"Şimdi ne yapacağız?"
Oturduğu yerde çaresizce bekleyen Alfred, en sonunda dayanamayarak soru sordu. İçi parçalanıyor gibi hissetmesine rağmen, hâlâ içinde ufak bir umut vardı. Kara büyücüler onlara ulaşamadan kaçmaları mümkündü, değil mi? Onun hemen yanında olan sarı saçlı adam, genç adamdan gelen soru ile bakışlarını gökyüzüne çevirdi.
"Sanırım Büyücü Loncası'na gidiyoruz."
"Büyücü Loncası'mı? İyi de, okuduğum bir kitaptan oranın çok uzakta olduğunu görmüştüm."
Lider düşünceliydi. Kafasında, başka bir şey daha var gibiydi. "Evet çok uzak. Yürüyerek bir yıl kadar sürecektir. At ile çok daha kısa süre içerisinde orada oluruz."
Genç büyücü, yorgunlukla kafasını geriye yasladığında, kaç dakikadır burada oturduklarını düşündü. Acaba o büyücüler buraya gelir miydi? Yanında oturan orta yaşlı büyücüye baktığında, içinde ufak bir güven duygusu oluşuyordu. Lider'e güveniyordu. Her türlü koşulda bile. "Şimdi buradan uzaklaşmamız gerekiyor. Burayı bulmaları zor. Bizi o kadar kovalayacaklarını düşünmüyorum."
İki büyücü ayağa kalktığında, üstünde biriken ağaç yapraklarını ve tozlarını temizleyerek yürümeye başladı. Onlar bir yöne doğru ilerleyerek giderken, Alfred'in aklında bazı sorular vardı. "Lider, bu kara büyücüler neden köyümüze geldi?"
Önlerinden ilerleyen Lider, yerde olan ağaç dallarına takılmamak için çaba sarfederken, arkasındaki gençten gelen soruyu yanıtladı. "O gece yanlışlıkla aktif olan tılsımı hatırlıyorsundur. Onun yaydığı enerjinin küçük bir kısmı, muhtemelen o sırada yakınlarda olan bir kara büyücüye ulaşmış. Bu sebeple geldiler. Bunun bir suçlusu da benim. Daha tedbirli olsam, olaylar farklı gelişirdi."
Alfred daha fazla konuşmadan önündeki engellere odaklandı. Pürüzlü orman zemininde adım atmak zordu. Omuzlarının düşmesine engel olamıyordu. Önünden ilerleyen Lider ile birlikte yavaşça yürürken, yaşadığı olaylar yavaşça gözlerinin önüne gelmeye başlamıştı. Dostları ve sevdikleri için endişelenirken, aklına en iyi dostunun silüeti geldi. İçi içini kemirirken yürümek zordu. En sonunda dayanamayarak konuşmaya karar verdi.
"Lider, sence diğerleri kurtulabildi mi?"
Önden dikkatli bir şekilde ilerleyen orta yaşlı adam biraz yavaşlayarak genç büyücünün yanında yürümeye başladı. "Ben diğer büyücüyle uğraşırken, çoğu insanın kaçtığını gördüm. Umalım ki, herkes kurtulmuş olsun."
Bu cümlesi tamamen yalandı. Ama Alfred'e, gözlerinin önünde birçok kişiyi öldürdüklerini söyleyemezdi. Buna hazır değildi. Lider kafasının içinde oldukça üzgün bi' haldeydi. Onun sözleriyle içinde bir umut parıldayan genç adam "Umarım." diye cevap verdi. Bu diyalog bittikten sonra bir süre ses çıkarmadan ilerleyen iki büyücü, ortalama bir hızla ilerlemişti. Yolda sayısız düşme tehlikesi ve diken batmasına mâruz kalan Alfred iyi durumda değildi. Oldukça yorulmuştu.
"Burada biraz dinlenelim."
