3: Kaybolan Arkadaş

avatar
207 0

Yalnız Ejder - 3: Kaybolan Arkadaş


Ertesi gün, serseri kurtalar oyun arkadaşlarını ziyaret etmeğe, gölün hemen önündeki dev ağaca gitmeye hazırlandılar. Küçük arkadaşlarının iyi olacağını umuyorlardı çünkü onun için yiyecek bulmuşlardı. Bu bir iyilikti! Yoksa, küçük arkadaşları iyiliklere yüz çevirecek kadar yüzsüz müydü?

Kurtlar bir bu düşünceyle bir de arkadaşlarının iyi olması dileğiyle ağaca vardılar.

Ama küçük arkadaşları yerinde yoktu!

Bununla beraber, yiyecek dağı silip süpürülmüş ve dağın olduğu yerde bir kaç tutam tüy dökülmüştü. Kuş tüyü. Kurtlar şoke olmadılar değil elbet ama şuan şoke olacak zamanları yoktu. Kaybolan Arkadaşlarını aramalıydılar!

Bir saniye dev dağdan aşağı düştü çığ misali yavaş yavaş büyüyerek sonunda üç saat olmuştu. Ama kurtlar hiçbir şey bulamamışlardı. Bu durum kurtların buz dağı gibi umutlarını yavaş yavaş erimesine, bir süre sonra da tamamen bitmesine neden olmuştu. Daha dün edindikleri kertenkelemtırak arkadaşları, onları iti tanıyamadan kaybolmuştu... En küçük kurdun aklına bir fikir geldi. Ama bunu diğerlerine söyleyemiyordu. Beyni buna elverişli değildi. Arkadaşlarının kaybolduğu ağacın altına gitti. Bir yandan da arkadaşlarının onu takip edeceğini umuyordu.

Sonunda, arkadaşının kaybolduğu ağacın altına geldi. Hava açıktı. Rüzgarın olduğu yerde yeller esiyordu. Küçük kurt, ağacın altındaki kuş tüylerini kokladı, kokladı. Uzun bir koklama faslından sonra ise havadaki bin bir çeşit kokudan kuş tüynün kokusunun geldiği tarafa ilerlemeye başladı. Nehirden uzaklaşmaya, arkadaşını bulduğu siyah dağı görememeye, daha önce hiç görmediği gezmediği yerlere gitti. Koku oradan gidiyordu. Bu kokunun arkadaşından gelmediğine emin olmak istiyordu. Başka bir canlı olamaz mıydı? Mesela dev bir yırtıcı? Bir yılan? Bir ayı? Bunların cevaplarını öğrenebilmek için daha çok yolu vardı ve bu küçük kurt, diğerlerinden daha kararlıydı. Pes etmeden kokunun nereden geldiği öğrenecek ve arkadaşını bulacaktı. Arkadaşıno bir başka hayvan yediyse veyahut öldürdüyse de onun için canı pahasına bile savaşacaktı. Yoksa, toparladıkları o koca böcekler boşa mı gidecekti?

Aradan baya bir zaman geçtikten sonra küçük kurt, güçten düşmüştü. Susamıştı. Etrafta hiçbir su kaynağı yoktu. Bu, büyük bir sorundu. Acıkmıştı. Bu öncekinden de büyük bir sorundu. Eğer gözü kana bürünürse, küçük arkadaşını bir yiyecek, bir av olarak görebilirdi. Sonuçlar pek iç açıcı olmazdı. Bu yüzden, küçük kurt bir an önce susuzluğunu gidermeli, yiyecek bir şey bulmalıydı...

Şans yüzüne güldü ama o, bu sıcak gülümsemeyi göremeyecek kadar açtı.

Önüne bir bataklık çıktı. Arada bir "vırak vırak" sesleri duyuluyordu. Daha iyisi, az ileride bataklıktan bağımsız bir su kaynağı bulunuyordu. Mutlu olan kurt, ilk başta su içmeye gitti. Zamanı daralıyordu. Gözü kana bürünmek üzereydi. Bu, her ne kadar istemese de bütün Serseri Kurtların ortak özelliğiydi.

Koşarak su kaynağına ulaştı. Kana kana su içti. Suya girdi, taklalar attı, kendini azda olsa ferahlattı. Daha sonra etrafı koklamaya, incelemeye başladı. İçinden bir his, küçük arkadaşına yaklaştığını söylüyordu.

Uzunca bir aramadan sonra bazı şeylerin küçük arkadaşına yürüdüğünü gördü. Bu şeylerin ne olduğunu bilmiyordu. Dört ayaklı, sivri dişli, tüysüz şeyler. Ne olabilirdi ki?

Küçük kurt, neler olduğunu bilmeden oraya gitti ve olanları gördü. O tüysüz pislikler arkadaşını öğlen yemeği niyetine yiyeceklerdi! Kurt, gerçekten de sinirlenmişti. Yanlış kertenkelemtırak canlının yanlış arkadaşına bulaşmışlardı.

Tüysüzlerin lideri, pençesini küçüğe savuracakken neredeyse bileğini koparacak bir şekilde biri tarafından ısırıldı.

