sizi bir göreyim dedim. İyi ettim değil mi?"
"İyi ettin, iyi ettin, " diye geçiştirdi onu," Issız Gök neyi amaçlıyor olabilir?"
"Bunlara kafa yorma eski dostum. Bu tür işler bizim boyumuzu çokça aşıyor. Saygı değer Nanya bir bardak çay daha alabilir miyim?"
Daha sonrasında Nanya'da sohbete katıldı ve bir süre daha sohbet ettiler. Heo'nun aklı ise Issız Gök Klanı'ndaydı. Uzun zaman önce yok okdujlarını duymuştu ve onlarla ilgili birçok söylenti vardı. Neyi amaçlıyorlardı? Heı bunlaru düşünürken Brandis aetık kalkması gerektiğini, yarın iki aylık yolculuğuna başlayacağını söyledi. Ayrıca bir gün Kalras' ı da alıp yaşadığı yere gelmelerini rica etti.
Aile kabul etti ve misafirlerini uola uğurladılar. Brandis gittikten sonra ışıklar söndü ve Liadcha ailesi uykunun tatlı kollrına bıraktılar kendilerini.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..