Lider'in bu cümlesiyle büyük bir ağaç gövdesine yaslanarak yere oturan Alfred, başını bitkinlikle geriye doğru yaslayarak gözlerini kapattı. "Ufaklık, evden aldığın yiyecekler nerede?" Sarı saçlı büyücünün sorusu ile kafasını kaldırıp ona bakan genç, bir elini başının arkasına attıktan sonra "Ee, sanırım onları evde bıraktım. Telaş içinde unutmuş olmalıyım." dedi. Ondan gelen cümleyi duyduktan sonra başını iki yana sallayan orta yaşlı adam "Eğer öyleyse, bu gece bir kasabaya varmamız gerek. Bu ormanda su bile çok az bulunur." diyerek gencin yanına çöktü.
Bir süre arkalarındaki ağaca yaslanarak yorgunluklarını atan ikili, ayağa kalkarak tekrar yürümeye başladı. Nirin Köyü'ne en yakın kasaba, normal yollarla ortalama kırk kilometre kadar uzaktaydı. Ama onlar ormandan gittikleri için, hem yavaş hemde biraz daha uzun bir yol gitmeleri gerekecekti. Geceye kadar kasabaya ulaşabilmeleri mümkündü.
Tepedeki yerini yavaş yavaş terk etmeye başlayan güneşin altında ilerleyen ikili, uzun bir süredir mola vermeden ilerliyordu. Lider dayanabiliyor gibi gözükse de, genç büyücü bitik haldeydi. Hızlı hızlı nefesler alırken, ayaklarına batan dikenlerin acısı, kaslarının ağrısıyla birleşmiş şekilde katlanılamaz bir ağrıya neden oluyordu. Bir süre daha gittikten sonra, Alfred'in ufak bir taşa takılıp yere düşmesiyle birlikte, dinlenmek için ufak bir mola vermeye karar vermişlerdi.
Elini bacağının üstündeki küçük yaranın üzerine atan Alfred, dokunduğu yerin sızlamasıyla içinden "Lanet olsun!" dedi ve elini geri çekerek dinlenmeye koyuldu. Hava, alçalan güneşin etkisiyle iyice kararmıştı ve soğuk rüzgarlar ormanın içinde kol geziyordu. Ellerini birbirine sürten genç adam ısınmak için büyü kullanmayı bile düşünemeyecek kadar yorgundu. Onun bu halini gören sarı saçlı adam, ayağa kalkarak birkaç küçük odun parçasını bir araya getirdi ve elleri arasından fışkıran alevlerle birlikte küçük bir kamp ateşi yaktı.
Ondan birkaç adım uzakta yanan ateşten üzerine doğru gelen ısıya ellerini uzatan siyah saçlı genç, gelen ısı ile birlikte iyice mayışarak oturduğu yere sindi. Onca yorgunluğu ile birleşince biraz daha bu pozisyonda kalırsa uykuya dalacağı kesindi. Bir süre sonra bedeninde hissettiği ufak bir dokunuşla yerinde sıçrayan Alfred, üstünü silkerken, yere düşen birkaç santim büyüklüğünde olan siyah böceği görünce küfretti. O sırada ayağa kalkan Lider, yanına gelip "Bu kadar yeterli. Artık gitmeliyiz." dedi.
Üçüncü kez yürümeye başlayan ikili, bu sefer durmayarak doğrudan kasabaya doğru gitmeye başladı. Ormanın karanlığında önlerini görmek için elinde yumruk büyüklüğünde bir alev hüzmesi oluşturduğunda, ateşin çıkardığı sesler oldukça huzur vericiydi. Dakikalar birbirini kovalarken, nihayetinde ormandan çıkmayı başarmışlardı. Saatlerdir yoldalardı.
Ufukta görülen ışıklar ile sonunda kasabaya gelen Alfred ve Lider hızlarını iyice arttırdı. Kasabanın girişine ulaştıklarında, ufak yerleşim yerinin çevresini saran tahta duvarlara asılmış olan meşaleler, gecenin karanlığını keskin bir bıçak gibi yarıyordu. Kapıda ise bir nöbetçi vardı. Onların yaklaşması ile gözlerini üzerlerine diken muhafız "Buyrun? Kasabaya mı girmek istiyor sunuz?" diye sordu. Ona cevap olarak "Evet şehre girmek istiyoruz." diyen Lider ile kafasını iki yana sallayan adam konuştu.
