The Hunted - Bölüm 23: Normal Bir Gün-1
"Ben ölmüşüm, ben bitmişim, ben mahvolmuşum," dedi Rumu ard arda gelen bildirimlerle sürekli ekranı yanıp sönen telefona bakarak. Sadece iki gün olmasına karşın görev günü yakalandığı adam onu durmaksızın bildirim yağmuruna tutuyordu. Bildirim seslerini duymamak için kulaklarını kapatırken içinden 'dur artık' diye mırıldandı. (YN: 16. bölümde Rumu görev esnasında birine yakalanmıştı. Hatırlamayanlar tekrar o bölümü inceleyebilir.)
Yavaşça yatağa yaklaşıp ucundan telefonun ekranını kesmeye başladı, iki gündür yaptığı gibi önce sevgi sözcükleri sarf ediyor sonra boş şeylerden bahsediyordu. Sabah yediği yemekten, oyunda atladığı levele kadar her şeyi bahane olarak kullanıp mesaj atıyordu. Rumu tek bir tanesine bile cevap vermemesine karşın inatla yazmaya devam etmesi kendisini zorlamaya başlamıştı. Düşüncelerle sarhoşlaşmış zihni kendine geldiğinde telefondan gelen seslerin durduğunu fark etti. Ne olduğunu anlamak için hala yanan ekrana baktı. Malum kişiden gelen en son mesajın bir resim olduğunu görünce merakına yenilip bildirime tıkladı.
Fotoğraf yüklendiğinde çekilen videodan alınan bir parça olduğunu anlamasıyla sinirleri tepesine çıktı. Öfkeyle onu rahat bırakmasını söylediği bol ünlemli bir mesaj attı. Yataktan iyice doğrulup başını ellerinin arasına aldı. Şimdi ne yapacaktı? Teru'ya olanları söylemeli miydi? Çok büyük bir azar işiteceğine emindi ama daha da önemlisi bu yaptığı hata onu daha fazla göreve göndermemelerine sebep olacaktı, bu da ekipteki diğer üyelere daha çok iş yükü yükleneceği anlamına gelirdi.
"Off!" Stresle saçlarını karıştırıp odanın duvarlarını süzdü. Kendisini boğacakmış gibi üstüne gelen duvarlarda gümüş rengi kafesler görüyordu. Böyle zamanlarda bütün o demirden duvarları parçalamamak için kendine hakim olması gerekiyordu. Yine de eskisine göre kısa sürede kendine gelip bu hissin yersiz olduğunu idrak ediyordu. Buradan kurtulmak için tek yapması gereken kapıyı açıp çıkmaktı. Nitekim öyle de yaptı.
Girdiği salondaki tanıdık insan kalabalığı, her zaman kalbindeki zincirleri kırmakta başarılı oluyordu, hala aynı dört duvar arasında olsalar bile.
Asu amerikan tarzı mutfakta akşam yemeği için olduğunu düşündüğü bir takım sebzeler doğramaktaydı. Bianca Mizu'ya bir şeyler söylerken Mizu da masanın üstündeki yazıcıdan çıkan belgeleri alıp hızlıca incelemeye koyuldu. Maya ise normalde yemek masasına ait olan sandalyeye oturarak dambıl antrenmanı yapıyordu.
"Off Maya, antrenman odasında çalışsana! Her yer leş gibi ter koktu!"
"Yalnız çalışınca sıkılıyorum. Hiç biriniz de bana eşlik etmeye gelmiyorsunuz ki~" Sitemleriyle beraber dudağını büktü.
"İş yapıyoruz herhalde burada, daha incelenecek çok belge var."
"Ben sana eşlik ederim Maya." Rumu Maya'nın yanına gidip kolunu omzuna doladı. "Şöyle güzel bir antrenman iyi gelirdi doğrusu."
"Yemek bitince bende size katılırım, yakın dövüşte daha çok gelişmem gerek." Asu çekmeceden tahta bir kaşık alıp pişmekte olan tenceredeki yemeği karıştırmaya başlarken kızlara göz ucuyla baktı. Rumu Asu'ya gülümsedikten sonra koltuğa oturup alışkanlıkla telefonunu sehpaya bıraktı.
En soldaki odanın kapısının açılmasıyla herkes oraya döndü, at kuyruğu saçları gündelik kıyafetleri ve yuvarlak gözlükleriyle Teru geniş dikdörtgen çantasının fermuarını çekmekle uğraşıyordu.
"Bir yere mi gidiyorsun," Asu tencerenin kapağını kapatırken sordu.
"Okula gidiyorum." Koridordaki aynada üstünü başını son bir kez düzelttikten sonra fortmantoda ayakkabılarını aramaya başladı. "Profesör geçen gün beni derste fena azarlamış, Betty arada derslere girmem için mesaj atıp duruyor. Bugün bir görünsem iyi olur." Teru beceriksizce gülümsemesini saklamak için yanağını kaşıdı.
"Senpai iki dakika buraya gel bakalım." Mizu'nun çağırmasıyla salonun ortasına geldi, Rumu ise kolundan çekip onu koltuğa oturttu. "Uzun süredir ilk defa dışarı çıkıyorsun saçlarını güzelce yapalım!"
"Ç-Çok vaktim yok."
"O zaman basit bir örgü yeterli olur." Mizu hızlıca hafif nemli saçlarını örerken, neşeli Teru'yu görmek herkesi mutlu etmişti. Son zamanlarda katıldıkları yoğun operasyonlar yüzünden herkes çok yorulmuştu.
Masadaki telefonun ard arda titremesiyle Teru'nun bakışları Rumu'ya kaydı. Rumu 'ah bu oyunlar' diyip beceriksizce gülümseyerek telefonu cebine attı.
"Belgeleri incelemede yardım gerekmediğine emin misiniz? Eğer gerekiyorsa kalabi-"
"Biz hallederiz, sen dersinden keyif almaya bak. Hani evrenin sırlarından ve nasıl uzay gemileri yapacağımızdan falan!"
"Böyle işlemediğine oldukça eminim..." Maya tek kaşını kaldırırken alaycı bir şekilde konuştu. O sırada örmeyi bitiren Mizu Teru'yu aynaya sürükledi. Çok tatlı olduğuna dair dört bir yandan gelen övgülerle utanan Teru kendini dışarı attı.
***
Lüks sayılabilecek kırmızı spor arabasının camlarını kapatıp inmek için hazırlanırken birden telefonu çaldı. Arayan Natan'dı. Hızlıca nerede olduğunu soran Natan'a görev icabı eski bir arkadaşını görmeye gittiğini söyleyerek kapattı. Yan koltuktaki turuncu fularını eline alıp arabayı kilitledi. Otoparktan çıkarken siyah beyaz çizgili yakası geniş tişörtünün üstüne giyindiği yine siyah olan kot ceketini düzeltti, ardından turuncu fularını uçları sırtına gelecek şekilde taktı. Yaklaştığı büyük binaya girmeden onca koca tabelasını inceledi.
Eski Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi İlgisini biraz bile çeken her şeyi araştırmaktan zevk aldığı için, lise yıllarında adını sıkça duyduğu ülkenin en iyi eğitim kurumlarından biri olan bu üniversitenin de adını nereden aldığını araştırmıştı. Öyle ki ilk duyan herkes 'neden başkent değil de eski başkent?' diye en az bir kere aklından geçiriyordu. Tarihi 1771'e dayanan bu okulun adı ülkenin başkentinde kurulması sebebiyle Başkent Üniversitesiydi. Komşu ülkeyle aralarında başlayıp 1890lı yıllardan beri tam 40 yıl süren Kıyılar Savaşı'nda* başkentin riske girmesi yüzünden, apar topar başkent başka bir şehre taşınmıştı. Uzunca bir süre düşman işgalinde kalan eski başkent tekrar geri alınsa da uzun yıllar başkent değişmemiş ve okulun adı da zamanla eski başkent olmuştu. Şartlar çok daha iyi olduğunda başkent eski konumu yapılsa bile okulun adı sabit kalmıştı.
Aklından geçen bu kısa tarih dersi sonrası hızlıca merdivenleri çıktı. Büyük tarihi binanın ortasındaki geniş alanda kafe ayarında bir kantin öğrencileri bütün içtenliğiyle kucaklıyordu. Pencereye yakın masalardan birinde yüzü girişe dönük oturan arkadaşını görür görmez yanına ilerledi.
"Deak! Seni görmeyeli çok uzun zaman oldu! Uğrayacağını söylediğinde çok şaşırdım."
"Eh napayım, sürekli gelmem için mesaj atıp duran sensin. Bu arada yanındaki hanım?" El sıkışırlarken arkadaşının yanında duran minyon tipli kızı göz ucuyla süzdü. Kısa sarı saçlarını tamamlayan uzun kahkülleri karamel gözlerini açıkça bırakmıştı, rahat ama sevimli bir giyim tarzı olan kız elini uzatarak Lavi'yle el sıkıştı.
"Bu Betty, hayatıma anlam katan kız arkadaşım."
"Ah, anlıyorum," dedi Lavi kendisine uzatılan eli memnuniyetle sıkarak. "Görüyorum ki Trever turnayı gözünden vurmuş, bazen sinir bozucu olabilse de ikinize de iyi şanslar." Hafifçe kıkırdayan Betty memnun olduğunu söylediğinde Trever içerleyerek Lavi'nin koluna bir çimdik attı.
"Hiç değişmiyorsun ha?"
"Ne diyebilirim ki? Ben basit bir adamım." Zevkle gülümseyerek cevap verdi. Ardından Trever hepsine kahve almak için kalktı, bu arada da Betty ve Lavi kısaca sohbet ediyordu.
Kısa konuşmalarından Betty'nin Astoronomi 4. sınıf öğrencisi olduğunu ve araştırma asistanlığı yaptığını öğrenmişti. Çalışkan ve terbiyeli görünen bu kız hakkında Trever'ın oldukça ciddi düşündüğünü anlayabiliyordu. Lavi'den 2 yaş küçük olan Trever'la o yüksek lisans yaparken tanışmışlardı.
Kısa süre sonra kahveler geldiğinde Trever da sohbete katıldı. İkisi nasıl tanıştıklarından, gelecek planlarından ve gereksiz sayılabilecek şeylerden bahsediyorlardı. Lavi sabırla Betty'nin gitmesini beklerken konuşmaları usta bir oyunculukla ilgiliymiş gibi görünerek dinledi.
"15 dakika sonra derse gireceğiz ama hala gelmedi, üstelik gelmesi için çok ısrar etmiştim."
"Hmm, kimden bahsediyorsunuz?" Lavi dağılan dikkatini toplamaya çalıştı.
"Betty'nin sınıf arkadaşı, bazı problemler yüzünden derslere pek sık katılamıyor."
"Ama çok iyi bir öğrenci! Birinci sınıfta bana en çok yardımcı olan oydu, o zamanlar çok gergindim ve sosyalleşmekte pek iyi değildim. Hatta bir ker- ah geliyor!" Arkadaşını görünce yüzü aydınlanan kız ayağa kalkıp neşeyle el salladı. Onu karşılamak için yanına koştuğunda ikisi de sevimli bir şekilde gülüştüler.
"Teru, gelmişsin! Bak seni kimle tanıştıracağım, Trever'ın arkadaşı geldi."
"Öyle mi, o zaman gitmeden tanışayım." Lavi kendisine yaklaşmakta olan sesi duyunca donakaldı, kendini toparlar toparlamaz girişe sırtı dönük sandalyesinden ayağa kalktı.
"Teru?" Hâlâ arkadaşına neşeyle gülümseyen kızı inceledi. Yüksek belli koyu kahve kumaş pantolonu çizgilerini belirginleştirecek şekilde ütülenmişti. Kollarını yarı kıvırdığı beyaz gömleğinin üzerine ise sütlü kahve kısa bir süveter giyinmişti. Geniş camlardan giren günışığı salaş bir şekilde örülmüş saçlarında parıldarken omzunda asılı olan çantasına, elindeki
The Four Percent of Universe** isimli kitabı koymaya çalışıyordu. Lavi'yi görmesiyle aniden donakaldı. İkisi kısa bir süre bakıştıktan sonra tam Betty nereden tanıştıklarını soracakken Teru bütün hızıyla kaçmaya başladı.
***
Herkese merhabalar. Uzunca bir süreden sonra bu hikayeye geri dönmeye karar verdim. Benim için son yıllar baya zor geçti ve önümüzdeki yıl da pek kolay olacağa benzemiyor :') Üniversitenin 4. sınıfına geçiyorum bu nedenle yine yoğun olacağım ve yazmam yine zor olacak maalesef. Yine de bu sefer bu hikayeyi bitirmek için sıkı çalışmak istiyorum. Kısa da olsa bir yazarlık kursuna gittim umarım bölümlerin kalitesini yükseltmeye yardımcı olur. Bir kaç bölümden sonra finale kadar kesintisiz aksiyon başlayacak o yüzden hikayenin sonunu sabırsızlıkla bekleyebilirsiniz. Çok fazla insanın okumadığını biliyorum ama yine de okuyup yorum yapan herkese teşekkür ederim!Kısa notlar bölümü:
*Kıyılar Savaşı: 1890 yılında başlayan savaş yaklaşık 40 yıl sürdü. Zengin maden sahası ve nadide bitki floryasıyla ünlü bir kıyı şehrinin sahipliği üzerine komşu ülkeyle çıkan savaş ülkenin 3te 1inin işgal edilmesine sebep oldu. Birleşmiş milletlerin yardımıyla savaş durdu ve taraflar anlaştı. İşgal edilen topraklar geri alındı. Gelgelelim konuyla bu savaşın ilgisine. Bu savaş doğrudan değişkenlerin doğmasına sebep olan savaştı. Savaşın 25inci yılında devletin bir ilaç şirketiyle anlaşması sonucu süper askerler üretilmesi amacıyla bu deneyler yapılmaya başlandı. 25 yıl işgal altında yaşamak çok uzun bir süreydi ve askeri açıdan yetersiz kalan ülke yetkilileri böyle bir çözüm bulmuştu, oldukça çaresizdiler. Bir çok asker üzerinde deney yapıldı ama deneylerde başarısız olundu. Savaş bitip askerler evlerine döndüklerinde ve çocukları olduğunda asıl gerçek gün yüzüne çıktı, kendilerine eklenen genler sorunsuzca çocuklarına geçmişti. Bu olaylar üzerine deney dosyası tekrar açıldı çünkü sonuçlar çok ümit vericiydi. İki ülke kurulduğundan beri düşmanları olan komşularının bir fırsat bulduğunda tekrar saldıracağı aşikardı. Bu nedenle nüfusu güçlendirmek ve gelecekte hayal ettikleri orduyu yapmak için deney çapını büyüttüler. Çok fazla sayıda hayvandan örnek topladılar, bunun nedeni ise çeşitli kuvvetler oluşturmaktı. (Balık türleri deniz kuvvetleri, kuş türleri hava kuvvetleri gibi) Dünyaca üne sahip olan bu ilaç şirketi devletin de desteğiyle gittikçe büyüdü, en sonunda bu hazırladıkları gen değiştirici ilaçları normal ilaç gibi satarak ülkeye yaydılar. Bu ilaçları dünyaya değil sadece kendi ülkelerine yaymışlardı ama zamanla göçler ve ilaçların el altından başka ülkelere geçmesi sebebiyle bütün dünyaya yayıldı. Neredeyse bütün ülkelerde değişkenler olsa da nüfusun büyük çoğunluğu hikayenin geçtiği ülkede.
**The Four Percent of Universe: Evrenin yüzde 4'ü.Richard Panek isimli bir bilim insanının karanlık madde, madde ve antimadde kavramlarından bahsettiği kitabı.