Bölüm 20 - Katliam Tanrısı (2)

avatar
1365 18

Vampir Hükümdarı - Bölüm 20 - Katliam Tanrısı (2)


Bu bölümü Hakan isimli okuyucuma ithaf ediyorum. Bölümü yazmasam köşeye çekip silahı kafama sıkacaktı. Ucu ucuna kurtuldum. Şimdilik...

***
Heron adım adım ilerlerken etrafında oluşan on altı adet kandan mızrak havada süzülürken, ona ürpertici bir hava sağlıyordu.


[Kan İhtiyacı kritik düzeyde!]


“Anlıyorum… Veledin kapasitesi bu yani? Bu kadarı bile yeteri kadar ilgi çekici.”


Yirmi mızrak. Noah’ın sınırı yirmi kan mızrağıydı. Heron on altı mızrağı, otuz korkak üyeye doğrulturken düşündü. ‘Hmm. Bunları tek seferde katletmek istiyorum. Bu yüzden…’


Her bir mızrak ikiye bölünüp kan küresine dönüştü. Ardından küreler şekil değiştirdi ve kandan yapraklara dönüşüp keskin bir şekilde dönmeye başladı. Otuz iki adet kanlı dönen yapraklar Heron’un arkasında havada habis bir şekilde süzülüyordu.


“Bu benim çok sevdiğim bir tekniktir. Bununla öleceğiniz için şanslısınız. Adı Kanlı Kiraz Yaprakları. Son bir sözünüz var mı? Merak etmeyin yanda ki lideriniz gibi acı çekmeyeceksiniz.”


Yandaki Utku’yu işaret ederken en ufak duygu ibaresi bulunmuyordu yüzünde. Tabii yüzü duygusuz gözükse de adamın halinden oldukça zevk aldığı kesindi. Horen hayatta yapmayı sevdiği iki şey vardı. Öldürmek ve işkence etmek.


Utku’nun ise o sırada aynı tarif ettiği gibi gözeneklerinden kan akmaya başladı. Oldukça garip ve acı verici bir his Utku’yu sarmışken içten içe bazı damarlarının fazla yükten patladığını hissedebiliyordu. Burnundan şimdiden kan akmaya başlamıştı. O an son bir intihar saldırısı için kalkmaya çalıştı. Böyle acınacak bir şekilde ölmek istemedi. Lakin ayağa kalkmaya çalıştığında bacaklarındaki ve kasıklarında olan damarlar patladı.


“Ahh!”


Heron ona bir bakış attı. “Aptal.” dedi. Sonrasında ise orada dikili duran ellerinde silahlar olsa da sıfır azimleri olan üyelere baktı. Aslında hepsi birden savaşsa bir şansları olabilirdi. Ancak her birinin iradesi bu korkutucu sahne tarafından tamamen alt üst edilmişti.


“Öyleyse başlayalım.”


Sağ elini kaldırdı ve ölüm emri veriyormuş gibi yavaşça aşağı indirdi. Bu hareket o kadar yavaş değildi aslında ancak üyeler için ömürlük bir süreydi. Sonrasında ise kan yaprakları hepsinin tek seferde kafasını kesti. Kafalar havada uçarken her bir boyundan kan bir çeşme misali fışkırdı. Tabi Heron fışkıran kanları israf etmemek için onları da kontrol altına aldı ve kan bıçaklarıyla kendine çekti. Kan nehir akıntısı misali Heron’un etrafında toplanıp halka şeklinde dönmeye başladı.


Heron iç çekti.


“Huh. Bu çok yorucuydu.”


Dönen kan halkasına sol elini daldırdı ve büyük bir avuç kanı tutup, ağzına götürüp içti.


“Hmhm. Güzel ama biraz umut eksik.”


[Kan İhtiyacı %100]


Etrafında dönen kanları mevcut bıçaklarla birlikte kanatlara ve bir küreye çevirirken Utku şok ve korku içinde ona baktı.


“S-sen bir… vampir misin!?”


Heron tek kaşını kaldırdı.


“Hm? Daha önce fark edersin sandım. Gerçekten aptalsın anlaşılan. Evet bir vampirim. Hem de en güçlülerinden.”


Utku bu cevabı duyunca ufacık bir umudu bile kalmadı. Artık gözlerinden ve kulaklarından da kan akmaya başladı. Ancak tüm bunlara rağmen sakin bir ifadeye sahipti.


“Tek bir şey sormak istiyorum. Bir canlı da üç soy nasıl mümkün olabilir? Ne de olsa sen yarım kan olsan da o soya sahipsin.”


“O soy? Haa anladım. O soyu diyorsun. Çocuk bilmeye hazır değil. O yüzden bahsetmem yasak. Ancak sana şunu söyleyeyim. Bu evren de anlaşılması güç bir sürü olaylar var. Burası sadece buzdağının görünen küçük bir ucu. Bu yüzden inan bana bunda şaşılacak pek bir şey yok.”


Utku gözlerini yummadan önce garip bir gülümsemeyle ona baktı.


“Anlıyorum… Ahhh!”


Ancak acıya dayanamayıp yine çığlık attı. Heron ise onunla daha fazla ilgilenmeyip ilerlemeye başladı. Özellikle ona işkence etmesi için ne vakit vardı. Ne de buna gerek vardı. Ölmesi an meselesiydi ne de olsa.


Ve gerçekten de söylediği gibi oldu. O gittikten on saniye bile geçmeden Utku’nun tüm uzuvları tek tek patlayarak kan kaybından öldü. Tabii bu on saniye de kendisi de boş durmadı. Dışarıya doğru kimi gördüyse acımadan öldürüp kanını kendine kattı.


En sonunda dışarıya adım attığında ise yüzünde ki gülümseme genişledi.


“Anlaşılan bu iş düşündüğümden daha da kolay olacak.”


Kendisi şu an dış saha da sıradan gibi gözüken ara sokakların birinde olan bir villadaydı. Evet, dış saha da da iç saha gibi villalar vardı. Ancak dış saha da öyle bir yerde kalmak için Noah’ın şu anki bütçesine göre büyük paralar yatırmak gerekirdi. Bu eski püskü villa da karanlık olayları örtbas etmek için kullanılacaktı.


Ancak artık kullanıldığı tek şey elliden fazla cesede ev sahipliğiydi.


[55/500]


“Hmmm. Eskisi gibi ortaya dalıp önüme geleni mi kessem acaba?”


Sonrasında bu fikir oldukça hoşuna gittiğinden hemen yapmaya karar verdi. Kanatlarını çırptı ve kısmi olarak havada süzülerek koşmaya başladı. Koşuyor, zıplıyor, kanatlarıyla süzülüyor ve bunu tekrar ediyordu. Ara sokaklar dardı. Ancak bu Heron için sorun değildi. Kanatları binaları parçalayarak yol açıyordu ona.


Tabii bu parçalama gürültüsü elbette ki bazı insanların dikkatinden kaçmadı.


“Şurada bir ses duydum.”


“Evet bende. Sanki birisi bir şey parçalamaya çalışıyor gibi.”


“Merak ettim. Bir bakalım mı?”


“Olur.”


Buna benzer bir kaç konuşmaya gittikçe yaklaşan sesin kaynağına bir kaç mürit bakmaya karar verdi. Bu verdikleri son karardı. Hemen ardından onların ki dahil olmak üzere yirmi kafa birden havaya uçtu ve fışkıran kanlar garip bir yörüngeyle kan meleğinin etrafında dönmeye başladı.


“Sıkıcı. Farklı tarzlarda mı saldırsam acaba artık? Siktir! Sürem azalıyor.”


Gördüğü sayıyla istemsizce küfretti.


[Son iki dakika otuz saniye.]


‘Çabuk olmam lazım.”


Bunu takiben hemen dükkanlardan birinin üstüne sıçradı. Kandan kanatları olan ve sağ elinde garip bir küre tutan birisi elbetteki tüm dikkatleri üzerlerine çekti.


“Hey! Bu da kim?”


“O Zorba değil mi? Orada ne yapıyor?”


“Onun sırtındaki şeyler de ne öyle?”


“Kan değil mi onlar? Şuraya bakın!”


Herkes bir kişinin işaret ettiği ye baktığında kopan ve yuvarlanan kafaları gördüler. Kimi deneyimsizlerin midesi bulansa da dış saha da çokça ölüm olduğundan çoğu kişi sadece onu yapan kişi olacak muhtemel kişiye yani Noah’a korku dolu gözlerle bakmaya başladılar.


Korku dolu gözlerle baktıkları kişi ise o sırada hepsini öldürmek için farklı bir yol düşünüyordu. ‘Veledin mevcut gücüyle hepsini tek seferde öldürmem mümkün değil. Kontrol sınırım yirmi kan mızrağı. En küçük hallerinde uygularsam kırk yaprak. Veledin gelişimi de zaman geçtikçe riske gidiyor lanet olası o yasak tekniği kullandığı için. Ne yapmalıyım…?’


Sonrasında birden aklına gelen bir fikirle gülümsedi. ‘Uzun süredir yakın dövüşe girmedim ha? Sistem! Kalan süreyi ikiye katlamak için bir yol var mı?”


[Manayı hareket halinde özümseyebilirseniz mümkün.]


Bu teoride mümkün olsa da pratikte imkansızdı. Fakat Heron imkansızı zamanında aşmış birisiydi. Gülümsedi.


“Pekala. Öyleyse katliamıma başlıyorum.” Sağ elindeki kan küresinin bir tırpan olduğunu düşündü ve kan küresi uzun bir tırpan haline geldi. Kavisli bıçağı, normal bir bıçaktan daha uğursuz bir parıltıyla parlarken sopa kısmı garip bir şekilde gerçek sopadan yapılmış gibi gözüküyordu.


Tek eliyle tuttuğu tırpanı ikinci eliyle de tutmaya başlarken mırıldandı.


“Kan Meleği diye anılmamın sebebi olan tekniği böyle düşük bir yerde kullanmak zorunda olmam ne acı… Kan Savaş Sanatı Stil bir: Ölüm Getiren…”


Sonrasında tüm gözlerden kayboldu. En azından insanların görüşüne göre kayboldu. Aslında oldukça hızlı hareket ediyordu. Elindeki silahtaki kan yoğunluğunu yayarak zaten tam güç çalışan vücuda patlayıcı bir güç aşıladı. Gözlerden ani kayboluşunun hemen ardından tüm gözler onu aramaya başladı. Kimisi tabii ki fırsattan istifade kaçmaya yeltendi.


Fakat o kaçmaya çalışan dikey bir şekilde ikiye ayrıldı. Bağırsakları her tarafa saçılmıştı. Bunu görenler çığlık attı.


“Siktir! Buradaki herkesi katletmeyi düşünmüyor değil mi!?”


“Kaçmalıyız! Hem de hemen!”


Tabii ki insanlar panik yaptı ikiye ayrılan cesedi görünce. Bir curcuna patlak verdi ve herkes kaçmaya başladı. Fakat ne kadar çabalarsa çabalasınlar her biri bir şekilde ölüyordu. Dikey şekilde ikiye bölünen ve yatay şekilde kesilen insanlar, kopan kafalar her yerdeydi. Ancak hiç kan izi yoktu. Kesildiği an kan emiliyordu sanki. Bu onları daha da korkuttu ama bir şeyden bir o kadarda emin oldular.


“Bir vampir bu!”


“Başa çıkmamız imkansız! Canını seven kaçsın!”


“Siktir! Bırak beni sürtük! Kendi başınasın.”


“Ben en arkadan sizi koruyacağım dostlarım. Önden gidin!”


Bağırmalar havada uçuşurken herkes tamamen kendi canını önemsiyordu. Kimileri sevgililerini veya arkadaşlarını ayak bağı olmaması için bir kenara atarken kimileri -ki bunlar gerçekten azınlık sayılabilecek kadar azdı- yakınlarıyla birlikte kaçmak için elinden geleni yaptı.


Ancak sonuç değişmedi. Hepsinin sonucu mutlak ölümdü. Heron’un mevcut katliam yaptığı yer en azından iki yüz, üç yüz kişinin dolaştığı bir bir yoldu. Ancak bu yol şu an oldukça sessiz bir hale gelmişti.


Heron, kahkahalarla gülerken sistem yeni bir sayı gösterdi.


[255/500]


“Hahahaha!, fena değil, hiç fena değil! Bu çöp vücutla bu kadar fazla katliam yapmayı beklemiyordum. Hah, bunu bir kez daha yaparsam tam sayıya ulaşabilirim. Fakat… neden sadece beş yüz ile yetineyim? Haha!”


Yüzünde sadistik bir gülümseme belirmişken Noah’ın vücudunun belirli bölgelerinde sınırında olduğunu işaret eder gibi damarlar belirdi. İğrenç bir şekilde titreşiyordu bu damarlar. Fakat ilginç bir şekilde sadistik gülümsemesiyle bu vücut oldukça uyumlu gözüküyordu.


Uyumlu gözüken bu görüntü ne yazık ki fazla uzun süre duramadı. Oldukça hızlı bir şekilde tekrar gözden kayboldu ve geriye sadece hızdan oluşan bir ardıl görüntü bırakırken retinasında beliren yazıya homurdanmaktaydı…


Tüm bunlar yaşanırken elbette ki bu olaylarlar tüm dış sahaya hızlıca yayıldı. Fakat bu olayları duymadan azınlık bir kesimde hiç yok değildi. Bunlardan birisi de Julia’ydı.


Julia’nın günlük rutini Noah ile karşılaşana kadar sabitti. Gelişim yap, görev olarak aldığın binanın başında dur ve tekrarla. Noah ile karşılaştıktan sonra ise ne doğru düzgün gelişim yapabiliyordu, ne de görevine odaklanabiliyordu. Tabii bunun nedeninin köle mührünün düşüncelerini manipüle etmesiydi. Fakat o bunu bilmediğinden aşka bağlasa da kendi içinde bunu reddediyordu. Bundan sebep görevi bitirmeye ve bundan sonra gitmemeye karar verdi. Bu yüzdende şimdi görevi olduğu binaya gidiyordu.


Binaya giderken bir anda o binanın tepesinde bir adamın belirdiğini gördü. Diğer herkeste aynı şekilde merakla oraya baktı.


Genç adam, Noah’a oldukça benziyordu. Fakat vücut yapısı Noah’tan farklı olarak kaslarını çok belli ediyordu. Sanki dışarı fırlamaya çalışıyormuş gibi de bir kaç damarı gün yüzündeydi. Ancak en belirgin farklılık yüzündeydi. Kızıl elips gözleri o masum çocuktan çok, kan isteyen bir Katliam Tanrısı’nı andırıyordu!


Bu sırada genç adam elindeki tırpanı kaldırdı ve herkesin duyabileceği şekilde kahkaha ile karışık bir şekilde haykırdı.


“Haha! Selamlar! Ben bu küçük tarikata ölüm getirmeye gelen küçük ölüm meleği Heron! Bu veledi bu raddeye kadar kızdırdığınız için bu tarikata yargı dağıtmaya geldim haha! Bu yüzden gururla söylüyorum ki buradan bir kişi dışında hiç biriniz canlı çıkamayacak!”


Bunu duyanlar hemen “Kaçın!” diye bağırınsalarda ve kaçmaya çalışsalarda boşaydı. İlk kaçmaya çalışan on beş, on altı yaşlarında bir kızdı. Denemesinin sonucunda kafası ortadan ikiye yarıldı. Sonrasında başka birisinin kolları ve bacakları koptu. Bir diğerinin ise tek hamleyle vücudu dikey bir şekilde ikiye ayrıldı. Kimileri ise yatay bir şekilde ikiye ayrıldı. Fakat onlar tekli değil en az üçer, dörder grupça kesilen kesimdi. Çoğuyla hızlı bir şekilde de olsa tek tek ilgilenmeyi tercih etti Heron.


Julia bu katliamın tam olarak ortasında kaldı. Kaçmaya çalışsa da garip bir güç onu Heron’a itiyordu. Julia nedenini bilmiyordu. Fakat umursayacak durumda da değildi. Canı diğer herkes gibi daha ön plandaydı.


Kaçarken yanında onun gibi kaçmaya çalışan herkesin bir bir öldüğünü görürken kusmamak için kendini zor tuttu. Yine de metanetini korumayı zorda olsa başardı ve kimseye bakmadan kaçabildiği kadar kaçmaya çalıştı.


En azından ilk saniyelerde böyleydi. Sonraları hemen yanındakiler ölse bile kendisine en ufak zarar gelmediğini fark edip afalladı. Bu kadarı şans olamazdı. Julia, kandan şelaleler oluşması gerektiği halde en ufak birikinti olmayan, ceset yığınlarının kaynağına dönüp baktı.


O sırada Heron oldukça mutlu bir şekilde hasatına devam ediyordu.


[467/500]


[469/500]


Sayıların artışını gördükçe sırıtışı genişleyip çarpık bir hal alıyordu. Damarları daha da gün yüzüne çıkıp, normalde ortalamadan iyi gözüken vücudunu kirletiyordu. Fakat vücudun geçici sahibi bunu umursamadı. Aksine daha da şevk ile kesmeye devam etti.


Bir adam tam kaçmayı başardığını düşündüğü sırada kafasının koptuğunu fark etti. Bir kadın kaçmak için ayarttığı erkekleri kullandı. Başka bir erkek sevdiği kadını etten kalkan olarak kullandı. Herkes farklı bir rezillik ile kaçmayı denedi. Yine de kaderleri değişmedi. Fakat hepsinin aklında tek bir soru vardı. ‘Neden ben?’ Ne yazık ki bu soru asla öğrenemeyecekleri bir soruydu.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr