Rüzgar ile birlikte savrulan yeşil, canlı çimenler, geniş ovalara ferah bir görüntü sunuyordu. Güneşin tam tepede olduğu bir zaman diliminde, ovaların tam ortasında duran iki insan figürü vardı. ''Seni o pislikler gönderdi, değil mi?'' Gümüş beyazı saçları yüzüne doğru savrulan kız, gözlerinden belli olan bir tiksintiyle konuşmuştu. Teni hastaymış gibi bem beyazdı. Öte yandan karşısında duran genç erkek, ondan eksik kalmayan bir nefretle cevap vermişti. ''Beni kimse göndermedi. Kendi isteğimle, canını almak için geldim. ölmeye hazır mısın, Işığın Kızı?''
Onun sözleriyle alaycı bir şekilde gülümseyen genç kız, içleri solmuş olan gözlerinden saçılan bir küçümsemeyle rakibini boydan boya süzdü. Başını hafifçe eğmişti. "Sadece sen mi?" Başını iki yana sallayarak ekledi. "Hiç sanmıyorum." Cümlesi bitince ellerini iki yana doğru açan gümüş saçlı kızın soluk olan gözleri, bir an da güneş kadar parlak olmuştu sanki.
Onun bu hamlesiyle başını iki yana sallayan adam, bir elini siyah saçlarına daldırdı. "Az sonra pişman olac..." Daha lafı bitmeden saldıran gümüş saçlı kız, ellerinde ortaya çıkan ışık bıçaklarıyla saldırdı. Kafasını eğerek son anda saldırıyı atlatan siyah saçlı adam, afallamış bir surat ifadesindeyken, bir saldırıyı daha atlattı. Onun bu kadar çabuk tepki vereceğini beklememişti. "Dedikleri kadar hızlısın, Alionere." Genç adamın bu sözleriyle tekrar eski yerine geçen kız, hala yoğun bir kibre sahipti.
"Ellerinde öleceğin kişinin adını biliyorsun. Senin için sevindim."
Cümlesi bitince tekrar saldırıya geçen Alionere, tüm bedenine yayılan parlak bir ışıkla birlikte, ellerinde bulunan bıçakları yok etmişti. Onların yerini uzun ve ince kırbaçlar almıştı. Tam karşısında duran adamın yüzüne doğru silahlarını savurduğunda, onun yüzünde umursamaz bir ifade vardı. Kahverengi gözleri, saldırıyı ciddiye almadığını gösteriyordu. Tek elini kaldırıp saldırıya doğru uzattığında, onu şaşırtan bir şey gerçekleşti. Onu yok sayan saldırı, bir anda bedenine çarparak geriye doğru onlarca metre sürüklenmesine neden oldu. Toprak üzerinde izleri çıkmıştı.
Burnundan süzülen kanlar eşliğinde ayağa kalkmaya çalışan siyah saçlı adam, boynunu kavrayan bir çift el ile birlikte acı içinde kıvranmaya başladı. Alionere, saf ve parlak ışıklar saçan elleriyle ona temas ederek, canının çok yanmasına neden oluyordu. Birkaç saniye daha acı içinde kaldıktan sonra, bir anda gecenin en karasına dönen gözleri, etrafa uğursuz bir his saçarken, boğazını kavrayan ellerin çekilmesine sebep olmuştu. Elleri ile boynunu ovaladığında, öfkeyle dolu olan gözlerini kızın yüzüne çıkardı.
"Bana ölmek için yalvaracaksın!"
Nefret dolu cümlesi biter bitmez, her tarafından ona doğru süzülen karanlık dumanlar görünmüştü. Dikkatli bir şekilde önündeki adama bakan Alionere, kendini korumak için ellerini önüne aldı. Her tarafından ışıklar saçılıyordu. Bu sırada karanlık dumanların arasında kalmış olan genç, sağ elini yukarıya doğru kaldırarak, duyulmayan bir ses tonuyla kelimeleri söylemeye başladı. Havaya kaldırdığı elinin içine yoğunlaşan karanlık dumanlar, kızdan yayılan ışık da dahil olmak üzere ortam da ki ışığı yok ediyordu sanki. Birkaç saniye sonra, elinde saf karanlıktan oluşan bir mızrak tutan genç, birkaç kere onu döndürdü. Üzerinden kara dumanlar süzülüyordu. Etrafa yayılan ölümcül bir arzu, genç kızın nefes almasını zorlaştırıyordu. Siyah saçlı adam ona baktı.
"Benim adım Griswold."
Cümlesi biter bitmez elinde tuttuğu silahı ileri fırlatan genç adam, onun öleceğinden emindi. Ama beklenmeyen bir durum ortaya çıktı. Gökyüzünden inen ve onun gözlerini kapatmasına sebep olacak kadar parlak bir hale, kızın tam başına kondu. Bir melek gökyüzünden inmiş gibi hissettiriyordu. Ardından, etrafa yayılan ilahi bir baskı, üzerine doğru gelen mızrağın havada asılı kalmasına neden oldu. Nefes almasını engelleyen ezici bir aura üzerine çöken Griswold, zorlukla ayakta dururken, bir elini açarak mızrağı geri çağırdı. Üzerine binen tüm yüke rağmen sahibine geri dönen büyü, onun ellerinde yer bulmuştu. Silahına geri kavuşan genç adam, daha rahat direnebiliyordu. Kaşları tamamen çatılmıştı. Tekrar etrafında yoğunlaşan karanlık dumanlar, sırtında birleşerek ona bir çift kanat oluşturmuştu. Etraf karanlık olsa görünmeyecek kadar siyah bir renge sahiplerdi.
Kanatlarını iki yana açarak bir anda kızın yanına ulaştığında, elinde tuttuğu ölümcül mızrağı ileri doğru saplayan Griswold, bu saldırının onu öldürmeyeceğini biliyordu. Tam Alionere'ye çarpacak olan mızrak, bir duvara çarpmış gibi sabit kalırken, ucu parlak ışıkların altında yok olmaya başlamıştı. Bunun üzerine derin bir nefes alan siyah saçlı adam, geri çekilerek aralarına mesafe koydu. Birkaç metre uzaklaştığında, silahını fazla uzak olmayan bir noktaya fırlatmıştı. Saplandığı yerin çevresindeki yaşamı yok eden büyülü mızrak, sahibi ona emredene kadar orda kalacaktı.
Bu sırada, kafasında hale olan genç kız, bir an da gözden kayboldu. Griswold'un gözleri kocaman açılmıştı. Bu kız resmen görünmez olmuştu! Arkasında hissettiği tehlike ile birlikte hızlı bir refleks veren adam, bir ayağını ileri uzatarak kanatlarını önüne çekti. O savunmasını bitirdiği anda saldıran genç kız, ilahi bir aurayı üstünde tutuyordu. Elini Griswold'a doğru salladı. Parmakları arasından süzülen birkaç metre boyunda ki ışık yayı, aralarında olan mesafeyi anında tamamladı ve kapanan kanatlara çarptı. Temas gerçekleştiği zaman etrafa çok yoğun bir şok dalgası yayılmıştı. Gelen geri tepmeyi engellemek için ilahi ışıklarını kullanan Alionere, bir elini kaldırarak yerden yükselen tozları dağıttı. Siyah saçlı gencin onlarca metre uçtuğu görülmüştü. Yerden kalkamıyor gibiydi.
Ona doğru hızlı bir şekilde ilerlediğinde, gözlerinde bir acıma duygusu hakimdi. Griswold'un ağzından kanlar süzülüyordu. Gözlerini zor açık tutuyor gibiydi. Kanatları kırılmış, bedeninde toplanan karanlık dumanlar neredeyse tamamen dağılmıştı. Onu dikkatle inceleyen kız, ağzının hareket ettiğini fark etti. Sanki bir şey demeye çalışıyordu.
"Neden, kara büyülerden korkulur biliyor musun? Çünkü, onu kullanan kişiler, çoktan hayatlarından vazgeçmiştir."
Zorlukla tamamladığı cümle, Alionere'nin yüzünde herhangi bir duygu değişimine sebep olmamıştı. Ama onun söyleyeceği bir şey daha var gibiydi. "Kibrin, gözlerini kör etmiş, ışık büyücüsü. Ölümünün sebebi bu." Duyduğu bu cümleler, genç kızın şaşkınlığa uğramasını sağlamıştı. Yerden kalkamayacak kadar yaralıyken, hala onu öldüreceğini mi söylüyordu. Alaycı bir şekilde gülümsedi. Tam bir şey söyleyecekken, şok edici bir detay fark etti. Etraflarındaki toprak, kuruyor muydu?Yüzündeki ifade donmuştu. Ondan yayılan bu şaşkınlık ve tedirginliği hisseden Griswold, bir elini yukarı kaldırarak yüksek sesle konuştu.
"Sonus tenebrarum, excutiat spiritum tuum!"
Cümlesi bittiğinde, cansız toprağın altından çıkan çürümüş bir el, genç kızın ayak bileğini yakalamıştı. Korkuyla ayağını kurtaran Alionere, geri geri adımlarken, her taraftan yükselen eller ile ne yapacağını şaşırdı. Burnuna dolan çürük et kokusu, o kadar yoğundu ki, midesini bulandırıyordu. Ama bundan daha büyük bir sorun vardı. İlahi bir hissiyat veren aurası yavaşça sönümlenen genç kız, tamamen korku içinde ellerini yere doğru uzattı ve havalandı. Yerden birkaç metre yükselmişti.
Ama bu kurtulduğu anlamına gelmiyordu. Yavaş bir şekilde ayağa kalkan siyah saçlı adam, bakışlarını yukarı da uçan kıza çevirdi. Ellerini ona doğru uzattığında, bir an da uçma yetisini kaybeden Alionere, düşmeye başladı. Neredeyse yere çakılacakken kendini toparlamıştı. Ellerini etrafında döndürerek bir bariyer oluştuğunda, büyünün içinde ki enerji sürekli olarak hareket halindeydi. Kristal bir kubbe içine alınmıştı sanki. Sağ elini ters çeviren Griswold, kızın bir metre altında ki toprağı havaya doğru kaldırdı. Genç kız, etrafına ördüğü bariyerle birlikte yukarı çıkmaya başlamıştı.
Ne yapacağını bilmeyen Alionere panik halindeyken, yerden fışkıran çürük eller, ürkütücü bir görünümle gökyüzüne doğru yükselmeye başladı. Belki de onlarcası vardı. Hepsinin arasında koyu yeşil bir enerji bağı vardı. Titreyerek yükselmeye devam ettiler. Bir çember şeklini aldıklarında, gümüş saçlı kızın yüksekliğine gelmişlerdi. Gittikçe daralmaya başlayan çember, en sonunda Alionere'nin kalkanına kadar yapıştı. Yaptığı koruyucu büyünün üzerine büyük bir yük bindiğini hisseden genç ışık büyücüsü, bedeninden etrafa yaydığı parlaklıkları bariyerine odakladı. Ama yetersizdi. Örümcek ağı gibi çatlaklarla dolan büyü, her an kırılabileceğini hissettirebiliyordu.
Bu sırada yerde kalan siyah saçlı genç, biraz uzağında olan mızrağına doğru gitti. Silahını eline alıp sıkıca kavradığında yüzüne ürkütücü bir gülümseme yayılmıştı. Kırılan kanatları yeniden sırtında birleştiğinde, yerden yükselen Griswold, çok geçmeden kızın yükseliğine ulaştı. Bu sırada Alionere'nin kurduğu bariyer çökmenin eşiğindeydi. Son bir dokunuş yeterli olacaktı. Sağ elinde tuttuğu ölümcül büyüyü geriye doğru çeken adam, iyi bir şekilde nişan aldı ve onu serbest bıraktı. Son hız bir şekilde çürük eller tarafından sarılan bariyere çarpan büyü, onu bir cam misali tuzla buz ederken, durmadı ve ışık büyücüsüne çarptı.
Aldığı darbe sonucu bilincini kaybederek yere doğru düşen ışık büyücüsü, düştüğünde bilincini daha fazla açık tutamadı. Tüm parlaklığı sönmüştü. Burnundan kanlar süzülüyordu. Göğsüne saplanan mızrak, ona ağır hasar vermişti. İç organları tamamen bu yıkıcı gücün esiri olmuştu. Yere doğru zorlukla inişe geçen Griswold, bilinçsiz bir şekilde yatan kıza baktı. Kabul etmeliydi ki, çok güzel bir kızdı. Onun yüzünde ki bitik ifade, daha çekici olmasına olanak sağlıyordu. Farkında olmadan birkaç dakika boyunca onu izledi. Daha sonrasında kafasını iki yana doğru sallayarak kendine gelmeye çalıştı. Tekrar elinde yer edinen mızrağı, onun başına doğru uzattı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..