Bölüm 24 - Cennet

avatar
1296 13

Vampir Hükümdarı - Bölüm 24 - Cennet


Aradan zaman geçti. Bu rüya benzeri mekanda zamanı algılamak güçtü. En azından Noah için öyleydi. Ağlaması durulduğunda nazik bir el gözlerindeki yaşları sildi. Noah gözlerinin yaşını silen genç gözüken kadına bakarken garip bir şekilde sebebini bilmese de yakınlık hissetti.


Fakat hiç şu an bunun sebebini düşenecek bir ruh halinde değildi.


“Ağlamayın Usta. Size ağlamak yakışmıyor.” dedi üzgün bir tonla.


Noah onun dediğini duyunca kederle dolu bir şekilde gülümseyerek yanıt verdi. Sesinden yoğun bir keder ve küçük bir parça da öfke görülebiliyordu.


“Ne yapmam gerek peki? Nedenini bilmesemde kalbim sana güvenebileceğimi söylüyor. Söyle bana. Ne yapmalıyım? Her şeyim bitmişken, sevdiğim birisi kalmamışken ne yapmalıyım?”


Sesi sitemkar da olsa gerçekten onun düşüncelerini merak ediyordu. Genç kadın, soruya şaşırsa da yine de cevap verdi.


“Sevdiğiniz herkes ölmedi Usta. Anneniz hala yaşıyor. Bunu sende biliyorsun. Öyleyse ne yapman gerektiğini de biliyorsun.”


Duraksadı anlık olarak. Sesinde hafifte olsa bir bozulma olduğunu fark etmişti.


“Anlaşılan tekrar… zamanım doluyor… Usta, unutma. Pes etmemelisin. Edemezsin. Senin hakkın… Ölümsüz Diyarın… Zirvesinde olmak…!”


Sonrasında genç kadın, Noah’a cevap hakkı tanımadan yok oldu ve hemen ardından da Noah rüyalar aleminden kovuldu.


Noah gözlerini kırpıştırırken aniden gözüne giren ışık sonucu gözlerini içgüdüsel bir şekilde kapamaya çalıştı. Fakat kolunu hareket ettiremediğini fark etti. Koluna baktığında sargılanmış ve yatağa bağlanmış olduğunu fark etti. Üstelik kafasını çevirdiğinde sadece kolunun değil, vücudunun çoğunda sargı olduğu ve gerekli yerlerde küçük dikiş izleri olduğunu gördü. Kim yapmışsa oldukça ince çalışmıştı. Küçük dikiş izleri dikkatli bakılmadığı sürece fark edilmesi zordu.


Kafasını zorlukla kaldırıp, bacaklarına baktığında ise içinde bir hüzün, köpürmüş bir denizden gelen dalgalar misali ona çarptı.


“...Hareket et.”


Ama hareket etmedi.


“Hareket et. Hareket et lanet olası.”


Sesi gittikçe öfkelenirken bacağını hareket ettirmeye çalıştı. Fakat başaramadı.


“Lanet olsun!”


Öfkeden küfretmemek için kendini zor tutuyordu. Yine de bir şekilde kendini sakinleştirmeye çalıştı.


‘Sakin ol. Sakinleş… Pekala. Öncelikle şu an nerede olduğumu anlamam lazım.’


Etrafını dikkatle incelemeye koyuldu.


Oldukça sıradan görünen sade bir odadaydı. Basit bir yatağa bağlanmıştı. Yanında tahtadan bir sandalye vardı. Hemen karşısında ise giysiler konulması için bir dolap ve yatağın sol tarafında dışarıya göz atabileceği bir pencere vardı. Fakat Noah sargılarından dolayı kalkamadığından bu pencere şu an için anlamsızdı.


O yüzden hemen ne yapması gerektiğini düşünmeye başladı.


[Kendini biraz fazla hızlı toparlamadın mı? Ben daha öfkeden zırlarsın diye düşünmüştüm.] (Heron)


“Kes sesini Kan Meleği.”


Noah, sinirle terslerken bir an bile tereddüt etmedi. Sesin sahibini gayet iyi tanıyordu. Yüz birinci görev için masumları acımadan katleden bir manyak, Katliam Tanrısı ünvanına en uygun olabilecek varlık, Heron idi.


Ama bu terslemesine engel değildi.


[Hohoho. Heron, bu küçük çocuk tarafından bile tersleniyorsun. Biraz da olsa acıma hissettim sana karşı.] (Akshay)


Alaycı sesi duyan Heron sinirli bir şekilde karşılık verdi.


[Kes sesini.] (Heron)


Yanıt olarak ise sadece alaycı kahkahalar duyuldu. Noah ise bu ikilinin salakça davranışlarını görmezden gelip ‘Durum’ diye düşündü.


[Noah, Heron, Akshay....]


[Irk - İnsan, Vampir, Kabus(Kilitli)]


[Soy - Düşük Sınıf Vampir(Orta), Kabus ?????(Kilitli)]


[Ölümlü - Sakat]


[20 Karizma]


[Özel Yetenekler: Doğaüstü Sakinlik, Özümse(Kullanım dışı)]


Sistemin yazdıklarını görünce kabus benzeri durumda yaşanılan her şeyin doğru olduğunu anladı. Kendisi bir kabus, vampir ve insan meleziydi. İnsan soyunun hala bulunmasına biraz şaşırdı. İnsan soyu - özel soylar dışında - çöp olarak görülen bir soydu. En güçsüz elfler bile normal bir insandan bir tık güçlü sayılırdı ve tüm bunlar soydan dolayıydı.


Bu sebeple Noah kabus soyunun olmasını ve insan soyunun bulunmasını garipsedi. Gerçi kabus ırkı hakkında bilgisi sınırlı olduğundan garipsemesi biraz saçma olmuş olabilirdi. Fakat Noah pek düşünmedi.


Kabus ırkı Noah’ın bildiği kadarıyla tüm canlıları yemek olarak gören acımasız bir varlıktı. Vampirler gibi soluk tenleriyle ön plandalardı. Bu ırk diğer ırklardan farklı olarak onlar ne kan ile, ne de herhangi bir fiziki bir şeyle beslenirlerdi. Onlar ruhlarla beslenen yaratıklardı.


İnsanların, elflerin, cücelerin ve hatta yarım akıllı orkların bile gözünde kabus ırkı çok tehlikeli bir ırktı. Tehdit seviyelendirilmesi yapılsa, bir vampir saldırısı üçüncül derece tehdit iken kabus derecesi birincil derece tehdit demekti. Diğer bir deyişle ne olursa olsun görüldüğü an yok edilmesi gereken bir ırktı!


Noah babasının kim olduğuna dair güçlü bir merak duymaya başladı. Önceleri annesi sadece iyi bir adam olduğundan, kimseye kasti bir şekilde zarar vermek istemeyen birisi olduğunu söylerdi. Fakat soyu veya babasının geçmişi hakkında hiçbir şey bahsetmemişti. Doğal olarak o da sormamıştı.


“Her neyse şimdilik bunları düşünmemem lazım. Öncelikle anladığım kadarıyla birisi beni bulup iyileştirmiş. Her kim yapmışsa onu beklemem en uygunu olur.”


Düşüncelerini toparlasa da hala duygularını tam olarak toparlayabilmiş sayılmazdı. Bu sebeple gözlerini kapatıp, dinlenmeye başladı. Zaten yapacak başka bir şeyi de yoktu.


Aradan ne kadar olduğu bilinmeyen bir süre geçti.


Noah, gözlerini bir kez daha araladığında güneş batmak üzereydi. Anlaşılan ufak dinlenmesi derin uykuya dönmüştü.


O sırada bir kızın ona baktığını fark etti. Elindeki cismi uyku sersemi halinden dolayı net olarak seçemiyordu. Tek görebildiği turkuaz saçlarıydı. Kız ona yaklaşırken Noah’ın tek yapabildiği ona bakmaktı.


“Ummm~ Anlaşılan misafirimiz~ uyanmış.”


Kızın sesi oldukça melodikti. Bir tür şarkı söylüyormuş gibi konuşuyordu.


“Oldukça kötü bir vampirsin~ İznimi bile almadan beni ısırmaya cüret ettin~”


Elindeki cismi ona doğru yaklaştırınca ne olduğunu anladı. Bu bir neşterdi.


“Şimdi sana ne yapmalıyım~? Aslında… Hep bir vampirin vücudunun nasıl çalıştığını merak etmişimdir. Ne dersin? Öğrenelim mi?”


Elindeki neşterle birlikte olan uğursuz gülümsemesini görünce Noah istemsizce titrerken gözleri genişledi. Elindeki neşterden kaçmak için çırpındı.


Tüm bunlar olurken kapıdan bir ses duyuldu.


“Hanımım, o kadar değerli malzeme harcadığınız bu erkeği bu sefer korkudan öldüreceksiniz. Şakayı bırakın.”


Sesi duyduğunda turkuaz saçlı kız yani Lunette hayal kırıklığı ile iç geçirdi.


“Bıraksaydın ne güzel korkutacaktım…”


Sonrasında aniden aklına bir şey gelmiş gibi yüzünde güneş gibi parlak bir gülümseme belirdi. “Bu akşam odama gelmeyi unutma Scorpy.”


Bunu duyunca sesin sahibi yanii Alicia’nın yüzü kızardı. Kızın bir tür eşek şakası yaptığını fark eden Noah ise rahat bir iç geçirdi.


Fakat vampir konusu… istemsizce bu kızın onun içini gördüğüne dair derin bir izlenime kapıldı.


Noah bir şey yapamayacağını bilse de kendinde tetikte bir hale geçip soğukça sordu.


“Kimsiniz?”


Onun tavrını garip bir şekilde ikisi de umursamadı. Sanki her gün yaşadıkları bir şey gibiydi.


“Aa~ Kendimizi tanıtmadık değil mi? Kusura bakma. Ben Lunette. Bu yanımdaki de Scor-”


Alicia’nın tehditkar ve utanç dolu bakışlarını fark edince değiştirdi.


“Öhöm pardon. Alicia yanımdaki. Senin adında Noah sanırım?”


Noah isminin söylenmesi karşısında hemen soğuk bir şekilde sorguladı.


“İsmimi nereden biliyorsunuz? Yoksa…”


Sonrasında bir tahmin yürüttü. ‘Yoksa tarikat tarafından yakalandım mı!?’


Tam bu düşünceyle intihar saldırısı yapmayı düşünürken Lunette yatıştırdı.


“Merak etme. Seni kovalayan kimlerse onlardan değiliz. Adını da şu yanında taşıdığın Julia isimli kızdan öğrendik.”


Noah rahat bir nefes alırken ayağa kalkma çabasından vazgeçti. Şanslıydı da bu surette dikişleri açılmamıştı.


Noah’ın rahatladığını gören Lunette ise konuşmasına devam etti.


“Yaraların oldukça ciddiydi. Öyle ki ölümle burun buruna sayılabilirdin.”


O sırada Alicia onun lafını böler gibi  mırıldandı.


“Seni kurtarmak bu yüzden baya tuzlu oldu…”


Mırıldanmasını burada kimsenin duymayacağını düşünmüştü. Fakat buradaki herkesin duyularının aşırı hassas olduğunu unutmuştu.


Özellikle de yeni bir savaştan çıkmış sayılan Noah’ın.


Yine de dediğini umursamadan Lunette devam etti.


“Seni kurtardık. Fakat yine de uzun bir süre yataktan çıkamayacaksın ayrıca bacağın… Durumu zaten biliyorsun. Bacağın sağlam. Kan akışı da düzgün o yüzden çürümez. Biraz çabayla topal bir şekilde de olsa yürüyebilirsin.”


Noah sadece onu dinlemeye devam etti. Bakışları oldukça boştu. Bir şey söylemesi gerekmiyordu.


“Yine de en azından bir kaç ay yataktasın.”


Noah anlamış bir şekilde kafasıyla onayladı. Daha doğrusu onaylamaya çalıştı. Denerken kafasını hafifçe duvara çarptı. Bunu gören Alicia hafifçe gülmesine engel olamazken Lunette sadece gülümsedi ve sordu.


“Evet, tüm bilmen gereken bunlar. Başka bir sorun var mı?”


Noah onların gülmesini görmezden gelip soruyu yanıtladı.


“Bir kaç sorum var. Ne kadar süredir baygınım?”


Lunette yanıtlamadan önce düşünürken Alicia hemen yanıtladı.


“Yaklaşık olarak, üç haftadır baygınsın.”


Alicia’nın yanıtı kaşlarını çatmasına sebep oldu.


“Peki, ben tam olarak neredeyim?”


Lunette bu soruyu duyunca Alicia’ya baktı. Alicia da ona baktı ve yüzlerinde kötü bir gülümseme belirdi.


“Burası Cennet.”


İkisinin eş zamanlı dediği cümleyi duyan Noah afalladı.


“Ne?”


“Doğru duydun. Cennet Köyüne hoşgeldin.”


....


O sıralarda Violet, Yui ve diğer özellikle seçilmiş iç saha müritleri, dış saha yaşlıları ile birlikte bir şehire gelmişlerdi. Şehir, oldukça sadeydi. Bir sürü saldırı gördüğünden ve sayısız kez yok olmanın eşiğine gelip yeniden yapıldığından görkemden çok savunmaya önem vermişti şehir lordu.


‘Halkını korumak için ihtişamdan vazgeçmek. Gerçekten de övülesi birisi.’


Bu buraya gelen herkesin hemen hemen ortak düşüncesiydi. Violet ise burayı görünce nostalji yaşadı. Yui de aynı hisleri taşırken olabildiğince sakin kalmaya çalıştı.


“Hatırlıyor musun Yui? İlk buraya gönderildiğimizde az daha ölüyorduk.”


Yui daha fazla sakin kalamayıp nostalji yaşamanın verdiği hüzünle karışık bir şekilde gülümsedi.


“Hatırlamaz olur muyum? Sen, ben ve de Lia. Üçümüz birlikte ilk saha tecrübemizi yaşamak için buraya gönderilmiştik. Tarikatın dahi üçlüsü olarak anılıyorduk.”


Violet devam ettirdi.


“O zamanlar, birbirimizle kardeşten öte bir bağımız var sanırdım. Nereden bilebilirdim aramızda hainlerin olacağını?”


Yui iç geçirdi.


“Bende tahmin etmiyordum. Fakat yapacak bir şey yok. Herkes kendi yolunu belirler. O da kendi yolunu seçti.”


Violet öfkelendi. Fakat öfkesini elinden geldiğince tuttu.


“Haklısın… Yine de bu hareketini… Asla affetmeyeceğim.”


Kafasından alev kıvılcımları oluştuğunu gören Yui, Violet’i sakinleştirmek için “Hey, onu düşünmeyi bırak da şeyi hatırlıyor musun? Buraya ilk geldiğimizde bize saldıran yarım kafalı haydutları?”


Yui’nin dediğini hatırlayan Violet’in siniri gitti ve kahkahalara boğuldu.


“Hahahaha~! Unutur muyum hiç? Bize sarkıntılık yapmaya çalışmışlardı. Başaramayınca saldırmaya cüret ettiler ve sonucunda hepsi sokakta çırılçıplak dolaşmak zorunda kalmıştı. Hahaha~!”


“Hahah~! O zaman beni bıraksaydın onları sadece çıplak bırakmakla kalmaz orada sakat bırakırdım.”


Sakat bırakmaktan kastı gelişimi değildi. Neyi kastettiğini anlayan Violet bir kez daha kahkahalara boğuldu. Bu ikilinin oldukça mutlu atmosferi, diğerlerinin karamsar aurasını dağıtırken herkes istemsizce eski anılarını hatırladı. İster alakalı olsun, ister alakasız herkes yakınındaki arkadaşına bir anısını anlatmaya başladı.


Bu canlı atmosfer, bu savaşa en yakın şehirlerden birisi olan Aldher şehri için oldukça garipti. Bu kadar canlı olmaları orada muhafız olarak görev yapan askerleri rahatsız etse de bir şey söylemeyip soğukça homurdanmakla yetindiler.


Bu şekilde savaş için gönderilen ilk bölük olan Violet ve grubu varmaları gereken yere oldukça erken bir şekilde vardılar.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr