Bölüm 1: Yabancı

avatar
541 7

Tutulma - Bölüm 1: Yabancı


Serin, bulutlu bir güz günü, İmparatorluk takvimine göre şafaktan sonra 367 yılının sekizinci ayı. Yun Okyanusu’nun doğu kıyısında bulunan, dünyanın kalanından izole edilmiş bir bölgede; İnsanların Demir Dağlar adını verdiği dağ sırasının eteklerinde bulunan fakir, ücra bir yerleşim yerine yürüme otuz kırk dakikalık mesafedeki ormanın içerisinde bir geyik, onu birkaç metre uzaktaki çalılarda gizlenerek bekleyen iki kızdan habersiz, huzurlu bir şekilde karnını doyuruyordu. 

 

Gerçi bu onun için biraz zordu çünkü her ne kadar bu bölge, insanlar tarafından orman olarak biliniyor olsa da yerlerde pek ot, çalılarda pek yaprak bulunmuyordu. Çevrede fazlaca ağaç olmasına rağmen bu ağaçlar, hayata zar zor tutunmakta olduklarını belli etmek istiyorlarmışcasına kuru ve yaşlı görünüyor, toprağın ne kadar bereketsiz olduğunu beli ediyorlardı. İşte bu kuru ağaçların arasındaki bir çalının arkasında, gizlice gözetledikleri geyikten saklanmakta olan iki kardeş, kendi aralarında bir şeyler fısıldaşmaktaydılar. 

 

"Hey! Sessiz ol Saki! Onu bir daha kaçırmak istemiyorum." 

 

"Ben zaten sessizim. Konuşarak ses çıkartan sensin Mika. Tıpkı onu ilk gördüğümüzde yaptığın gibi." 

 

"Öff! Her fırsatta yüzüme vurmasan olmaz zaten. Çok konuşma da beni iyi izle." 

 

Bu sırada Mika elindeki yaya bir ok sürdü ve yayını yavaşça gererek, geyiğe doğru nişan aldı. Nefesini tuttu, son kez nişanını ayarladı, ellerinin titremediğinden emin oldu ve oku bıraktı. Yaydan kurtulan ok son hız onu neyin beklediğinden habersiz olan geyiğin boynuna doğru ilerleyip saplanmıştı. Geyik hiç beklemediği bir anda boynunda hissettiği acı nedeniyle paniğe kapılıp kaçmaya yeltense de şah damarını delip geçen ok beynine kan gitmesine engel oluyordu. Bu nedenle hayvan olduğu yerden pek de uzaklaşamadan yere yığıldı. Geyiğin düştüğünü gören iki kız, bir birbirlerine bir de yerdeki geyiğe baktıktan sonra böyle bir avı yakalamış olmanın verdiği heyecanla oldukları yerden fırlayıp, yerdeki geyiğe doğru koşmaya başladılar. 

 

"Ha ha! Onu yakaladık, inanamıyorum onu yakaladık." 

  

"Uzun bir süreden sonra doğru düzgün et yiyebileceğiz! Akşamı sabırsızlıkla çekiyorum." 

  

"Belki doktor bunu gördükten sonra ava çıkmama engel olmaya çalışmayı keser. Ne dersin?" 

 

Saki kendinden emin bir şekilde konuşan ablasına göz ucuyla, yorgun bir bakış attı. 

  

"Kesmese ne yazar? Sanki onu dinlediğin var. Kadın senin için endişelendiğinden yapıyor bunları, biliyorsun."  

 

Mika bu muhabbetti onlarca kez yapmıştı. Bu yüzden bununla zaman kaybetmektense önündeki ziyafete odaklanmak istiyordu. 

  

“Tamam, tamam anladım. Hadi malzemeleri çıkart da yükleyelim şunu, akşama ziyafet var!” 

 

Mika’nın konuyu kestirip atmasından rahatsız olsa da Saki, buna karşılık bir şey demeden çantasından birkaç sağlam tahta parçası, genişçe bir kumaş bez ve biraz daha malzeme çıkartıp, bunları kullanarak geyiği taşımak için bir sedye yapmaya başladı. Mika’nın da ona yardım etmesiyle beraber iki kız, yerdeki geyiği köylerine taşıma hazırlıkları yaparken bir yandan da aksama çekecekleri ziyafet ile ilgili muhabbet etmeye başladılar. 

 

Bu neşeli ortam Mika’nın içine doğan bir hisle bozulmuştu. Birden sessizleşen Mika, kardeşine eliyle sessiz olmasını işaret ederek yavaşça ayağa kalktı ve etrafı gözetlemeye başladı. Bakışlarını bir noktaya odaklamışken aniden o yönden gelen bir sesle harekete geçti.  

