Acıyla aniden ikisinin çığlık atması Julia’yı oldukça korkuttu. Daha yeni tanıştığı kadın doğal olarak umrunda bile değildi. Fakat Noah’a bir şey olacak diye korktu.
“Noah! Hey! İyi misin? Bir şey söyle!”
Noah ani giren acıyı bastırmak için elinden geleni yapmaya çalışmakla meşgul olduğundan cevap veremedi. Önceki yaşamından dolayı acıya alışkındı. Fakat bu acı vücudu üzerinde olduğunda geçerliydi. Acı direkt ruhuna gelince dayanamadı.
Julia ise onun bu haline hiç bir yardımda bulunamadığı için kendi zayıflığını lanetledi.
Anca aradan bi' beş dakika geçtikten sonra acı hafiflemeye başladı. Kalanı Noah’ın önemsemeyeceği ufak sızılardı. Tabii aynısı Elisa için geçerli değildi. Yerde çığlık ata ata dolanıyordu. Etrafta av varsa bile muhtemelen çoktan kaçmıştı.
Noah, zaten en başından beri av için burada olmadığından sorun değildi gerçi. Yine de iç geçirmeden edemedi.
‘Yine de bir iki tavşan yakalasak güzel olurdu. Neyse… Bu kadının ruhundaki kızıl şey neymiş bir bakalım. Bu kadar acı verdiğine göre önemli bir şey olmalı.’
Tüm acıya rağmen bir an bile olsun eline ruh enerjisi akışını kesmemişti. Aksi takdirde yakaladığı kızıl ışıltı havada dağılır giderdi ve tam da bu sebeple bu kadar acı çekmişti. Ruh enerjisi nedeniyle söküp almasına rağmen Elisa ile bağlantısı bulunmaktaydı ve bu bağlantı nedeniyle onun hissettiği acının birebir aynısını kendi ruhunda hissetmişti.
Tüm acıya katlanıp söküp aldığı kızıl ışıltıya bakarken ne olduğunu anlayınca yüzünde alaycı bir ifade belirdi.
“Tahmin etmiştim. Bir askeri mühür. Neden benim emirlerime tam olarak uymadığın belli oldu.”
Çeşitli mühürler vardı. Bunların geneli kölelik için kullanılsa da aralarında önemli bir anlaşma, gizli bilgilerin önlenmesi için yapılan sözleşmeler veya herhangi bir orduya konulan türde çeşitli mühürler vardı. Elisa’ya konulan mühür ise hem takip işlevi olan hem de bilgileri konuşmasından alıkoyan bir mühürdü.
Normal şartlarda bu tarz bir mühürü bu kadar hoyratça çıkartmak mümkün olmamalıydı. Fakat kendisi bir kabustu. Üstelik sıradan bir kabus değil bir kabus asiliydi. Genelde kimse kabus asili ile normal kabus arasındaki farkı anlamazdı ama o çok net bir anlayışa sahipti.
Eskiden bir kabus asiliyle dövüşmüştü. Kendisi de bir kabus olmasına rağmen aralarındaki fark gökyüzüyle yeryüzü gibiydi. Neredeyse savaşı kaybediyordu. Neyse ki aynı zamanda vampir olmasının getirisi olarak zor da olsa öldürebilmişti. Ne yazık ki ruh yeteneği o zamanlar bekleme süresinde olduğundan soyunu alamamıştı.
Şimdiyse doğuştan bir kabus asiliydi. Oldukça şanslı olduğu söylenebilirdi.
O yüzden bir mührü böyle kaba bir yöntemle sökmeye cesaret etmişti ve başarılı da olmuştu.
Elindeki mühre bakarken tereddüt dahi etmeden sıkıp mührü parçalara ayırdı.
“Evet, artık onlarla ilişkin koptuğuna göre artık tamamen benimsin. Bu seferlik iyileşme fırsatı tanıyacağım sana. Git, Alicia’nın yanına. İyileş orada.”
Emri verdikten sonra ruhu zaten yorgun olduğundan vücudu emri yerine getirmede bir sorun yaşamadı. En ufak bir direnç olmadığından Elisa programlanmış bir robot gibi belirlenen konuma gitmeye başladı. Tabi o sırada hala acıyla inlediğinden oldukça tuhaf gözüküyordu.
Noah ona daha fazla dikkat etmedi. Bunun yerine onun iyi olduğunu görünce rahatlayan ve de oldukça meraklı bakan Julia’ya döndü.
“Elisa’dan çıkarttığım şeyin ne olduğunu merak ediyorsun değil mi?”
Julia onayladı.
“Evet, aynı zamanda birkaç şeyi daha merak ediyorum. Neler olduğunu tüm bu zaman boyunca yaşadıklarını anlatmanı istiyorum. Sonuçta ben…”
Yüzü kızarırken cümleyi devam ettiremedi. Noah, onun bu halini oldukça sevimli buldu. Ona sarıldı. Ani sarılma karşısında şaşkına döndü Julia. Fakat herhangi bir kötücül niyet olmadan saf sarılmasını içtenlikle kabul etti.
Birbirlerine sarılırken Noah kulağına fısıldadı.
“Daha önce de söylediğimi sanıyorum. Ne olursa olsun benim olduğunu. Sen benim değerli mücevher koleksiyonumun en değerlilerinden ve de aynı zamanda sırlarımın tek sahibi olacaksın. Bu yüzden bilmende bir sorun görmüyorum.”
'Ne de olsa hiçbiri senin ve de annem kadar değerli bir statüye sahip olamayacak.'
Noah’ın dediğini Julia anlayamadı. Fakat sırlarını verecek kadar güvenmesi iyi olmalıydı. En azından düşüncesi o yöndeydi. Zihni sağlam olsa demek istediğini muhtemelen anlayabilirdi fakat şu an düşünemeyecek kadar sıcak hissediyordu.
Noah da bu hislere sahip olsa da şu an yapamazdı. İstemediğinden değil. Kesinlikle istiyordu. Fakat ortam onu tedirgin ediyordu. Güvende hissedebilecekleri bir yere kadar beklemelilerdi.
Derince bir nefes aldı Noah sakinleşmek için. Sonra nazikçe onu kendinden uzaklaştırdı. İki göğsü onu sıkıştırıyor ve içindeki arzuları körüklüyordu.
Julia yüzünde bir kızarıklıkla Noah'a sarılmayı bıraktı. Sonra ise Noah kısaca yaşadıklarını anlatmaya başladı. Elbette ki Sistem ve de ruh düzlemi hakkında bilgiler vermedi. Daha çok kendisinin oldukça fazla reenkarnesi olduğundan ve şu an bütünleştiğinin o katliama sebebiyet veren reenkarnesi olduğundan bahsetti.
Tüm bunları anlattığı sırada Julia’nın verdiği tepkiler görülmeye değerdi. Tıpkı bir şaşkın kedi yavrusu gibi sevimlice gözlerini açmış ve ağzını da 'o' şekline sokmuştu. Tamamen şaşkındı.
Noah ise onun bir tavrını görürken ısırma isteğini zor tuttu. Oldukça sevimliydi. Bu arada ısırma denmişken Noah'a uzun zamandır doğru düzgün pek sorun teşkil etmeyen kan açlığı barı geri gelmişti.
Noah, bunun sebebini çok iyi bildiğinden acı bir gülümsemeyle yetindi. Sakat olduğunda doğru düzgün harcayacak bir kan enerjisi yoktu. Bu sebepten ötürü kendi içindeki kan enerjisi ona yetiyordu. Son zamanlarda sık sık Julia’dan emdiği kan enerjisi de eklenince oldukça uzun süre idare ederdi. Fakat artık o sakat değildi. Bu sebepten ötürü kan enerjisi dantianı da dahil olmak üzere çeşitli yerlerde vücudunu geliştirmek için kullanılıyordu. Bu yüzden de çabucak acıkması kaçınılmazdı.
Yine de mevcut barın bu kadar geç gelmesini biraz garipsedi. Sistem her zaman dakikti. Şimdi ne oldu da aradan çok süre geçtikten sonra ekleme gereği duydu ki?
Tabii sonra açlık oranına baktığında sebebini kolaylıkla anladı.
[Kan Açlığı: %20]
Noah acı bir şekilde gülümseyerek Julia’ya döndü ve kanını emmek istediğini söyledi. Onun isteğini doğal bir şey olarak tabii ki kabul etti Julia.
Sonra Noah, Julia’ya yaklaştı ve o narin boynunu gözler önüne serip, o narin boynuna aniden çıkan iki sivri dişini batırdı ve oradan usulca içmeye başladı.
Aradan biraz zaman geçti. Noah, uzun zamandır içmediği kadar içmişti. Öyle ki az daha Julia kan kaybından bayılmak üzereydi. Neyse ki duraksamasını biliyordu da Julia bayılmadan durabilmişti.
Daha sonra ise birlikte av niteliği taşıyabilecek hayvanlar aramaya başladılar.
…
Tüm bunlar olurken ormanın başka bir köşesinde dokuz kişilik bir grup insan, devasa bir canavarla dövüşmekteydi. Canavar yirmi metre boyunda oldukça iri devasa bir gergedan gibiydi. Tabii normal bir gergedandan farklı olarak hem boynuzunda hem de vücudunun çeşitli yerlerinde kristal dikenler vardı.
İnsanların bazıları ellerinde devasa alev topları, buz dikenleri oluşturup gergedana doğru atıyordu, bazıları ise sadece silahlarına güvenerek saldırıyorlardı fakat hepsinin sonucu kocaman bir başarısızlıktı.
Derisine en ufak bir kesik dahi atamıyorlardı. Aksine yaptıkları her saldırı gergedanı daha da öfkelendiriyor gibiydi. Üzerindeki mavi kristal dikenler kan kızılı oluyor ve aynı şekilde gözleri de renk değiştiriyordu.
Aralarında kendini açıkça diğerlerinden daha sakin olan aurasıyla fark ettiren, saçlarını topuz yapmış olan genç adam, gergedanın saldırılarından kaçarken grubu yönetiyordu.
“Yan taraflardan saldırın. Siz dördünüz sağdan alevlerle onu kıstırın. Diğer dörtlü ise benimle birlikte elinde ne varsa boşaltsın. Unutmayın, bunu öldürmeliyiz. Aksi takdirde tarikata katılayamayız.”
Dediğini duyan diğerleri vahşi bir kükreme savurdular.
“Hadi bitirelim şunu!”
“Alev toplarıyla o küçük totişini yakacağım seni küçük gergedan!”
“Kazanacağız!”
Herkes kendi savaş nidalarını atarken adam oldukça sessizdi. Kendi içinde bir takım planlar kuruyor gibiydi.
‘Bununla birlikte yirmi kişilik bir kapasitemiz olacak. Sonra bu ekibi katledip arkadaşlarımla katılabileceğim.’
Hayallerle mutlu bir şekilde sırıtırken, o da gaza gelmiş bir şekilde nida atarak gergedana saldırdı.
…
Aradan kısa bir zaman geçti. Gergedan aldığı darbelere dayanamadı ve bir feryat atarak yere devrildi. Grubun yarısı ölmüştü. Fakat buna değdiği kesindi. Artık herkes tarikata girebilirdi. Hiç biri zaten birbirlerini tanımıyorlardı. Sırf bu iş için birlikte çalışmışlardı. Neden üzülmeleri gereksin?
“Ee… Jack? Bu yeterli değil mi? Artık hep beraber katılabiliriz.” dedi yorgunlukla oldukça kaslı görünen adam. İçten içe oldukça heyecanlıydı. Tüm bu çabalarının ardından artık tarikata girebilirlerdi.
Jack isimli adam onayladı.
“Evet yeterli. Onca çabamıza değdi. Artık hepimiz Katliam Ölümsüzü Tarikatına katılabiliriz.”
Tüm bunlar Katliam Ölümsüzü Tarikatına katılmak içindi. Katliam Ölümsüzü Tarikatı oldukça az sayıda olan şeytani tarikatlardan birisiydi. Şeytani Tarikatlar, ırklara karşı tarafsızlığını korurlar ve amaçları için herkesi katletmekten çekinmeyen kimilerinin gözünde haydut benzeri oluşumlardı. Bu sebepten çoğu “doğru” olarak bilinen yabancı ırkları dışlayan tarikatlar tarafından hor görülüp, dışlandılar. Yabancı ırkları dışlamayanlar içinse onlar için Şeytani Tarikatlar zayıf böceklerden başka bir şey olmadığından varlıkları umurlarında bile değildi.
Yine de tüm bunlara rağmen hala şeytani tarikatlara katılmak isteyen çok fazla kişi vardı. Bunun genel sebebi normal tarikatların gereksinimleri genelde oldukça yüksek ve yeteneğe dayalı olmasıydı. Yeteneksiz olanlar “doğru” tarikatların anca kölesi olurlardı. Bu sebepten şanslarını her biri şeytani tarikatın katılım şartlarını uygulamaya çalışır ve bunların sadece çok küçük bir azınlığı başarılı olurdu.
Jack ise arkadaşlarıyla başarılı olmak için her türlü kirli yöntemi kullanmaktan çekinmeyen birisiydi. Buna diğerlerini kullanmak da dahildi.
Her şey bittiğinde herkes oldukça yorgundu. Jack’te bundan istifade ederek yüzüğünden bıçağını çıkarttı ve gergedanın yanmış derisini karnından ikiye yardı. İçinden bağırsak, mideyi ayıklarken, sonunda kalbinin orada, aradaki şeyi buldu.
“Vee…. İşte! Vahşi Canavar çekirdeği.”
Çekirdeği aldığı gibi hızla gergedanın içinden çıktı. Yüzü de dahil olmak üzere her yeri komple kanla kaplanmıştı fakat elindeki çekirdeğe değmişti.
Tıpkı insanlar gibi hayvanlar da gelişim yapabilirdi. Bu gelişim yapan hayvanlara ise genelde canavar denir. Bu canavarlar oldukça güçlü olmalarının yanı sıra gelişim yaparken belirli bir raddeye ulaşana kadar hiç bir ek gelişim malzemesine veya herhangi bir şeye ihtiyaç duymazdı. Yavaş yavaş kalplerinin yanındaki çekirdeğe toplarlar kendilerini geliştirirlerdi.
Bu canavarlar genelde çocuk ila yetişkin arası bir dönemde gelişim yapmaya başlarlardı. Bu ilk başladıkları aleme de Çekirdek Oluşturma diğer adıyla ise Büyüyen Canavar alemi de deniyordu. Bunun hemen ardından ise Vahşi Canavar alemi gelirdi. Vahşi Canavar, Çekirdek Oluşturma’dan farklı olarak mana çekebilir ve de vücudunu manayla güçlendirebilirdi. Bu yüzden uğraşması zahmetliydi.
Ayrıca unutulmamalıydı. Canavarlar, insanlardan iki kat güçlüydü. Bu yüzden hiçbir aklı başında Manayı Hissetme alemineulaşan birisi Vahşi Canavar alemine ulaşmış bir canavara dokunmayı cürret edemez, gördüğü gibi ondan kaçardı.
Bu dokuzlu ise Manayı Oluşturmanın başlangıcında olmalarına rağmen sayı üstünlüklerini kullanarak zor da olsa yenebilmişti ki, buna rağmen maliyeti açıktı.
Herkes yorgun bir şekilde yere yığılmıştı. Kimse kimseden çekinmiyordu. Ölüm kalım anında birlikte savaştıklarından birinin onlara karşı bir hamle yapmayacağıne çoğu emindi. Sadece Jack ile konuşan o kaslı adam oldukça dikkatliydi.
Jack’te bunu bildiğinden sadece bir iç çekebilirdi. Şu an sadece gece vaktini beklemesi en doğrusu olurdu. Sonra buradan tüyecekti.
En azından planladığı buydu. Sonra aniden kafasına bir mızrak yedi ve oracıkta ne olduğunu bile anlayamadan can verdi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..