Bölüm 11: Gerçek Bir Et Yarası…
Çevirmen: Lucius
Kızıl bıçak göğsünden sarkarken Hector’un ayakları zeminde sallanıyordu. Bıçağı iki eliyle tutup çıkarmaya çalıştı, ancak üstü kendi kanıyla kaplı olduğu için kavrayamadı.
“Şu senin başlığın ilginç ve sinir bozucu. Acaba kafan zayıf noktan olabilir mi?” Geoffrey’in kızıl gölgesi başlığın etrafında kaynayarak çıkmaya çalıştı.
Hector başka ne yapacağını bilmezken panikledi. Aklına gelen tek şey demir gücüydü ama o da işe yaramazdı. Yine de denemeye karar verdi. Elini uzattı ve içinden açık gri parçacıklar döküldü, ancak bir avuç konfetiler kadar tehlikelilerdi.
Geoffrey kahkaha attı. “O şey de ne öyle?” Hafifçe tozu üfleyerek uçurdu ve daha çok gülmeye başladı. “Boş zamanlarında palyaçoluk falan mı yapıyorsun? Tekrar yap onu! Hadi!”
Hector’un aklına daha iyi bir fikir geldi. Ellerini demir tozuyla kaplayarak bıçağı tekrar kavradı ve sonunda o ihtiyacı olan sürtünmeyi hissetti. Hızla bıçağı çıkararak yere fırlattı. Arkasından Geoffrey’in uzun bıçaklarının zemini çizdiğini duyabiliyordu.
‘Ana giriş tam önünde.” dedi Garovel.
Koşmaya başlarken bir şeyin onu yavaşlattığını hissetti. Kızıl gölgenin bir parçasının başlığına sarılı olduğunu fark etti. Tutarak çekti ancak sadece macun gibi esnedi.
Geoffrey çok geçmeden ona yetişti. “Çabalamaya devam et.” Gülümseyerek konuştu. “Belki de kırmayı başarırsın.” Ancak Hector’un ona dönüp yürümeye başladığını gördüğünde gülümsemesi kayboldu. Bıçağı Hector’un başlığına doğru savurdu ancak keskin kenarı düzgün kesemedi sadece sekti. Hector’un yumruğu onu uçurdu, duvardan sekerek tavana çarptı ve yere düştü, görüş açısının dışında bir köşedeydi.
Tekrardan girişe doğru ilerleyecekken Garovel onu durdurdu.
‘Dur! Geoffrey’in senin peşine takılı kaldığından emin olmalısın! Şu anda Colt’un peşinden gitmek için her türlü bahanesi var!’
“Lanet olsun.” Hemen döndü ancak çok yaklaşmasına gerek kalmadan kızıl bir ışın peşinden yükseldi, kenara yuvarlandı. Geoffrey’i tekrar görünce onayını aldı ve girişe doğru fırladı.
Geniş karşılama odasından geçti ve sonunda evin dışında tek başına duran Garovel’i buldu. Hala karanlık kayalarla çevrili yer altındalardı. Birkaç düzine metre ilerdeki asansörleri gösteren yol lambaları olmasaydı her yer zifiri karanlık olurdu.
Geriye baktığında iki kızıl ışının kendisine doğru geldiğini gördü. İlkinden kaçınmayı başardı ancak ikincisini karnına yedi ve bir an sonra az önce kaçınmış olduğu ilk saldırı geri dönerek bir bacağını kesti.
Hector yere düştü, çaresizce kızıl pitonla boğuşurken kesilmiş bacağından kan fışkırıyordu. ‘Geri çekil!’ Garovel’e bağırdı.
Azrail dinledi ancak çok geçti. Geoffrey kapı aralığına ulaşmıştı ve ışınlardan biri çoktan Garovel’e doğru ilerliyordu. Azraili sardı ve onu Geoffrey’e doğru sürüklemeye başladı.
“Buldum seni!”
‘Garovel!’ Demir tozu Hector’a kızıl ipten kurtulmak için gereken çekiş gücünü verdi, ancak daha ayakta duramıyordu. Bacağı çok az yeniden büyümüştü. “Sakın ona zarar verme!”
“Bana onun ne olduğunu söylersen vermem.” dedi Geoffrey.
Azrail kızıl bağlardan kurtulmak için çabaladı ancak nafileydi.
“Peki!” dedi Hector. Bacağının yavaşça yeniden büyüdüğünü hissedebiliyordu. “Tamam. Sana söyleyeceğim!” Geoffrey’i biraz daha bekletti. “O… bir Azrail. Yani. Bir ölüm meleği.”
Geoffrey bir kaşını kaldırdı ve Garovel’i havada döndürdü. “Ah… Anlıyorum. İlginç. Ancak yine de onu parçalara ayırıp incelemek istiyorum.” Garovel’in göğsüne sapladı.
‘Ahh!’
“Hayır!” Bacağının tamamen büyümemiş olması önemli değildi. Hector kanlı gövdesiyle ona atıldı. Yumruğunu öyle bir sıkmıştı ki kırabileceğini düşündü ve demirin neredeyse istemsizce parmaklarını kapladığını hissetti.
Vücudundaki gücün her zerresiyle Geoffrey’in yüzünün tam ortasına yumruğunu geçirdi.
Geoffrey evin önüne çakıldı ve sese bakılırsa binanın içindeki birkaç duvar da yıkılmıştı.
Hector eline baktı. İnce bir metal katman avucunun ve parmaklarının arkasını kaplamıştı. Stabil değildi. Ona bakarken bile çatladığını ve toza dönüştüğünü görebiliyordu, ancak yine de bu görmeyi umduğu şeyden çok daha fazlasıydı.
‘Ahh… Hector…’
“Garovel!”
Azrail havada öylece süzülüyordu, yarası çok net görülebiliyordu ve içinden duman çıkıyordu.
“Gidiyoruz.” Çaresizce ölüm meleğinin kolunu tutmaya çalışırken eli dumanın içinden geçti. “Lanet olsun, bizim--! Beni takip etmen gerekiyor, Garovel!”
‘Çocuklar…’
“Burada değiller.” Konuştu. “Colt’la olmalılar. Buradan çıkmamız lazım.”
‘Pekala, sadece… dinle beni.’
“Tanrıçaya yemin olsun ki eğer seni almadan gitmemi istersen!”
‘Hayır… ancak hareket edemiyorum. Beni… taşıman lazım.’
“Evet, evet de nasıl?”
‘Kendimi ruhuna bağlamam lazım… Yaklaş.’
“Tamam. Devam et.”
Hector anında vücudunun tuhaflaştığını hissetti. Sersemletici bir ağrı her yerden yayılırken gücü azalıyordu. Ölüm meleğinin varlığını hissedebildiğini fark etti, sanki bir gölge omuzlarına asılmıştı, karanlık, tanıdık ve zayıf bir gölge.
‘Çabuk git..!’
En yakın asansöre doğru koştu, ancak düğmeye basar basmaz kapı açılmadığı için sıradakine ilerledi. Beşinci denemesinde hızlı bir sonuç aldı. Ses çıkarmadan küçük asansöre bindikten sonra dikkatle peşindeki sesleri dinlemeye başladı.
Kapı tekrar açıldığında kendini bir eczanenin arka odasına açılan bir dolapta buldu. Vakit hala gecenin ortası olduğundan etrafta kimseler yoktu. Tezgahın üzerinden kayarak oradan çıktı. Arkasındaki kapıyı kilitlemek için anahtar olmadığından bunun hakkında biraz kötü hissetti ancak ayrılmak zorundaydı, kimsenin bu fırsatla dükkanı soymak için gelmemesini umdu. Ardından tekrar düşündüğünde burası Rofal’e bağlıydı. Belki de soyulmayı hak ediyordu.
Bir süre sonra tek ayakkabıyla koşmak garip hissettirdi. Bu yüzden çıkarıp bir çöp kutusuna fırlattı. Pantolonun bir bacağının diz kısmı da eksikti ancak pantolonsuz koşmak daha az akla yatkındı.
Binaların hiçbiri tanıdık gelmiyordu. Yavaşlayarak yürümeye başladı. ‘Nereden gideceğim, Garovel?’
Ölüm meleği cevap vermedi.
‘Garovel!’
‘Mm… ne?’
içine bir nefes çekti. ‘Beni korkuttun…’
‘Üzgünüm… Ben… çok yorgunum… Dinlenmem lazım…’
‘İlk önce nereye gitmem gerektiğini bana söylemen lazım. Nerede olduğumuzu bilmiyorum.’
‘Ah… ah… üzgünüm, Ben… Ben…’
‘Garovel?’ bir cevap bekledi ancak hiçbir yanıt almadı. Yürümeyi kesti.
Her şey çok hızlı gerçekleşmişti. Yaşanan şeylerin hepsini içine sindirecek şansı bulamamıştı ve şimdi açık bir caddede dururken bile buna hala hazır değildi. Bir yanı eğer çok fazla hareketsiz kalırlarsa Geoffrey’in onları bulabileceğinden endişeli olduğu için yürümeye devam etti. Yönünü bilmeden, çıplak ayaklarıyla ıslak betonda ilerledi.
‘Hector!’
Önce sesin Garovel’den geldiğini sanmıştı fakat sonra fark etti. “Bohwanox?”
Ölüm meleği gökten alçaldı, sırtındaki yaradan hala duman çıkıyordu ancak öncesine göre daha azdı. ‘Ne oldu?’
“Garovel… çok kötü yaralandı… o şimdi, umm… dinleniyor.”
‘Ah… Anlıyorum.’
“Sen iyi misin?”
‘Evet, sanırım. Daha önce hiç böyle yaralanmamıştım ancak sadece hafif bir zayıflık hissediyorum.’
“Bu iyi… Beni, umm… b-beni nasıl buldun?”
‘Yükseklerden arayarak tabii ki. Kaçmayı başaramayacağınızdan endişelendim. O adamın da erken ayrıldığını gördüm.’
“Hangi adamı?”
‘Şu beraber çalıştığın. Gece sizi bulduğumda Rofal’le konuşuyordu.’
“Ah! Colt’u mu gördün!”
‘Adı bu muymuş?’
“Peki yanında iki bebek var mıydı?”
‘İki kolu da onlarla doluydu.’
“Beni ona götürebilir misin?”
‘Muhtemelen. Beni takip et.’
Ayak uydurmakta zorlanıyordu. Kol ve bacakları kurşun gibi hissettirmeye başlıyordu. Bohwanox onun için yavaşladı.
‘Sana teşekkür etmem lazım, Hector.’
“Ne için?”
‘Hayatımı kurtardın.’
“Oh… yani… demek istediğim, öylece ölmene izin veremezdim…”
‘Hayır, verebilirdin.’
Hector başlığın içinde kaşını kaldırdı. “O zaman izin vermezdim.”
Kemikli ifadesi düşünceli hale gelirken Bohwanox sessizce ona baktı. Sessizlik bir süre sürdü. ‘Garovel’in iyi olduğundan emin misin?’
Hector duraksadı. “H-hayır… ama… o ölürse, o zaman…”
‘Sen de ölürsün.’
“Evet…”
‘Ölüyormuş gibi hissediyor musun?’
“Pek sayılmaz… Yani daha öncesinde böyle hissettirmemişti…”
‘Hmm. Geoffrey’e ne oldu?’
“Hala yaşadığına eminim… Onun ne olduğu hakkında bir fikrin var mı?”
‘Hayır, yok. Belki de Garovel’in vardır. Benden daha büyük ve daha tecrübeli olduğu izlenimine kapıldım.’
“Gerçekten mi? Ah… k-kaç yaşındasın?”
‘Bir ölüm meleği olarak, sadece seksen civarıyım.’
“Ne demek istiyorsun ‘ölüm meleği’ olarak?”
‘Eğer insan yaşamımı sayarsan, o zaman yaklaşık yüz yaşında falanım, sanırım.’
Hector gözlerini kırptı. “Sen… önceden insan mıydın?”
Bohwanox’un kemikli kaşı yükseldi. ‘Tabii ki. Tüm ölüm melekleri ölmeden önce insanlardı. Garovel bunu sana anlatmadı mı?’
“Ah… yani… konuşacak bir sürü başka şeyimiz vardı. Ama, um…. Binlerce yıldır yaşadığını söylemişti…”
‘Düşündüğüm gibiymiş.’ Bohwanox dinlenen Garovel’e bakmak için Hector’un etrafında döndü.
“Ben sadece, um… Tüm ölüm meleklerinin yaşlı olduğunu düşünmüştüm sadece…”
‘Çoğu öyle. Ben biraz nadirim.’
“Oh…”
‘Biz ölüm meleği olmayı seçmiyoruz. İrsi bir şey, modern zamanlarda varlığını zar zor devam ettiren resesif bir özellik. Ölüm meleklerinin büyük çoğunluğu bir zamanlar çeşitli eski uygarlıklarda insan olarak yaşıyordu.’
“Ha… neden zar zor? Yani… neden daha yaygın değil?”
‘Bunun genetik bir sebebi olduğunu düşünüyorum, ama dürüst olmak gerekirse tüm bildiklerim bunlar. Eminim Garovel’in daha fazla bilgisi vardır. Genelde kendimi diğer ölüm meleklerinden uzak tutarım. Vahşice delirmiş… kelimelerinin yetersiz kalacağı bir çok ölüm meleği gördüm.”
“Garovel de buna benzer bir şeyler söylemişti…”
‘Tam bir deliliğe inanan aldatılmış fanatikler. Onlardan çok farklı olmayan karşı çıkanlar.’ Bohwanox yere bakarak kafasını salladı. ‘Nedenini az çok anlayabiliyorum. Ölümden sonraki bu varoluş… görmek ama görülmemek, duymak ama duyulmamak… bunun birisinin üzerinde kötü etkileri olacağını düşünmek çok da zor değil. Özellikle de kendi çağlarındaki dinlere şiddetle inanıyorlarsa.’
“Din mi? Onun ne ilgisi var?”
‘Eski çağların dinleri pek merhametli ve nazik oluşlarıyla bilinmiyordu.’
“Ah, evet…”
‘Modern dinlerin de bunun tersi olduğu söylenemez, ama en azından toplum kurban törenleri ve kölelik gibi şeyleri kaldırdı. Toplumun çoğu yani. Horsht ve Dozer hala bu saçmalığa inanan siktiğimin aptallarıyla dolu.’
“Bilirsin, bir ruha göre… pek manevi görünmüyorsun…”
‘Bunu iltifat olarak alıyorum.’ Dedi Bohwanox ve durdu. ‘Ah. Burada bekle. Colt’u buralarda görmüştüm. Bakalım onu tekrar bulabilecek miyim.’ Ölüm meleği uçarak ayrıldı.
Hector sokakta kendi başına kalmıştı. Ancak arada sırada geçen araçlar ve aydınlık pencereler mahalledeki diğer yaşamları gösteriyordu. Zaten bunu pek de umursamıyordu. Sessizlik çok daha iyiydi—özellikle de üstündeki parçalanmış, kanla yıkanmış giysilerine bakarkenki sessizlik.
“Ahh… Cidden giysilerimi tuvalet kağıdı gibi harcıyorum…” Hector kafasının içinde bir şey hissetti, sonra onun Garovel’in varlığı olduğunu fark etti.
‘Colt’u bulduğunu mu… duydum?’
‘Evet. Bohwanox onun burada olduğunu düşünüyor. Nasıl hissediyorsun?’
‘Belli belirsiz bir şekilde kendimdeyim…’
‘İ-iyileşeceksin, değil mi?’
‘Evet… endişelenme… Peki … hakkında ne yapacaksın… ahh…’
‘Garovel?’
‘Ne?’
‘Bir şeyler söylüyordun.’
‘Oh. Colt’un öylece gitmesine izin mi vereceksin? O hala… bir… katil…’
‘Biliyorum…. Ve onu hapise tıkmak istiyorum ama… bu ölüm fermanı olur. Diğer tutukluların onu sırf polis olduğu için öldürmeyeceğini varsaysak bile… Artık Geoffrey onun peşinde.’
‘Ah… iyi düşündün…’
‘Ayrıca çocuklarına ne olacağını da bilmiyorum. Yani… bir koruyucu ailede gerçekten daha güvende olacaklar mı? Ya da anneleriyle? Kim olduğunu bile bilmiyorum. Ya da onlara bakabilecek başka biri--?’
‘Tamam, kapa çeneni. Dinlemeyi bıraktım… Kendi başına hallet bunu…’
Kısa bir kahkaha attı. ‘İyice dinlen, göt çuvalı.’
Çok geçmeden Bohwanox geri döndü. ‘Onu buldum. Arka tarafta bir yerde bekliyor.’
Hector ölüm meleğini takip ederek terk edilmiş bir terastan geçti, duvarlardaki boyalar büyük pul katmanları halinde soyulmuştu. Karanlık odalardan geçerken yerdekiler ayağına yapışıyordu. Sonunda yavan bir sokak karşısına çıktı.
Colt onu hemen fark etti ve silahını indirmesi biraz zaman aldı. “Hassiktir çocuk. Ben kendim bok gibi göründüğümü sanıyordum bir de. Ne oldu sana? Geoffrey’in sikik kanında banyo mu yaptın?”
“Hayır… hepsi kendi kanım…”
“Bekle. Geoffrey’i öldürmedin mi? Sakın bana onu saçma bir sempatiden dolayı sağ bıraktığını söyleme. Yemin ederim o piçin evladı hak ediyor—“
“Yapmadığımdan değil” konuştu. “Yapamadım… O çok güçlü. Ya da ben çok zayıfım. Tek bildiğim… Onu yaralayamadım bile…”
“Sikeyim böyle işi.”
“Çocuklarını… çocuklarını aldın mı?”
Sonra Colt aslında gülümsedi, alaycı bir ifadeyle de değil, rahatlayarak gülümsedi. “Evet, aldım.” Konuştu. Arabayı eliyle gösterdi ve onlar arka koltuktaydı, ikisi de battaniyelere sarılmıştı. “Buraya gelene kadar deli gibi çığlık atıyorlardı. Şu anda nasıl uyuduklarını bilmiyorum.”
“Sen nasılsın?” Hector sordu. “Yaralı mısın?”
Colt sol kolunun altındaki bir yarayı gösterdi. “Asansörde üç adam vardı.”
“Onları… öldürdün mü?”
“Evet öldürdüm. Bu senin için bir sorun mu?”
Hector iç geçirdi. “Sanırım hayır… Benim olanaklarıma sahip değilsin, bu yüzden… Anlıyorum, ama yine de…”
Colt ona bir şey fırlattı. “Al.” Bir kullan-at telefonuydu.
Hector sadece açıklamasını bekledi.
“Beni tekrar bulabileceğini düşündüm. Hem bunu nasıl yapabiliyorsun ki?”
“Açıklaması… çok zor…”
“Her neyse. Numaram telefona kayıtlı.”
“Teşekkürler…”
“Kendine teşekkür et. Senin paranı kullandım.”
Hector başını eğdi. “Telefon mağazaları bu saatte açık olmaz…”
Colt omuz silkti. “Satın almak için bir pencere kırmış olabilirim.”
“Polis olman gerekiyor…”
“Sorun değil. Tezgaha bolca para bıraktım.”
Hector telefonu cebine koydu. Telefon cebinden geçip doğrudan yere düştü. Yanında taşımaya karar verdi. “Yardımıma ihtiyacın olduğunda beni arıyacaksın yani?”
“Yani, madem teklif ediyorsun, tamamdır.” Colt sürücü koltuğuna oturdu. “Bu arada, seni eve bırakmamı ister misin?”
Bir süre düşündü. “Hayır…”
“Hah. Yaşadığın yeri bana göstermek istemiyorsun demek.”
“O da var… ama esas olarak… şu anda ülkenin en çok aranan adamıyla görülmek istemiyorum.”
Colt başıyla onayladı.
“Nereye gideceksin?” Hector sordu.
“En azından şehirden ayrılmam lazım. Ülkeden de ayrılmayı umuyorum, ancak biraz zor.” Arka koltuğa uzandı ve Hector’un çantasını alıp ona fırlattı. “Tüm yardımların için teşekkürler, Hector Goffe.”
Hector çantaya baktı. Matematik kitabı para yığının üzerinde duruyordu. Colt’un eşyalarını karıştırmasını beklemiyordu ama bunu yapması gerektiğini varsaydı. “Eğer gerçekten minnettarsan… beni seni serbest bıraktığıma pişman etme… Asla o çocukları incitme.”
“Tabii ki bunu yapmam.”
“Öyle diyorsun ama…”
Colt’un ifadesi sertleşti. “Ama ne?”
“Sen bir katilsin… şiddete eğilimi olan vahşi bir adamsın… Bir gün… ağlamalarından bıktığın için onlara tokat atmaya başlamadığını ya da onlar büyürken sabrını kaybedip onları dövmeyeceğini nereden bileceğim?”
Colt sertçe baktı. “Onlara asla zarar vermem. Hayatımın üzerine yemin ederim. Onlar için canımı vereceğimi biliyorsun.”
Birbirlerine sadece bir süre bakıp durdular.
“Bir gözüm üzerinde olacak—“ Bohwanox’a baktı, o da başıyla onayladı. “Böylece sözünü bozduğunda haberim olacak.”
“Bozmayacağım.”
“Güzel… çünkü bozarsan seni bulup öldürürüm…”
Colt ağır bir ifadeyle ona baktıktan sonra kısa bir kahkaha attı, bu da sonrasında bir iç çekişe dönüştü. “Aniden ortaya çıkıyorsun. Kimsenin bilmemesi gereken tüm bu şeyleri biliyorsun. Ayrıca her şeyi tepetaklak ediyorsun… Çocuk, nesin sen böyle?”
“… Ben de bunu henüz çözemedim.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..