 

Sesin duyulmasıyla Mika’nın tepki vermesi neredeyse eş zamanlı olarak gerçekleşmişti. Genç kız hızlıca yayına bir ok sürüp sesin geldiği yöne doğrulturken aynı zamanda geriye doğru birkaç adım attı. Sakiyse, Mika kadar hızlı tepki verememiş olsa da hızlıca birkaç adım geriye çekilip yanında taşıdığı kısa bıçağı çıkardı ve ablasının ona öğrettiği şekilde tutmak için elinden geleni yapmaya başladı. İki kardeş gergin bir şekilde çalılardan onlara yaklaşanın ne olduğunu görmeyi beklerken bir erkek sesi yükseldi. 

 

"Ho ho ho! Dişi kurtlarımız, kurt olalı bir geyik yakalamış gibi görünüyor değil mi Alfi?" 

 

Sesin duyulmasıyla beraber çalıların arasından dört kişilik bir ekip peydah olmuş ve iki kıza doğru, onları araya alacak şekilde yürümeye başlamışlardı. İlk konuşan adam, otuzlarında gibi duruyordu. Uzun ve toplu, siyah saçlara ve saçlarıyla aynı renk kısa sakallara sahipti. Vücudu ve yüzündeki yaralardan tecrübeli bir savaşçı olduğu iması uyandıran bu adamın yanındakilere nazaran daha kaliteli olan teçhizatları, bu gurubun lideri olduğunu belli ediyordu. 

 

"Hayır patron Kara. Kedi olalı bir fare tutmuşlar, olması gerekiyor." 

 

"Ne fark eder? Demek istediğim anlaşılıyor. Bu becerisizlerin en sonunda bir sike yaradığını söylemeye çalışıyorum. Bizim için bir geyik yakalamışlar ve hatta onu hazırlamışlar bile." 

 

Mika, Kara adlı adamın onların avında gözü olduğunu anlayınca yayını ona doğrultarak karşı çıktı. 

 

"Sizin için mi, bunu da nereden çıkarıyorsun? Bu geyiği biz yakaladık, saatlerdir peşinde koşuyoruz ve o bizim."  

 

"Aynen öyle. Zaten ormanın bir kısmını kendinize mesken tutmuşken birde bölgeniz dışında yakaladığımız hayvanı almanız hiç adil değil." 

 

Saki’yle Mika bu adamları tanıyordu. Bunlar bulundukları bölge olan çorak topraklardaki, en büyük üç güçten biri olan Kuzgun Haydutları’nın üyeleriydiler. Mika ve Saki’nin köyü Kuzgun Haydutları’nın sahip olduğu bölgenin iç taraflarında bulunduğundan, bu bölgede onlara karışılabilecek başka hiçbir güç bulunmamaktaydı. Aşırıya kaçmadıkları sürece istedikleri her şeyi yapmaları mümkündü. Bunun karşılığındaysa kimse onlara hesap soramazdı.  

Kara, elindeki yayla kendini ve kardeşini savunmaya çalışan Mika’ya doğru baktı.   

 

"Adalet mi? Bir şeyi yanlış anlamışa benziyorsunuz kedicikler. Biz dört kişiyiz sizse iki. Biriniz bıçak tutmayı bile beceremediğini saymıyorum bile. Aynı zamanda adalet bu toprakları, yirmi yıl önce seni de peşinde getiren kara nehrin gelmesiyle birlikte terk etti. Şimdi anlamamanız ihtimaline karşı, Alfi size başka bir yolla anlatacak." 

 

"Kısaca bu geyik bizim veletler. Sizi gebertmeden önce siktir olup gidin buradan." 

 

"Ha ha ha ha! Aynen öyle. Şimdi ikileyin veletler.” Kara söylediklerinin ardından ona nefretle bakan iki kızı baştan aşağıya süzdü. 

 

Mika on yedi yaşında, uçlarından hafifçe mora ve yeşile dönen ipeksi, siyah, kısa saçlara sahip, güzel ama dolgun sayılamayacak vücut hatları olan genç bir kızdı. Bu vücut hatlarından gelen avantajı pürüzsüz, esmere dönük cildi ve bakanları adeta büyüleyen zümrüt yeşili gözleri tamamlıyor ve onu erkekler için fazlasıyla çekici bir kız haline getiriyordu. Diğer yandan Saki ise on beş yaşında kahverengi uzun saçlara ve kahverengi gözlere sahip, sıradan sayılabilecek bir kızdı. Buna rağmen gençliğinin getirdiği tazelik nedeniyle hala erkeklerin ilgisini çekebilecek bir görünüme sahipti.  

