Ulric'in tuhaf ifadesi Lillia'yı suskun bıraktı. Ulric böyleydi. Her zaman olmadık yerde olmadık şeyler söyler, fakat söylediklerinde her zaman derin bir anlam olurdu.
Lillia ve tüm köy halkı onun bu tavrına alışalı yıllar oluyordu.
Ulric'in dediklerini düşünürken aradan yarım saat geçti. Herkes tetikteydi. En ufak harekette saldırmaya hazırdılar.
Fakat beklentilerin aksine hala saldırmadılar.
"Hm? Hala saldırmadılar."
Ulfric sakin bir sesle konuştu. Devam etmeden önce bir şeyi düşünüyormuş gibi sessiz kaldı.
'Bir tarikatın müridinden beklenmeyecek derece de sabırlı ve dikkatliler. Sıradan müritler olmaları imkansız. Ya can damarlarını yollayacak kadar gözü dönen bir tarikat. Ya da…'
Gözleri bir anlığınla parladı.
Bunun üstüne bir yarım saat daha geçti. Ve yolladığı kara elfler geri döndü. Şey… en azından büyük bir çoğunluğu.
Gönderdiği yirmi kara elften on sekizi geri gelmişti. İki tanesi ortalıkta yoktu.
Ulric'in keskin bakışları onların üzerinde dolaştı. On sekiz kara elf oldukça yorgun hissetmelerine rağmen, üzerlerinde dolaşan bakışı hissedince bir kılıç gibi dimdik oldular.
Her biri oldukça gergindi. Uzun süredir bu baskıyla karşılaşmamanın hamlığını yaşıyorlardı. Fakat auralarının oldukça hızlı bir şekilde sıradan bir sivilden, bir suikastçi gibi keskin ve sinsi bir hale dönüşüyor ve eski hamlıklarını atmaya çalışıyorlardı.
Diğerlerinden farklı olarak hafif zırh giymişti kara elfler. Bu sayede çevikliktiler. Fakat kara elflerin birinde olmaması gereken büyüklükte bir ağırlık vardı. Bandajlarla sarıldığından ne olduğu net olarak görülemiyordu.
Aralarından bir kara elf rapor vermek için öne çıktı.
"Saygıdeğer, Beşinci Kolordu General Yardımcısı Ulric'e bildiriyorum! Emrettiğiniz şekilde aramalar yaptık. Beş yabancıyla karşılaştık. Saldırıları amansız ve oldukça beklenmedikti. Uzun zamandır askeri eğitim yapmamamızın da etkisiyle iki askerimizi kaybetmiş bulunmaktayız. Dördünü canlı yakalama şansımız bulunmadığından öldürmek zorunda kaldık. Fakat birini ele geçirmeyi başarabildik. Getirin onu."
Arkadaki sırtında büyük bir eşya olan kara elf öne çıkıp,
"Emredersiniz!"
dedi ve hemen ardından sırtında sarılı duran o büyük eşyayı indirip, bandajların ortasında duran oldukça eski duran mühürü kaldırdı.
FLİP!
Bandajlarda hızla elindeki mühre girmeye başladı. Bu oldukça tuhaf mühür suikastçi gece elflerinin vazgeçilmeziydi. Bilgi edinilmesi gereken hedefleri bu mühür sayesinde kolayca taşıyabiliyorlardı.
Tabii bu gece elflerinin imza eşyaları olduğundan bir kara elfte olması mümkün değildi. En azından bir gece elfini öldürmediği sürece -ki onlar suikast konusunda oldukça uzman olduğundan öldürmesi oldukça zordu- olanaksızdı. Doğal olarak bu kara elf sanılan elf, bir gece elfiydi.
Aslında buradaki kara elf sanılanların en azından yarısı gece elfiydi.
Bağlı bandajlar sonunda çözülüp, mühre girdiğinde, her yerinde yara olan baygın, genç bir adam ortaya çıktı. Cübbesi de kendisi gibi parça parçaydı. Mercan kahvesi saçları, oldukça sivri bir çenesi vardı. Kirpikleri narin, kaşları ne çok kalın ne de çok inceydi.
Fakat bu tip fiziksel detaylar Ulric'in pek umurunda değildi. O daha çok cübbesine takılmıştı. Detaylıca inceledi. Sonrasında adamı ters çevirdi ve arkasını görünce emin bir şekilde kaşlarını ördü.
'Tahmin ettiğim gibi. Lanet olası insan imparatorluğu!'
Cübbenin önünde güneş sembolü varken arkasında yükselen siyah bir ejderha sembolü vardı. Tehditkar duran bu sembolle neler olduğunu anlaması oldukça kolaydı.
'Onursuz piçler. Utanmadan Tarikatlarla iş birliği yapmışlar. Artık bu iş basit bir savaştan oldukça uzaklaştı… ne yapmalıyım? Muhtemelen fazla bir askeri birlik göndermemişlerdir. Ne de olsa hala savaşta olmalıyız. Bir tür sayı üstünlüğümüzün olması olası. Yine de ne olur n'olmaz önlem almam lazım. Ayrıca bizim dezavantajımız; onlar eğitimli, kanları kaynayan, moralleri yüksek birer askerken benimkilerde yılların hamlığı var.'
Düşüncelere dalmışken şakaklarını ovuşturdu. Oldukça yorgun hissetti bir anlığına. Bu kısa bir süreliğine de olsa yüzüne bakan herhangi biri fark edebilirdi. Sonrasında eski sağlam halini alması çok da uzun sürmedi.
"Pekala. Eski sorgulama işleriyle uğraşan birimden birisi var mı aramızda?"
Sorusuna yanıt olarak, oldukça tıknaz, yaşlı bir cüce bir adım öne çıkıp, "Ben varım." dedi.
Ulric, gelen genci işaret ederek, "Bunu sorgula. Alabileceğimiz her bilgiyi almaya bak. Bunun dışında ne olur, ne olmaz, formasyondan anlayanlar birkaç saldırı formasyonu hazırlasın. İhtiyacımız olabilir. Kalanlar ise bu zamanı iyi değerlendirip hamlığından kurtulmaya baksın." dedi.
"Emredersiniz!"
Herkes yerlerine geçerken emirleri uygulamaya başladı. Ulric onlara bakarken kaçının hayatta kalacağını bu işten sağ salim kurtulup kurtulamayacaklarını merak ediyordu.
Bu sırada köye oldukça yakın bir yerde kadın lider, astından rapor alıyordu.
"Beş yoldaşımızı kaybettik. Fakat aradığımız yere giden yolu bulduk. En azından belirli bir yere kadarını. O korkak herife bu işi vermemeliydim… Neyse yolu bulduk en azından. Fazla uzakta olamazlar. Ne diyorsunuz? Saldıralım mı bayan Arin?"
Arin isimli kadın düşünceli bir şekilde astına baktı.
"Görevimizi biliyorsun Joseph. Ana görevimiz onu elde etmek. Gerisi ikinci planda."
"Biliyorum, biliyorum. Muhtemelen o orada diye katliam istiyorum ya zaten."
Arin, bir an tereddüt etti. Kırk beş kişiyle oradaki zayıfları kolaylıkla öldürebilirlerdi. O da astı gibi güçlü olanların dikkat dağıtma amaçlı köyde olduğunu düşünüyordu. Fakat bir lider olarak yanlış bir hamle yapmak konusunda çekinceleri vardı.
Yine de kısa bir tereddüdün ardından emri verdi.
"Pekala. Hazırlanın. Siz hazırlanırken, öncü birlik yollayın da köylülerin kaçtığı konumu kesin olarak bulsunlar. Buldukları gibi geri çekilip buraya gelmelerini emret. Ne olursa olsun birinci öncelikleri onların yerini tam anlamıyla deşifre etmek."
Bunu demesinin hemen ardından astı Joseph sevinçten neredeyse havada uçacak gibi bir o yana bir bu yana zıplamaya başladı.
"Emredersiniz liderim!"
Sevinçle kendi grubuna emirler vermeye gittiği sırada kafasında bin bir düşünce dolaşan liderinin çatık kaşlarını fark etmedi.
Bu sırada Noah, sıkıntıdan Heron ve Akshay ile konuşuyordu.
'Daha önce kullandığın o kan mızraklarından küçük bir tanesini kullanmamın bir yolu var mı?'
[Hmmm… kesin bir şey diyemem. Fakat teoride mümkün olabilir. Şu an emdiğin kanın bir tür kaba girdiğini söylemiştin sanırsam. O kaba girdiyse geri de çıkarabilmen lazım. Fakat aldığın kanı kontrol etmek…] (Heron)
Heron düşüncelere dalmışken Akshay onu tamamlarcasına sözünü kesti.
[Ruh enerjisi veya yaşam enerjisi kullanarak kontrol edebilmen mümkün. Fakat oluşturabileceğin maksimum bir mızrak olur. İkincisini oluşturmaya kalktığın an vücudun, ruhunu koruma amaçlı seni bayıltır. Peki bunu neden bilmek istiyorsun?] (Akshay)
Sözünün kesilmesine Heron'dan bir kaç homurdanma sesi çıksa da Akshay da Noah da onu görmezden geldi.
'Önlem olsun diye. Bunu kullanabileceğimi bilmek güzel. Peki ruh enerjisi ve yaşam enerjisi tam olarak nedir?'
[Yaşam Enerjisi, vücudunun ömrünü belirleyen yegane unsurdur. Gelişim yaptıkça genelde manan vücudu beslediğinden ömrünün uzar. Bunun sebebi de kalıntı manalar, yaşam enerjini beslemesidir. Ruh enerjisi ise ruhundan gelen manevi enerji. Kimisi bu ruh enerjisine; bilinç enerjisi, bilinç gücü ve ruh gücü der. Bunların hepsinin kökeni aslında ruh olduğundan belirli bir sınır yoktur. Sınır ruhundur. En azından normalde olan böyle. Şey… senin durum biraz daha farklı.] (Akshay)
'Nasıl yani?'
[Şöyle ki bunu açıklamam yasak. Sana kısaca şöyle diyeyim. Senin ruhunun sınırı yok. Ölümsüzün de ötesinde bir ruha sahipsin. Fakat bunun tamamını kullanabilmen pek mümkün değil. Bunu da tam olarak açıklayamam fakat ruhunun sayısız prangalarla prangalanmış olduğunu söyleyebiliriz. Anca zamanla parça parça ruh enerjini açabilirsin. Tabii bunu yapabilmen pek de kolay olmayacak.] (Akshay)
Ruhunun oldukça güçlü olmasına ayrı, prangalarla bağlanmış olmasına ayrı şaşırdı. Fakat bir çözümünün olduğunu duyunca rahat bir nefes aldı.
‘Peki öyleyse. Bu yol tam olarak nedir?’
[İşte burda olaya ben giriyorum. Beni ilk çağırdığından dolayı benim onayımı almadığın sürece hiç bir şey yapamazsın bu konuda hahaha!] (Heron)
Noah, onun histerik kahkahalarını duyunca bıkkınlıkla iç geçirip sordu.
‘Senin şu lanet olası onayını nasıl alabileceğimi söyler misin?’
Heron cevap vermedi. Kısa bir sessizlik oluştu. O kısa sessizliğin sonunda Heron yanıt verdi. Ama cevap beklediğinden oldukça farklıydı.
[Aslında… katliam yapmana rağmen hiç bir suçluluk hissi hissetmemen bile benim onayımı alman için yeterli. Normalde direkt onaylamam gerekir. Fakat… Mevcut durumda seni onaylamam için beni şaşırtacak bir davranış sergilemen lazım.] (Heron)
Bu cevapla Noah aptallaştı.
Aradan yaklaşık yarım saat geçti.
Yüzünde sadece göz oyukları olan, tahtadan bir maske takmış, oldukça genç gözüken bir mürit, bir şeyler arıyor gibiydi. Olur olmadık her yere bakıyor, bulamadığı zaman da öfkeyle sövüyordu.
İşin üzücü yanı sövüşleri meyve de vermiyordu. En sonunda dayanamayıp sesli bir şekilde söylenmeye başladı.
“Basit köylüler nereye saklanmış olabilir ki!? Lanet olsun böyle işe!”
Söylenmeleri yavaştan küfürlere kaçmaya başlarken sonunda küçük bir tepeciğe sırtını yasladı. Ararken oldukça yorulmuştu.
Söylenmeleri devam ederken bir an duraksayıp iç geçirdi.
"Neden böylesine saçma bir görevi kabul ettim ki? Neymiş? Bilmemne köyünde yasadışı aktiviteler varmışta, yasak olması gereken bir eşyayı ele geçirmeliymişiz? Ne kadar da bariz bir yalan! Buraya ölüm askerleri olarak gönderildiğimize yemin edebilirim ama ispatlayamam. Lanet olsun! "
Sinirle tepecikte yuvarlanmaya başlarken, hiç dikkat çekmeyen bir çakıl taşına sırtı çarptı.
"Ananı, avradını sırtım! Offf… bu ne lan böyle?"
Çakıl taşını eline almaya çalışırken diğer yandan sırtını tutuyordu.
Taş yerinden milim oynamadı. Tuhaf çakıl taşına şaşkınca baktı. Az önce acıdan dolayı kullandığı aşırı güç sıradan bir çakıl taşını un ufak edecek cinstendi. Fakat bu küçük taş milim oynamamıştı.
Bu garip taşa bakarken acısını unuttu bir süreliğine. Taşa yaklaştı. İyice bir inceledi. Yapacak daha iyi bir işi olmadığından onun üzerinde kuvvet denemesi yapıp incelemeye karar verdi. Belki de oldukça iyi bir hazine bulmuştu?
Öncelikle bir tekme atmayı denedi. Gücünün dörtte biriyle. Fakat işe yaramadı. Hatta az daha ayağını kırıyordu. Sinirlendi, tekrar denedi. Bu kez yarı gücüyle kaldırmak için iki elini kullanmayı denedi. Yine olmayınca iyice küplere bindi.
Sonunda taşı tüm kuvvetiyle çekmeye karar verdi.
"Bir, iki… Bir, iki… Üç!"
Manası da dahil olmak üzere tüm gücünü kullanarak taşı çekti. Masmavi bir enerji her yere dalgalanmaya başladı. Vücudundan çıkıp oldukça hızlı bir şekilde mavi enerji yani mana kollarına girdi. Ve gücüne güç kattı.
"Çık lan artık!"
Clank!
Garip bir ses işitti. Ve o garip sesle birlikte küçük gözüken çakıl taşıda çıktı.
Bunu görünce şok olmadan önce bir anlığına sevindi. Şok olmasının nedeni ise basitti.
Sebep, çakıl taşıyla beraber çıkan başka bir şeyin daha olmasıydı.
Bu çakıl taşı aslında… gömülü kocaman bir kayaydı!
Kayayı havaya doğru istemsizce fırlattı. Kaya havada taklalar atarken oldukça sessiz olan bu tepeciğin yakınlarında çeşitli sesler duyulmaya başlandı.
Bebeklerin ağlaması, annelerin sızlanmaları. Hepsi görünür hale gelmişti. Bu sesleri aniden işittiğinden afalladı kısa bir anlığına.
Fakat ne olduğunu şıp diye anladı. İstemeden de olsa bulmaları gereken yeri buldu!
Öncelikle sakince, kayanın ses çıkarmasını önlemek için havaya sıçrayarak kayayı yakaladı. Ardından hareket tekniğini kullandı ve sonunda oldukça hızlı ve sessiz bir şekilde kayboldu. Yanında o topraktan çıkan koca kayayı da götürdü…
O sırada Akshay ve Heron ile konuşan Noah, Akshay'ın ani uyarısıyla tedirgin bir hale geldi.
[Mana dağılımı… bozuluyor. Havadaki mana birden çok dengesizleşti… Ayrıca oldukça hızlı eski yoğunluğuna dönüyor. Mağaranın formasyonlarından birisi bozuldu sanırım.] (Akshay)
'N-ne nasıl?'
[Normalde formasyonun kilit yerleri, oldukça iyi bir şekilde gizlenir. Formasyonlar da en az dört kritik bölge, iki kritik olmasa da tehlikeli bölge bulunur. Bu sayı formasyonun alanı büyüdükçe yavaş yavaş artar. Yani muhtemelen şanslı birisi, formasyonun açığını buldu ve muhtemelen şimdiye çoktan yola çıkmıştır.] (Akshay)
Noah’ın zaten normalde ölü gibi olan solgun teni bu denileni duyunca daha da solgun bir hal aldı.
YN: oy oy oy diğer bölüm neler olacak? Savaş! Kan! Vahşet! Neyse efenim. Şu son sıralar tembelliğim tuttu. O yüzden yavaş yazıyorum kusura bakmayın. ^^ Bunu demek istemiştim. Bölümü okuduğunuz için teşekkürler. Editörüme de uğraştığı için oldukça teşekkürler. ^^ Aynı şekilde uploder’ıma da ^^
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..