Bölüm 26: Umutsuz Kalbin…

avatar
378 1

The Zombie Knight Saga - Bölüm 26: Umutsuz Kalbin…



Çevirmen: Lucius

 

Bölüm 26: Umutsuz Kalbin…

 

Hector odasına girdi ve kendini yatağına bıraktı. Uzun bir gece olmuştu ve ertesi sabah daha iyi olmamıştı.

 

Garovel ona art arda sürmekte olan bir üçlü cinayet bulmuştu ve Hector tüm ölümleri başarıyle önlerken, hedef kurbanlar en başından beri tehlikede olduğunu anlamamışlardı. Dolayısıyla minnettar olmak yerine Hector’un bir tür kan soluyan canavar olduğunu düşünmüşlerdi ve bu yüzden de polisten kaçınıp saklanmak için fazladan birkaç saat harcamak zorunda kalmıştı.

 

Eve vardığında çoktan okul servisini kaçırmıştı. Bu şekilde günü atlamayı ummuştu, ancak arkadaşlarından biri ona sabah ziyaretine gelmeye karar vermişti. Görünüşe göre Nathan çok yakınlarda yaşıyordu ve sabah okula beraber gitmeyi teklif etti.

 

Hector basitçe Nathan’ın teklifini reddetmeyi düşündü. Garovel bile buna izin vermişti—fakat yapamadı. Yeni arkadaş grubunun onun hakkında düşüncelerinden endişelendi, zaten bir şeye yardım etmek istedikleri her seferinde onlar için bu durumu zorlaştırıyordu. Bundan dolayı okula gitti.

 

Ne yazık ki daha ilk dersi bitmeden Hector tekrar ayrılmak zorunda kaldı. Garovel ona sabahın erken saatlerinde ortaya çıkan, iyisinden bir çete saldırısı bulmuştu, üstelik Calman Lisesi’nden de çok uzakta kalmıyordu.

 

Alayı oldukça genç olan, kapüşon ve bandanalarla yüzünü gizleyen on civarı kişiden oluşan bir gruptu. Köhne bir apartmana baskın yapıyorlar, orada oturan sakinlere bıçak ve tabancalarla terör estiriyorlardı. Hector hiç kimseyi yaralamadan tümünü demirle bağladı ve silahlarını çaldı. Yaşlı bir kiracı ona elmalı turta ikram etti. Elbette sessizce reddetti.

 

Garovel daha fazla sıkıntılı insanı çabucak buldu. Son birkaç gündür şiddet suçlarında bir artış vardı. Polis bunu büyük ölçüde Rofal ailesine bağlıyordu, fakat henüz nasıl olduğuna karar veremeseler de Hector’u da suçlamak istiyor gibi görünüyordu.

 

Şimdi, son üç gündür dört saatten fazla uyku uyumayan Hector sonunda kendini tekrar yatağına attı. Günün daha ortasıydı ama geceler ona daha fazla ihtiyaç duyuyordu.

 

Gittikçe artan yorgunluk hissine rağmen vücudundaki ağrı eksiğikliği sayesinde harika hissediyordu. En hafif tabiriyle hoş bir değişimdi ancak bu kadar uzun sürmesini de beklemiyordu.

 

Uyku sıcacık bir buluttu, bilincini kaybederken mutlulukla doldu. Ardından bir ses bunu böldü.

 

‘Hector, uyan. Cep telefonun çalıyor.’

 

Gözlerini yarılayarak açtı. “Telefon mu…? Kim olabilir ki?” Kalktı.

 

Hector Colt’un ona verdiği kullan-at telefonunu bulana kadar çantasını karıştırdı. Garovel’in ısrarı üzerine, Sescoria’ya giderken yanına almamıştı. Ölüm meleği onlar başkentteyken Colt arayacak olsaydı Hector’un bu konuda bir şey yapamayacağını, bu nedenle de işler kötü giderse yok edilemeyecek şekilde burada, Brighton’da bırakmanın daha iyi olacağını söylemişti. Kesinlikle, ölüm meleğinin geleceği gören başka bir isabetli tahminiydi bu. Garovel eve döndüğü gibi telefonu şarj etmesi gerektiğini hatırlatmak zorunda kalmıştı.

 

İki dakika önce gelen tek bir kısa mesaj vardı. Hector mesajı okudu.

 

Ardından çantasını kaptığı gibi kapıdan fırladı.

 

-+-+-+-+-

 

Başka bir araba dizisi yolu kapattığından Colt tekrar dönmek zorunda bırakılmıştı. Kıyafet mağazasından bu yana yaklaşık bir saat geçmişti ve sonucunda kaybedeceği bir kedi fare oyununa sürüklenmişti. Bir çıkış yolu bulmaya çalışırken, onu yavaşça limana doğru kıstırıyorlardı.

 

Planlarını biliyordu ancak bu konuda yapabileceği çok şey yoktu. Belli ki onu, bir tekne çalmadığı sürece kaçabileceği bir yer olmayacağı suya karşı sıkıştırmak istiyorlardı; fakat böyle bir seçenek olsa bile muhtemelen çok daha kötü bir tuzaktı.

 

Colt’un tek istediği Hector gelene kadar dayanmaktı. Delroy, Brighton’dan yaklaşık iki saat uzaklıktaydı. Çocuk ona geri dönmüştü, ancak Colt’un durup cevap vermeyi geç, mesajı okuyacak zamanı dahi yoktu. Elleri, sokakları aşarken kaza yapmamaya çalışmakla meşguldü.

 

Sık sık dikiz aynasından gümüş-beyaz bir arabayla beraber, sürücü koltuğundaki pencereden büyük, kızıl bir elin el salladığını görüyordu. Colt ne zaman onu kaybetse, araba birkaç dakika sonra tekrar ortaya çıkıyordu.

 

En sonunda yoldan çıktı. Emerson Körfezi görüşlere girdi ve Colt ile çalkantılı sular arasında bir tek uzun bir tersane duruyordu.

 

Colt bir patikaya sürdü. Tersane işçileri bir makarayla kasa ve tankları kaldırarak su çekiyorlardı. Yanlarından geçerken ona bağırdılar, o da birkaç el ateş etti. Onları vurmadı, sadece kaçmalarını sağladı.

 

İnsanların olmadığı bir yer aradı. Boş bir yolcu gemisi gördü ve önüne geldiğinde arabayı terk etmeye karar verdi. İpin üzerinde atlayıp adım adım basamakları çıktı. Girişin kapalı olduğunu görünce mermilerle delik deşik etti ve tekmeleyerek açtı.

 

“Bay Colt!” Geoffrey’in çok da uzakta olmayan sesi geldi. “Nereye kaçıyorsun Bay Colt?! Sence de bu kovalamacanın sonuna gelmedik mi?”

 

Colt, Geoffrey’in haklı olduğunu biliyordu. Seçeneği kalmamıştı. Bir şekilde tekneyi çalabilse bile, sesine bakılırsa Geoffrey çoktan güvertedeydi. Colt geminin pruvasına doğru koşturdu.

 

Bir dizi sandalye ve ufak masa bir kapalı havuzu çevreliyordu. Colt geminin kenarına yaklaştı ve vardavelanın ötesine geçti. Altındaki suyun iyisinden bir on metre derinliği vardı ve gövdeye çarpma şekilleri kesinlikle hiç hoş görünmüyordu.

 

Cesaretini topladı ve atladı.

 

Ne var ki havada durdu. Acı tüm vücudu boyunca patladı. Kızıl gölge göğsünü ve bacağını delerek onu sabit tutmuştu.

 

“Hayır, Bay Colt hayır.” Colt’u yüzüne doğru çevirirken Geoffrey konuştu. “Bunu bir yüzme yarışmasına çevirmeyelim, Bay Colt. Bu gerçekten usandırıcı olur.”

 

Göğsündeki acı en kötüsüydü. Colt oradaki gölgeyi hissedebiliyordu, kas ve kemiğini parçalayıp kalbinin etrafında dolanıyordu. Çığlık atınca gölge ağzını da kapattı.

 

“Şşş. Hadi ama Bay Colt. Senden beni dinlemeni istiyorum. Beni hala duyabiliyorsun, değil mi?”

 

Mücadele etti, ağzındaki kanın tadını aldı. Acı çıldırtacak derecedeydi fakat odağını sonuna kadar korumaya kararlıydı. Sağ eliyle silahını hala hissedebiliyordu.

 

Bu arada—“Kızıl gölge uzadı, Colt’un daha önce gördüğünden çok daha büyüktü. Geoffrey’in arkasından ilerleyerek geminin yanından kayboldu. Bir süre sonra geri döndü. Yanında da Colt’un arabası vardı. “Sanırım bunu unuttun.”



Aracı görüşüne girdiğinde Colt’un gözleri genişledi, araç sanki kızıl bir ağaca takılmış gibi hareket etmeden duruyordu.

 

Geoffrey gülümsedi. “Bay Colt söylemeliyim ki beni şaşırttın. Bana hoş bir sürpriz yaptın. Çocuklarını aracında bıraktın, değil mi? Kaçmanı sağlayacak kadar dikkatimi dağıtmalarını mı umuyordun?”

 

Kızıl gölge arabanın kapısını parçaladı ve arka koltuğa girdi. Sarılı battaniyeyi dışarı çıkardı, içini görmek için battaniyeyi havaya kaldırdı. Örtü açıldı. İçeride çocuk yoktu.

 

Geoffrey’in durumu anlaması biraz zaman aldı, kafası karışmış bir şekilde göz kırpmaları ani bir öfkeye dönüştü. Hiddetle Colt’a baktı. “Onları ne yaptın?”

 

Sonra Geoffrey yüzüne bir bomba yedi. Patlama onu geriye uçurdu, Colt ile arabasını serbest bırakmasını sağladı.

 

Göğsünde bir boşluk varken ve sert dalgalara doğru düşerken bile Colt yüzüne hala kanlı bir gülümseme yerleştirmeyi başarmıştı.

 

-+-+-+-+-

 

Geoffrey kalkan dumanın arasında kaşlarını çattı. Vardavelaya yaklaştı ve dışarı baktı. Adamı suda göremiyordu.

 

Ozmere ve Moss arkadan yaklaştı.

 

‘Ne oldu?’ Ölüm meleği sordu. ‘Yakaladın mı onu?’

 

Öfke Geoffrey’in yüzünden kayboldu ve geriye çatılmış kaşları kaldı. “Onu öldürdüm, evet.” Kızıl kollardan birini indirdi. Colt’un ceketi ona asılıydı ve kan damlatıyordu. Geoffrey kumaşı kaldırarak adamın hala atmakta olan kalbini ortaya çıkardı. “Fakat bu kadar çabuk ölmemesi gerekiyordu. Daha ona işkence edecektim.”

 

‘Aww. Üzüldüm.’

 

“Üstelik çocuklarını benden saklamış! Bunu nasıl yapar?! Onları öldürüşümü izletecektim! Ama artık imkansız! Bay Colt, gerçekten alçaksın!”

 

‘En azından onu öldüren sen oldun.’ dedi Ozmere. ‘Aranan biriydi değil mi? Senden önce başkasının onu hakladığını düşünsene.’

 

Geoffrey sadece dudağını bükmekle yetindi.

 

Ozmere de kaşlarını çattı. ‘İstersen cesedi arayabilirim fakat şu anda gerçekten gitmemiz lazım. Burada büyük bir kargaşa yarattın. Seni Fesih’in koruyabileceği yere, Sescoria’ya götürmemiz gerekiyor.’

 

“Gerçekten mi? Ama ben gücümü tutuyordum. Sadece birkaç düzine insanı öldürdüm.”

 

‘Evet. Ne var ki bu ulusal haber yapmak için yeter de artar bile ve ulusal haber yapıldığında, Öncü’nün sapkın avcıları kesinlikle bunu araştırmaya gelecektir.’

 

“Eğer durum böyleyse, o zaman onlar gelmeden ben de tüm şehri yerim. Bu şehirde en azından yüz bin insan vardır, değil mi? Bu beni yeterince güçlü yapmaz mı?”

 

‘Hayır! Bunu yaparsan en güçlü savaşçılarını gönderirler! Bu da Atreya için tüm planlarımızı mahveder!’

 

“Peh. İyi madem.”

 

‘Komple bir şehri yemek istiyorsan biz bunu sana daha güvenli bir yerde ayarlarız.’

 

“Mm, tamam. Oh, ama ondan önce Brighton’a geri dönüp büyükbabama sizinle gideceğimi söylemem lazım.”

 

‘Büyükbaban mı? Nasıl biri?’

 

“Aslında onun da bir ölüm meleği var. Neden onunla görüşmek için benimle gelmiyorsunuz. Oldukça eğlenceli biri. Onu seveceğinize hiç şüphem yok.”

 

‘Hmm. Pekala. Önden buyur.’

 

-+-+-+-+-

 

Hector park yerinde durdu ve motosikletten atladı. Binanın köşesinde yazan adrese baktı sonra Colt’un mesajını tekrar kontrol etti.

 

       SMS: delroy. 8133 sampson ölüm/kalım meselesi. onları koru.

 

Motoru açık bıraktı ve hızla satış mağazasına girdi. Garovel de arkasındaydı.

 

Mekana tam bir karmaşa hakimdi. Devrilmiş raflar ve etrafa saçılmış kıyafetler her yerdeydi. Hector mağazanın merkezinde durdu, etrafa bakındı. ‘Kimseyi görmüyorum.’

 

Garovel hemen önünde süzülüyordu. ‘Burada bariz bir çatışma izleri var. Herkes kaçmış mı? En azından polislerin burada durması gerekirdi.’

 

“Dur…” Hector hafif bir ses duydu. Bir bebek sesiydi. Mağazanın arkasına doğru sesi takip etti.

 

İki raf birbirine itilmiş, yalnızca biraz boşluk bırakılmıştı. Hector rafları kaldırınca ikizlerin burada olduğunu gördü.

 

‘Onları gerçekten sana bırakmış…’

 

“Bunun ne anlama geldiğini öğrenmekten korkuyorum…” Hector ikisini kucağına aldı. Onları motorsiklete doğru götürürken daha yüksek sesle ağlamaya başladılar.

 

‘Onlarla ne yapmayı düşünüyorsun?’

 

“Ah…” Hector motora tekrar baktı. “Her şey sırayla… Motorsikletin üzerinde ikisini birden nasıl taşıyacağım ben?”

 

‘Göğsünün etrafına demirden bir sepet oluştur.’

 

İki kolu dolu şekilde motora bindi ve Garovel’in dediği gibi yaptı. Metal sırtında oluştu, gövdesinin etrafında dolaştı ve yavaş yavaş çocukları sararak Hector’un kollarını serbest bıraktı.

 

Bunu beğenmediler ve metali tekmelemeye başladılar, dolayısıyla biraz daha genişleterek onlara daha fazla yer açtı. Bacaklarını ve kollarını biraz hareket ettirebilecek kadar yeterli alanları vardı, ancak vücutları sıkıca yerine oturmuştu. Daha sonra, bir çift ufak demir kaskın yanı sıra diz ve dirsekler için kapak da ekledi.

 

 Tekrardan park yerinden çıktı ve geldiği yoldan geri gitmeye başladı.



‘Onları da mı seninle beraber eve götüreceksin?’

 

‘Başka ne yapabilirim ki?’

 

‘Hmm.’ Garovel duraksadı. ‘Sanırım birkaç gün için sorun olmaz. Fakat bu kalıcı bir çözüm mü? Colt’un onlar için geri dönüp dönmeyeceğini bilmiyoruz.’

 

‘Bilmiyorum… ancak onları korumamı istedi, yani…’

 

Garovel başını salladı. ‘Sanırım şu anda sadece önemli olan şey bu.’

 

Hector hemen otobana girmedi. Şehre gidiş yolu kapatılmıştı ve hemen açacaklarından da şüpheliydi. Bunun yerine, şehrin sınırlarına doğru sokağı izledi ve geniş yola çıkmadan önce açık bir arazi görene dek bekledi.

 

Çocukların sürüşe alışması biraz sürdü, sakinleşe kadar en az yarım saat ağladılar.

 

‘Sence, um… sence bu Geoffrey’in mi işi?’

 

Garovel cevap vermeden önce biraz bekledi. ‘Bu onu neden Brighton’da görmediğimizi açıklayabilir. Ancak sence de Colt mesajında Geoffrey’den bahsetmez miydi?’

 

‘Hiç geri dönmediğine bakarsak, çok fazla zamanı olduğunu sanmıyorum ve… Geoffrey’den bahsetseydi Colt çocukları güvene almak yerine onun peşinden gideceğimden endişelenebilirdi…’

 

‘Hmm.’

 

Önündeki temiz, açık yolu ve ufukta batan güneşi gören Hector bir kez daha çocuklara baktı. Onlar da tombul yanak ve meraklı bakışlarla ona baktılar.

 

Hector kaskının içinde kaşlarını çattı. ‘Garovel… biz şimdi ne halt edeceğiz?’

 

-+-+-+-+-

 

“Merhaba.”

 

“Ahh? Hmm? Neler oluyor?”

 
“Sakin ol. Zor bir gün geçirdin.”

 

“Neredeyim ben? Sen kimsin?”

 

“Sen öldün. Benim adım Bohwanox ve sana sormak istediğim bir şey var.”

 

 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44471 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr