Bölüm 11: Kaçınılmaz Bir Dövüş

avatar
394 1

The Hunted - Bölüm 11: Kaçınılmaz Bir Dövüş


Geniş salonda yürüdükten sonra Russo ikisini de bekleme odasına aldı. Kendisi ufak bir işi olduğunu, Bay Felix hazır olduğunda çağrılacaklarını söyledi. 

O, odadan çıkınca Lavi tekli koltuklardan birine oturup bacak bacak üstüne attı. Masadaki viski şişesini eline alıp önündeki boş bardağa doldurdu, haşin bakışlı koruması ise yanında ayakta bekliyordu. Lavi içeceğini yudumlarken Teru hafifçe Lavi'ye doğru göz attı.

"Bir sorun mu var?" Teru etrafına hızlıca göz gezdirdi ama konuşmadı, onun yerine tekrar Lavi'ye baktı. Sonraki yudumunu aldıktan sonra Lavi bardağı indirmeden konuştu.

"Sorun yok Felix ses kayıt cihazı kullanmaz ama kamerayla şu an bizi izlediğinden oldukça eminim. Yine de dudaklarımızın okunmaması için dikkat etmek gerekir. O kaçığın ne yapacağını kim bilir?" Teru etrafı incelerken ilgisiz görünmeye çalışarak konuştu.

"Genelde seni böyle bekletirler mi?"
"Hayır pek değil." Teru bir iç çekti, korktuğu şey başına gelmek üzereydi. 
"Tekrar soruyorum bir sorun mu var?" Lavi tek kaşını kaldırarak sordu.
"Evet, kesinlikle." Bütün bu olanlardan sonra Lavi çok daha meraklanmıştı. Teru'yu buraya getirmenin iyi bir fikir olduğunu biliyordu, her zamanki gibi doğru kararı vermişti ama bu düşündüğünden bile daha öte bir noktaya gelmişti. Belli etmemeye çalışsa da herkesin Teru'yu yakından tanıdığına inanamamıştı. İşler iyi giderse Teru hakkında her şeyi öğrenebilirdi artık. Aklındaki tahmin sayısını azaltmaya çalışıyordu, Teru değişken suçu işleyenlere düşman olduğu için mi böyle davranmışlardı, yoksa...
"Ne kadar büyük bir sorun?"
"Ah belki bir kaç kedi kadar yada büyük bir kurt, emin değilim." 
"Görünüşe göre burada pek sevilmiyorsun."
"Öyle de denebilir." Kısa süre sonra Russo denen adam tekrar odaya girdi ve onları yüzünde içten bir gülümsemeyle karşıladı. Teru, o gülümsemenin nasıl da yalan koktuğunu kilometrelerce öteden söyleyebilirdi. 
  Nihayet ilerledikleri koridor bittiğinde yüksek tavanlı bir alana gelmişlerdi ama bu yer önceden bekledikleri parlak halıları ve pahalı içki şişeleri olan odadan oldukça farklıydı. Burada sadece eşyasız boş bir alan vardı ve duvarlar soğuk bir gri renge boyanmıştı, duvarın sağ üstte kalan tarafında oda boyunca uzanan bir balkon vardı ve oraya açılan karşılıklı iki kapı vardı. Üstteki kapılardan biri açıldığında elindeki bastonuyla şişman, sakalsız ve hafif yaşlı bir adam odaya girdi. 
  O anda Teru'nun gözleri büyük bir şaşkınlıkla açıldı. Karşılaşacağı şeyin ne olduğunu bilmesine rağmen yine de kendini hazırlayamamıştı. Eskiden giydiği kuyruklu takım elbiseden vazgeçmese de çöken yüzünden yılların ona acımadığı belli oluyordu. Sakin yüzünde her zamanki o iğrenç gülümsemesi belirince Teru bir an öfkesine hakim olamayacağını düşündü. Sol taraftaki iki altın dişi sararmış olanların yanında parlarken, bakmakta olduğu bu gülümsemeden o kadar nefret ediyordu ki bu iğrenç dişlerin hepsini sert bir yumrukla dağıtmak istiyordu. İçindeki bu isteği engellemek için iradesini sonuna kadar zorlaması gerekmişti. 
"Görünen o ki hala benden nefret ediyorsun Teru." Teru  sertçe adama bakmaya devam etse de hiç bir şey söylemedi. Bütün enerjisini içindeki öfkeyi zapt etmek için kullanıyordu ve bu adam karşısındayken aklına hücum eden anıları durdurmak oldukça zordu.
"Yine de minnettar olman gerekmez mi? Baksana ne kadar da güçlü bir kadın olmuşsun! Eğer şu bakışlarına bir çözüm bulursan erkekleri bile etkileyebileceğini söyleyebilirim. Biliyorsun, kedi kızları arenada kullandığımızdan beri değerli müşterilerimizle ilgilenmekte zorluk çekiyoruz." Teru tam ağzını açacaktı ki Lavi araya girip Felix'e seslendi.
"Bütün bunların anlamı nedir Bay Felix?! Böyle bir muamele ne gördüm ne de işittim! Archivist ailesi bu ağırlamanızı unutmayacaktır!" Felix gülümsemeyi bırakıp Lavi'ye doğru döndü, kendisine sert bakışlarla bakan bu genç ile nasıl konuşması gerektiğini tartıyordu.
"Merak etme genç Archivist. Bu konunun seninle bir alakası yok. Biz sadece Teru'yla eski günleri yad etmek istiyoruz, değil mi Teru?"
"Teru şu an benim korumam! Ona bir şey yapmaya çalışmak aileme meydan okumak demektir!"
"Bay Archivist, biliyorsun babanı severim ama sence bu yaptıkların biraz fazla değil mi? Blood'un liderini inime kadar getirmenden bahsediyorum. Hem de böyle bir gecede." Lavi ne olduğundan emin değildi. Blood yine bir olaya mı karışmıştı?
"Yine de..." Felix elini kaldırarak Lavi'yı susturdu. Odanın karşı kapısından üç kişi girdi, silahlı bir kişi de balkon kapısından girerek pozisyon almıştı. Artık bir dövüş kaçınılmazdı, Teru kafasında plan kurmaya başlamıştı bile, tek sorun hem dövüşüp hem Lavi'yi koruması gerektiğiydi.
  Odaya giren değişkenler yavaş yavaş dönüşmeye başladı, kız olan iki kişi de kedi gibi görünüyordu ama arkalarında bekleyen iri erkek dönüşmediği için ne olduğunu anlayamıyordu. Kızlardan ikisi de ona doğru koşmaya başladığında Teru da mücadeleyi odanın ortasına taşımak için koştu. Yüz yüze geldiklerinde kızlardan biri pençesini saldırmak için savururken diğeri alt taraftan bir tekme savurdu. Teru bütün gücüyle yukarı doğru zıplayarak iki saldırıdan da kurtuldu, havada takla atıp tekrar yere indiğinde arkasını dönüp kızlara soğuk bir şekilde baktı. Kızlar bu hamlelerinin işe yaramadığını görünce taktik değiştirerek teker teker saldırmaya devam ettiler. Beyaz kulaklı olan hızla ilerleyerek art arda pençe darbeleri savurmaya başladı Teru hepsinden rahatça sıyrılırken kızın ayağına bir tekme attı. Rakibi dengesini kaybedip yere düşerken karnına çok güçlü bir yumruk indirerek odanın diğer tarafına uçmasına sebep oldu. Felix dahil odadaki herkes gördükleri güç gösterisi karşısında şaşkınlıklarını gizleyememişlerdi.
  Sinirlenen diğer kız hızla Teru'ya doğru koşup saldırdı. Tekmeleri ve pençe darbeleri diğerine göre oldukça rastgeleydi, soğuk kanlılığını kaybetmiş gibi görünüyordu. Teru ikisinin arasında güçlü bir bağ olduğunu hissetti, ona tanıdık gelen bu hissi ne yazık ki şu an hatırlamak için doğru zaman değildi. Doğru yada yanlış, karşısındakileri yenmek zorundaydı.
  Kendisine uzanan pençe darbesinden ustaca sıyrılarak kolu yakaladı. Kız hareket etmeyi kestiğinde kolu gücünü arttırarak sıktı, sıktı ve kemiklerin kırılma sesini duyana kadar bırakmadı. Çığlık atan siyah kulaklı kedi kız kolunu tutarak kendini yere attı, Teru onun da karnına sert bir tekme geçirerek yerde yuvarlanıp bayılmasına sebep oldu.
  İki kızla olan dövüşü bittiğinde bütün bunları izleyen adam sertçe ona bakıyordu. O da dönüşmeye başladığında Teru onun bir boz ayı olduğunu anladı. Eğer kendini iyi eğitmeyi başardıysa boz ayı değişkenleri en baş belası düşmanlardan biriydi. 
  Ayı değişkeni ona doğru koşmaya başlayınca Teru da aynısını yaptı. Boz ayılar oldukça güçlüydü bu yüzden ne olursa olsun hiçbir darbe yememesi gerekiyordu. Ölmese bile bayılabilirdi ve bu da koruma işinin yalan olması demekti. 
  Adam uzun keskin pençelerini hiddetle savururken Teru bütün gücüyle kendini arkaya doğru attı. Savurma açısı ve gücü fena değildi ama hala genç olmasından dolayı gücünde ustalaşabilmek için daha çok çalışması gerekiyordu. Teru saldırı geçtikten sonra bir eliyle yerden destek alarak adamın baldırına bir tekme geçirdi ve ardından yerde yuvarlanarak aralarına mesafe koydu. Adam tekmeden dolayı afallasa da hızla tekrar Teru'ya doğru koştu. Şu an konumu pek iyi değildi çünkü duvara çok yaklaşmıştı hatta bir adım sonra sırtı duvara değecekti bu yüzden sağdan gelen hızlı pençe darbesinden kurtulmak için hızla çömeldi, böyle yapmasıyla keskin pençeler duvarda koca yarıklar açmıştı. Saldırıdan kurtulduğunda adama sert bir aparkat geçirdi. Afallayan ayı değişkeni geriye doğru yalpalayınca onu sağdan ve soldan durmadan gelen kroşeler takip etti. Baş dönmesinin etkisiyle adam yüz üstü yere çakıldı ama henüz bayılmamıştı. Ayağa kalkmak için hafif bir hamle yaptığında Teru yanına gelerek karın boşluğuna sert bir tekme geçirdi. 
  Bütün bunlardan sonra ellerini birbirine sürterek silkeledikten sonra boynunu hafifçe kıtlattı.
"Elinden gelenin hepsi bu muydu? Bende bir şeyler yapacaksın sanmıştım."  Teru'nun kendisine sert bakışlarla baktığı Felix kaşlarını hafifçe çatmıştı. Sonunda Teru'nun bahsedilen o inanılmaz gücüne kendisi de şahit olmuştu ve  hiçbirinin söylenti olmadığını anlıyordu. Aradan geçen onca zaman boyunca Teru kendini çok geliştirmişti ve onun büyük bir düşmanıydı. Demek Avcı'yı böyle öldürdün, diye içinden geçirdi. Sahi Teru'nun yönettiği Blood, Avcı'yı öldürdüğünde itiraf etmek istemese de içini bir korku sarmamış mıydı? Koskoca Avcı'yı -yüzlerce güçlü değişkeni tek başına haklayan Avcı'yı- çıplak elleriyle öldürmüştü. Haberi aldığı gece yatağına yatarken sonrakinin kendisi olacağını düşünmekten kendini alamamıştı. 
  Felix içindeki düşüncelerinin tek bir zerresini yüzüne yansıtmadan gülümseyerek Teru'yu alkışladı.
"Bravo Teru, bravo. Bahsedildiği kadar güçlenmişsin ama yine de hala unuttuğun bir şey var..." Adamın gülümsemesi iyice büyüyerek korkutucu bir hal aldığında alt taraftaki kapıda dev bir gölge belirdi. "... burada işleri nasıl hallettiğimiz!" 
  Gölge hızla Teru'ya doğru koşup inanılmaz bir yumruk geçirdi. Teru son anda gard alsa da yumruğun gücüyle duvara kadar uçmuştu ve çarptığı yerde büyük derin çatlaklar oluşmuştu. Böyle bir güç yalnızca tek bir kişinin olabilirdi...
  Sırtına ve omuzlarına uzanan uzun gümüş saçları ve aynı renk derin gözleriyle işte kabusuyla karşılaşmıştı. İki metreden daha uzun boyu ve iri kaslı gövdesini gizlemek için herhangi bir çabası yoktu, öyle ki bu adam üstündeki tek kıyafet olan pantolonuna bile zor sığıyordu. Vücudundaki ve yüzündeki sayısız yara bu şekilde gün yüzüne çıkıp onun ne kadar haşin ve tehlikeli bir savaşçı olduğunu gösteriyordu. O, Felix'in bir numaralı köpeğiydi.
"Gray." Küçüklüğünden beri Felix'in büyüttüğü Gray. Şimdi otuzlu yaşlarının sonunda olsa da hala ona itaatte kusur etmeyen, çocukluğundan beri Felix'in yanında olan bir değişkendi o. Yaptığı dövüşlerde bu kadar çok değiştiği için artık insan formuna erişmesi mümkün değildi bu yüzden nadiren konuşabiliyordu. Değişkenler için dönüşme oranı oldukça dikkat edilmesi gerekilen bir konuydu, tehlikeli sınırın üstüne çıktıklarında böyle değişken formlarında takılı kalıyorlardı ama bundan bile kötü olan ise geri dönüşümsüz şekilde bir hayvana dönüşmeleriydi. Her ne kadar değişim oranının artması büyük bir hız ve gücü de beraberinde getiriyorsa da taşıdığı riskler çok büyüktü.
  Teru belli etmemeye çalışsa da sessizce yutkundu. Ne kadar çok kişiyle dövüşürse dövüşsün asla onun kadar güçlüsünü görmemişti. Gray adete güç, hız ve vahşiliğin tek vücutta buluşması gibiydi. Hareketleri zekadan yoksun, tamamen içgüdüsel olduğu için ne yapacağını tahmin etmek yada onu sözlerle ikna etmek tamamen imkansızdı. 
  Teru düşüncelere boğulmuşken zorlukla doğruldu, bunu yapmak düşündüğünden çok daha acı verici olmuştu. Bir kaç kaburgasını kırdığına kanaat getirdikten sonra elinde daha fazla dönüşmekten başka çaresi olmadığını anladı. Yavaşça daha çok dönüşürken teninin tonu daha çok açıldı ve sivri dişleri daha da büyüdü. Gray'in boyuna yaklaşmasa da boyu da hatırı sayılır derecede uzamıştı. Sırtındaki sızı geçtiğinde ayağa kalktı.
"Bunu yaptığına inanamıyorum. Sırf bunun için Gray'i öne sürmek..."
"Neden ki? Birbirinizi özlediğinizi düşünmüştüm. Sonuçta Gray olanlar için hala kendisini sorumlu tutuyor ve sana karşı inanılmaz sinirli." Gray sinirle tekrar Teru'ya doğru koşarken Teru olabildiğince duvardan uzaklaşmaya çalıştı. Grey art arda hızlı pençe darbeleri savururken Teru hepsinden kıl payıyla kurtuluyordu ve saldırı yapabilecek en ufak bir an bulamıyordu. En sonunda Gray'in sağ elini yakaladı, eli biraz çizilse de iyi bir hamle olmuştu. Gray diğer elini de savurunca onu da yakaladı ama bu aslında onun dezavantajına olmuştu. Teru dirense de Gray onu iterek duvara yapıştırdı. Kollarındaki basınç öyle fazlaydı ki her an kolları kırılabilirdi, başka çaresi kalmamıştı, daha çok dönüşmek zorundaydı.
  Teru gitgide daha çok dönüşürken yüzü ve vücudu artık tamamen beyazdı, ellerinin üst kısmı ise hafiften kararmaya başlamıştı bu beyaz görünümün aksine. Dişlerini sıkarken sivrilikleri ortaya çıkıyordu, sanki gittikçe daha beyaz daha keskin ve avının boynunu parçalamak için daha istekli oluyorlardı.
  Teru yavaşça Gray'in gücüne karşılık vermeye başladı, dönüştükçe sırtı duvardan uzaklaşıyordu. Gray'ye doğru bir kaç adım attığında koca devi geriye doğru sürüklüyordu. Karnına bir diz atıp göğsüne ve çenesine birer yumruk geçirdi, Gray de keskin pençe darbeleriyle ona karşılık verirken Teru hamlelerden birinden zamanında sıyrılamadı ve köprücük kemikleri ve göğsünün arasına bir darbe yedi. Neyse ki kesikler çok derin değildi, ama artık büyük bir sorun vardı. 
  Ortalığa yayılan bu keskin kan kokusu. Bütün duyuları kanı hissederek adeta vahşileşmeye başlamıştı. Hem kendini dizginlemek hem darbelerden kaçmaya çalışırken gözü bir süredir uzak kaldığı Lavi'ye ilişti. Başı dövüşe doğru dönük değildi. Böyle önemli bir dövüş yaparken bu adam nereye bakıyordu böyle? Cevabı öğrendiğinde kanının donduğunu hissetti.
  Kendisine doğru dönen silaha doğru bakıyordu.
  Teru son darbeden yerde yuvarlanarak kaçtı ve hızla kemerindeki hançeri fırlatarak havadaki merminin yönünü saptırdı. Lavi şaşkınlıkla Teru'ya döndü.
"Ne? Seni koruyacağımı söylememiş miydim?" Bir kaç mermi Teru'nun üzerine doğru gelirken Teru ve Gray farklı yönlere doğru kaçıp siper aldılar. Teru hızla koştu ve güç alarak balkondaki nişancıya doğru zıpladı. Keskin nişancının son gördüğü suratına inmekte olan siyah ayakkabıydı.
  Teru korkutucu bir şekilde Felix'e bakarken, yaşlı adam korkuyla titreyerek geri geri adımlar atmaya başladı. Göğsündeki yaradan sıçrayan kan yüzüne bulaşmıştı ve keskin dişlerini göstererek tehditkar bir görünüme bürünmüştü. 
"Bu maskaralığa bir son ver Felix.." Konuşması biraz bozulmuştu ve son kelimenin sonunu beklenmedik şekilde uzatmıştı. Felix Teru'nun gözlerine baktığında onun içindeki canavarla savaştığını görebiliyordu ve o dişler, kana susamış gözleri o dişlerin birazdan boynunu koparacağını söylüyordu.
"Bana ne yaptığın önemli değil, ama ona saldırmak.." Teru Felix'e doğru bir adım attığında adam hızla geri çekildi.
"Gray!" Gray koşarak balkona zıpladı ve Felix ile Teru arasına girdi. 
"Peki, burada bırakacağım. Archivist'la birlikte içeri geçebilirsiniz." Teru tırabzana tutunup üzerinden atlayarak yere indi. Lavi'in yanına yürürken değişken özelliğini pasif hale getirdi. Lavi şaşkınlıkla Teru'ya bakıyordu, Russo ise daha dövüşün başında kaçarak kapıyı ardından kilitlemişti. 
"Artık sorun kalmadı." Teru kemerindeki minik cep çantasından bir mendil çıkartarak yüzünü sildi ve göğsündeki yarayı temizlemeye başladı. 
"G-Görebiliyorum." İkisi de Felix'in kendilerine gösterdiği karşı taraftaki kapıya doğru giderken Teru çocukluk travmalarından birini atlattığı için hafifçe gülümsüyordu.

Yazardan Not: Merhabalar ben bu hikayenin yazarı T-Senpai. Öncelikle hikayemi buraya kadar okuyup yorum yapanlara çok teşekkür ediyorum( özellikle hikayemi ilk oylayan Okuyan Balinaya çok teşekkür ederim, beni çok mutlu ettin). Acemi olduğumun ve bazı hatalarımın olduğunun farkındayım ama senaryoma güveniyorum bu yüzden bu hikayeyi mükemmel şekilde yazmak için elimden gelen her şeyi yapacağım. Okul beni nefes almayacak vaziyette bırakmadığı sürece düzenli bir şekilde bölüm atmaya çalışacağım, bu noktada özellikle teşvik edici olması açısından yorumlarınız çok önemli. Bölüm hakkında yorum yapmanız, fikir yürütmeniz, basitçe beğendiğinizi bile söylemeniz inanın benim için çok değerli. Ne olursa olsun bu hikayenin sonuna ulaşmak istiyorum ve umarım sizde bu yolda benim yanımda olursunuz.
Not 2: Bu bölümde size bu hikayenin şarkısını takdim etmek istiyorum. Elbette doğrudan bu hikaye için yazılmadı ama ben daha bu hikayenin 4. bölümünü yazarken bu şarkıyla tanıştım ve inanamadım. Bu şarkı adeta bu hikaye için yazılmış, her bir cümle başından finaline kadar bu hikayeyi anlatıyor. Söylemeye gerek yok ama hikayenin adı da bu şarkıdan geliyor, ilk adı başkaydı ama bunu duyduğumda hemen değiştirdim. Şarkıyı yorumlara bırakıyorum.





Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44768 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr