İSTENİLEN BİLGİ

TORAN yazan FarozX
avatar
334 0

TORAN - İSTENİLEN BİLGİ


   Karanlığın içinde fütursuzca sürüklenirken geçmişi hakkında hiçbir şey hatırlamıyordu, kimdi ki o? Ne bedeninin ağırlığı ne de anılarının hüznü... hiçbir şeyin tesiri altında değildi. Sadece, sürükleniyordu n'olduğunu anlayamadığı karanlıkta. Soğuk, sıcak; uzak, yakın; büyük, küçük... hiçbir tanım uymuyordu boşluğa. Kendisinin bir insan mı yoksa kaybolmuş zavallı bir ruh mu olduğunu bile bilmiyordu.

 “Yaraları sence de çok hızlı iyileşmedi mi dede?”

 Sıcak ve tanıdık bir kadın sesini işitmesiyle gözleri faltaşı gibi açıldı ve bedeninin ağırlığı, anıları, ortamın ısısı ve diğer her şey!.. Zihnine akın akın işlediği sırada gözlerini şiddetle sonuna kadar açarak genç bir kızın şaşkın bakışlarıyla karşı karşıya kaldı.

 “Keiko,” dedi Toran. “Sen... Keiko'sun değil mi?”

 Keiko, Toran'ı ilk gördüğünde bu adamı bir yerlerde gördüğünü anımsamıştı ancak anıları kendisine hatırlatmamak için inat etmişti adeta. Lakin, Toran'ın soğuk bakışları ve yorgun sesi anılarının bu yoğun inadını kırmış ve onunla baş başa kahve içtiğini hatırlamıştı. 

 Keiko, biranda ayağa kalkarak Toran'ı yatırdıkları odadan çıktı.

 “Dede!.. Misafirin uyandı.”

 Yaşlı adamın sesinden ne kadar mutlu olduğu anlaşılıyordu.

 “Oh! Demek öyle. Hemen onu göreyim, amigo.”

 “Hayır, Dede olmaz. Bırak dinlensin.”

 “Yav, iki dakka görcez alt tarafı. Bırak beni.”

 İtiş kakışları ve birbirine laf sokuşları gülmeyi unutmuş Toran'ın yüzünde bile hafif bir mutluluk oluşturmuştu. Lakin, yaralarını iyileştirmeki için bedeni çok yorulduğundan göz kapakları ağırlaştı ve kapanarak tekrar bilincini yitirdi.

Birkaç saat sonra...

 Bedenindeki sargıları tek bir hamleyle çıkartıp kıç kadar odanın bir köşesine attı ve üzerindeki koyun desenli pijamaları çıkararak yattığı yatağın başındaki kıyafetlerini giydi. Ardından, odadan bir hışımla çıkarak yana döne bir şeyler aramaya başladı.

 İhtiyar, Toran'ın odasının yanındaki sandalyede uyuya kalmıştı ancak evin içinde birinin dönüp durduğunu fark edince gözlerini ağır ağır açarak kimin uykusunu bölmeye cesaret ettiğine baktı ve Toran'ın salonda yana döne bir şeyler aradığını gördü.

 “Hey, amigo. Ne arıyorsun böyle?”

 Toran, yaşlı adamın yüzüne bile bakmaya ihtiyaç duymadan aramaya devam ederken, “Silahımı,” dedi. “Silahımı arıyorum.”

 İhtiyar, belinin arkasına elini attı ve Toran'ı silahıını çıkardı. Silahı havada sallarken, “Bunu mu arıyorsun?” diye sordu.

 “Evet,” dedi Toran ve silahı yaşlı adamın elinden söküp aldı. Belinin arkasına koydu.

 “Yaralarının bir gecede iyileşmesi çok tuhaf, amigo.” bakışları keskinleşerek ciddileşti. “Sen de onlardansın değil mi?”

 “Onlar?.. Kimlerden bahsediyorsun?”

 Yaşlı adam oturduğu yerden kalktı ve Toran'ın dibine girerek adamla burun buruna geldi ancak boyu kısa olduğundan Toran'a bakmak için kafasını kaldırması gerekiyordu. 

 “Deney sonucu oluşan Süper İnsan'lar dan bahsediyorum. Sen de onlardansın değil mi, amigo?”