 

Pekala bu durum Kara için geçerli sayılmazdı. Kızlar ne kadar bu topraklar için evlenme çağına gelmiş sayılabilecek olsa da Kara için bu ikisi yeğenleri gibiydi. Şu an onlara böyle davranmasının nedeniyse başka bir hikayenin konusuydu. 

 

“Hayır dediysek hayır. Bu kaçıncı? Artık yeter!” 

 

Mika gerdiği yayını bir anlık öfkeyle bırakmak üzereyken, Kara’nın birden üzerine yürümesiyle bir iki adım geri çekilmekten kendini alı koyamadı. 

 

“Peki bu konu hakkında ne yapacaksın Mika? Avınızı alıyorum. Hem de bu ilk değil ve son da olmayacak. Yarın yakaladığınızda onu da alacağım. Sonrakileri de ve sen bir şey yapmadığın sürece bu böyle devam edecek.” 

 

Bunları Mika’dan sadece yarım metre uzaktayken söylemişti. Ardından kollarını açtı ve tamamen açık hedef oldu. 

 

“Ne yapacaksın? Savaşacak mısın, yoksa kaçacak mı?” 

 

Mika önünde ona meydan okur bir şekilde duran adama baktıkça sinirleniyordu. Söyledikleri doğruydu bir şey yapmayıp teslim olduğu sürece her şey böyle devam edecekti. Sinirden yayı tuttuğu eli titremeye başlamışken aklında Kara’nın ona sorduğu soru tekrar ediyordu. Kaçacak mıydı, yoksa savaşacak mı? Öfkeyle Kara’nın gözlerinin içine baktı. Yayı hala titriyordu soluk alıp verişi hızlanmış ve vücudu fazlasıyla terlemeye başlamıştı. Düzgün düşünebilmekten uzak olduğu her halinden belliydi. Çektiği oku bırakmak ve karşısındaki adamı indirmek istiyordu. Savaşmak istiyordu. Sonunda ölecek olsa bile. 

 

Tam bu anda omzunda hissettiği bir elle kendine geldi. Arkasına baktığında gözleri, küçük kardeşininkilerle buluşmuştu. Saki’nin gözlerinde ona yapmamasını yalvaran bir bakış vardı ve bu bakış onun biraz da olsa sakinleşmesini sağlamıştı. Bir yerdeki geyiğe, bir önünde dikilen adama bir de küçük kardeşinin yüzüne baktıktan sonra yayını indirdi ve "Hadi gidelim Saki" diyerek, kardeşini de alıp hızlıca uzaklaşmaya başladı.  

 

Mika’nın kardeşini de alıp gitmesiyle birlikte Kara’nın yüzünü hayal kırıklığını belli edecek bir ifade kaplamıştı. Sanki gerçekten de Mika’nın onu öldürmesini istiyordu. Birkaç saniye arkalarından baktıktan sonra yüzüne tekrar gülümsemesini takınarak, duyabilecekleri şekilde gülmeye başladı. 

 

"Ha ha ha ha ha! Oysa oku bırakmaya yeltendiğinde kediciklerimizden biri kaplan mı kesildi demiştim. Meğer boşa umutlanmışım. Sonuçta seni o yetiştirdi.” 

 

Sözlerinin bitmesiyle kafasının yanından bir ok geçmesi bir olmuştu. 

 

“Farklı bir şey yapıyormuşsun gibi konuşma.” 

 

Mika az önce attığı oktan dolayı elinde olan yayı sırtına astı ve Kara’ya son bir bakış atarak yolluna devam etti. Kara kafasının yanından geçen oka şaşırsa da gülümsemesi bozulmamıştı. 

 

“Bir dahakine düzgün nişan al.”  

 

Bu sözlerini umursamayıp yollarına devam eden kızların gözden kaybolmasıyla beraber, geldiğinden beri sürdürdüğü alaycı tavır yerini ciddiyete bıraktı. On, on beş saniye kadar bekleyip iki kızın gittiğinden tamamen emin olan Kara, olayların başından beri konuşmayan iki adama döndü. 

 

"Siz iki andaval hayvanı yüklenin, kampa dönüyoruz."  

 

Gelen emir üzerine iki adam, çantalarından biraz ip çıkarıp yanlarında taşıdıkları uzun ve sağlam bir tahta parçasına bağladılar. Hayvanı sırtlandıktan sonra yola koyulmadan, adamlardan biri meraklı bir tonda Kara’ya seslendi. 

 

"Hey patron." 

 

"Ne var?" 

 

“Patron bu kızlar ikidir bize sorun çıkarıyor. Neden onlara güzel bir ders vermiyoruz ki?” 

 

Kara anlatmaya devam etmesi için kafasıyla işaret yaptı. 

 

“Geldiğimiz yerde, yani buraya sürülmeden önceki bölgemizde ki patron böylelerini cezalandırırdı. Kızların ikisi de çok güzel. Neden onlarla biraz eğlen...” 

 

Adam daha sözlerini bitirmeden soğuk metalin havayı yarma sesiyle beraber hafif bir acı hissettiğini fark etmişti. Acı artmaya başladığında kendisine dışarıdan baktığını fark ederek dehşete düşse de artık yapabileceği bir şey yoktu. Görüşü sonsuza kadar kararmadan önce gördüğü son şey; patronunun, onun başsız vücudunun karşısında, kanlı kılıcıyla duruyor olmasıydı. 

 

Kara, kılıcındaki kanı koltuk altına sildikten sonra dehşet içinde ona bakan diğer adama döndü. 

 

“Sen de bu arkadaşla aynı yerden geliyordun değil mi?” 

 

“Evevevettt... evet efendim.” 

 

Kara yavaşça adama yaklaştı ve bir elini omzuna koydu. 

 

“Sizin geldiğiniz yerde nasıl yapıyorlar bilmiyorum ama burası benim bölgem ve benim bölgemde benim köyümün insanlarına zarar vermeyi aklından bile geçirirsen sonun böyle olur, tamam mı?” 

 

Adam arkadaşının başsız cesedine baktıktan sonra kafasını sallayarak onayladı. 

 

Adamın onaylamasıyla beraber Kara’nın yüzünde tekrar gülümseme oluşmuştu. 

 

“Güzel. Pekala o zaman dönüyoruz.” 

 

Adam arkadaşının cesedine son bir kez baktıktan sonra yere yığılmış olan geyiği Alfi’yle beraber yüklenerek patronlarının peşine takıldı. 

 

------------------------------------------

 

Bu sırada haydutlardan birkaç yüz metre uzaklıkta, zar zor hayata tutunan ağaçların arasındaki bir patikada, iki kız yürümekteydi. Eve dönüş yolunda olan kızlarımız, bunca saat pesinde koştukları geyiği kaptırmış olmanın verdiği hayal kırıklığıyla beraber yorgun ve mutsuz bir sesle az önce yaşanan olayla ilgili kendi aralarında konuşuyorlardı. 

 

"Ahhhhh! Hala geyiği o şerefsizlere kaptırdığımıza inanamıyorum. Bu ay ikinciye oluyor. Biz ses çıkartmadıkça iyice tepemize biniyorlar."  

 

“Ben de sinir oluyorum abla ama ne yapabiliriz ki? Tüm güç onların elinde. Kendilerine karşı geleni bir an bile yaşatmıyorlar. Tek çıkar yol onlara katılmak. Aslında sen istesen çok rahat girersin ama...” 

 

“Saki ağzından bir daha böyle bir laf duymayayım. O heriflerin yıllardır bize neler çektirdiğini biliyorsun. Zaten geyiği senin yüzünden kaçırdık, alımıyım elimin altına.” 

 

"Heeeee? Nereden benim hatam oluyormuş? Onu ilk gördüğümüzde heyecandan bağırmasaydın, orada yakalayabilirdik. Hem öyle hemen sinirlenmesene. Şaka yapmıştım." 

 

"Bir daha şaka da yapma o zaman tamam mı? Ayrıca... O da ne öyle?" 

 

Mika'nın sözleri yolun kenarında, ağaca yaslanmış bir çocuk fark etmesiyle kesilmişti. Doğal olarak daha önce görmediği bu kişiye karşı tepki vermiş, eli hızlıca bıçağına giderken aynı zamanda küçük kardeşinin de önüne geçmişti. Pozisyonunu korurken çocuğa seslendi. 

 

"Hey oradaki kimsin?" 

 

Cevap gelmemesi üzerine Mika, Saki’ye yerinde kalmasını söyleyerek yavaşça çocuğa doğru yaklaşmaya başladı. Birkaç adım attıktan sonra çocuğun baygın olduğunu fark edip, yanında taşıdığı bir bez parçasıyla yüzünü kapattıktan sonra biraz daha yaklaştı. Artık çocuğu daha net görebiliyordu.  

 

Kısa, aralarında kızıllıklar olan siyah saçları hemen göze çarpan; yakışıklı sayılabilecek bir yüze ve kaslı kollara sahip, aşağı yukarı Mika’yla aynı yaşta görünen bir erkek çocuğuydu. Genç çocuğun boynundaysa, vücudundan kafasına doğru yayılmışa benzeyen kara lekeler bulunmaktaydı. Kara lekeleri fark etmesiyle biraz şaşıran Mika, çocuğu uzaktan, gözleriyle muayene etmeye başladı. 'Boynundaki kara lekeler, tırnak uçlarındaki siyahlıklar, baygınlık... Bu çocuk gerçekten kara sudan içmiş olabilir mi? En azından şimdilik bulaşıcı bir hastalığa benzemiyor.' Gözle olan muayenesinden sonra bulaşıcı bir hastalığı olmadığına kanaat getirip, elle muayene etmek için yaklaştı. 

 

 Saki’yse, Mika’nın tedbiri bırakıp yaklaşması üzerine endişelenilecek bir şey olmadığına kanat getirip, onun yanına doğru ilerlemeye başladı. Yerde baygın yatan çocuğun gözlerini kontrol etmekte olan ablasının yanına geldiğinde, meraklı bir tonda sordu. 

 

"Nesi var?" 

 

"Emmm… Bu çok saçma gelecek biliyorum ama sanırım kara sudan içmiş" 

 

"Ne? Sudan mı içmiş? Hangi geri zekâlı kara sudan içmemesi gerektiğini bilmez ki?" Aldığı cevabı mantıksız bulduğundan, kontrol etmek için o da çocuğu incelemeye etmeye başladı. 

 

"Muhtemelen buradan olmayan biri. Kıyafetleri bu bölgeye hiç uymuyor ayrıca çok da yeniler. Hem sen ne bakıyorsun öyle, birkaç şey öğrendin diye hemen ablandan daha iyi bildiğini düşünmeye mi başladın?"  

 

"Öff abla ne alakası var? Emin olmak istedim sadece. Evet tüm belirtiler uyuyor ama düklükten gelse bile kara nehri bilmesi gerekirdi değil mi?"  

 

"Neyse, hadi bu seferlik affediyorum. Nereden geldiğine gelecek olursak da... Bilmiyorum. Belki dağların arkasından gelmiştir veya okyanustan. Uyandığında ona sormak en mantıklısı olur. Hadi şuna yüklememe yardım et de köye götürelim" 

 

Mika önceden geyik için hazırladıkları sedyeyi alıp yere koydu ve çocuğu üzerine doğru sürüklemeye başladı. 

 

"Ne yapıyorsun? Yolda bulduğumuz, ne idüğü belirsiz çocuğun tekini öylece köye mi götüreceğiz? Zaten köy halkı bizden pek haz etmiyor, bir de dışarıdan hasta bir çocuk getirmemiz... Bilmiyorum Mika." 

 

"Ne yapalım, bırakalım da ölsün mü burada? Belli ki bulaşıcı bir hastalığı yok. Yani bir sorun teşkil etmiyor. Bu arada unutma Saki biz her şeyden önce doktoruz. Yolda gördüğümüz hasta birini görmezden gelmek, mesleğimize yapabileceğimiz en büyük hakaret olur. Ayrıca köylüleri sikeyim. O cahil insan müsveddeleri, muhtaç olmasalar, bizi çoktan kapı dışarı etmişlerdi bile." 

 

"Önce insanları kurtarmak ve doktorluktan dem vurup sonrasında köydeki zavallı insanlara hakaret etmen... Biraz kendinle çelişmiyor musun ablacığım?" 

 

"Onları kurtarmam gerektiğini söyledim onları sevmem gerektiğini değil. Hem çok konuşma da tut şunun ucunu. Geç oluyor gitmemiz lazım." 

 

"He he! O zaman yol boyu bu çocuğu taşımakla ilgili mızmızlanmama bir şey demezsin değil mi?"   

 

Saki, ona uzattığı ucu yüzünde munzur bir gülümsemeyle tuttuktan sonra, yol boyunca sadece peşinde sürüklediği çocuğu değil aynı zamanda Saki'nin çenesini de çekeceğini anlayan Mika "Gidelim." diye cevap verdi. 

Böylelikle iki kardeş peşlerinde sürükledikleri çocuk, Saki'nin mızmızlanmaları ve batmakta olan güneş eşliğinde evlerine doğru yol aldılar. 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44791 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr