Bölüm 39 - Aç Bir Hayalet Asla Yeteri Kadar Yiyemez (5)
Vampir Hükümdarı - Bölüm 39 - Aç Bir Hayalet Asla Yeteri Kadar Yiyemez (5)
Kibirli adamın hareketlerinden diğer dörtlü rahatsız oldu.
"Tek seferde bu kadar güç kullanması gerekli miydi?"
"Boş ver. İşimize gelir, ehe. Ganimetten pay alması artık pek mümkün olmayacak."
Adamlardan biri gülerken diğeri iç geçirdi.
"Neyse, harekete geçelim mi artık? Tüm şovu bu kibirli herifin almasına izin vermemeliyiz. Mahveden Kimera formasyonunu kurup bu işi tek seferde bitirelim. Tamam mıdır?"
Diğerleri onayladı. Fazla vakit harcamak istemediklerinden tek bir darbeyle hepsini yok etmek en iyi çözüm olurdu. Bu yüzden hepsi belirli bir formasyona göre hareket ettiler. Herhangi bir emir almalarına gerek yoktu. Bunu sayısız kez yapmışlardı. Birisi manasını yayarak etrafında küçük hortumlar meydana getirirken, diğeri topraktan çeşitli bitkiler çıkartmaya başladı. Dikkatsiz bakan gözler bunların oldukça bağımsız saldırılar olduğunu düşünebilirdi. Fakat dikkatli bakan birisi bunların altında olan dehşetengiz uyumu fark ederdi.
Bu saldırılar meydana geldiği sırada köyün sakinleri ise diğerleri onlar için vakit kazanırken bir çeşit düzen oluşturmayı başardı.
“Bunları bastırabilmek için tüm gücümüzü kullanmamız gerek. Deminki gösteri güzel vakit kazanmamızı sağladı ama hala görüyorum ki bazıları gitmemekte ısrar ediyor. Siz çocuklar, sizin için bu kadar uğraşıyoruz, neden hala burdasınız!? Çabuk gidin bu lanet yerden!"
Bunu söyleyen iri bir kadın elfti. Tombikliği güzelliğine gölge düşürmese de çatılı kaşlarıyla öfkeli yüz ifadesi onu elften çok korkunç bir orka benzemesine neden oluyordu.
Kadının dediğini duyan tereddüt eden gençler, hırçınlıkla sonuna kadar savaşmak istediklerini ifade ettiler.
“Sizle olmadıktan sonra yaşamanın anlamı nedir ki?”
“Neden!? Yenebiliriz onları, usta aleminde değil misiniz? Yenebilirken kaçmamızın anlamı nedir ki?”
“Elimizde fırsat varken kaçmayı reddediyorum!”
“Siz olmadan gidemeyiz!”
Ve buna benzer çeşitli bağırışlar ve ağıtlar duyuldu. Bazı aklı başında olanlar durumu kavramıştı. Yine de kendi duygularına ihanet edemeyeceklerinden diğerleri gibi reddediyorlardı.
Tüm bunları izleyen Julia ise sadece “Aptallar…” diye mırıldanmayla yetindi.
Diğerleri ise gençlerin karşı çıkmasından dolayı sinirlendiler. Bazıları güçlü bir şekilde kaldırıp portala gençleri fırlatırken, bazı ebeveynler ikna etmek için uğraştı.
“AHHH!”
“Hayır! Gitmek istemiyorum. Sizinle birlikte savaşacağım!”
Çığlıkları, inkarları, savaşma arzuları için mücadele etmeleri bunların hepsi boşa vakit kaybına neden oluyordu. Bunu bilen yetişkinlerden birisi dayanamadı ve bağırdı.
“YETER! Sizin için canımızı dişimize takıyoruz ve mücadele ediyoruz. Siz ise savaşmak konusunda çocukca iddianızı sürdürüyor ve bizim amacımızı boşa çıkarıyorsunuz. Sizin yaşamanız için uğraşıyoruz burada kör müsünüz!? Şimdi bu lanet olası yerden çekip gidin!”
Kükrercesine bağırma bazılarını korkuttu ve bir şeyi bir kez daha anlamalarını sağladı. Onlar zayıftı. Çok zayıf.
Bunu takiben istemeseler de yavaşça portala girmeye başladılar teker teker. Kimisi ağlayarak girdi, kimisi yüzü solmuş bir şekilde fakat hepsi zihnine bu anları net bir şekilde kaydetmiş ve intikam hırsıyla dolmuştu.
Sonunda gençler kaçmaya başladıklarına göre yetişkinler rahat bir nefes aldı. Ölseler bile önemli değildi artık.
Bu yüzden hepsi formasyona tam güç vermek için kendilerini feda edecek boyutta mağaradan delicesine mana çekmeye başladılar. Öyle ki en sonunda bulundukları yerde masmavi bir sis oluşmaya başladı. Sis her birinin etrafını kaplamıştı. Ve sis azaldıkça zaten yasak teknikler kullanmış olanlar kesin ölümü garantilercesine vücutlarındaki tüm damarlarını belirginleştirdiler. Korkunç gözüküyorlardı. Daha yasak teknik kullanmayanlar ama en güçlü dönüşüm tekniğini kullananlar ise apayrı bir güce erişmişlerdi.
Yine de bu güce rağmen bire karşı birde hiç biri bir Usta alemine rakip olamazdı. Fakat bu sorun değildi. Tam bir saldırı düzenine girmişlerdi. Beşini öldüremeselerde rahatlıkla bastırabilirlerdi uzun bir süre.
En azından umdukları buydu.
Dört saldırgan bunların hareketlerini tabii ki de gördü. Ve eskisinden daha zor olacağına kanaat getirdiler. Bu yüzden onlarda tek seferde işlerini bitirmek için mana akışını arttırmaya başladılar.
Ve sonunda iki tarafta birbirlerine saldırdı. Beş’e karşı yüzlercesi...
Hortumlar her yöne saçıldı. Ön saftakilerin ölmesine sebep oldu. Tek bir hortumla anında yirmiye yakın kişi ölmüştü!
Bu ölen yirmi kişinin yerini hemen doldurdular. Ve kıskaç saldırısı yapmak için ikiye bölündüler ve sıkıştırarak saldırmak için insiyatif aldılar. Çevre avantajları onlardaydı. Hafif çıkıntılar olsa da genel olarak düz bir yerdeydiler. Bunu sonuna kadar kullanabilirlerdi.
Manalarıyla oluşturdukları düzenden dev bir hayalet oluştu.
Bunu gören ve saldırmaya devam eden beşlinin yüzü soldu.
“Bu… Tayf Yutan düzeni… Bunun burada ne işi var!?”
Çeşitli tarzlarda formasyon ve düzenler vardı. Aslında formasyon ile düzen hemen hemen aynıydı. Aralarındaki tek fark formasyon genellikle sabit bir noktaya kurulan düzenek iken, düzen kişilerin oluşturduğu bir tür düzenekti. Formasyon tipi düzenekler oldukça yaygındı. Fakat savaşta kullanılan düzenekler ise oldukça nadirdi. Genelde büyük imparatorluklar askerlerini eğitirken veya Yanan Güneş Tarikatı gibi oldukça güçlü olan tarikatlar bunları kullanabilirdi. Aynı zamanda düzenlerin de çeşitli türleri vardı.
Mesela şu an bu dört saldırganın kullandığı düzeneği örnek almak gerekirse sıradan bir düzenekti ve oldukça güçlü yetenekleri olmayan sadece dörtlünün güçlerini ortak bir saldırıda kullanmalarını sağlayan tipte bir düzendi. Bu en temel düzenlerdendi. Düzeneklerin gücü geliştikçe de aynı şekilde karmaşıklaşır ve oldukça fazla manaya ihtiyaç duyardı. Bu sebeple ileri düzey, karmaşık düzene sahip olunsa bile kullanılması pek mümkün olmuyordu. Mana ihtiyacını karşılayacak kadar manayı anca küçük çaplı askeri birliklerde bulmak mümkündü.
Ve tabii ki bu kadar fazla düzen varken, bunların arasında belirli nam salmış düzenlerinde olması kaçınılmazdı. Bunlardan birisi de Tayf Yutan düzeniydi.
Lanetli topraklardan gelen her elit birimin kullandığı bir düzen olarak nam salmış korkunç bir düzendi. Bu düzenin başlıca kendini belirten yönü her şeyi yutacak kadar korkunç duran bir kabus tezahürüydü.
Ve şu an karşılarında tam olarak o vardı. Sade belden yukarısı gözüken, bembeyaz hayalet gibi gözükmesine sebep olacak kadar solgun bir tene, sapsarı gözlere sahip, aynı teni gibi beyaz saçları havada uçuşan ürkütücü bir figürün tezahürüydü. Biraz silik, her an yok olacak gibi dursa da üstünden yayılan baskı oldukça fazlaydı.
Figür, kollarını ve de bir şeyi yutuyormuş gibi duran ağzını açtı. Sonrasında ağzına doğru oldukça keskin gözlere sahip uzmanların bile görmesinde zorlanacağı kadar silik bir takım şeyler ağzından içeri girdi. Ve sonrasında da ağzını tak diye kapadı figür.
Yutulan şeylerin ne olduğunu bilen köylüler hüzünle iç geçirirken, beşli gerilirken soldu. Bunlar ölenlerin ruhlarıydı.
Figür her ruhu emdiğinde belirginleşti. En sonunda tıpkı gerçek bir varlıkmış gibi belirgenleşip ürkütücü bir şekilde kükredi. Kükremesi adeta ruhların feryadı gibiydi. Hüzünlü ve bir o kadar da tüyler ürpetici.
En sonunda köylüler figürü saldırması için kontrol ettiler. Figür bir kez daha kükrerken, kolunu dörtlünün oluşturduğu saldırı düzenine doğru savurdu.
Yine de dördü küçümsenmemesi gereken eğitimli savaşçılardı. Savurma hızlı olsa da onların tepkisi daha hızlıydı. Dört bir yana hemen dağıldılar.
Figürün kolu boş bir alana çarptı ve sonunda bir patlama eşliğinde, yerde bir çöküntü oluştu ve mağara sallandı. Bu kadar derinde olan bir mağaranın bu kadar zaman dayanması bile bir mucizeydi.
Figür, bakışlarını dörtlüye çevirirken bir kez daha saldırdı. Bir yumruk savurdu bu sefer. Uzmanlar bir kez daha atlatmaya çalıştı.
Fakat yumruk ilk seferinden çok daha hızlıydı! Üçü ucu ucuna kaçabilse de bitki kullanıcısı kaçamadı.
Yüzü solgunlaştı gelen devasa yumruğu görünce. Durdurmak imkansız gibi hissettirse de hemen tüm manasını harekete geçirdi ve manasıyla bir kalkan oluşturdu. Fakat kalkan adeta bir cam gibi kırıldı.
Yine de bunu bekliyordu ve amacı küçük bir zaman kazanmaktı. Başarılı da olmuştu. Yerden hemen sarmaşıklar çıktı ve figürün kolunu sarıp ilerleyişini kesti. Figür beklemiyormuş gibiydi. Kolunu çekmeye çalıştı. Sarmaşıkların bazıları koptu. Fakat tamamen çekmek için yeterli değildi. Sarmaşıklar hızla sarmıştı. Ayrıca sarmaşıklar garip bir şekilde gittikçe güçleniyordu.
“Hehe, bitkilerimin en çok sevdiği şeylerden birisi mana. Şimdi yakaladım seni. Çocuklar, hadi bitirelim şu işi!”
Figürden gittikçe fazla mana emiyordu. Kolu silikleşmeye başladı. En nihayetinde bu bir düzendi ve manadan oluşuyordu. Bitki kullanıcısı bunu bilerek hareket ettiğinden kibirli bir şekilde sırıttı.
‘Yine de normalde böylesine nam yapmış bir düzeni zaptetmek bu kadar basit olmamalıydı.’
Rüzgar kullanıcısı bunu düşündüğünden saldırıya geçmek yerine geride kalmayı tercih etti. Ve beklentileri ona ihanet etmedi.
Figür öfkeyle kükredi. Kükremesi mağarayı sallandırırken, bir kaç kaya tavandan aşağı düştü. Fakat bunlar önemli değildi.
Ses dalgaları yayıldıkça sarmaşıklar birden bire solmaya başladı. Sarmaşıklar soldukça da figürün kolu bir kez daha belirginleşmeye başladı.
Bitki kullanıcısı afallamıştı. Neler olduğunu anlayamamıştı. Ne yazık ki bunu düşünecek lüksü olmadığından hemen geri çıkmaya çalışmak zorunda kaldı.
Fakat zamanında çıkamadan dev bir kol onu yakaladı. Düzenin her harekette çok mana harcadığını varsaymıştı. Bu yüzden figürün diğer kolunu kullanabileceğini düşünmemişti.
Yine de hala yakalanmasına rağmen kurtulabileceğini düşünüyordu. Dantianındaki katılaşmış manayı çatlatarak birden korkunç bir miktarda mana vücudundan yaymaya başladı.Bunu gören köylülerin yüzünde alaycı bir kavis belirirken rüzgar kullanıcısı iç çekerek “Aptal…” diye mırıldandı.
Mana şoku, figürün kolunu titretti. Başarılı olduğunu düşünerek bitki kullanıcısı mutlu oldu. Debelendikçe mana yaymaya devam etti.
Fakat bunun sonucu olarak figürün sıkışı gittikçe arttı ve figür güçlendi. Bitki kullanıcısı beklediği gibi olmadığını fark ettiğinde mana salınımını durdurmak istedi ama durduramadığını fark etti. Korktu ve diğerlerinden yardım istedi.
“N-ne? Durduramıyorum! Yardım etsenize bana!?”
Rüzgar kullanıcısı görmezden geldi. Alev kullanıcısı zaten yaşlı adamla uğraşıyordu. Diğerleri ise yapabilecekleri bir şeyin olmadıklarını bildiklerinden sadece ona acıyarak baktılar. Şu an onu kurtarmaya çalışmak intihar etmekle eş değer olurdu.
O sırada bitki kullanıcısı çığlık atıp debelenmeye başladı. Fakat ne kadar debelenirse o kadar çok mana sömürdü figür. En sonunda onu yüzüne yaklaştırdı. Figüre o kadar yaklaştığını fırsat bilerek en azından büyük ölçüde zarar vermeyi düşünen bitki kullanıcısı manayı ağzında toplayıp mermi olarak fırlatmaya çalıştı.
Fakat mermiyi zamanında oluşturamadı. Ayrıca manayı emerek gittikçe güçlendiğini panikten unutmuştu tamamen. Bunun sonucu olarak figür, bitki kullanıcısının kafasını ısırdı.
KRAK! KATIR KUTUR!
Kafatası çiğneme sesleri duyulsa da kalan dörtlüyü şok eden bir manzara vardı. Figür, onun kafatasını koparmamıştı. Aksine bitki kullanıcısının vücudu gayet sağlamdı. Fakat en ufak direnç dahi göstermiyor ve adeta sonbaharda dökülen yapraklar gibi kuruyordu. Bir deri bir kemik olana kadar hızla kurudu. En sonunda ise geriye bir kül bile kalmadı. Ruhu bile emilmişti.Bunu görünce üçlü derin bir korkuya kapılmış ve asla yaklaşmamaları gerektiğini öğrenmişti. Bu figüre yaklaşanın sonu ölümdü.
Tüm bunlar olurken ise soyun alabildiği ruhlarda bir kesinti olduğundan mıdır bilinmez, kısa bir süre geçtikten ve gelen ruhları arıttıktan sonra olayların dışında kalan Noah huzursuz bir şekilde gözlerini araladı.
Gözleri parlak turuncu renkteydi. Normalde olan ne vampir gözlerine benziyordu ne de sapsarı olan kabuslarda olan genel gözlere. Bu gözlerin bebekleri dikey elips şeklindeydi. Bu elips şeklinin etrafında ise bir baklava vardı. Baklava dikey elips ile birleşiyordu. Oldukça ilginç bir göz şekliydi.
Adeta başka bir kişiymiş gibi garip bir duygusuz ifade vardı yüzünde.
“Tam, oluşturmak üzereydim. Bu kesinti iyi olmadı.”
Sonrasında kolunu kaldırdı ve dantianından eline kan mızrağı oluşturdu. Fakat bu mızrağı yaparken çok fazla zorlanmış olsa gerek ki zaten solgun olan cildi, birkaç gün kalmış bir ölü kadar solgunlaştı.
Yine de yüzünde bir ifade yoktu. O sırada elinde oluşan mızrak ise normal kan mızraklarından oldukça farklı gözüküyordu. İlk olarak diğer kan mızrakları katı bir halde bulunmaktan çok sıvı olmasına rağmen zorla belirli bir şekle sokulmuş gibiydi. Yani özünde sadece kandı. Bu mızrak ise bir metal kadar sert bir görünüşe sahipti.
Noah’ın bakışları keskinleşirken, aurası daha önce hiç olmadığı kadar vahşice bir yükseliş yaşadı.