 Toran, bakışları ihtiyardan kaçırmadan, “Öyleymiş,” dedi. “Hem neden soruyorsun? Beni orada bıraksaydın ölecektim. Fakat, görünen o ki o güvenlikle olan arbedeyi izlemişsin. Ve, beni zamanında kurtarıp dinlenmem için güvenli bir yere getirdi. Şimdiyse, beni sorguya çekiyorsun.” eliyle ihtiyarı kendisinden uzaklaştırdı. “Ben sadece Han adında bir iti öldürmek için hayatımı harcayacağıma karar verdim. O yüzden, çekil önümden. Han'a zarar verecek bir yol bulmalıyım?”

 Toran, muhabbeti daha fazla uzatmak istemiyordu ve demir kapının önündeki kılasik, siyah ayakkabılarına doğru yürüdü ve giydi. 

 “Han'a zarar verecek yolu nasıl bulmayı pilanlıyorsun, amigo?”

 Toran merakla yüzünü ihtiyara döndü.

 “Yine kumarhanelerde mi arayacaksın yolunu? Sence de, kendine fazla güvenmiyor musun?”

 Toran, ayakkabılarını çıkarmadan ihtiyara yaklaştı. “İhtiyar,” diyerek odasından çıkan Keiko'yla biranlık göz göze geldi ama bunun üzerinde fazla durmayıp tekrar gözlerini yaşlı adama dikti. “O, puştu bulacak bir yol bilmediği doğru. Ama, öyle yada böyle bulmak zorundayım. Ortağımın, bana yapılan ihanetin ve...” yüzünü çemkirerek yumruğunu sıktı ve dişlerinin arasından zorla havayı geçirerek, “O çucuğu sormak zorundayım...” dedi.

 Yaşlı adam, karşısında öfke ve hüzünle yüreği kavrulmuş yaralı bir kaplanın durduğunu rahatlıkla anlayabiliyordu. Ve, şaşırtıcı bir içtenlikle elini Toran'ın sol omzuna attı. 

 

 “Anlat amigo. Bana o çocuğu anlat... Anlat ki, kalbindeki acılardan kurtul. Ve, biz de acılarını anlayalım. Sana yardım edeceğim amigo. Han, hakkında bildiğim her şeyi sana söyleyeceğim.”

 Toran, daha fazla sert gözükecek gücü kendisinde bulamadı ve omuzları öne doğru çökerek yakındaki bir sandalyeye oturdu.


Beş yıl önce...


 [Çingene mahallesi mi? Bana Türkiye'ye gitmemi bu yüzden mi söylediler? Harabe evlerle dolu bir çingene mahallesinde bir grup uyuşturucu satıcısını öldürmem için mi?]

 Toran, büyük bir hayal kırıklığıyla kendisine verilen adresin bulunduğu sokapa girdi ve ileride kümelenmiş bir grup serseriyi telefonundaki suretlerle karşılaştırdı.

 [İşte bu kadar.]

 Toran, serserilere doğru yaklaşırken hiçbiri ecellerinin ayaklarına geldiğini fark etmedi. Ta ki, Toran içlerine girip birinin beynini dağıtana dek. Kısa süreli bir şaşkınlıkta sonra serserilerden bazıları kaçmaya bazılarıysa arka ceplerinden çıkardıkları kelebeklerle Toran'a saldırmaya kalkıştı.

 Toran, ilk bıçak darbesinden bedenini ve kafasını sola yatırarak kurtuldu ardından saldırısı boşa düşen rakibinin beynini dağıttı. Bu sırada, başka saldırı sol tarafından geldi ve bir adım geriye atarak saldırıdan kaçınmak istese de gözünün altında bir yara oluştu. Acıyla bir kaç birkaç adım gerileyerek kendisini yaralayan saldırganı da infaz ettikten sonra diğer saldırmaya hazırlananların çoktan kaçmaya başladıklarını gördü. Toran, hiçbirnin peşinden koşmaya cürret bile etmeyerek silahıyla nişan aldı ve kaçanlardan birinin ayağına sıktı. Ardından, n'olur n'olmaz diye birinin daha ayağına sıktı.

 Kaçaya çalışan saldırganlar acıyla yerde debelenirken anlamadığı bir dilde bir şeyler söylüyordu.

Dillerini anlamasa da, büyük ihtimal kendilerini öldürmemeleri için Toran'a yalvarıyorlardı.

Boşunaydı bu çabaları. Toran, kararını çoktan vermişti. Bu işi biran önce bitirip evine dönmek istiyordu. Telefonundan bulunduğu bölgenin uyuşturucu satıcıların tedariğini sağlayan torbacı ların fotoğraflarını gösterdi.

 Yaralı saldırgan bütün fotolara kafasını sağa-sola sallayarak yanıt verse de birinin yüzünü tanımış gibi heyecanla başını yukarı-aşağı sertçe savuruyor, bir şeyler mırıldanıyordu.

 “Allah... bela... Vallahi...”

 Bunların ne demek olduğu hakkında Toran'ın en ufak bir fikri yoktu. Sadece, cebinden kağıt kalem çıkardı ve yaralı saldırganın ellerine tutuşturdu. Yaralı saldırgan kağıt ve kalemi görünce ilk başta buna karşı çıkmak istermiş gibi hâl ve hareketlerde bulundu ancak çenesinin altına doğrultulan silahla bir şeyler anlatmayı bırakıp kağıda herifin adresini yazdı.

 Toran, bunun bir aders olduğunu ümit ederek ayağından yaraladığı iki saldırganın da kafalarına sıktı ve arasokaklara sızarak görünmeden kendisine verilen adresi telefonundan “haritalar” uygulamasına girerek adresi yazdı ve birkaç saatte yürüyerek verilen adrese ulaştı.

 Adres, iki katlı yıkık dökük bir evi işaret ediyordu. Mavi renkteki boyasının bir kısmı sökülmüş, altındaki alçı besbelli açığa çıkmıştı. Evin bulunduğu sokağa kabaca göz attıktan sonra silahının

eksilen mermilerini tamamladı ve kapıyı üç kere tıktıkladı.

 Evin içinden bir erkek sesi bir şeyler bağırarak kapıya doğru yaklaştı ve bir süreli sessizlikten sonra kapı açıldığı gibi silahların namluları Toran'ın alnına dayandı. Telefonunda gördüğü adam Toran'ın kafasına silah doğrultmuş kalabalığı yararak gün yüzüne çıktı.

 Herifin; altında siyah bir şort, üzerinde sararmış beyaz bir atlet ve boynunda gümüş zinciri vardı.

Elmacık kemikleri belirgin, kısık gözlü, ayva göbekli, kıllı biriydi. Toran'ın anlamadığı dilde bir şeyler söylemeye başlamıştı. Toran, adamı anlıyormuş gibi başını yukarı aşağı sallayarak, “Yeah,” deyip duruyordu.


 Toran'ın tavırları herifin gözüne tuhaf gelmişti ancak adamlarına dönüp, “Lan bu Selçuk Ağabeyin adamlarından,” dedi. “İndirin lan silahları!”

 Kalabalık, “Tamam İshak Ağabey,” diyerek silahlarını indirdiler.

 Toran, ne İshak'ın ne dediğini zerre anlamamıştı. Sadece içinden, “İshak?” diye geçirmişti. “Bir yahudinin burada ne işi var? Tuhaf...”

 Toran, içeriye buyur edildikten sonra evin dar koridorlarında yürüdüler ve birkaç oda geçtikten sonra yoğun esrar kokulu salona girdiler. Etrafta on altı – on yedi yaşlarında kız çocukları bile vardı.

Alayı, esrarla kafayı bulup yanlarındaki yirmi- otuz yaş aralığındak heriflerle sevişiyordu.

 Toran, kaşlarını çatarak ciddiyetini kaybetmeden İshak'ın kendisine gösterdiği koltuğa oturdu.

 İshak, sararmış dişleriyle gülerek, “E, Selçuk Ağabey birönceki malları beğendimi?” diye sordu.

 Toran, tek kaşını havaya kaldırarak sanki anlıyormuş gibi başını yukarı aşağı salldı.

 “Güzel! E, çocuklara diyeyim malları hazır etsinler.”

 Toran, tekrar başıyla onaylayarak herife cevabını verdi. Ama, neye evet dediği hakkında en ufak bir fikri yoktu. Ta ki, birkaç dakika içinde önüne düzinelerce paket esrar gelinceye dek. İshak, kalite kontrol için bir pakette Toran'a uzattı ama Toran elinin tersiyle malı kendisinden uzaklaştırınca bu durum İshak'ın daha çok hoşuna gitti.

 “Demek, artık sadece satıyorsunuz he? E, ne güzel. Sonuçta, iyi bir satıcı sadece malını satmaya çalışandır.”

 Toran, buna da başıyla onayladıktan sonra bir çantaya malları doldurdular ve Toran'ın sırtına verek onu uğurlamak için dış kapıya doğru yönlendirdiler. Tam bu sırada İshak, Toran'a elini uzattı.

  Toran, memnunniyetle İshak'ın elini sıktığı sırada İshak kafasını bir keçi gibi Toran'ın kafasıyla tokuşturunca Toran'da adama ayak uyurdu. Ve, İshak'ın belindeki silahı çekerek arkasına geçti.

 Kalabalık büyük bir şaşkınlıkla silahlarına davrandılar. İshak şaşkın gözlerle, “N'oldu?” diye sordu. “Selçuk Ağabey'e ne saygısızlık yaptık? Bunu konuşarak çözemezmiyiz?”

 Toran, daha fazla anlıyormuş gibi rol yapmanın bir anlamının olmadığına kanaat getirerek, “Kapa çeneni,” diye bağırdı. Ve, etraftaki herkesin yüzü düştü.

 “Siktir. Selçuk Ağabey, yabancı bir katil mi tutmuş? Ulan, bu kadar parayı nereden buldu?”

 Toran, herifin ne dediğini anlamadığından silahının horozunu kaldırdı. İshak, Toran'ın gerçekten de kendisini öldüreceğinden neredeyse emindi ve ellerini havaya kaldırarak adamlarına, “İndirin silahları,” diye bağırdı. “Bu herifin şakası yok!”

 Herkes silahları indirirken Toran esiriyle beraber dış kapıya doğru yöneldi ve sonra da dışarıya çıktı. Evin yan tarafındaki ufak bahçeye doğru girerek tetiği çekti ve bahçenin kapısını kapatarak arka taraftaki alçak bahçe duvarından atladı. Ve, bir ağacın arkasına saklandı.

 Büyük bağırışlarla bahçe duvarından atlayarak Toran'ı takip edenler keklik gibi avlanarak yere yığılırlarken Toran'ın mermisi iyice azaldı.



 [Son dört mermi... buradan biran önce kaçmak zorundayım. Daha öldürmem gereken birkaç insan daha var.]

 Toran, son dört mermisiyle kendisini takip eden diğer insanları beklerken hiçbir hareketliliğin olmadığını fark etti ve fırsattan istifade silahının eksik mermilerini doldurdu.

 [Madem onlar gelmiyor. Ben giderim o zaman...]

 Toran, bahçe duvarından tekrar atlayarak İshak'ın cesedinin yanına gitti ama kimsenin etrafta olmadığını görünce evin içine girdi. Ve, evin alt kattaki tüm odalarını tek tek aradı fakat kimseyi bulamadı. Tam evden çıkacakken üst kata uzanan merdivenler gözüne çarptı lakin ondan önce öldürdüğü insanlarla fotoğraftakileri karşılaştırdı.

 [Şans Meleği, benim yanımda galiba. Son üç kişi kaldı. Ama, bunlardan biri neden çocuk?]

 Toran, ne kadar çok insan öldürsede bir kız çocuğunu öldürmeye tamamıyla karşıydı. Ona göre çocuklar silahların sesini bile duymamalıydı. Bunu diyenin bir katil olması tuhaf kaçsada Toran sanılandan daha merhametli bir katildi. Hiç yoktan sebepsiz yere insanları öldürmüyordu.

 Gözüne çarpan merdivenlerde bir üst kata çıktı. Karşısında iki kapı vardı biri sağ da biriyse soldaydı. Önce, soldakine girdi ama oda tamamıyla boş olduğundan odadan çıktı ve diğer odanın kapısını açtı. Odanın içide kilimler ve eski halılar dışında başka hiçbir şey yoktu. Ama, işini riske atmamak için onların da aralarına kafasını sokarak aramaya başladı. Kilimlerin altını üstüne getirdikten sonra hiçbir şey bulamayınca etrafaya açık saçık savrulmuş halıları tutup kaldırdı ve halıların altından hareket eden bir karaltı üzerine doğru atlayınca geriye doğru adım atmak istedi ancak ayağı halılara takılarak sırt üstü yere düştü. Halının altından çıkan karaltıda Toran'ın üzerine...

 Siyah saçlı bir kız çocuğu ekmek bıçağına tüm ağırlığını vererek Toran'ın kafasına bıçağı saplamak için çabalarken Toran sekiz-dokuz yaşlarında bir kız çocuğunun nasıl bu kadar güçlü olabileceğine anlam vermeye çalışıyordu.

 Dişlerini göstere göstere sıkarak bıçağın kafasına saplanmaması için canla başla savaşıyordu.

Bıçak yüzünden bir veya iki santim uzaklıktaydı. Kız çocuğu çok güçlü olsada deneyimsizliğinden Toran'ın ayaklarını fark edemedi ve Toran bedendini sola çekerek kızın dengesini bozdu. Ardından geriye kızın üzerine çıkarak kızın elindeki bıçağı kızın gırtlağına doğru bastırdı. Ama, ne kadar güç uygularsa uygulasın bir türlü bıçak kızın gırtlağını kesecek kadar aşağıya inemiyordu.

 Güç konusunda küçük bir kız çocuğuyla baş edemeyeceğini anlayan Toran kızı kollarından tutarak penceyere doğru savurdu. Ardından silahını çekerek kıza doğru iki el ateş etti. Ancak, kız ayaklarıyla pencereye sert bir darbe indirerek camı parçaladı ama ileriye atılmayı da başararak son sürat Toran'ın üzerine uçarak bıçağı adamın gırtlağına savurdu.

 Toran, son anda kendisini yere atarak darbeden kurtulmaya çalıştı fakat bıçak sol gözünü keserek etrafı kana buladı. Toran, acıyla ciyaklayarak kıza doğru iki el daha ateş etti. Kız çocuğu, ekmek bıçağıyla mermileri engelleyerek yere kondu ama göğsüne yediği sert tekmeyle odadan dışarıya fırlayarak odanın duvarına çarptı.

 “Hâlâ bir çocuksu...” diye yakındı Toran.

 Kız çocuğunun nefesi kesilmiş gibiydi. Yerde acıyla kıvranarak nefesini kontrol etmeye çalışıyordu. 


 “Kusura bakma velet... Ama, gözümün intikamını alacağım,” dedi ve silahında kalan tüm

mermileri küçük kız çocuğunun bedenine boşalttı.


Şimdiki zaman...


   “Anlıyorum, amigo. Peki ya, sonra ne yaptın?”

 Toran, cebinden bir dal sigara çıkardı ve yaktı. “Bedenini evin bahçesine gömdüm. Bir kız çocuğunun bu şekilde öldürüldüğü haberi ortaya çıkarsa bu olayın peşini Türk polisleri bırakmazdı.”

 Keiko, “O yüzden saçınız yüzünüzün sol tarafını kapatıyor?” diye sorarak muhabbete dahil oldu.

 Toran, eliyle saçını aralayarak genç kıza bıçak yaralı gözünü gösterdi. Ardından tekrar kapattı.

“Han, ölmem için beni her türlü görevlere yolladı ve ben her birinden sağ çıkmayı başardım. Fakat, hâlâ anlamıyorum. Ölmemi istiyorsa neden tüm katilleri benim üzerime salmıyor? Ve o kız çocuğunun o ev de ne işi vardı? Neden benim listemdeydi? Neden?!”

 İhtiyar, “Amigo,” dedi ve arka cebinden bir zarf çıkardı. “Bu yaşadığın acıları unutmanı sağlayamaz ama işini görür.”

 Toran, zarfı ihtiyarın elinden aldı. “Bu da ne?”

 “Han'ın bu gece yapacağı toplantıya bir davet. Bununla o toplantıya katıl ve Han'la yüz yüzüe gel. Bakalım, seni karşısında görünce ne yapacak?”

 “N-ne? Böyle bir davetiye senin nasıl eline geçti?”

 İhtiyar, kollarını göğsünde birleştirerek sırtını dikleştirdi. “Neden benim Han'ın bir numaralı düşmanı olduğumu anlıyor musun amigo? Çünki, ben onun sahiplerinin ortaklarındanım da ondan. Şimdi, bu davetiyeyle benim astım olarak oraya katıl ve Han'a savaş açtığımızı açık açık söyle! Bundan sonra acı çekme sırası o p*ç Asyalı'da!”

 Toran, ihtiyarın gözündeki kararlılığa hrümetle başını hafif öne eğdi. Ve, ekip davet için Toran'ı hazırlamaya başladılar.



   Evvet! Yeni bölüm yeni hikaye! Bir dahaki bölüm oldukça kısa o yüzden şimdi o bölümü de atacağım. Pazartesi gecesi görüşmek üzere.... 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46914 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr