Lunette bu konuda ne hissedeceği konusunda emin değildi. Evet, korkmuştu. Çünkü o anda tanıdığı Noah’tan tamamıyla farklı birini görmüştü. O kısacık anda kana aç bir şeytan görmüştü.
Noah onun cevap vermediğini görünce sorusunu yeniledi.
“Benden… korkuyor musun?”
Bu sefer sesinde biraz hüzün ve acı vardı. Önceki hayatı ne olursa olsun bu hayatında oldukça yer kaplayan birisiydi Lunette. Tıpkı Alicia, Julia ve de Violet gibi önemli kişilerdendi. Onun için yeri doldurulamayacak kişilerden. Eğer bu ufacık hadise bile ondan korkmasına yetiyorsa…
...Yapabileceği pek bir şey yoktu. Herkes değişirdi. Değişim kaçınılmazdı. Buna ayak uydurması gerekti. Uyduramazsa her ne kadar kalbinden bir şey kopacak olsa da...
Noah’ın sorusundaki acı tonu fark eden Lunette’nin duyguları kabardı. Korkunun yerini pişmanlık alırken tereddütsüz bir şekilde “Hayır, hayır Noah! Senden korkmuyorum. Sadece biraz… şaşkınlık yaşadım.” diye sert bir şekilde cevapladı.
Ona bakarken ne hissetmesi konusunda emin değildi. Noah’ın her zamanki Noah olmadığı farkındaydı. Fakat o onu seviyordu. Tanıdıkça yaşadığı olayı duydukça ona üzülmüştü. Ona olan bağlılığı artmış, aradan geçen zamanlada ona yakınlaşınca da kalbinde sabit bir yer edinmeyi başarmıştı. Şimdi ani değişimi onu şaşırtıp korkutsa da her şeye rağmen ona bakışlarından emindi. O tanıdığı, sevdiği Noah’tı.
Noah, onun bu dediğini duyunca sarılma isteğine karşı koyamadı. Ona sıkıca sarıldı. Üstüne bulaşan kanlara rağmen önemsemeyip Lunette de aynı şekilde sarılmasına karşılık verdi.
Noah sarıldıkları esnada vücudu kan için çıldırıyordu. Fakat sağlam iradesiyle bu isteği bastırmak oldukça kolaydı. ‘Şimdilik bastırabiliyorum. Fakat uzun süre dayanamam. Bu gece Lunette’yi ikna etmem lazım.’ diye düşündü.
O sırada sonunda ayrıldılar.
Lunette “Eee bu iki cesedi ne yapacağız şimdi?” diye sordu.
Noah cevaplamadan önce biraz düşündü.
‘Kanlarını tüketemem. Biri çürümüş, diğeriyse ölüm alanıyla uğraşmış. Kanı zehirlidir muhtemelen. Değilse bile öyle iğrenç bir şeyi tüketmem. Hmm…’
O sırada aklına küre geldi ve parlak bir fikirle küreye cesedi sarmasını emretti. Aralarında bir tür sözleşme vardı. Bunu tarif etmek güçtü fakat Noah isteğini iletince elindeki silah hemen kavrıyor ve ona göre davranıyordu.
Bu seferde emrine uydu ve vücudu komple sardı.
Tüketmeye devam ederken adamın ölüsü sanki bir kozayla kaplanmış gibiydi.
Meraktan “Ne yapıyorsun?” diye sordu. Noah gizemli bir gülümsemeyle “Biraz bekle.” dedi. Lunette merak etsede beklemeye karar verdi.
Aradan on dakika geçti. Koza hala büsbütün duruyordu ama içinde vücut yoktu. Tamamiyle kaybolmuştu.
Daha sonra kan hızla dağılıp tekrar küre haline geldi, yere bir yüzük ve de cübbe düşürdü. Bununla daha sonra ilgilenebilirdi.
“Tahmin ettiğim gibi!” Noah mutlulukla kahkaha attı. Mutluluğunun yanında birazda acı da yok değildi gerçi.
Lunette ne olduğunu anlayamadığından başını yana eğmiş sevimli gözlerini kırpıp duruyordu.
Ona öyle baktığını görünce açıkladı. “Bu küre… Gelişebilen bir silah! Her ne kadar sınırını bilmesemde. Canlıların cesetlerini tüketerek gelişebiliyor. Az önceki deneyim buydu ve başarılı.”
Lunette’nin gözleri genişledi.
“N… Ne? Gelişebilen bir silah mı!?”
Silahlar genelde belirli sınıflara ayrılmıştı. Bir sınıf yükselebilen silahlar bile oldukça nadirdi. Peki ya gelişebilen bir silah? Kaç milenyumda bir çıkardı? Hiç çıkmayabilirdi bile.
Noah adına oldukça sevindi Lunette. Üstüne atlayıp, sıkıca sarıldı.
“Öhö, öhö! Sakin, boğuyorsun beni.”
Noah sahte bir öksürükle şaka yapsa da onun adına sevindiğini farkındaydı.
“Ah.. Şey, özür dilerim hehe. Her neyse tebrik ederim Noah. Bu silahla bile potansiyelin ölçülemez olacak.”
Noah gülümseyerek onayladı. O sırada küre çoktan diğer cesedi kozaya almıştı. Aralarında mesafe olmasına rağmen biçimini değiştirecek kadar kontrol edemese de basit emirler verebiliyordu ve bu basit emirler tam da silahın ihtiyacı olan şey olunca seve seve uyguluyordu.
Noah o sırada etrafa baktı.
“Birkaç yeni eşya almamız gerekecek.”
Lunette de aynı şeyi düşündü.
“Evet ve etrafında bir elden geçmesi lazım. Çok iş var...”
Lunette hayıflanırken Noah’ın aklına daha önce sınav esnasında aldığı köleler geldi.
“Hey! Bunun için uygun bir fikrim var. Sınav esnasında aldığım kölelere burayı temizletelim.”
Noah’ın fikrini oldukça mantıklı bulmasına rağmen tereddüt etti.
“Kölelik… Birini köle yapmamız ve onu kullanmak ne kadar doğru?”
Şu zamana kadar köleliğe karşı bir nefret vardı içinde. En yakın arkadaşı ve de köydeki bazı yaşlılar da eskiden köleydi. Onların anlattıkları büyük bir tiksinti ve nefret aşılamıştı.
Noah dürüstçe yanıtladı.
“Doğru değil. Fakat yapabileceğimiz bir şey yok. Burada sadece güçlülerin sözü geçiyor. Güçsüzler köle oldukları için kendini suçlamalı. Ne yazık ki… Fakat eğer… Eğer ileride hedefime ulaşırsam, sana söz veriyorum köleliği kaldıracağım.”
‘Tabii kendi kölelerimi salmam söz konusu bile değil.’
Son cümleyi doğal olarak zihninden söylerken yüzünde bir gülümseme vardı. Lunette onun dediğini duyunca hedefini merak etti.
“Hedefin ne? İleride ne yapmayı düşünüyorsun Noah?”
Noah tereddüt dahi etmeden hırsla cevapladı.
“Bu gezegeni fethedeceğim! Tüm imparatorlukları, tarikatları, kıtaları, hepsini! Herkesi tek bir çatı altında toplayacağım. Karşı çıkanların sonu ölüm olacak! Tek yönetim altında huzurlu bir yer yaratacağım. Bunu yaptıktan sonraysa gözüm kapalı bir şekilde Ölümsüz olmaya çalışabilirim demektir.”
Noah’ın hedeflerini duyan Lunette şaşkına döndü. Gezegeni fethetmek? Herkesi tek çatı altında toplamak? Biraz fazla cüretkar değil miydi?
Düşünceleri birbirine girerken Noah bunu umursamadı. Sesinde beklenmeyecek kadar büyük bir hırs ve tutku vardı. Fakat devam ederken o hırs ve tutku yavaş yavaş kayboldu. Kalan tek şey kararlılıktı.
“Fakat her şeyin daha başındayım. Adım, adım Lunette. Her şey adım adım. Bu tarikattan başlayacağım.”
Daha fazla bir şey söylemedi. Fakat planını az çok anlayan Lunette daha da şaşırdı.
‘Burayı ele geçirmek mi istiyor? Bu hiçte kolay olmayacak! Ama...’
Lunette’nin de yüzünde tutkulu bir ifade belirdi.
‘Ama onu sonuna kadar destekleyeceğim. Batsakta, çıksakta sonuna kadar!’
Noah, Lunette’nin ne düşündüğünü bilmiyordu fakat kararlı bakışları Noah’a oldukça çekici geldi. Yeteri kadar kararlıysa birisi, gökyüzünde uçabilir, denizleri ikiye ayırabilir. Tek gereken şey kararlılık ve çaba.
…
Violet ve Yui tam takım zırhlarıyla gece vakti dışarıda yavaş ama güçlü adımlarla ilerliyorlardı.
Savaş olması gerekirken oldukça sessizdi ve bu oldukça garipti. Generaller bu sessizliğin ve saldırı olmamasının sebebini araştırmak için gözcüler yollatsalarda bir sonuç elde edemediler.
Bunun sebebini anlamak güçtü. Sanki daha önemli bir şey için geri çekilmiş gibilerdi. Fakat ne yazık ki bunu ne Violet ne de Yui önemsiyordu. Haberler çok, çok geç olsa da ulaşıyordu ve aldıkları haber gerçekten hoş değildi.
Gerçekleri tüm çıplaklığıyla öğrenmeleri mümkün olmasa da birkaç detayı duymuşlardı. Yuen’in ölmesi gibi…
Yui bu haberi öğrendiğinde oldukça yıkıldı. Gitmek istedi. Noah’ın kaçmasına sebep olan şeyin ne olduğunu merak eden Violet de aynı şekilde gitmek ve öğrenmek istedi. Bu yüzden birlikte kaçmaya karar verdiler. Ne de olsa çocukları için buraya gelmişlerdi. Çocuklarına bir şey olduysa burada olmalarının ne anlamı vardı!?
Bu sebepten ötürü ikiside kaçma planı kurdular.
Gecenin bir vaktiyse bu planı uygulamaya karar verdiler.
İkisi de Usta alemindeki güçlü savaşçılardı. Kaçmak onlar için çocuk oyuncağıydı. Bu yüzden fazla uğraşmayıp hızla çıkıp gittiler.
Bilmedikleri şeyse çoktan onları fark eden bir kaç kişinin olduğuydu. Fakat onların hepsi susturuldu.
İkili giderken şehrin tepesinde Lia sadece hüzünlü bir gülümsemeyle onlara baktı.
“Bu sefer size yardım ettim.” diye rahatlamayla konuştu. O zamanlar yaptığı hatadan dolayı kısmen suçluluk hissediyordu ve bunu sonunda kapatmıştı.
Bu sırada olanlardan habersiz olan ikili aceleyle ilerliyorlardı. Üstlerinde verdikleri seri üretim zırhlardan vardı ikisininde. Çıkartacak fırsatı bulamamışlardı.
Yui de büyük bir acele hissedilebilirdi. Arkadaşının ilk kez böylesine aceleci ve öfkeli halini gören Violet “Yuen’e ne olduğunu, kimin neden bunu yaptığını öğreneceğiz. Merak etme.” diye yatıştırmaya çalıştı. Fakat içten içe o da öfkeden kavruluyordu.
‘Oğluma bir şey olduysa… Anlaşma manlaşma dinlemem seni de yaşadığın tarikatı da yok ettiririm.’
Zihninden geçen korkunç düşüncelerle birlikte yola koyuldular. Hedefleri tarikattı.
…
Aradan günler geçti. Violet ve Yui yeme içme demeden yürümeye devam ediyorlardı. Fakat bitap düşmüşlerdi. Usta aleminde olsalarda onlarda insandı sonuçta. Henüz Gökyüzünün yargısından geçmeyen fanilerdi ikiside.
Bu sırada şanslarına bir köy buldular. Violet köyü görünce Yui’yi de yanında sürükleyerek hızla ilerledi.
Köyün huzurlu havası kısa süreliğine de olsa Violet ve Yui’yi rahatlattı. İkisi de koştura koştura ilerlediğinden bu hava onlara çok iyi gelmişti. Ağaçların rüzgarda uçuşan yapraklarının çıkarttığı ses bile oldukça sakinleştirici geliyordu. Çocukların etrafta ebelemece oynadıkları, yaşlıların birbirleriyle huzur içinde konuştukları bu yer oldukça güzeldi.
Violet hanın ismini görünce yüzünde garip bir ifade belirdi.
Göz Patlatan Hanı
Yui “Garip bir isim.” diye yorumda bulundu. Violet ise onu neşelendirmek amacıyla “Hadi ama! Bundan daha gariplerini de görmüştük. Şeyi hatırlamıyor musun? Uyuyan Dev Sıçan Hanını?” diye eski anılardan birinden bahsetti.
Dediğini hatırlamaya çalışan Yui’nin yüzünde küçük bir tebessüm belirdi.
“Evet, hatırlıyorum… Orada gerçekten de uyuyan dev bir sıçan vardı. Buna rağmen korkusuzca insanların gelip orada uyumasını çok garip bulmuştuk.”
Violet de hafif bir iç geçirdi.
“Sonraysa aslında han sahibinin herkesin içkisine uyku ilacı döktüğü ve bir kısmının yem olduğunu fark etmiştik.”
Yui cevap verirken handan içeri girdiler. Han oldukça sessizdi. Sadece köşede bira içen yaşlı bir adam vardı.
Kadınların geldiğini gören yaşlı adamın gözleri parladı. Fakat iki kadında bunu umursamayıp konuşmalarına devam etti.
“Nasıl bir manyaktı ya o? Neden bir sıçanı evcil hayvan edinirsin? Birde doğru hatırlıyorsam o…”
“Sakın hatırlatma! O gördüğüm iğrençliği hatırlamak istemiyorum. Öyle bir şey olmadı.”
Violet’in keskin yanıtını duyduktan sonra Yui kıkırdamadan edemedi. Kıkırdaması han sahibi de dahil olmak üzere herkesi büyüledi. Violet han sahibine yürüdü ve yüzüğünden bir altın çıkartıp verdi.
Altın ölümlülerin para birimiydi.
Bir altını aldıktan sonra han sahibi saygılı bir şekilde.
“Odanız yukarıda hanımım. Yemek imkanımız da var ilgilenir miydiniz?”
Violet göz ucuyla baktı ve soğuk bir şekilde “Hayır, gerek yok.” diye cevap verdi. Sonrayla Yui ile konuşmaya devam etti.
“O gün hiç iyi gitmemişti ya.”
“Evet. Sinir bozucuydu. Her şey üst üste gelmişti. O iğrenç olay üstüne tarikatın savaşa girmesi ve bununda üstüne bizi savaş için takviye olarak yollamak için hazırlanılırken savaşı kazanmamız. Tamamiyle vakit israfından ve moral bozucu olmaktan başka bir şey değildi.”
Violet öfkeyle burnundan soludu. O sırada birden önlerini bir yaşlı adam kesti.
“Bayanlar~! Hığk! Benimle odama çıkmak ister miydiniz? Hığk!”
Violet bu çevimsiz herife kısa bir bakış attı. Ardından bir tokat attı.
“Ahhh~!”
ÇAT!
Adam hanın duvarına çarptı. Bu da yetmezmiş gibi duvar parçalara ayrıldı ve adam hızı yavaşlamasına rağmen hala süzülüyordu. Fakat Violet ve Yui bunu umursamadan konuşmaya devam etti.
Bu ikisinin bu kadar rahat tavrını gören hancı saygılı davrandığı için deneyimlerine şükretti.
***
Yazar Notu:
Bir rivayete göre adamın hala süzüldüğü söylenir. Neyse şaka bir yana şu sıralar hızlı bölüm yazmaya çalışıyorum. Arada gözümden kaçan hatalar olursa söylemekten çekinmeyin. Editörüm şu sıralar olmadığından kendim bakıp kendim düzenliyorum. Gerek mantık hataları gerekse anlam hatalarında dikkatinizi çeken olursa söylemeniz yeterli.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..