Bölüm 10 : ‘Ve hepiniz korkuyu tadacaksınız…’
Çevirmen: Lucius
Colt çocuğun ağır olmamasından memnundu. Cesedini omzuna alarak Rofal malikanesine yaklaştı. Diğer elinde de metal başlığı tutuyordu. Çocuk onu arkasından bırakmaması konusunda son derece kararlıydı.
Korumalar üstünü aradı. Bir ceset taşımanın onu bu formalitelerden
kurtaracağını ummuştu, ancak onlar yine de onu bekletip silahlarına el koydu.
Çocuğun bedenini bile aramışlardı.
Rofal onu avluda karşılamayı seçti ve Colt cesedi yere attı.
Swank geriledi. “Bu o! Onu buraya mı getirdin?!”
“O mu?” Rofal cesede baktı.
“Bu çocuk sana sıkıntı çıkarıyordu,” dedi Colt.
“Ah, öyle mi?”
Swank başını salladı. Merdivenlerin arkasından çıkmadan konuştu. “Öldüğüne
eminsin değil mi?”
“Tabi ki,” dedi Colt. Çocuğun kafasını yana çevirdi, kafasındaki kanlı
yara gözüktü. “Onu yüzünden bıçaklardım, ama onu tanıyabileceğinden emin
olmak istedim. Bunun için bir ödül vardır elbet, değil mi? Oh, benim cömert
patronum?”
Rofal güldü. “Muhteşem! Tabi ki seni ödüllendireceğim. Bir gün- hayır iki
gün veriyorum. İnanılmaz çalışma. Onu nasıl buldun?”
“O bana geldi,” dedi Colt. “Benim yardımımı istediğini söyledi. Sana
ihanet edip ona bilgi vereceğimi sandı.”
Rofal genişçe gülümsedi. “Dur tahmin edeyim. Sen de yapacağını söyledikten
sonra arkasını döner dönmez işini bitirdin.”
“Aşağı yukarı öyle.”
“Bayıldım,” dedi Rofal. “Sende hayran olduğum şey bu, Colt. Bu
acımasızlık.”
Colt sadece gülümseyerek karşılık verdi.
“Onu nasıl öldürdün?” Swank sordu.
Colt kaşlarını çattı. “Onu kafasının arkasından bıçakladım. Aptalca bir
soru.”
“Evet, ama…”
Colt Rofal’e baktı. “Beni ne kadar bekleteceksin?”
“Onlarla yarın buluşmanı ayarlayacağım.”
“Bu akşam,” dedi Colt. “Onları bu akşam görmek istiyorum.”
Bu Rofal’i biraz duraksattı. Gülümsemesi azaldı. “Sabırsızsın değil mi?”
Colt’a tekrar baktı, sonra da cesede. “Peki. Sanırım bunu hak ettin. Onları
buraya getirteceğim ve bu akşam ilk üç saatini sana vereceğim.”
Rofal bir avuç korumayla cesedi tıbbi koğuşa götürttü. Colt garip başlığı onu
hoş bulan bir korumaya verdi.
Rofal’in ofisine doğru ilerlediler. Rofal Colt’a bir bardak viski doldurdu.
Swank’a ikram etmedi.
“Bilmek istediğim başka bir şey daha var,” dedi Colt.
“Dinliyorum?” dedi Rofal.
“Çocuğun çaldığı para, ne içindi o?”
“Neden? Buldun mu yoksa?”
“Hayır.” Colt, çocuğun büyük bir miktarda parayı çantasına attığını fark
etmişti, ancak Rofal’in bunu bilmesine gerek yoktu. Para arka koltuğun altına
koyulmuştu. “Fakat sen, paranın masada bir yer almak için olduğunu
söylemiştin. Ne masası bu?”
Rofal tekrar duraksadı. “Neden bilmek istiyorsun?”
“Diyelim ki durumumu değerlendiriyorum,” dedi Colt. “Ve seninle iş
birliği içinde olmak daha avantajlıymış gibi görünüyor.”
“Anlıyorum.” Rofal koltuğunda geriye yaslandı. “Sana söylemek
istemediğimi söylersem yalan söylemiş olur olurum zaten. Ancak şimdi
dürüstlükse dürüstlük, doğrusu bu ani tavır değişikliğine biraz şaşırdım. Ve
benim güvendiğim bir adamım hiç olmadı.”
“Fark ettim.”
“Sana şunu söyleyebilirim ki,” dedi Rofal. “O para bazı hemfikir şahıslarla… tanışma girişimim içindi.”
“Anlıyorum,” dedi Colt. “Şimdi hepsi mahvoldu mu yani?”
“Şu an için, evet. Sinir bozucu şekilde bozuldu. Fakat zamanla başka bir fırsat daha doğacağına eminim.”
Colt bardaktaki viskiyi kafasına dikti.
-+-+-+-+--+-+-+-+-
“Ahh… neredeyim ben…?”
“Rahatla. Yanındayım.”
“Ah… yine bu ha?”
“Colt’un çocukları gelene kadar ruhunu tutmak zorundayım.”
“Tamam… ama, ah… bu… önceki seferden biraz farklı hissettiriyor…”
“Yani, klişe olacak ama, ruhlarımız zamanla birbirine alıştı.”
“Nasıl yani…?”
“Birbirimize bağlandık.”
“Ahh… şimdi düşününce… bu sıcacık bir kucaklama gibi hissettiriyor.”
“Hmm, sanırım öyle.”
“Gerçekten hoş…”
“Tamam.”
“Beni daha sıkı tut, Garovel.”
“Artık biraz garipleşmeye başladı.”
“Haha. Peki. Colt ne yapıyor? Hiçbir şey göremiyorum.”
“Şu an Rofal’le konuşuyor. Ondan pek fazla bilgi alamıyor.”
“Rofal hiçbir şeyden şüphelenmiyor mu?”
“Daha değil. Aslında biraz sıkıcı olmaya başladı. Öylece sadece çocukların
gelmesini bekliyorlar. Colt planlar hakkında sorup duruyor, ama Rofal da tahmin
edebileceği gibi pek bir şey anlatmıyor.”
“Peki… şimdiki düşüncen ne? Daha öncesinden gözlemlemek için daha fazla
zamana ihtiyacın olduğunu söylemiştin, ama.. sen, um… hala Rofal’i öldürmek
gerektiğini düşünüyor musun?”
“Hayır, bunu yapman gerektiğini düşünmüyorum.”
“Gerçekten mi? Neden?”
“Çünkü o ölse bile Rofal’in işlerine ne olacağını bilmiyoruz hala. Genel
kanının aksine yılanın başını kesmek her zaman işe yaramaz. İşletmesinin öyle
ortadan kaybolacağına inanmıyorum.”
“Daha kötü birinin onun yerini alabileceğinden mi endişelisin?”
“Aksinden emin olana dek, evet.”
“Ama ahlaki olarak buna karşı çıkmıyorsun…?”
“Evet, pek değil, hmm? Ah. Bohwanox ortaya çıktı şimdi. Dur biraz.”
“Bohwanox mu? Ne yapıyor burada?”
L.N: Bohwanox’un kim olduğunu hatırlamayan varsa, Mallory’in kızını kurtarma sırasında ikinci bir ölüm meleği vardı ya. İşte o.
“Şu an bana söylüyor.”
“Onu duyamıyorum.”
“Evet, çünkü ruhun ona bağlı değil, bu yüzde-ah, tek seferde iki bağlantı
kuramıyorum. Biraz bekle.”
“… P-pekala… um…”
“Bir şeyler yanlış.”
“Yanlış olan ne?”
“Bohwanox ölüm aurasını taşıyan birini buraya kadar takip ettiğini söylüyor.
Fakat aura nedense birden kaybolmuş. Ne demek istediğini tam anlamadım. Bir
dizi kaybolan insan raporunu araştırdığını ve bunun onunla alakalı olduğunu
söylüyor.”
“Ah, peki… şimdi ne yapacağız?”
“… Hah. Seni uyandırmamız gerek. Takip ettiği kişi muhtemelen ciddi tehlike
altında.”
“Ama çok erken, değil mi?”
“Evet, öyle.”
“Peki o zaman ned…?”
“Yapıyoruz. Hazır ol. Ah. Görüşüne göre vücudunu parçalayıp inceliyorlar.”
“Ne--?”
-+-+-+-+--+-+-+-+-
Hector gözlerini açtı, mavi önlüklü bir kadının yanında durduğunu gördü. Başını
eğdiğinde, göğüs boşluğunun metal kıskaçlarla açılmış olduğunu ve odanın
köşesinden bir çift cüsseli korumanın kendisini izlediğini gördü. Onlardan biri
onun başlığını takmıştı.
Kadın onun gözlerinin açıldığını fark etti ve dondu. “Ah, beyler…?”
Hector doğrulurken hepsi çığlık attı.
‘Sustur
şunları!’ Garovel seslendi.
Sıçradı ve onun başlığını giyen adama doğru uçtu, karnına yumruğu geçirdi ve
başlığını çekerek geri aldı. Diğer adam yüzüne sertçe vurarak Hector’u yere
serdi. Göğsündeki büyük derin yarığa tekme atmak için hemen sıçradılar.
Hector havadaki bacaklardan birini yakaladığı gibi adamı, diğerine fırlattı. İkisi de duvara çarptıktan sonra sekti ve birbirlerini devirdi. Onların ayağa kalkmasını bekliyordu, ancak silahlarına uzandıklarını gördüğünde, doğruca silahlarını ellerinden çekti ve kafalarına geçirerek adamları yere serdi.
Hector köşede çömelmekte olan doktora baktı ve bir kez daha başlığını taktı. “Lütfen
sessiz kal…”
Kadın şiddetle kafasıyla onayladı.
Bununla birlikte daha fazla koruma odaya daldı. Hector odaya giren ilk kişiyi
kalabalığı yararak kendisi için yol yaratmak için kullandı. Ateş etmeye veya
yardım için bağırmalarından önce herkesi devirdiğinden emin oldu. Birkaç kişi
tavandaki kirişlere takılmıştı. Başta koridorun tipik bir düz tavanı olduğunu
düşünmüştü, bu yüzden yukarı uçan kişi yere düşmeyince şaşırdı.
‘Bu gerçekten hızlı bitti,’ dedi Garovel.
Hector kıskaçları göğsünden söktü, eti parçalanmış ve kan tüm mermere dökülüyordu.
Kırık kaburgaları çarpık açılarda birbirine geçmişti, ve sonra atmayan kalbine
dokundu. Bunun sonradan ne kadar acı verici olacağını düşünmemeye çalıştı. ‘Peki
şimdi nereye gidiyoruz?’
Bohwanox duvarda belirdi. ‘Bunun için özür dilerim,’ söyledi.
‘Ah, ö-önemli değil…’
‘Bohwanox seni duyamaz,’ Garovel yenilenmeyi başlatırken konuştu,
Hector’un kemikleri bükülüp yerine giriyordu. ‘O benim gibi beynine bağlı
değil, bu yüzden onunla sesli konuşman gerekiyor,’
“Oh. Ah... Garovel, um… kendi kendine kaybolan bir ölüm aurası gördüğünü
söyledi?”
‘Evet,’ dedi Bohwanox. ‘Öylece kayboldu, nedeni belli olmadan. Sonra da auraya sahip olan adam aniden buraya gelmeye karar verdi, sanki bir transa girmişti. Bu yoldan gittiğini gördüm. Lütfen takip beni takip edin.’
Hector gördüğü her güvenlik kamerasını parçalayarak onu takip etti. “Ben,
um… İnsanları kurtarmayı pek önemsemediğini sanmıştım,” dedi Hector.
‘Dahil olmaktan hoşlanmam, eğer demek istediğin buysa,’ dedi Bohwanox. ‘Fakat
bu olay farklı. Sen de hissettin değil mi Garovel? Bu şehirdeki garip
rahatsızlık hissini?’
‘Mm. Evet. Bunun bağlantılı olduğunu mu düşünüyorsun?’
‘Sadece bağlantılı değil. Bunun bizi doğrudan köküne götüreceğine
inanıyorum. Bu kaybolan insanların çok… anormal şekilde ölüyor olabileceğini
düşünüyorum.’
“Ne demek istiyorsun?”
‘Ben be bundan tamamen emin değilim,’ dedi Bohwanox. ‘Bu kaybolan
insanların hepsi farklı yaşlarda, ırk ve cinsiyetteler. Aralarından en ufak bir
bağlantı bulamadım ve kayboluşları, birilerinin işine yarıyormuş gibi de
görünmüyor. Bu yüzden fidye veya kölelik uğruna esir tutulduklarını sanmıyorum.
Öldürüldüklerine inanıyorum. Fakat durum buysa, o halde neden hiç tuzağa düşmüş
veya etrafta dolanan ruh bulamadım? Bu çok tuhaf.’
‘Veya sorun çıkaran,’ Garovel ekledi.
‘Burası,’ dedi Bohwanox. ‘Onun bu kapıdan geçtiğini gördüm.’
“İçeriyi daha kontrol etmedin mi?”
‘Hayır, ben…’ Bohwanox kapıdan uzaklaştı. ‘Ben… istemedim.’
Hector başını yana eğdi. Bir açıklama için Garovel’e baktı, fakat diğer ölüm
meleği de uzaklaşıyordu. “S-siz çocuklar iyi misiniz…?”
‘Bunu sen de hissediyor musun, Garovel?’
‘Evet. Daha önce nasıl kaçırmışım bilmiyorum…’
‘Çünkü sessizdi,’ dedi Bohwanox. ‘Sahibine ait olmayan bir gölge
gibi. Gölgesi düşen kişi aniden hareket etmeden varlığını fark edemiyorsun… ve
takılı kalıyor.’
İki ölüm meleği de geride kaldı. ‘Lütfen ilk sen gir, Hector,’ dedi Garovel. ‘Ve çok dikkatli ol.’
Kapı kilitliydi, bu yüzden hemen kırdı. Öylesine yüksek sesle parçalanmıştı ki
daha fazla korumanın geleceğinden emindi. Odada gördüğü ilk şey iki insandı-
siyah bir takımın içindeki genç bir adam ve oturarak bir duvara boş boş bakan
yaşlı bir beyefendi.
“Pardon,” dedi genç olan, “tam olarak ne yaptığını… Hmm….”
Hector’a gözlerini kısarak baktı. “Neler varmış burada?”
-+-+-+-+-+-+-+-+-
“Peki,” dedi Colt. “O zaman belki ailen hakkından bir şeyler söyleyebilirsin. Sadece sen ve Geoffrey ile tanıştım.”
“Ah.” Rofal bardağından bir yudum aldı. “Babam ve annem on yıl önce
başarılı şekilde emekli oldu. Büyük bir adamdır babam. Bu günlerde bazı
insanlar onun parlaklığını sorguluyor- baş harfi annem- ama bazen, ben hala
onun parlaklığını görebiliyorum. O hırs. Bir dakika önce sanki odadalarmış gibi
büyük dedesi veya ölmüş kız kardeşi hakkında konuşurken, sonra kulağıma otuz
yıl önce inşa ettirdiği gizli deposunu fısıldar.”
“Onunla bir kez görüşmüştüm,” dedi Swank. “Saçımı kesmeyi ve yerine
opossum kürkü ile değiştirmeyi teklif etmişti. Hala o zaman şaka yapıp
yapmadığından emin değilim.”
L.N: Opossum bir tür sıçan.
Rofal güldü. “Bunun dışında, birkaç kardeşim var. İşi ben devraldım çünkü
ablam, tanrıça onu kutsasın, bununla alakalı her şeyden nefret ediyor.”
Colt homurdandı. “Sizden suçlu olmayan mı var?”
“Oh, bu aklındaydı. Hepimiz onun bunu düşündüğünü biliyoruz. Ama inanır
mısın, gitti bir elektrikçiye aşık oldu ve ev hanımı olmaya karar verdi. Hala
inanamıyorum.”
“Diğer kardeşlerin peki?” Colt sordu.
“Bugün oldukça meraklısın,” Rofal mütevazi şekilde gülerek söyledi. “Aile
üyelerimi seninkiler karşılığında rehin almak gibi bir oyun çeviriyorsan, kendi
iyiliğin için söylüyorum, bu planı daha başlamamışken bitirmeme izin ver. Kimi
istiyorsan alabilirsin ya da bunu deneyebilirsin. Aile üyelerimin kesinlikle
senin gibiler karşısında benim korumama ihtiyaçları yok. Aksine onları korursam
üzülürler.”
“Bunu aklımda tutarım.”
“Ha.”
“Peki ya Geoffrey’in ebeveynleri? Öldüler mi?”
“Hayır, hayattalar. Onu bana emanet ettiler. Onun gibi bir çocukla başa
çıkmakta zorlandılar.”
“Hayal edebiliyorum.”
“Sanmıyorum,” dedi Colt.
Colt bir kaşını kaldırdı.
Rofal viskinin kalanını kafasına dikti ve bardağı önüne koydu. “Bu dünyada
beni korkutan çok az insan var,” konuştu. “O canavar iyi ki benimle.”
-+-+-+-+-+-+-+-+-
‘Bu şey de ne böyle?’ dedi Bohwanox.
‘Bilmiyorum,’ dedi Garovel.
Hector’un açıklama isteyecek zamanı yoktu. Kapı aralığından beş koruma girdi ve
ellerini ona uzattılar. İşlerini hızlı bitirdi, üçü bilincini kaybetmiş, diğer
ikisi de yerde acı içinde inliyordu.
“Vay canına! Tanıştığıma memnun oldum! Benim adım Geoffrey. Seninki ne?”
Hector cevap vermediğinde, Geoffrey’in yüzü ekşidi. “Neden ilginç insanlar
hep bana karşı kaba oluyorlar?”
İkinci kez baktığında, Hector odada olağan dışı bir dekor fark etti.
Geoffrey’in solunda, bir metreden daha az mesafede bir dizi nesne cam ile
çevrilmişti. Bir ayak, bir burun, bir serçe parmak, bir çift göz, bir saçlı
kafa derisi, bir büzüşmüş kalp ve bir kararmış beyin vardı. Çeşitli boyutlarda
ve ten renklerinde. Tamamen kanla kaplılardı.
Başlığın altında Hector’un ifadesi karardı ve sandalyede oturan, gözlerinde boş ifade olan adama baktı. “Bu kişi kim?” sordu.
“Oh, o mu?” dedi Geoffrey. “O benim yeni getiricim. Eskisi kokmaya
başlamıştı.”
“…Getirici mi?”
“Evet. Bana bir şeyler getirmesi için kullanıyorum onu. Dışarıdan yani.
Amcam ayrılmamı istemiyor, ve ben de onu üzmek istemiyorum, bu yüzden
getiricileri kullanıyorum.”
‘O adam ölmüş,’ dedi Garovel. ‘Bedeni hayatta olmasına rağmen içinde
ruhu yok.’
“Hmm.” Geoffrey’in gözleri kaydı, Hector genç adamın nereye baktığına
emin değildi. “Adını bana söylemeyeceksen, şu arkadaki ikili söylesin bari?”
Hector gözlerine kırptı. “Ne?”
‘Bizi görebiliyor!’ dedi Bohwanox.
“Neden şaşırdınız, evet görebiliyorum.” Geoffrey sırıttı. “Görememem
mi lazımdı?”
Ölüm melekleri daha da uzaklaştılar.
“Az önce “bu şey” de ne diye sordun,” dedi Geoffrey. “Benden mi
bahsediyordun?”
‘Evet,’ dedi Garovel.. ‘Neysin sen?’
“Ne demek istediğini anlamadım.”
‘Sen insan DEĞİLSİN,’ dedi Bohwanox. ‘Neden öyle görünüyorsun?’
“Hmm. You know, I have always had a feeling I was not human. Everyone treats me
like one, so I did not think much more about it, but you seem to know what you
are saying. What are you, anyhow? Phantoms?” Geoffrey stepped closer and
reached out to touch Bohwanox.
** “Hmm. Biliyor musun, içimde her zaman insan olmadığıma dair bir his vardı. Etrafımdakiler bana öyle davranıyordu, bu yüzden bunun hakkında fazla düşünmedim, fakat ne dediğinizi biliyormuş gibisiniz. Siz neysiniz peki? Hayalet?” Geoffrey daha da yaklaştı ve Bohwanox’ a dokunmak için uzandı.
Hector önüne geçti. “Sen… oradaki adamı öldürdün mü?”
Geoffrey Hector’a tekrar baktı. “Hiçbir soruma cevap vermiyorsun, bir de
kalkmış bana soru mu soruyorsun? Sabrımı zorluyorsun.”
“Üzgünüm,” dedi Hector. “Onu öldürdün mü?”
“Sanırım evet,” dedi Geoffrey. “Ruhu, arkadaşının adlandırdığı şekilde, onları kendime aldığımda her seferinde yok oluyor. Şimdi çekil yolumdan. Şu hayaletlerini incelemek istiyorum.” Zorla onu geçmeyi denedi ama Hector onu geride tuttu.
“Hiç sanmıyorum.”
“Hmm. İlginç.”
Bir anda, kırmızı bir ışık Hector’un görüşünde belirdi ve aniden, kolunun ön
kısmı gitti, et ve kemik o kadar temiz kesilmişti ki kanamaya başlaması biraz
zaman aldı. Geoffrey kesilmiş eti bilekten tutuyordu.
Hector sakin kaldı.
Geoffrey eti omzunun üstüne attı ve gözlerini Hector’a dikti. “Bu acıtmadı
mı?” sordu.
Hector ağzının ortasına geçirdikten sonra Geoffrey geriye uçtu, koltuğun
üzerine devrildi. “Bu acıttı mı?”
Geoffrey hemen ayağa kalktı ve kafasını salladı. “Bu şaşırtıcıydı,” konuştu. Ve başını kaldırdığında, kızıl bir gölge ağzını kaplıyordu.
Eli geri büyürken, Hector’un gözleri daraldı. “O ne?”
“Sana söylemek için bir neden göremiyorum.” Geoffrey ileri fırladı ve savurdu,
fakat Hector hareket etmeden darbeyi yedi ve onu karnından yumruklayarak çok
daha uzağa uçurdu. Geoffrey ayaklandığında, bu sefer kızıl gölge karnını
kapladı. Gülmeye başladı. “İlginç! Kesinlikle iyi vuruyorsun!”
Hector genç adamın yaklaşmasını beklerken ölüm melekleri geriledi, kapı
aralığının arkasından izliyorlardı. “Sen de neysin böyle?”
“Güzel bir soru,” dedi Geoffrey. “Bunu ben de bilmek istiyorum. Fakat
şu anda, onların ne olduğuyla daha çok ilgiliyim. Ve sen de onlara dokunmama
izin vermeyeceksin öyle değil mi?”
Hector bir cevap vermedi.
“Peki.” Geoffrey elini salladı ve sandalyedeki adam durulde ve Hector’a sıçradı, debelenerek ısırmaya çalıştı.
Hector onu uçurdu ama o sırada Geoffrey kendisini çoktan aşmıştı. O ve ölüm
melekleri arasında hiçbir şey yoktu. Ayrıldılar ve Geoffrey Bohwanox’un
peşinden gitti. Hector takip etti ancak çok ilerlemişlerdi. Geoffrey elini
uzattı ve Bohwanox yeterince uzaktaymış gibi görünüyordu ancak Geoffrey’in
elinden çıkan aynı kızıl gölge ileri uçtu, hızlı ve sivriydi. Ölüm meleğini
arkasından kesti.
‘Ahhh!’
“Sana dokunmak istiyorum sadece!” Geoffrey güldü.
Hector yetişti ve Geoffrey’i yakasından tutarak duvara çaldı ve onu oraya
sabitledi. Bohwanox’a baktı, havada dönüyordu. “İyi misin?!”
Ruhani siyah-beyaz dumanlar yaradan yükseliyordu. ‘E-emin değilim,’
yüzünü ekşiterek konuştu.
‘İyileşeksin,’ dedi Garovel. ‘Ancak şimdi burayı terk etmen
gerekiyor. Elinden geleni yaptın.’
‘P-peki, tamam.’ Bohwanox duvardan geçerek kayboldu.
“Hey, nereye gitti o?!” dedi Geoffrey. “Geri gel! İşim bitmemişti
daha!”
Hector elini sıktı ve tüm gücüyle onu yüzünden yumrukladı. Geoffrey’in başının
arkasındaki duvar çatladı.
Fakat kızıl gölge tekrar ortaya çıktı ve kaybolduğunda Geoffrey’in yüzü lekesiz
haline döndü. “Saldırıların acıtıyor,’ dedi Geoffrey, “ama
yaralamıyor. Bu şekilde değil.” Kızıl kaplı eliyle Hector’un göğsünü deldi.
Kan her yere sıçradı. Geoffrey’in eli Hector’un sırtından çıktı, eliyle bir
kalp tutuyordu.
Ağzı kanarken Hector hareket etmedi. “… Ne diyordun?” Kafayı gömdü,
ileri atıldı ve Geoffrey’i tekmeleyerek duvara soktu.
Geoffrey duvardan bilardo odasına uçtu. Üzerine düştüğü bilardo masasının üstüne ahşap ve alçı yağdı. Oturdu ve elindeki kanla kaplı kalbe baktı. “Nasıl lan…?” Gözleri Garovel’in üstüne kenetlendi. “Bu onların işi, değil mi?” Ayağa kalktı.
‘Arkanda!’ Garovel bağırdı.
Hector hemen ne demek istediğini anladı. Geoffrey’in kukla adamı ona doğru geliyordu. Hector sağa doğru bir adım attı ve adamı yakaladığı gibi doğrudan Geoffrey’e postaladı. Tavandaki pervaneye çarptılar ve bir yığın cam ve tahta parçasıyla yere düştüler.
Geoffrey tekrar ayağa kalktı. Kızıl gölge tüm bedenini kapladıktan sonra tekrar kayboldu. “Beni kızdırmaya başlıyorsun.”
“Zaten Arkadaş edinmede hiçbir zaman iyi olamadım…” Hector’un göğsü o gece ikinci kez yenilendi.
Geoffrey elini salladı. Kukla adamı anında sıçramadığından nedenini görmek için arkasını döndü.
Küçük kesikler yüzünü parçalamıştı ve bacağı ters yöne dönmüştü. Ayakta durmak için dahi çabalıyordu, ancak bir süre sonra yere yığıldı.
Geoffrey’in yüzü asıldı. “Hemen bozuldu mu? Bunu daha yeni yapmıştım.” İç geçirdi. “Oh, peki.” Kırmızı bir parlama adamı ikiye böldü. Kan ancak beden yere değdikten sonra püskürmeye başladı.
Hector sertçe baktı. “Piç!”
“Görünüşe göre yeni bir getiriciye ihtiyacım var.” Daha da yaklaşarak konuştu. “Belki de işleri basitleştirmeli ve bunun için seni almalıyım.” Kızıl gölge Geoffrey’in bedeninden ayrıldı ve büyümeye başladı.
Hector koridora geri uçtu ancak gölge çoktan onu kuşatmıştı. Kavrayışından kurtulmak için çabalarken korkunç bir acı veya bir kararma bekledi ancak hiçbir şey olmadı. Garovel’e baktı, tamamen ilgisiz hatta tuhaf bir şekilde eğleniyor gibi gözüküyordu.
Kızıl gölge Geoffrey’e geri döndü ve genç adam Hector’a inanamayarak baktı. “Nasıl? Benim olmalıydın!”
‘Aptal,’ dedi Garovel. ‘Onu alamazsın. O çoktan bana ait.’
Geoffrey kızıl bir kırbaç savurdu.
Hector ve Garovel ayrıldılar. Geoffrey ölüm meleğinin peşinden gitti. Garovel bir duvardan geçti. Geoffrey arkasını döndüğünde metal başlık yüzünün önündeydi. Hector onu koridorun sonuna fırlatarak uzaktaki duvarda etkileyici bir çatlak oluşturdu. Garovel kafatasını duvardan çıkarırken, Geoffrey’in çoktan ayaklanmaya başladığını görebiliyordu.
‘Hector,’ dedi Garovel. ‘Faydasız bir savaş veriyorsun.’
‘Ne demek istiyorsun? İyi gidiyorum, değil mi?’
‘Şimdilik öyle. Ama biz bu kavga için hazır değiliz. Açıklamaya zaman yok. Buraya ne için geldiğimizi hatırlaman gerekiyor.’
Hector’un yüzü bozuldu. ‘Çocuklar…’
‘Colt’un muhtemelen şu anda yardımına ihtiyacı var.’
Geoffrey’in üstüne geldiğini gördü.
-+-+-+-+-+-+-+-+-
Ansızın gelen darbe sarsıntısı odayı sallayarak konuşmayı bitirdi.
“Bu da neydi?” dedi Swank.
Rofal masasından telefonunu aldı.
Colt’un bakışları sertleşti. “Kimi arıyorsun?”
Rofal ona baktı ama cevap vermedi. “Rapor ver.” Telefondaki kişiye söyledi. Dinlerken kısa bir zaman geçti. “Anladım.”
Colt koltuğunda döndü. Diğer adamın yüzündeki ifadeden hoşlanmamıştı.
Rofal telefonu kapattı ve tekrar aramaya başladı.
Daha fazla bekleyemezdi. Colt hızla ayağa kalktı ve Rofal’ın elinden telefonu kaptı.
“Demek oyunun buydu.” Rofal çok sakindi. “Hayal kırıklığına uğradım, Colt.”
Colt telefonu yere fırlatarak parçaladı.
Adamları kapıdan girerken Rofal ayağa kalktı. ”Tebrikler.” Konuştu. “Arayacağım bir sonraki adamı doğru tahmin ettin. Çocukların hala buraya doğru geliyorlar.”
Colt kaç kişi olduklarını saydı. Durum bire karşı yediydi. Kendisi dışında herkes silahlıydı.
“Sanırım başka bir telefon bulabilirim ama her an burada olacaklar bu yüzden niye uğraşayım ki? Fikrin en azından bana karşı artık net.” Rofal masanın etrafında yürüdü. “Ama biliyorsun ki ben fazlasıyla azimli bir insanım. Bu yüzden sana bir şans daha vereceğim.”
“Öyle mi?” dedi Colt.
“Onlar buraya geldiğinde çocuklarından birini seçmene izin vereceğim.”
“Siktir lan!”
“Reddedersen ikisini de alacağım ama onları öldürmeyeceğim Colt. Onları kendi çocuklarım yapacağım. Gördüğün gibi benim hiç çocuğum yok. Onları yetiştireceğim ve beni sevmeyi öğrenirlerken, senden de nefret etmeyi öğrenecekler. Yeterince büyüdüklerinde de onları benim adıma seni öldürmeleri için göndereceğim.”
Colt’un ifadesi tek başına odadaki herkesi katletmek için yeterli görünüyordu.
“Şartlarımı kabul edersen bir çocuğu kendine saklayabileceksin. Dostane ilişkimiz de devam eder ve belki de zamanla ikinci çocuğunu da kazanabilirsin.”
Dişlerini sıkarak konuştu. “Seni öldüreceğim.”
“Anlaşılan bu binadan canlı ayrılmama konusunda çok kararlısın. Belki de ölmeden önce onları gözlerinin önünde öldürmemi istersin? Bu kesinlikle beni önemli ölçüde zaman ve çabadan kurtarır.”
Bir darbe sarsıntısı öncekinden çok daha şiddetli bir şekilde odayı salladı. Herkes endişeyle etrafına baktı.
“Şu anda endişelenmem gereken kişi ben değilim.” dedi Colt.
“Kim?”
Kapılar sonuna kadar açıldı ve çocuk odaya daldı, metal başlığıyla herkesi tarıyordu. Kızıl bir çizgi onu takip ederek ona vurdu. Bacaklarını delip dizlerinin üstüne düşmeden önce ilk birkaç saldırıyı atlattı. Kızıllık onu ip gibi sardı ve savurarak yere çaldı. Geoffrey kızıl bir kaynakla odaya girerken çocuk bağlarının arasından kurtulmaya çalışıyordu.
“Affedersin amca.”
“Kim bu lanet olası?” Rofal sordu.
“Bana söylemeyi reddediyor.” dedi Geoffrey. “Amca geride durmalısın. Bu herif oldukça tehlikeli ve çok koruyucu.” Geoffrey’in sözü, çocuk kızıl ipi çekerek onu kendisine doğru çekerken yarıda kesildi.
Keskin kızıl bir bıçak Geoffrey’in diğer elinden çıktı. Onu çocuğa doğru savurdu. Bıçak başlığı kesti ve oraya sıkıştı. Çocuk onu komple kendisine çekerek çenesine yumruğu geçirdi ve kendisini serbest bıraktı. Geoffrey karşı odaya postalandı ve inerken bir masayı yıktı.
Çocuk Colt’a baktı. “Geldiler mi?” konuştu.
Hala biraz şokta olan Colt cevap vermeye çalıştı. “Gelmek üzereler!”
Tekrardan ayağa kalkan Geoffrey’in vahşi gözleri çılgınca etrafı aradı. Rofal’ın birkaç uşağını işaret etti. “Siz üçünüz!” Kızıl bir dalga ilerleyerek onları kuşattı. Çabucak paniğe kapılırken, sanki yanıyorlarmış gibi çığlık atmaya başladılar ve daha sonra aniden hepsi ölüm sessizliğine büründü. “Öldürün onu!” Çocuğa doğru atılırken farklı taraflardan saldırmak için bölündüler.
Kendine gelen Colt oluşan kaostan yararlandı ve aptalların dikkati dağılmışken birinin arkasından saldırdı. Adamı dizinin arkasından tekmeledi ve onu bir kolunun arasına alarak boğmaya başladı. Diğer eliyle de kılıfından silahı çaldı ve hemen emniyet kilidini kapatıp ateş açtı. İki atışta iki uşak öldü.
Çocuk üçünü sanki sandalyelermiş gibi savuruyordu. Geoffrey bir sebepten ötürü dövüşmektense onun etrafında dolanma niyetindeymiş gibi duruyordu ve aynı şekilde çocuk da yerinde kalmayı planlıyormuş gibi görünüyordu.
Rofal sürünerek masasına doğru ilerledi, bir silah için olduğuna şüphe yoktu. Fakat Colt’un çoktan bir silahı olduğunu görünce durdu ve geriledi. Colt ilk kez bu adamın gerçekten dehşete düştüğünü gördü. “Mantıklı ol, Colt… Eğer beni öldürürsen…”
Colt onu göğsünden vurdu.
Rofal düştü, Colt’un yaklaştığını görürken elleri çaresizce yaraya dokunuyordu. “Olamaz!”
“Oldu bile.” Mermi Rofal’ın beynini dağıtarak tüm zemine sıçrattı.
Ancak tatmin olacak zamanı yoktu.
“Ne yaptın?!” biri bağırdı. Konuşan Geoffrey’di. Kızıl gölge etrafında adeta kaynıyordu. “Ne yaptın lan sen!”
Colt ateş etti. Gölge tüm mermileri saptırırken Geoffrey’in yüzünün anlık bir buruşmadan çok daha fazla bozulmasına neden oldu. Çok geçmeden şarjörler bitti.
Çocuk koştu ve Geoffrey’i kolundan kavrayarak onu salona geri fırlattı. Geoffrey’in kölelerinden biri kalkınca Colt silahının arkasıyla kafasına sertçe geçirdi.
“Bu siktiğimin kızıl şeyi de ne!”
“Zaman yok.” Çocuk konuştu. “Çocukların nereye gelecek?”
“Bilmiyorum!”
“Düşün!”
“Ah—belki de yatak odasındaki asansör fakat ana giriş de olabilir. Tam olarak bil—“
Kızıl gölge uçtu ve doğrudan Colt’a ilerledi. Çocuk adamın önüne geçti ve saldırıyı göğsüne alarak etrafa bir yığın kan saçtı. Keskin gölge Colt’un karnının biraz önünde durdu.
“Git!” çocuk bağırdı. “Girişi ben kontrol ederim!”
Colt’a ikinci kez söylenmesine gerek yoktu. Yalnızca cesetlerin birinden bir silah almak için durdu. Diğer iki köle ayaklanmıştı ve kendisine doğru geliyordu. Colt ikisini de kafadan vurmaktan çekinmedi.
Rofal’ın yatak odasının kapılarını tekmeleyerek açtı. Asansör banyonun bitişiğinde, sol taraftaydı. Asansör kapısının üstündeki sayılar çoktan azalan sıra içinde aydınlanıyordu.
Colt banyoya girip bekledi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..