"Gece vakti kasabaya kimseyi almıyoruz. Kusura bakmayın."
Onun cümlesi üzerine endişeli bakışlarını sarı saçlı büyücüye çeviren genç adam, Lider'in cebinden bir kimlik kartı çıkardığını gördü. Elinde tuttuğu küçük belgeyi muhafıza uzattıktan sonra beklemeye başladı. "Siz Nirin Köyü'nün Lideri olmalısınız. Hoşgeldiniz efendim. İçeri girebilir siniz." Ona bir baş selamıyla karşılık veren sarı saçlı adam, Alfred'in kolundan tutarak içeri girdi.
Giriş kapısından geçince etrafına bakan genç adam, hiç kimseyi görmemişti. Bu geceyi geçirmek için kalacak bir yer bulmaları gerekti. Bu sebeple yürümeye başladılar. Ara ara direklerin üzerine konulmuş meşaleler, etrafı yetersiz de olsa aydınlatıyordu. Alfred, bir ışık direğinin tam karşısında bulunan karanlık bölgede, bir kadını duvara yaslamış adamı görmüştü. Hemen ardından yaptığı şey, onun utançla başını çevirmesine neden oldu. Lider olanları fark etmemiş gibiydi.
Birkaç dakika süren yolculuğun ardından nihayet bir hana ulaşan ikili, geniş camlı bir ahşap kapıya sahip olan binadan içeri girdi. İçerisi, dışarının sessizliğine inat oldukça doluydu. Ellerinde içki bardaklarıyla dans eden insanlar, masalarda oturan çiftler, karşılarında oturanlarla önemli konular konuşan kişiler gibi bir çok insan vardı bu arada. Onlar içeri girdikten sonra hemen yanlarına gelen bir garson "Hoşgeldiniz, efendim. Ne istersiniz?"
Alfred'e dönen sarı saçlı büyücü "Ne içmek istersin?" diye sordu. Bir bardak meyve suyu istediğini söyleyen genç ile birlikte, Lider garsona cevap verdi. "Bir meyve suyu ve en sertinden rom." Onların istedikleri içecekleri getirmek için yanlarından ayrılıp biraz ilerideki reyona giden adamı beklerken boş bir yere geçen Alfred ve Lider, yorgunluktan ölüyor gibiydi. Bir dakikanın ardından masaya istediklerini getiren garsona ücreti veren sarı saçlı adam, eline aldığı içkisini yudumlamaya koyuldu. Alfred de aynısını yapıyordu.
Meyve suyunu içerek derin düşüncelere dalan genç adam, sadece anlık olarak genç bir kızla göz göze geldi. O sırada kendisine göz kırparak bir öpücük attığını fark etmemişti. Çok güzel bir kız olmasına rağmen Alfred onu umursamadı. Kafasında çok düşünce vardı çünkü. Öte yandan, onun tarafından umursanmayan kız, sinirden deliye dönmüştü. Güzel yüzündeki ince kaşları çatılmıştı. Mavi gözleri öfkeyle yanıyordu. Bu kasaba da büyümüştü ve herkes güzelliğini taktie ederdi. Etrafa biraz dikkat eden kişi, handa olan erkeklerin en az yarısının ona baktığını fark ederdi. Böyle fazla büyük olmayan bir yer için oldukça iyi bir güzellikti çünkü. Üstüne bir de cürretkâr kıyafetleri eklenince oldukça çekici durduğu söylenebilirdi. Ne yazık ki Alfred buna dikkat edecek kafada değildi.
İkisi de içeceklerini bitirdikten sonra ayağa kalkarak bir oda tutmak için han sahibi olduğunu tahmin ettikleri bir adama doğru ilerlemeye başladı. Tam o sırada Güzel kızın yanından geçiyorlarken, onun bir anda bağırmasıyla şaşkınlığa uğradılar.
"Bu adamlar benim cüzdanımı çaldı! Lütfen yardım edin!"
"Ne?"
Etrafta olan insanların gözleri onların üzerine dònerken, bakışları hiç iyi değildi. Aralarından biri öne çıktı. Kaşları çatıktı. Güzel kızın yanına gelerek "Neler oluyor, Thea?" dedi. "Bu ikisi cüzdanımı çaldı, Dalkon." Kızın sözleriyle bakışlarını şaşkın iki adama çeviren Dalkon, üzerlerine yürümeye başladı. Tam Alfred'e iyice yaklaşıyordu ki, Lider de öne çıkarak kaşlarını çattı. Onca derdin içinde burda böyle anlamsız bir suçlamaya mâruz kalmak onun sinirlerini zıplatmasına yetmişti. Yine de kendine hakim olmaya çalıştı.
"Birader, olayın ne olduğunu bilmeden yargılama yapıyorsun. Biz öyle bir şey yapmadık."
Onun bu yatıştırıcı sözlerine rağmen durmayan Dalkon "Burada sizden başka yabancı yok! Bunu başka kim yapabilir ki? Güldürmeyin beni." dedi.
Onun cümlesi biter bitmez kalabalığın arasından çıkan iki kişi daha yanlarına yaklaştı. O sırada üzerlerine doğru uçuşa geçmiş bir bardak, tam Alfred'in başına çarpacakken, orta yaşlı büyücünün ufak bir el hareketiyle geri savruldu. Aynı zamanda bu hamle, bardağı taşıran son damla olmuştu. Elleri hafifçe ışık saçan Lider, onun dibinde olan Dalkon'un göğsüne ellerini koyarak onu geriye doğru ittirdi. Ondan daha zayıf gòrünmesine rağmen birkaç adım ilerlemesini sağlamıştı. Kaşları ise çatıktı.
"Sizin yaptığınız şey tamamen saçmalık! Anlamadan iş yapıyorsunuz. Kendinizi bir şey mi sanıyorsunuz!?"
Bağırışı biter bitmez elleri alev alan büyücü, öne çıkan iki kişiye doğru yürümeye başladı. Bugün yaşadıkları şeyden sonra bu olayları kaldıracak duygusal kapasiteye sahip değildi. O sırada öfkeli büyücünün hiddetini hissedenler korkuyla geriye doğru kaçışıyordu. Dalkon bile geriye doğru kaçarcasına adım atıyordu. Sarı saçlı büyücünün gözleri alev almıştı adeta. Öfkesi belli oluyordu. İçeride olan tüm insanlar kenarlara doğru yaslanmıştı. Bu olayın gelişmesine neden olan kız ise bir yerde saklanmış korkuyla olanları izliyordu. Bu adamın büyücü olacağı aklına gelmezdi.
Tam onları yakalamıştı ki, bir anda hanın kapısından içeri giren muhafız grubu olaya müdahale etti. "Neler oluyor burda?!" Lider kendisini sakinleştirdikten sonra büyüsünü yok etti ve cebinden kimlik kartını çıkardı. "Bu adamlar bizi asılsız bir suçlamayla ithaf ederek saldırdı. Umarım gereğini yaparsınız."
Onun uzattığı karta bakan muhafız "Merak etmeyin, efendim. Gereğini yapacağız." dedi. Ardından üçlüye döndü. "Nedir bu kargaşanın nedeni, Dalkon?" Sorunun muhattabı olan kişi hemen cevap verdi. "Efendim, bu ikisi Thea'nın cüzdanını çaldılar. Sonra da haklıymış gibi üste çıkıyorlar. Umarım bu konu hakkında gerekeni yaparsınız."
Onun dedikleriyle Lider'e dönen muhafız "Dedikleri doğru mu?" diye sordu. "Hayır doğru değil. İsterseniz üstümüzü arayabilir siniz." Onun önerisiyle üstü aranan iki büyücü temiz çıkınca, kaşlarını çatan muhafız Dalkon'a döndü. "Adamlar temiz. Ayrıca karşındaki kişi bir Köy Lideri. Ölmediğin için şanslısın." Onu azarladıktan sonra Thea'ya dönen adam "Muhtemelen başka birine kaptırdın cüzdanı küçük hanım."
Hanı terk etmeden önce yeniden Lider'e dönen muhafız "Kusura bakmayın efendim. Bu bir yanlış anlaşılma." Başını sallayarak onaylayan Lider, han sahibinin yanına giderek bir oda tutmak istediğini söyledi. Nefesi hala hızlıydı. Bir an önce burdan ayrılmazsa elinden bir kaza çıkacak gibi hissediyordu. Gereken ücreti görevliye ödeyen büyücü, arkasında olan Alfred ile birlikte merdivenlerden yukarı çıkarak kiraladıkları odaya girdi. Çift kişilik bir oda tuttukları için iki yatak ve ufak bir koltuk dışında başka eşya yoktu.
Yataklara geçen iki büyücü, bugün yaşadıkları olaylar sebebiyle uyumak için hazırlandı. Alfred çok geçmeden uyurken, odanın loş ışığında sağ elini kaldırarak gözünün önüne getiren Lider, gördüğü kap karanlık bir siyah lekeyle iç çekti. Siyah leke gittikçe daha fazla genişliyormuş gibi görünüyordu. Bu büyünün sahibini hatırlayınca o anları düşündü.
-
"Ha!"
Küçük bir haykırmayla birlikte ellerini ileri sallayan sarı saçlı büyücü, rakibine doğru yerden ufak bir ışık tabakası gönderdi. Geçtiği yerlerdeki çimenleri ve toprak parçalarını etrafa saçarak ilerleyen saldırı, çok geçmeden hedefi olan kişiye ulaştı. Yaşlı bir kadına gönderilmişti. Kendisinden beklenmeyecek bir hızla büyüyü savuşturan kara büyücü, elinde tuttuğu asasını savurduğunda ortaya çıkan mor renkli büyü, etrafa doğru ufak parlaklıklar saçıyordu. Hissettirdiği tehlike hiç az değildi.
Ellerini önünde birleştiren Lider, yerden yükselttiği toprak bir duvarla gelen büyüyü karşılamaya çalıştı. Aldığı saldırıyla parçalara ayrılan toprak duvar etrafa sürüsüyle toz parçası saçmıştı. Ne yazık ki saldırı hâlâ ilerliyordu. Yüzüne çarpacak olan mor renkli saldırıyı yakından hisseden orta yaşlı büyücü, elini kendine siper ederek büyüyü karşıladı. Bedenine temas eden kıvılcım ile geriye doğru birkaç adım boyunca savrulan orta yaşlı adam, dengesini zar zor sağlayarak önüne baktı. Gördüğü manzara ile hemen sağa atılırken, neredeyse sıyırarak geçmişti.
"Hay lanet!"
Lider sürekli olarak sağa sola atılarak gelen saldırılardan korunmayı denerken, oldukça pasif bir konumdaydı. En son gelen yıldırım akımını ucu ucuna atlatırken, bu işin böyle gitmeyeceğini anladı ve yeni bir taktik uygulamak için gereken fırsatı beklemeye başladı. Önündeki bu yaşlı kadınla baş edemiyor olması gururuna dokunmuştu. O sırada kara büyücünün keyfine diyecek yoktu. "Hahaha. Bu köyde yaşayanlar kadar insan öldürdüm ben, seni velet! Benimle başa çıkabileceğini mi sanıyorsun?"
Dişlerini sıkan sarı saçlı büyücünün gözleri soğurken, elde ettiği bu boşluğu değerlendirerek bir anda rakibine doğru koşmaya başladı. Onun hareketlenmesi üzerine yeniden saldıran kadın, asasının ucundan süzülen bir ateş hüzmesi ile saldırdı. Bilmiyordu ama, bu yaptığı hareket sonunu getiren en büyük etkendi. Üzerine gelen ateş saldırısı, üzerinden gri renkleri dumanlar tüterken oldukça korkutucu görünüyordu. Çünkü rengi sıradan bir ateş gibi turuncu değildi. Neredeyse griye kayacak bir tonu vardı. Tam ona ulaşmak üzere olan ateş hüzmesi ile gülümseyen Lider, ellerini birleştirerek parıldayan bir ayna benzeri bariyer kurdu. Üzerinde bazı ufak yazılar vardı. Kalkana çarpan saldırı, bir ağa çarpmış top gibi geriye doğru uçmaya başladı. Tam da kara büyücünün üzerine...
Üstüne gelen kendi saldırısıyla ne yapacağını bilemeyen kadın, son anda darbeyi karşılasada, geriye doğru sendeledi ve yere düştü. Asası hâlâ elindeydi ama. Bu konumu gören orta yaşlı adam, içinden kıs kıs gülüyordu. Biri ona ateşle mi saldırıyordu? Cidden mi? Bunu yapacak olan kişi çok ciddi bir hata yapmış olurdu. Lider ateş büyüsü konusunda ciddi bir seviyeydi. Gelen bir ateş saldırısını geri yansıtmak, bildiği şeyler arasında olan bir numaraydı sadece.
Yerde olan kara büyücü, kaşlarını çatarak buruşuk yüzünün daha da kırışmasına neden oldu. Gözleri öfkeyle kavruluyordu adeta. Yeniden bir saldırı gönderdi. Lider ise az önce yaptığı gibi saldırıyı karşılayarak yönünü değiştirdi. Sağ tarafında olan beton binaya çarpan büyü, duvarın büyük çatlaklar içerisinde olmasına ve ağır hasar almasına neden olmuştu. Etrafa saçılan moloz ve toz parçaları da cabasıydı. Nihayet ayağa kalkmaya çalışan kadına ulaşan sarı saçlı adam, onun boğazından kavrayarak bir yumruk attı. Ardından asasına vurarak onu yere düşürdü.
Elleri alev alırken, bir yumruk daha salladı. Gelen darbelerin ardından tooarlanmakta zorluk çeken yaşlı kadın, darbeyi atlatmak için yine büyüye başvurmak zorunda kaldı. Başka şansı yoktu. Ama bu da işe yaramadı. Alevler içerisindeki el boğazından kavrayarak onu hem boğmaya, hemde yakmaya başladı. Akciğerleri sızlarken, gözlerinin feri giden kadın, son bir gayretle elleri ile orta yaşlı adamı ittirmeye çalıştı. Ama yaşlı ve çürümüş bedeni ile bunu yapamadı. Ciğerlerinde olan son hava da tükenirken, gözlerinin feri yavaşça kaydı ve ayaklarındaki kuvvet kesildi. Hissettiği bir duyguyu söyleme şansı olsa, kesinlikle çok şaşkın olduğunu söylerdi. Ne yani, kendisinden çok daha güçsüz biri tarafından mı yenilmişti?
Kadını yere bırakan Lider, derin derin nefesler alırken, sağ elinde hissettiği bir sızı ile bakışlarını oraya kaydırdı. Küçük bir nokta gibi olan siyah bir leke vardı. Canını yakan şey tam olarak bu ufacık şeydi. Oranın üstüne diğer elini sürterek bir kelime fısıldadı. Leke yavaşça kaybolmuştu. O da hızlıca arkadısını dönüp koşmaya başladı.
-
Tekrar şimdiki zamana dönen büyücü, bu duruma bir çare bulması gerektiğini biliyordu. İçinden birkaç kelime fısıldamaya başladı. "supprimunt et pereunt..." Yavaşça siyah lekenin sınırlarında mavi renkli bir çember oluşmaya başladı. Etrafa neredeyse hiç ışık yaymayan bu mavi çember, siyah lekeyle bir mücadeleye koyuldu. İki renkte dalgalanarak birbirine üstünlük kurmaya çalışıyordu. Ama siyah leke daha fazla genişleyemedi. İlerlemesi durdurulmuştu. Bu sahneyi gördükten sonra rahat bir nefes aldı ve "Celare." dedi. Yavaşça kaybolan büyüler ile gözlerini kapayan Lider'in aklında çok fazla düşünce vardı. İçinde kaldığı bu durum, ona geçmişini hatırlatmıştı. Daha doğrusu babasını...
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..