Yazarın El Kitabı - Bölüm 16: Bir Resim Çizmek
Yazan: Garry Smailes
Çeviri: Ratel
Kısım 3: Betimleme
Bölüm 16: Bir Resim Çizmek
Ünlü yazar Stephan King bize yazmayla alakalı harika bir analoji yapıyor. Yazmak Üzerine isimli kitabında, yazmayı şöyle tarif ediyor:
“Telepati, tabii ki. Bu konuda düşünmeyi kestiğinizde—yıllar boyunca insanlar böyle bir şeyin gerçek olup olmadığını tartıştılar—ve çevrenize baktığınızda cevabın hep Poe'nun 'Çalınmış Mektup' u gibi ortada olduğunu görüyorum. Tüm sanat türleri belli derecelerde telepatiye dayanır, ancak bunun en damıtılmış halini yazmanın sunduğuna inanıyorum.”- Stephen King
Peki Kral burada ne diyor?
Yazma hakkında düşünmenin en iyi yolu zihninizdeki bir resmi okuyucunun zihnine aktarmaktır. Bir yazar olarak, bir sahne, konuşan ve hareket eden karakterlerle dolu bir mekan çiziyorsunuz. Karakterleri, mekanları ve eylemleri görebiliyorsunuz. Bir kristal kadar berrak.
İşiniz bu resmi alıp okuyucunun zihnine yerleştirmek.
Gördünüz mü? Telepati.
Yüzleştiğiniz problem, bu kristal-kadar-berrak resmi alıp okuyucunun zihnine yerleştirmekte.
Burası pek çok acemi yazarın yan bastığı nokta. İçgüdüsel yaklaşım zihninizdeki resmi olabildiğince detaylı bir şekilde betimlemektir. Teoride kağıt üzerindeki kelimelerin aynı resmi okuyucunun zihninde de uyandıracağına inanırız.
Peki bu neden gerçekleşmez? Bu akla yatıyordu, betimlemeleriniz detaylandıkça ürettiğiniz resmin daha iyi bir hal alması gerekir… değil mi?
Aslında, bu biraz acemi hatasıdır.
Bunun sonucu şudur, ana karakterinin gözleri maviyse, deneyimsiz bir yazar onları “yırtıcı mavi” ya da “alışılmadık tonlarda parlak bir mavi” ya da “melekleri göklerden inmeye ikna edecek bir mavi tonu” yapacaktır.
Bundaki problem, Türkçe kelimelerin bir şeyleri betimlemekte oldukça iyi olsalar da bir okuyucunun zihnindeki detay dünyasının yanından bile geçemezler. Okuyucunun zihni tamamen detaylı resimlerle doludur, hiçbir yazılı betimleme bunun ötesine geçemez.
Sen bir yazar olarak bir nesnenin, kişinin ya da mekanın betimlemesini sabitlemeye çalıştığın zaman bil ki yanlış yoldasın.
Buradaki anahtar düşündüğünüzün tam tersi.
Az çoktur.
Deneyimli yazarlar işlerinin objeleri/insanları/mekanları detaylarıyla betimlemek değil okuyucu zihninin bağlanması ve çalışması için YETECEK kadar detay vermek olduğunu bilirler, okuyucuya kendi zihninde tuttuğu bir resmi hatırlatmaya yetecek kadar.
Bir yazar olarak, okuyucuya zihninizde çizdiğiniz resmi birebir aktarmaya çalışmıyorsunuz, bunun yerine okuyucuyu kendi zihninde kendi resmini çizdirtmeye çalışıyorsunuz.
//Bu şu anda eğitim sosyolojisinin temel taşlarından bir tanesi haline gelmiş bir ideoloji aslında. “Bir öğrenciye minimal bilgi yüklemesiyle öğrenciyi nasıl ilgi duyduğu alanda kendini geliştirecek donanımı sağlayabiliriz?” diye soruyorlar ve bunun cevabı olan bir eğitim modeli tasarlanıyor. Tabii burada değil batıda...
Şu mavi gözlere geri dönelim.
Sadece mavi demenin ne gibi bir sıkıntısı var?
Mavi dediğinizde olan şey bir boşluk bırakmak. Okuyucunun zihninin maviden daha fazlasına ihtiyacı var. Sonuç olarak okuyucunun zihni boşluğu doldurmak için sıçrıyor. Hepsi birbirinden detaylı olan resimler arşivine dalıyor ve bahsi geçen kişiye yakışırdığı bir çift mavi göz üretiyor. Bu mavi gözler sizin betimleyebileceğiniz her şeyin çok daha ötesinde.
Şu örneğe bakın:
Yaşlı adam kapıyı tıklattı.İddiaya varım ki zihin gözünüzde çoktan bir kapı resmi oluştu. Muhtemelen yaşlı bir adamın bir kapıyı çalışının canlı bir resmi.
Şimdi şunu deneyin:
Yaşlı adam mavi kapıyı tıklattı.Başka bir detay katmanı sizi resminizi yeniden yorumlamaya zorladı. Şimdi kapı mavi. Yaşlı adamın tıklattığı kapının mavisinin tonu herkese göre farklı ama ne fark eder ki?
Şimdi, şuna bakın:
Yaşlı adam yıpranmış mavi kapıyı tıklattı.Tekrar, başka bir resim. Kapı değişti. Kelimeler zihninizi demin orada olmayan detayları eklemeye zorladı.
Şuna ne dersiniz:
Yaşlı adam yıpranmış mavi kapıyı tıklattı. Eskimiş boya büyük şeritler halinde soyulmuş ve altındaki çürümüş tahtayı gözler önüne sermişti.Bir kez daha yaşlı adam ve kapı hakkındaki algınızı değiştirmek zorunda kaldınız. Zihniniz daha derinden odaklanmak ve katmanlar eklemek zorunda kaldı.
Peki hangisi en iyisi?
Tamamen sahneye bağlı.
Sahnenizde rastgele bir yaşlı adam rastgele bir kapıyı tıklatıyorsa ve her ikisinin de kurgunuzla gerçek bir bağı yoksa ilk örneğimiz en iyisidir. Okuyucuya hiçbir sınırlama olmaksızın hayal gücünü kullanma imkanı verir. Okuyucuya sadece bir resim çizmeye yetecek kadar malzeme verirsiniz ki daha sonra bu resmi manipüle edebilesiniz.
Ancak, diyelim ki kapının eski oluşu önemli. Aslında kapının kadim oluşu anahtar bir kurgu noktası. Belki de kapı başka bir boyuta açılıyor ve içinde bulunduğu binanın yaşını değil kendi yaşını sergiliyor. Bu durumda daha fazla detay eklemek isteyebiliriz. Belki yıpranmış demeniz yeterlidir, belki de boyaların soyulduğunu söylemeniz gerekiyordur.
Buradaki önemli mefhum şu ki ne kadar betimlemenin yeterli olduğunu kurgu ve bağlam belirler.
Kısaca, ne kadar gerekiyorsa o kadar. Ne eksik ne fazla.
____________________Ratel notuGary emmi yine saldı zehrini son cümlelerde. Kitabı okumayan yazar adaylarına diyecek lafım yok. Siz anlatın ne kadar iyi olduğunu kitabın, ben yoruldum.