Kurdun Tüysüze atlama hızının frenleyemediği için kurt ve tüysüz ileriye doğru yuvarlanmaya başladılar.

Kimi zaman kurt üste, tüysüz altta kimi zaman ise de tüysüz üste kurt alttaydı. Bu kısır döngü sürüp gidecekken diğer tüysüzler liderlerinin yardımana koştular. Topu kurdun üstüne atladı.

Pençeler, ısırıklar, tekmeler havada uçuşunken kurt yerde kalıverdi. Tüysüzler ise zar zor ayağa kalkabilmişlerdi. Liderlerinin bir kulağı kopmuştu. Diğerleri ise ufak tefek pençe ve ısırıklar izleri tatlı bir hatıra (!) olarak kalmıştı.

Tüysüzler işlerine devam edecekken arkalardan yükselen inleme ile o tarafa döndüler.

Önlerinde bir adet zar zor ayağa kalkabilmiş, ön ve arka ayaklarından birer tanesi titreyen, sol gözü kanayan bir kurt vardı. Önceki kurttan tek farkı - yaralar hariç-
Kan gibi kızıl bir renk taşıyan sağ gözüydü.

Tüysüzler işlerinin bitmediğini anlayınca hırıltı benzeri bir ses çıkartarak kurdun gözünü korkutmaya çalıştılar ama kurdun gözü kana bürünmüştü bile.

Öncekinden daha güçlü bir şekilde öne atılan kurt en yaralı olan tüysüze, lider- lerine, tamda yüzüne hedef alan bir pençe attı. Liderlerinni böyle gören diğerleri yine kurda saldırmaya hazırlandılar. Etrafını sardılar. Kurdun sağında kalan ona doğru atılırken kurt ondan önce davranıp tüysüze atladı. Tüysüzün üzerinde bir an bile beklemeden pençelerini ona karşı kullandı. Kurt, tüysüzün işini bitirirken diğerkeri ona doğru yaklaştı. Birbirlerine yakın durarak kurdun gözünü korkutmaya çalıştılar. Ama kurdun aklında sadece bir şey vardı: Kan, kan ve kan!

Kurt, biri ile işini halledince, diğer tüysüzlerle mesafesini daralttı. Önünde, üç tane tüysüz canavar vardı. Bunların ne olduğunu bilmiyordu gerçi, umurunda değildi.

Kurt, onların yan yana durmasını kendi lehine kullanabileceğini biliyordu. Bunun için mesafesini daha da daralttı. Şuan, birbirlerin bir kaç adınlık mesafe kala durmuş, dört canlı vardı. Tüysüzler, liderleri öldüğü için bu kurdun çok güçlü olduğunu, bu yüzden de pek bir şansları olmadığı düşünmeye başlamışlardı. Bu kurt her zaman böyle miydi? Hep güçlü, kandan başka hiçbir şey düşünmeyen bir şey miydi?

Tüysüzler, o zaman bu kadar çok düşünmyip, hızlı karar verseler idi, kurdun üçünün kafasını hedef aldığı enerjisi ile desteklediği pençe darbesini görür ve ona göre hareket ederlerdi.

En sonunda, o düz çimenlik alan, dört kanla süslenmiş cesetle tam da ortalarında bulunan gözleri kırmızı ile kahverengi arasında gidip gelen bir kurda kalmıştı. Kan zamanı artık bitmişti.

***
Küçük bir kayayı anımsatan gövdesi mavi ile beyaz renklerini hatırlatan bir renk cümbüşü ile bezenmişti. İki solda iki sağda bulunan minik mavi gözleri etrafı merakla inceliyordu. Belli ki, düz kafa yapısını süsleyen burnunun hemen üzerindeki vucüduna kıyasla daha koyu olan tümseyi görmeye alışmıştı.

Nerede olsuğunu hiç bilmemişti, şuan da bilmiyordu. O neyi biliyordu ki? O tuhaf keçi ve hareketleri yüzünden tam gelişmemiş kafasını karıştıran kurtlar hariç. Şuan konuşamasa da, Dünya ne tuhaf kelimelerine karşılık gelwn bir takım anlaşılmaz düşüncelere sahip oldu. Şuan yaşadığı neydi ki? Burada daha tuhaf şeyler de vardı. Hissediyordu.

Biraz daha yol katlettikten sonra, iki yamacı bşrbirine bağlayan bir nehir çıkaverdi. Nehrin suyu,-hayret!- önceki gördüklerine kıyasla daha kirli gözüküyordu. O titiz bir canlıydı. Böyle sulad içmezdi. Sanki, nehir kertenkelemtırağın bu sözüne alınmış gibi durgunlaştı. Bu yüzden mavi, bu kirli ve durgun nehirden geçme kararı aldı.

Yavaş ve temkinli-nehrin ani değişimleri olacağını seziyordu- adımlarla nehrin kıyısına vardı. Tam nehre ayak basacakken anlamadığı sesler birileri tarafından çıkartıldı.

"Sen Kimsin?"







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44733 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr